Ortadoğu’nun küçük Körfez ülkesi Katar, servetinin büyük kısmını, İran’la ortak olduğu denizaltı doğalgaz sahasına borçlu ve iki ülke arasında iyi ilişkiler var. Öte yandan İran’ın en büyük düşmanı ABD’nin de yakın bir müttefiki ve bölgedeki en büyük ABD askeri üssüne ev sahipliği yapıyor. Katar aynı zamanda hâlihazırda küresel ölçekte 10 arabuluculuk faaliyeti yürütüyor. Yazar Nesrine Malik, The Guardian internet sitesinde yayımlanan yazısında, kültürel ve finansal hamleleri ile iç ve dış faktörlerin ülkeyi nasıl aranan bir arabulucu haline getirdiğini anlatıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“13 Haziran Cuma sabahı, İsrail’in Tahran’a füze saldırısından birkaç saat sonra, Donald Trump ilk telefon görüşmelerinden birini Katar Emiri ile yaptı. Trump, Şeyh Temim’in İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ı müzakere içeren bir çözüme ikna edebileceğini umuyordu. Pezeşkiyan bunu reddetti. İran görüşmeye istekliydi ama ateş altında müzakere etmeyeceğini açıkça belirtmişti. Sonraki günlerde, ‘12 günlük savaş’ olarak bilinen süreçte Katarlılar, Başkan Trump ve İran liderleriyle düzenli olarak görüştü. (…) Katarlı yetkililer, bir diplomatın ifadesiyle, ‘sıcaklığı düşürmenin yollarını’ hemen aramaya başladılar. Ancak 22 Haziran’da ABD, İran’daki üç nükleer tesisi vurdu. Katar yönetimi için bu tırmanış bir kâbus senaryosuydu. Ancak 48 saat içinde çatışma sona erdi ve Katar, bunda kritik bir rol oynadı.
İran, 23 Haziran’da Katar’a füzeler fırlatarak 10 bin ABD askerinin bulunduğu El Udeyd Hava Üssü’nü hedef aldı. Modern Katar ilk kez askeri saldırıya uğruyordu. (…) Doha sakinleri önceden uyarılmamış olsa da saldırı, İran, ABD ve Katar arasında dikkatlice kurgulanmıştı. Saldırıdan saatler önce İran, Amerikalılara El Udeyd’e füze atılacağını bildirmişti. Amerikalılar da Katarlılara bilgi vermiş, onlar da hava sahalarını önceden kapatmışlardı. Toplamda 24 füze atıldı ve biri hariç hepsi Katar savunma güçleri tarafından engellendi. (Diğeri El Udeyd’e düştü ancak can kaybına yol açmadı.) Katar saldırıyı kınadı ancak misilleme yapmadı. (…)
Zihniyetiyle fakir, varlığıyla zengin
Katar, fakir zihniyetine sahip zengin; tetikte olma hali zayıf ama güçlü bir ülke. Diplomasiye odaklanması, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İran gibi kibirli oyuncularla çevrili, istikrarsız bir bölgede küçük bir ülke olarak kırılgan konumunu güçlendirme çabası olarak görülebilir. Nüfusu yaklaşık 3 milyon ve bunun yaklaşık yüzde 13’ü Katarlı. (Katarlı olmayan nüfusun büyük bir kısmı Arap dünyasından, Hint alt kıtasından ve Filipinler’den gelen göçmen işçilerden oluşuyor.) Servet, son 20 yılda dünyanın en zenginleri haline gelen Katar vatandaşlarında yoğunlaşmış durumda. Ancak tüm bu servet güvenliği satın alamıyor. (…)”
Yazar, Katar’ın bu nedenle kendini yavaş yavaş ve sessizce dünyanın diplomatik başkenti haline getirdiğini söylüyor: “Geçen yıl boyunca, aralarında üst düzey Katar hükümet yetkilileri, Batılı diplomatlar, yerli ve yabancı akademisyenler, bölge sakinleri ve Katar’ın arabuluculuğundaki müzakerelere katılanlar da dahil olmak üzere 20’den fazla kaynakla görüştüm. Bu görüşmeler ve Doha’ya yaptığım iki ziyaret sonucunda ortaya çıkan, büyük ve hızla büyüyen bir rolü, yani küresel arabuluculuk rolünü üstlenmek için yarışan küçük bir ülkenin resmiydi. Doha’nın dört bir yanına dağılmış çok sayıda saray ve ofis, son yıllarda ABD birliklerinin Afganistan’dan çekilmesi, Ukraynalı çocukların Rusya’dan geri gönderilmesi, İran’daki ABD rehinelerinin geri gönderilmesi, Hamas’ın elindeki İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve bu yılın başlarında Gazze’de kısa süreli bir ateşkes için gerçekleştirilen müzakerelere ev sahipliği yaptı. Temmuz 2025 itibarıyla Katar, bazıları Doha’da, bazıları ise yurt dışında olmak üzere 10 aktif arabuluculuk yürütüyor. (…)
Kültürel ve finansal hamleler
Bağımsız bir ulus olarak Katar sadece 54 yaşında. 1971’de İngiliz himayesinin sona ermesinden sonraki ilk on yıllarında Katar’ın hiçbir şeyi yoktu: Ne Suudi Arabistan’ın petrol zenginliği ve dini gücü ne Dubai’nin inşaat patlaması ne de Mısır ve Suriye’nin kültürel ve politik erişimi… 70’li ve 80’li yıllarda Arap dünyasının dört bir yanından beyaz yakalı işçiler Körfez’in petrol zengini ekonomilerine göç etti. Çok azı Katar’a gitti. (…) Bölgedeki birçok kişi Doha’nın silüetini ilk kez, 1996’da El Cezire televizyon kanalı yayına başladığında gördüler. (…) 90’larda Katar doğalgaz buldu ve her şey değişti. Birkaç yıl içinde dünyanın önde gelen sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatçısı haline geldi ve serveti hızla arttı. Aynı dönemde, bugün bildiğimiz Katar şekilleniyordu. 1995’te Hamad bin Halife el-Sani, babasına karşı bir saray darbesi düzenleyerek onu 2000’lerin başına kadar sürgün etti. Babası Katar’ın Suudi Arabistan’a bağlı kalmasından memnun olsa da, yeni emirin daha büyük hedefleri vardı.
Darbeden sonraki yıl El Cezire yayın hayatına başladı. Bölgede devlet kontrolündeki haber medyasının aksine El Cezire, Arap siyasi söylemini sokaklardan çıkarıp radyolara taşıdı, ortodoksilere meydan okudu, mezhepsel gerginliklere dokundu ve diğer Arap hükümetlerini kızdırdı. (…) Katar, kültürel erişimini bölgesel olarak genişletmek için yeni kanalı kullanırken, Katar Yatırım Otoritesi aracılığıyla finansal gücünü daha da artırdı. Bir zamanlar ülkeyi yöneten Britanya’da, Katar devlet kurumları ve özel sektör kuruluşları 100 milyar sterlinlik bir gayrimenkul portföyü oluşturarak 2007’de Chelsea Barracks’ı, 2009’da Shard’ı ve 2010’da Harrods’u; 2011’de Fransa’nın Paris Saint-Germain futbol kulübünü, 2016’da ABD’nin Miramax stüdyolarını ve aynı yıl Singapur’daki ikonik Asia Square Tower 1’i satın aldı. Bu dönemdeki en cüretkâr hamlesi, 2022 Dünya Kupası oldu. (…) Turnuva ülkenin küresel statüsünü öyle yükseltti ki Katar başbakanı etkinliği ‘Katar’ın halka arzı’ olarak nitelendirdi. (…)
Enerji, barış ve diplomasi
Küçük bir ülke olan Katar’ın kimliği büyük ölçüde siyasi yapısı tarafından belirleniyor. Emir, 2021 tarihli bir röportajında Katar’ın iki rolü olduğunu söylemişti: ‘Enerji tedarikçisi ve barış kolaylaştırıcısı’. İlki jeolojik servetin sağladığı bir değerken, ikincisi ülke liderlerinin bilinçli bir tercihi ve giderek daha kararlı bir şekilde takip ediliyor.
Diplomasi, Katar’ın kendini nasıl gördüğünün bir nişanesi. 2003 tarihli anayasası, Katar dış politikasının ‘uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl çözümünü teşvik ederek uluslararası barış ve güvenliği güçlendirme ilkesine dayandığını’ açıkça belirtiyor. (…)
Öte yandan küresel krizlerle ilgilenen üst düzey ekip, bir elin parmaklarını geçmiyor. Ekipte Emir Şeyh Temim bin Hamad el-Sani, Başbakan ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman bin Casim el-Sani ve arabuluculuk, anlaşmazlıklar ve çatışma çözümlerinden sorumlu Devlet Bakanı El-Huleyfi de yer alıyor. (…) Emir toplantı odalarında olmasa bile, anlık mesajlaşmalarla önemli kararlarda söz sahibi oluyor.
Katar’ın arabulucu olarak yükselişini konu alan yeni bir kitabın ortak yazarı Sansom Milton, ‘Katarlılar farklı noktalarda farklı roller oynuyor’ diyor. İlk rol arabuluculuk: Genellikle sert düşmanlar arasında mesajları iletmek için tüm taraflarla iletişim kurma yeteneğini kullanmak. İkincisi ikna edicilik: İnsanları bir anlaşmaya varmak için bir araya gelmeye ikna etmek. Üçüncüsü ise kolaylaştırıcılık: Farklı tarafları ağırlamak ve diğer hizmetleri sağlamak. Süreci birinci elden bilen bir kaynağa göre, masaya oturduktan sonra Katarlı arabulucular genellikle müzakere ekipleri arasında iletilen mesajları ustalıkla düzenleyip yeniden şekillendirerek kışkırtıcı söylemleri ve mantıksız talepleri yumuşatıyor. (…)
Arap Baharı
Katar’ın diplomasiye odaklanması, yıllarca süren sert çatışmaların bir sonucu. Katar, 2010’larda, geniş bir bölgesel uzlaşıya uzun süre bağlı kaldıktan sonra, komşularını aktif olarak kızdırmaya başladı. Tetikleyici faktör Arap Baharı’ydı. Devrimler başladığında, Şeyh Hamad emir olarak görev süresinin 15’inci yılındaydı. 1950’ler ve 60’larda büyüyen kendi kuşağının çoğu gibi, karizması, İsrail’e karşı sert muhalefeti ve Arapları ortak tarihleriyle birleşmiş gururlu bir halk bloku olarak gören vizyonuyla onu bölgesel bir simge haline getiren Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın pan-Arabizm’inden ilham almıştı. Şeyh Hamad için Arap Baharı protestoları, onlarca yıldır bastırılmış olan eski bir özlemi uyandırdı. Onun liderliğinde Katar, protestocuların yanında yer alarak bölgedeki diğer güçlerle ilişkilerini bozdu ve Mısır, Suriye, Tunus ve Libya’daki devrimleri destekledi. Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nı haberleştirmede El Cezire’nin rolü, bu çabanın merkezindeydi. (…)
Bölgesel gerginlikler 2017 yazında doruk noktasına ulaştı. Suudi Arabistan, BAE, Yemen, Mısır ve Bahreyn, Katar ile diplomatik ilişkilerini kesti. Katar gemilerinin Basra Körfezi ve Mısır üzerinden hava, kara ve deniz yoluyla geçişleri yasaklandı. Suudi Arabistan, Katar’ın tek kara sınır kapısını kapattı. Bu arada, Suudi Arabistan ve BAE askerlerini harekete geçirmiş işgale hazırlanıyordu. BBC’ye konuşan bir Suudi kaynak, ‘Trump’ın yanımızda olduğunu hissettik, o halde yıllardır bizi rahatsız eden bu küçük ülkenin işini bitirelim’ diyordu. Katar’ı, ExxonMobil’de yönetici olarak çalıştığı günlerden el-Sani’leri iyi tanıyan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın son dakika müdahalesi kurtardı. Suudi Arabistan ve BAE geri adım attı, ancak abluka devam etti. (…)
Abluka neredeyse dört yıl sürdü ve Katar 2021’de bazı önemli dersler çıkararak bunu atlattı. İlk olarak, açıkça büyük siyasi oyunlar oynamak bir hataydı: Arap Baharı sırasında alenen desteklediği partiler yerle bir edilmişti ve komşularını yabancılaştırmanın maliyeti yüksekti. İkincisi, zaten siyasetinin bir parçası olan arabuluculuğun yumuşak gücü, Katar’ın kendini dünyaya sunumunda merkezi hale gelmeliydi. Üçüncüsü, artık taraf seçmiyor gibi görünecekti. Herkes için arabulucu olacaktı. Dördüncüsü, Katar’ın kendisini daha büyük komşuları tarafından yutulmaktan kurtaran ulus için vazgeçilmez hale gelmesi gerekiyordu. (…)
ABD ile ilişkiler
Katar’ın geçirdiği değişim, eşgüdümlü bir kampanyanın ürünüydü. Körfez’deki diğer tüm uluslardan daha fazla ABD güvenlik şemsiyesine bağımlı olan Katar, küçük ölçekte, İsrail modeline yaklaşıyor gibi görünüyor: Güvenli olmayan sınırlara sahip, ancak ABD güvenlik çıkarlarının hayati bir parçası haline gelerek kendini güçlendirmeye çalışan bir devlet. Bu stratejinin kilit noktası, şüphesiz El Udeyd Hava Üssü. (…) Burası, Irak ve Suriye’de IŞİD’i çökerten ‘Kararlılık Harekâtı’nın merkeziydi. Üs, ABD birliklerinin yanı sıra yüzlerce NATO askerine de ev sahipliği yapıyor. (…) Bu arada Katar, ABD askeri teçhizatına cömertçe harcama yapmaya devam ediyor. Askeri yardımdan farklı olarak, dış askeri satışlar açısından ABD’nin dünyadaki en büyük ikinci ortağı (birinci Polonya). (…)”
Aranan arabulucu
Yazar, çatışmaların hızlandığı ve Trump yönetiminde giderek daha fazla ‘al-ver’ tarzı dış politikanın benimsendiği bir dünyada Katar’ın hizmetlerine olan talebin, ülkenin başa çıkabileceğinden daha fazla olduğunu belirtiyor: “Baş arabulucu El-Huleyfi, Katar’ın artık arabuluculuk talepleri aldığını (sadece Haziran ayında üç tane) ve bunları kendilerinin başlatmadığını ifade ediyor. Başbakan danışmanı ve Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mecid El-Ensari, Katar’ın küçük yönetici ekibinin karar alma süreçlerini hızlandırmasının bir avantaj olduğunu söylüyor. (…)
Ortadoğu uzmanı Andreas Krieg’e göre ‘Devlet yönetimi, güç veya nüfuz üretmekle ilgilidir. Arabuluculuk, ancak nüfuz elde edebildiğinizde bir devlet yönetimi aracı olarak işe yarar.’ Katar, son aylarda bu gücün büyük bir kısmını üretti. Şimdi bunu yalnızca kendi güvenliğini değil, küresel istikrarı da korumak için kullanmak zorunda. Dünya çok hızlı, çok beklenmedik bir şekilde değişti ve Katar’ın bu değişimdeki rolü artık hiç ummadığı kadar büyük. (…)”
Bu yazı ilk kez 31 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.
