Doç. Dr. Salih Bıçakcı, CATS Araştırmacısı ve Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, Orta Doğu uzmanı, akademisyen. Doktorasını İsrail’deki Tel Aviv Üniversitesi’nde tamamladı. 1996 yılından bu yana hayatının bir kısmı Filistin’de ve İsrail’de geçti, bölgeyle bağını hiç koparmadı.
Ayşe Karabat gazeteci. Uzun süre bölgede gazetecilik yaptı, yaşamının bir dönemini İsrail ve Lübnan’da geçirdi. Bölge hakkında kitapları var. İkisi de bölgeyi tüm gerçekleriyle, katmanlarıyla en iyi bilen isimlerden ama ne ekranlarda yorum yaptılar ne de yazı yazdılar. Yazı tekliflerimi uzun süre reddettiler ama nihayet onları sorularımı yanıtlamaya ikna edebildim. Tüm dünyanın gözlerinin önünde yaşanan savaşa ve insanlık dramının arka planını, görünenin ötesini anlamak, okumak istiyorsanız, buyrun. Uzun ama çok doyurucu bir sohbet…
Sağır kulaklara konuşmak
İkiniz de yıllarca İsrail’de yaşadınız, bölgeyi, çatışmayı en iyi bilen isimlerdensiniz. 7 Ekim’den beri dünyanın ana gündem maddesi bu konu. Siz bütün davetlere rağmen yazmıyorsunuz, konuşmuyorsunuz. Neden?
Ayşe: Hemen şimdi ateşkes! İhtiyacımız olan bu. Ama gel gör ki söylediğin, yazdığın her şey ateşkes istemeyen ve bu meseleyi zihninde, insanlığından çıkartıp bambaşka bir ideolojik çerçeveye oturtmuş birilerine bir şekilde mühimmat sağlıyor. İnsanların büyük bir çoğunluğu bilgi peşinde değil. İdeolojik katı bir duruşu var, o duruşta karşı tarafa sallayacağı kurşun, bomba gibi bir şey arıyor. Her şeyden önce onlara malzeme oluyoruz. Söylediklerinin sadece işlerine gelen bir kısmını duymak istiyorlar. Ne söylersek söyleyelim hep bir kısmı eksik kalacak duygusu var. Bu ara sağır kulaklara konuşuyorsun. Birincisi bu.
İkincisi, o coğrafyada yaşamış; hâlâ orada nefes alan tanıdıkları olan kişiler olarak insanın kalbi gerçekten çok acıyor. Hastane bombalanırken, siviller, çocuklar ölürken insanın uykuları kaçıyor. Bir de ne söylersen söyle, bir şey söyleme zamanı geçti artık gibi geliyor. Yok 1947’de şu olmuştu, 1967’de bu olmuştu; bunlar son derece lüzumsuz geliyor. Önce bu iş dursun, sonrasını ya da öncesini konuşuruz.
Bir de tabii çaresizlik hissi… Çünkü ortalıkta tam bir Gordion düğümü var. Ve o düğümü oluşturan karmaşık halatların biri İsrail, biri Filistin. O İsrail halatının bazı ipleri Yahudilikle, bazı ipleri soykırımla, bazı ipleri İsrail’in siyasetiyle ilgili. Filistin de karmakarışık bir halat; tarihçesi, Arap milliyetçiliği, diğer Arap ülkelerinin duruşu, diasporası, mültecileri, Batı Şeria’daki durum vs de başlı başına bir halat. Bunlar böyle birbirlerine örülmüş biçimdeler. Ve meseleyi gerçekten anlatabilmek, anlayabilmek için de hiçbir tarafı atlamaman ve halatın tamamını tarif etmen lazım. Bir tanesi de bu galiba. Bir de, insanın canı yas tutarken konuşmak istemiyor.
Herkes bu problemin çözülmeme durumunu kabullenmiş durumda
Salih: Ben biraz zamanın ruhundan çekiniyorum. Çünkü 21. yüzyılın son 20 yılında çok hızlı bir şekilde fizikten, akıldan kalbe, metafiziğe doğru gittik. Bütün dünya buna gitti. Metafiziğin yukarı çıkışı aklı ortadan kaldırınca kalple iman edilir bir hale geliyor. Herkes gördüğü şeye iman ediyor ama bu iman ettikleri dönemde artık gerçek hakikat değil. Çünkü post-truth çağında, hakikat sonrası çağda yaşıyoruz. İnternette, sosyal medyada gördüğümüz hiçbir şeye inanamazsın.
Ayrıca bugün savaş dediğimiz şey de savaş değil aslında. Çünkü savaş konseptinin eskiden bir anlamı vardı. Kim kiminle nasıl savaşıyor? Sonuçta ne elde ediyor? Kazanan, yenilen belliydi. Son 30 yılın savaşlarında kimin kazandığı belli değil; mesela ABD – Afganistan, ABD – Irak. Niçin savaşıyorlardı?” sorusunu savaşanlar bile bir müddet sonra unutmaya başlıyor. Şimdiki liderler de dış politikayı popülist iç politikanın mezesi haline getirdiler. Mesela Filistin meselesi 1948’in meselesi değil, 1876’nın Theodor Herzl’in Der Judenstaat.’ı yazdığı zamanın meselesi. Ve esasında Hamaslılar 7 Ekim’de bu saldırıyı yapmasalardı hiç kimse bu konuyu konuşuyor olmayacaktı. Halbuki öbür tarafta bir şizofreni var. Bir grup insan açık hapishanede yaşıyor. Gazze bir gerçeklik. Ama insanlar o yokmuş gibi yaşıyor. Mesela insanlar hacca gidiyor, Kubbet’ül Sahra’ya uğruyor, Kudüs’te türbeleri geziyor ama kimse “Burada Batı Şeria vardı, orada Müslüman kardeşlerimizi gidip görelim, bir namaz kılalım” demiyor.
Problem ortada ve herkes bu problemin çözülmeme durumunu, Ayşe’nin dediği gibi Gordion düğümünün çözülmeme halini kabullenmiş. Ama ne zaman biri gelip “Şu düğümü biraz gevşetelim mi?” dese herkes ayağa kalkıyor. Yani söz, imaj her şey ama susuzluk hiçbir şeyin yaşandığı bir çağdayız.
Şimdi bu çağda benim söylediklerime iman etmiş bir sağır kulağın ikna olması söz konusu değil. Çünkü anlamak istemiyor o iman ettiği şeyi tasdik edecek bir şeye ihtiyacı var. Ben halbuki sorgulansın ve konuşalım istiyorum. Konuşacak çok şey var.
Bu insanlar ne ekmek yiyor, kimse sormuyor. 2023 yılında Batı Şeria’da 200 küsur tane Filistinli ölmüş. Herkes Gazze’ye bakıyor ama Batı Şeria’da yerleşimciler Filistinlileri acayip sıkıştırıyorlar şu anda. Ama İsrail geri çekildiği ya da iç politikada bir kriz patladığı anda unutacağız.
Öğrenilmiş çaresizlik ve iman etmişlik birleşiyor ve şizofreni kat be kat karmakarışık bir şey çıkarıyor. Şiddetin hiçbir tarafının meşruiyeti yok. Şiddet girdi mi politika bitiyor. Şu anda politika yok, şiddet var.
Bunun hangi tarafını yazacağım? Çok boyutlu, çok katmanlı bir oyundan ve bir psikozdan bahsediyoruz.
Tartışmalarda insaniyet eksik
Mevcut tabloda konuyu az bilen, çok bilen herkes çok konuşuyor. Şu an politika yok, şiddet devrede. Ama toplumun “şiddet dursun” talebinin duyulması için nasıl tartışılmalı konu? Sizce ne eksik bu tartışmalarda?
Ayşe: İnsaniyet eksik. Çünkü taraflar, taraf olduğunu iddia edenler ya da bu taraflardan biriyle birlikte duranların yaptığı ilk şey, diğer tarafı ve diğer tarafla birlikte duranı insanlığından çıkarmak, dehümanize etmek. Bir taraf bir grubu insanlığından soyutladığı anda ona yönelik her şeyi yapmayı mübah görüyor. Eğer bu iş günün birinde çözülecekse kabul edilmesi gereken tek bir gerçek var: Herkes insan. Bu mevzunun Filistin gibi bir de dinlerin buluştuğu, kutsandığı birtakım topraklarda oluyor olması işi daha da çetrefilleştiriyor.
Salih: Önce neyi tartışmak istiyoruz? Filistin meselesi nasıl çözülür? Filistinlilerin hayatı nasıl iyi olur? Yahudilerin korkusu nasıl diner? Hangisi? Herkesin bir başlangıç noktası var. Bence problem bu. TV’lerde İsrail’de ölenler, Gazze’de ölenler sayısı veriliyor. Acının acı karşılığı olmaz, bunlar kelleye kelle, kafaya kafa olabilecek şeyler değil. Bir kere rakamsallaştırdığın zaman insanlıktan uzaklaşıyoruz. İsrail bunu senelerdir yapıyor. Ama problem şu: Bir teröristi öldürebilirsin ama onun annesinin ya da o teröristin eşinin karnında bir çocuk varsa o geleceğin teröristi olabilir. Çünkü ona bir intikam noktası veriyorsun. Yani önce neyi ve nasıl çözmek istediğimize karar vermemiz lazım.
Bu sorunun tek taraflı bir çözümü yok, konuşmamamızın ana sebebi bu zaten. O kadar çok ayaklı ki. Mesela Camp David Anlaşması 1979’da yapıldı, her yıl 10 milyar dolar para verildi iki ülkeye; altı milyar doları İsrail’e, dört milyar doları Mısır’a verildi ve bu verilen parayla sadece Amerikalı silah satıcılarından silah alındı. İsrail ekonomisinin önemli bir kısmı silah satışına dayalı. Çünkü buradan para kazanıyor ve İsrail’in satış yöntemlerinden bir tanesi, “Ben denenmiş silah satıyorum” diyor. Kimin üzerine deniyor silahı? Mesela herkes İsrail askerlerinin kullandığı kokuyu konuştu. İsrail bu kokuyu yapalı 10 yıl oldu. Lağım suyu falan diyor. Öyle değil. Bu sentetik bir koku, uzun süre üzerinden çıkmıyor ve mühürlüyor seni. Ve o kokuyla sen nereye istersen kaç, eski Kudüs’ün karmaşık sokaklarında arkandan bir köpek koşturursa, İsrail askeri seni her şekilde buluyor. Hikayesi bu. Filistin’inse hiçbir şeyi yok. Herkes Filistin’in yanında olduğunu söylüyor. Söylemde herkes muhteşem ama problem çözmüyoruz hiçbirimiz. Problemlerle yaşamaya devam ediyoruz. Yönetiyoruz biz sorunu. Ama sorunu çözmek istesek başka çözümler ele almak zorundayız.
Bölgesel anlamda da bu zor galiba…
Salih: Artık Orta Doğu’da ayakta kalan devlet kalmadı. Suriye yıkılmış bir devlet; kim ne derse kimse Suriye’yi inşa edemeyecek. Irak, Lübnan, Libya, Mısır, Fas’a kadar gittiğinde hep yıkılmış durumda. Tunus’ta Mart ayındaki son seçimlerde katılım oranı yüzde 20’ydi. Çoğu yerde insanların artık yönetime hiçbir saygısı yok.
Öte yandan da Katar’dan başlıyorsun aşağıya doğru fantezi yaşayan bir grup insan var. Yani esasında dünya şartları eşitlemek, belli problemlerini çözmek için bir savaşa ihtiyaç duyuyor. Bunu yapamadığımız için, savaş değiştiği için başka bir yere doğru gidiyoruz ve bunu okuyamıyoruz. Artık devlet güçlü değil ki. Google, Microsoft, Facebook güçlü. Devletlerin hiçbir gücü yok.
Türkiye’de hiç kimse üçüncü kere giyilmiş ayakkabının ya da deve kellesinin satıldığı bir pazar görmemiştir. Görmedikleri bir açlığı buradan biliyormuş gibi davranıyorlar. Sorun o kadar katmerli ki ve hepsi birbiriyle ilgili. Ve çözülebilir görmüyorum. Özellikle de tek kutuplu dünyada… Biden, Netanyahu bu liderlerin de ne yaptıklarını bildiklerini zannetmiyorum. Ama hiçbirimiz sağduyulu davranmıyoruz. Geçen gün bir belgeselde, bıçaklanmış yerleşimci bir kadın diyor ki, “O da Allah’ın yarattığı, ben de… O da yaşamak istiyor. Ben de…” Yani birlikte konuşmaktan başka çözüm yok.
Dünya ortadan ikiye yarılmış durumda
7 Ekim’de başlayan süreç bir kırılma noktası mı? Bir süre sonra olaylar sönümlenir ve eski statükoya geri dönülür mü? Yoksa buradan yeni bir durum çıkma ihtimali olur mu?
Ayşe: Tarih kitaplarında kallavi bir yer tutacağı kesin. Ama nereye doğru evrileceğini görmediğimiz için tarih kitaplarının bu meseleyi nasıl anacağını şimdiden söylemek de çok zor. Çok yüksek ihtimalle çok daha büyük bir insanlık krizi, sorunun çok daha çetrefilli bir hale gelmesi ve ileriye yönelik olarak da o herkesin şikayet ettiği tırnak içinde radikal her neyse onların sayısının artması, daha çok sefillik, daha çok kan, daha çok gözyaşı olacak. Küçük bir ihtimal de “Ya bir dakika, burada bir şey gerçekten yanlış gidiyor ki mevzu buraya geldi. Zaten bütün büyük barışlar da büyük savaşlardan sonra yapılır” gibi bir yaklaşımla buradan olumlu bir şey çıkması… Ama çok düşük bir ihtimal…
Fakat bu sefer daha geniş bir meselemiz var bence. Dünya gerçekten ortadan ikiye yarılmış gibi duruyor. Eskiden köprüler, diyaloglar mümkündü. Bu son savaşla birlikte bunların tamamıyla ortadan kalktığını ve bütün yaldızlarının da döküldüğünü düşünüyorum. Özellikle Batı’da, Avrupa’da olan şeyler… Hastaneler bombalandı. Kimin bombaladığından, ne olduğundan da bağımsız bir şekilde orada ölenlerin Filistinli olması nedeniyle hastaneyi yok etmenin normalleştirilmesinden söz ediyorum. Böyle bir yaldız dökülmesi var.
Harvard Üniversitesi’nde olan olay, öğrenciler Filistin taraftarı bildiri yazdıysa onları mezun olduklarında işe almayalım. Artık ahkamların son bulduğu, bütün maskelerin düştüğü bir dönem. Bunun ne gibi bir etkisi olacak? Bundan sonra dünyanın başka yerlerinde başka sorunlarla da karşılaştığımızda bazı insanların “Ama zaten ölsünler ya” diyebildiği, bu cümlenin daha kolay kurulabileceği yeni bir çağa giriyoruz. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İnsan Hakları Bildirgesi’nin temeli olan insanlık onurunun korunması gibi söylemlerin yalan olduğunu zaten bir şekilde hissediyorduk da “bu elbet yalandır” diye davul zurna aldı ve kimse de bundan gocunmuyor. Salih’in söylediği gibi ölülerin arasında bir hiyerarşi kurulduğundan, bundan sonra dünyanın her yerinde böyle şeyler olabilir. Biz de bununla yaşamak ve bu gerçekle de baş etmek durumundayız. O yüzden ben çok umutlu olamıyorum.
Şimdi tüm dünyada iman etmiş bir kutuplaşma var
Salih: Esasında kutuplaşma çok arttı dünyada. Soğuk Savaş döneminde ideolojik bir kutuplaşma vardı. İnsanlar ikna ediliyordu. Şimdi iman etmiş bir kutuplaşma var. Ve bu bütün dünyada hızlı yükseliyor. Bunun üstüne binen başka bir tabaka daha var: Zengin ve fakir ülkeler. Ezen, sömüren ve önce sömürdükleri ve koloniyel olarak bıraktıkları ülkeler yığınları var. Şimdi bazı ülkelerin İsrail’den taraf olmalarının sebebi Yahudi olmaları değil. Eğer öyle bir Amerika olsaydı, 2. Dünya Savaşı’nda kaçan Yahudi gemilerini kabul ederdi. Etmedi. Bütün ülkelerin hepsinin içinde bir millileşme tehlikesi ve virüsü var. Bu, çatışmaları körüklemeye çok teşvik edici vaziyette duruyor. Bütün dünya için söylüyorum. Bu, Rusya’da, Ukrayna’da da var. Gördüğümüz bütün çatışmaların sebebi burada. Bence ikna sorunumuz var. Duymuyoruz birbirimizi.
Ve politika şöyle bir noktaya geldi. Çok şey yapılıyor ama hiçbiri tamamlanmıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı binlerce şeyle ilgileniyor ama hiçbirini bir sona getirmiyor. Çünkü dünya öyle bir yere gidiyor. İnsan malzemesi çok hızlı değişiyor. Büyük bir nesil farklılığı var. Ülkeleri Soğuk Savaş’ın bitişinin üzerinden 20 – 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ o yüzyılı yaşamış insanlar yönetiyor. Ama yeni neslin hayata bakış ve algısı çok farklı. Dünya değiştiği için o değişime ayak uyduramıyoruz. Bunlar bence bir değişim, çok uzun sürecek bir doğum sancısı. Çünkü artık analog çağdan dijital çağa doğru geçmek zorundayız. O şart. Belli ki yapay zeka çoğumuzun işini yapabilecek vaziyete gelecek ama zengin ülkelerde. Fakir ülkeler hâlâ sömürülmeye devam etmeye mahkum… Çünkü insanları oyalamak istiyor politikacılar. Meşgul edecek bir şeye ihtiyaçları var.
Yani Filistin meselesini eğer çözmek istiyorsak bu çok kolay. Ama nasıl bir çözüm? İsrail’in çözümü ne? İsrail’de sağduyulu birçok insan bunun iki devletli çözüm olduğunu biliyor. Ama şu anki iktidar böyle bir şey kabul etmez. Çünkü Yahudi ırkının üstünlüğü üzerinden bir kurgulanmış bir iktidar var. Bir mehdilik inancı var. Bir mehdi gelecek ve barış getirecek bütün dünyaya ve İsrail’in de bütün sorunlarını çözecek. İnsanlar istediklerine inanabilirler, inancı sorgulayamam. Ama niye biz sorunları kendimiz çözmeye çalışmıyoruz? Niye bir hep mehdi, bir mucize, gökten gelecek bir vahiy bekliyoruz? Yani insanlar ölüyor, hastane bombalanmış. Ayşe’nin söylediklerine katılıyorum. Kimin bombaladığının önemi yok. Birinin çocuğu, babası, annesi ölmüş. Ve bu bir acı ve intikam duygusu olarak çocuklarına kalacak. Şiddet şiddeti doğuruyor. Bunu çözmemiz lazım.
Yeni nesil çok radikalleşerek geliyor
Şiddet merkezli gidişat bir yere varır mı?
Salih: İsrail bu savaşı 1916’dan beri veriyor ama bitmeyecek. Çünkü Hamas bugün gider de iki gün sonra yerine Tamas gelir. Çünkü mukavemet esas. Çünkü insanların bir gün özgür olabilme ümidine ihtiyacı var. Arap Baharı’ndan hatırlayacağımız bir slogan vardı, “Bir hiç için yaşamaktansa bir sebep uğruna ölürüm” diye… Yani bir sebep istiyor insanlar yaşamak için, hayata tutunmak için. Sen her zaman onların ateşine körükle gidersen bu hale gelir. Yani Hamas’ın kuruluşuna bakarsak İsrail FKÖ ile El-Fetah’ı bölmek için kurdu. Bu taktiksel insan kullanma organizasyonlarının tamamı çöktü. Cihatçılar, Afganistan’da çöktü ve sonra karşımıza Irak’ta çıktı, DAEŞ olarak çıktı. Bu manipülatif, mühendislik yaparak olayları yönetmek isteyen politikacıların artık buna bir son vermesi lazım. Çünkü bu geleceğimizi güvenceye sokmuyor. İsraillilerin de şöyle düşünmesi lazım, İsrail’deki bir sürü çocuğun eğitim hakkı artık kurşuna, şiddete yatırılmış durumda. Ama bu insanlar korkuyor mu? Korkuyor ama politik tercihinde duruyor. Biz korktukça daha sağ pozisyon arıyoruz. Daha sağ pozisyonlarınız artıyor, o zaman kutuplaşma artıyor ve birbirimize düşman olacak hikayeler ve taraflara dönüşüyoruz. Orta Doğu’da bu çok barizleşiyor.
Ve esas insanların anlamadığı da yeni nesil acayip radikalleşerek geliyor. Geçtiğimiz 15 – 20 yıl bana şunu gösterdi; coğrafi uzaklığınız, sizi problemlerden uzak kılmıyor. Charlie Hebdo, Paris bombalanması, 9/11. Dolayısıyla bu sorunu çözmezsek, bu bataklık olduğu sürece sinek gelecek hepimize. Bataklığı kurutalım. Oradaki insanlara yaşam alanı verelim.
Ama insanların çözmek için niyeti yok. Çünkü çözümsüzlük herkese gelir sağlıyor. Hamas’a şu an Türkiye’deki tüm yardım kuruluşları para gönderiyor. Öte yandan İsrail’e de para yağıyor şu anda. Hem Biden’dan hem de bütün dünyadan Yahudiler gönderiyor. E çatışma bu kadar kârlı bir şeyse çatışmayı niye bıraksınlar ki?
Çatışmalar kısa sürede çözülmezse çıkar grupları oluşuyor
12. yüzyıldan itibaren korkunç şeyler yaşamış, üstüne 2. Dünya Savaşı, Holokost ve sonra Yahudiler nihayet bir vatan sahibi oluyorlar ama onda da hep böyle bir korkuyla yaşıyorlar. Öbür tarafta Filistinlilerin canları dışında hiçbir şeyleri yok. Bugüne dek çözüm olarak pek çok proje düşünülmüş ama hiçbiri gerçekleşmemiş. Çözümsüzlüğün, bir türlü çözüme varılmamasının temel nedeni nedir? Çatışmanın çok kârlı olması mı?
Ayşe: Kesinlikle. Bir ülke ya da çatışan iki taraf bir sorunu 1-2 yıl gibi kısa bir zaman diliminde çözüyorsa çözüyor. Çözemiyorsa, bu işten kâr, güç elde edenler çıkmaya başlıyor. Oradan aldığı güçle ya kendini toplumunda ya da diğer tarafta çıkar sağlıyor. İsrail – Filistin meselesinde de herkes bir şekilde bu işten kâr sağlıyor, İsrail silah satıyor; Filistin yönetimi “Avrupa Birliği’nden para aldım, proje yapacağım” diye yolsuzluk içinde kendini zenginleştiriyor. Bir süreden beri sesi çıkmayan Hamas bilmem nereden birtakım ülkelerden, örgütlerden vs cebini dolduruyor. Ölenler ya da bu işin maddi olarak bir parçası olmamış kesim hariç herkesin keyfi yerinde. Bundan bir çıkar sağlamamış herkes ölüyor, sefil oluyor. Korkunç bir yaşama mahkum oluyor.
Üstelik her iki tarafta da acı çekenler, bu durumdan ıstırap duyanlar var tabii… İsrailliler bir süre belki iyi hissetmiyorlar, görmüyorlar, ama 7 Ekim’deki gibi bir olay oluyor, o zaman perişan bir biçimde bağrı yanıyor. Ama o olmadığı sürece ortalık göreceli olarak sakinken onlar da düşünmüyor, düşünmemeye çalışıyor yani Gazze’nin dibinde gidip mesela müzik festivali yapmakta bir sakınca görmüyor. Orası yokmuş gibi yaşıyorlar. Ama bu hayatın böyle olmadığını sonra birdenbire hatırlıyorlar. Bütün o travmaları yeniden hortluyor.
Filistinlilerin hayatıysa doğdukları günden neredeyse öldükleri güne kadar tam bir mücadele, sefillik, korkunç bir öngörülememezlik. İnsanlar hiçbir şeyle empati yapamıyorlarsa pandemi dönemini hatırlasınlar. Pandemide hepimizin başa çıkmakta zorlandığı belirsizlik, “Yarın sokağa çıkabilecek miyiz acaba?” sorusuyla yaşamak çok zordu. İşte Filistinliler bütün bir ömürleri boyunca böyle yaşamak zorundalar ve hiçbir şey ama hiçbir şey onların kontrolü altında değil.
Sen istediğin kadar iyi bir öğrenci ol, eğitiminin bir işe yaramama ihtimali çok yüksek. Sen istediğin kadar bir yere gitme, iş bulma hayali kur. Hayallerini bile sınırlaman gerektiğini söylüyorlar sana. Yani evet orada burada birtakım çıkar grupları var, güç, silah elde ediyorlar, vs. Ama bunu elde etmeyenler de birbirleriyle temastan o kadar kaçınıyorlar ki. Yine sorun çözülmüyor.
Bu işi belki de makul bir düzleme çekebilecek olanlar bu işten gerçekten etkilenenler ama onların da o etkileşiminin önünde psikolojik, sınırsal yüz bin tane engel var.
Filistinliler neler yaşıyor? Nasıl yaşıyor?
Bölgeye dair yapılan yorumlarda aslında çok eksik olduğu, yorumların çoğu zaman tek taraflı olduğu göze çarpıyor. Tek bir Filistinli mi var? Tek bir İsrailli mi var? Orada yaşamak nasıl bir şey?
Salih: Tabii ki tek bir Filistinli yok. Bir kere en başta Batı Şeria’da ve Gazze’de yaşayanlar var. İki ayrı kategori. Onlar da yiyor, içiyor, uyuyor, çalışıyor ama mesela akıllarına estiği zaman bilet alıp bir yere gidemiyor. Filistin bölgesinde A,B,C’li bölgeler var. Mesela hasta çocuğunu doktora götürmek istediğinde başka bölgeye gidemeyebiliyor. Şehirler arasında bile bazen geçiş kontrole tabi. Bu bölgelerin yönetimi Oslo’yla değişik gruplara bırakılmış. Mesela A bölgesi tamamen Filistin Milli Otoritesi’nin kontrolüne bırakılmıştır ama İsrail ordusu düzenli olarak yolları kapatır, kontrol noktası inşa eder. Mesela Doğu Kudüs’te bir akraban vardır, ziyaret edemezsin. Başka bir yerde tarlan vardır, kısa yoldan gidemezsin çünkü oraya bir yerleşimci konmuştur. Yani yer ve sınır kavramı, Batı Şeria’da “benim alanım, rahatça gezdiğim alan” diyebileceğin alan o kadar geçici ve sanal bir şey ki, gündelik olarak değişir bu. Yani her gün her şey değişiyor ve sen baştan kurguluyorsun hayatı. Sabit olan tek şey, hayatında olan bir şeyin bir anda olmayabileceği. Mesela her sabah pide alabildiğin fırının sahibi bir gün fırını açmaz, o amca gitmiş olabilir, tutuklanmış olabilir. Çünkü mesela bir gece önce onun bir akrabası bir yere yardım etmiştir, bir konuşmaya takılmıştır. İsrail askerleri gelip almıştır, sorgulamaya götürmüştür.
Sürekli olarak kolektif bir cezalandırma durumu var
Ayşe: Ya da mesela sen üç katlı bir apartmanda normal normal yaşıyorsundur. Alt komşunun amcasının oğlu bir şey yapmıştır. İsrail gıcık olmuştur, sana der ki, “İki saat içinde evini boşalt çünkü burada bilmem ne oluyordu, havayı uçuracağım.” Veya ben şunu da gördüm, havaya uçuramadıkları eve beton makinası getirip bir daha kullanılmasın diye içine beton bastılar. Kolektif bir cezalandırma durumu var sürekli. Komşunun amcasının oğlunun kaynının bir şeyiyle ilgili bir durum olabilir ama fark etmez, bedelini sen ödersin. Böyle bir gündelik hayatın var.
Salih: Mesela Breaking the silence diye bir kampanya başlamıştı İsrail’de. IDF’de savaşan insanlar gördükleri absürt şeyleri anlatıyorlardı. Bunlardan bir tanesi, İsrail’de mesela asker bir şüpheli arıyor. Bir Arap köyüne gider. En merkezi noktadaki evi seçer ve evin içine 12 asker bir anda girer. Ev sahibi aileyi bir odaya tıkar. Bir hafta boyunca evde istediğini yapar. Sniper’lar, gözetleme noktası kurar. İşi bittiğinde de çıkar gider. Başka birinin evi olması, onu hiç ilgilendirmez. Dolayısıyla hiçbir şeye sahip değilsin, sesin ve soluğun yok anlamına geliyor.
Yani şimdi esasında bunun “Yahudiler böyle yapıyor Filistin’de” diye anlaşılmaması lazım. Tam da bu nokta, korktuğum nokta. Bunu İsrail ordusu yapıyor. Ordu İsrail’de bir gerçeklik. Ve herkes ordunun tezgahından geçtiği için kendi doğruları var. Zaten bu fecaatin faturası birine kesilecekse İsrail ordusuna kesilmeli. İstihbaratı kontrol et, bütün teknolojiye sahip ol, her şeyi kontrol et, sonra oradan bilmem kaç tane Hamas’lı sınırı geçsin, bu kadar insanı öldürsün. Buna beceriksizlik denir. Ama işte güvenlik öyle bir anahtar kelime haline geldi ki İsrail’de, her şeyi yapabilir. Risk kültürü o kadar arttı ki meşruiyet kazandırdı.
Ayşe: Bir adım ötesi var. Mesela hiçbir olayla ilgili herhangi bir dahlin yok. Ama İsrail askerleri geldiler, evini işgal ettiler ve kullandılar. Komşunun birisi senin için “İşbirliği yaptı” demeye başlayabilir. Ondan sonra senin hayatın tamamıyla kayar, toplumdan da dışlanırsın. Sonra birisi gelir ve sana şöyle der “Çocuğun ailenin onurunu kurtarmak için intihar saldırısı yapsın. Ondan sonra biz kalanlara bakarız ama yapmıyorsa işbirlikçi olarak hayatını sonuna kadar yaşamak zorundasınız.” Yani hiçbir şey senin kontrolünde değil.
Salih: Öte yandan da ABD vatandaşı olanlar, belli zenginlikleri olanlar, belli aşiret üstünlükleri olan insanlar var. Onların da farklı bir hayatları var. IDF onlara da dokunur ama mesela Filistin istihbarat şefi, bilmem ne kulübünün başkanı, onların da İsraillilerle başka bir ilişkisi var. Yani onlarla konuşuyorlar. Daha rahatlar, daha özgür bir hayatları var. Öyle bir grupla sıradan insan olmak arasında büyük fark var.
İsrailliler nasıl yaşıyor? Ne yaşıyor?
İsrail tarafına bakarsak…
Salih: İsrail’de çok farklı insanlar vardır. Solcular, çok iyi Arapçası olanlar… Filistinlilerin bütün derdini bilenler. Benim böyle arkadaşlarım var. Evde hiç politika konuşulmasa da okulda “Bu Arapların hepsi böyledir” deniyor, bir süre sonra çocuk eve gelen temizlikçi Arap kadına kötü davranmaya başlıyor mesela. Yani bu da bir gerçeklik. Evet İsrail’de böyle bir yapı var ama bu, dünyanın gittiği noktada hepimiz buna teşneyiz esasında. Yani İsrail düşmanı olmakla Yahudi düşmanı olmak aynı şey değil. Arasındaki çizgi o kadar ince ki onu ayırt edebilecek insan beri gelsin yani. Çünkü bir anda bu Yahudi düşmanlığı dünyada dönüşüverir Filistin davasını savunurken…
Ayşe: Bundan 15-20 yıl önce yeni antisemitizm diye bir şey tanımlandı. İsrail hükümetinin, Netanyahu’nun politikalarını eleştiren olduğunda hemen “İşte yine bir antisemitik bulduk” denmeye başlandı. İşin bir boyutu böyle. Öte yandan bugünlerde herkes o söylediğin ince çizgiyi geçmeye meyilli. Ama normal şartlar altında da geçmiyorsan da “geçtin işte” yapıldığı için bu sefer barışı ya da acımasız İsrail politikalarını özellikle Batı’da konuşamama durumun var.
Salih: Çok doğru. 12. yüzyıldan gelen yerleşmiş bir anti-semitik duygu var ki bu Napolyon’a kadar devam etti. Avrupa’da değişik krallıkların vatandaşı olan Yahudiler Napolyon’a kadar üniversiteye gidemiyordu. (Alfred) Dreyfus olayına kadar kimse bunun bu kadar büyük bir problem olduğunu bilmiyordu. Ama İsrail bunu öyle bir tavra soktu ki, bir eleştiride hemen “antisemitik bunlar” deniyor. Evet ama senin yaptığın kötülüğü konuşmak için bir düzleme de ihtiyacımız var. Bu düzlemi de bize vermek zorundasın. Yani devlet eleştirilmez bir şey değil İsrail devleti olduğu için.
7 Ekim saldırısından sonra Haaretz gazetesi “Bunların sorumlusu Netanyahu’dur” başlığı atabilmişti. İsrailli bir antropolog bana “İsrail çok demokrat bir yerdir ama Yahudiysen” demişti. İsrail nasıl bir yer?
Salih: Çocukların anne babalarıyla kavgalı olduğu ama bu kavgalara rağmen her gün saatlerce birbirleriyle konuştukları bir ülke… Dünyanın herhangi bir yerinde bir olay olduysa bir şekilde oraya bir yansımasının olduğu bir yer, çünkü çok kültürlü. Herkesin her konuda bir fikri vardır. En uç komplo teorilerine kadar her şey konuşulmuştur. Benim İsrail’e dair en garipsediğim olay şuydu; öğrencilerin okul ücreti fazla diye üniversiteyi kapatıp grev yaptığı, “Biz okumayacağız. Çok pahalı bu okul” dediği bir yer İsrail. 16 – 17 yaşında insanların askere gidip hayatı ordunun içinde tanıdığı ve orada tanımlanan şeyin insanların yaşamlarında ne olacağını belirlediği bir yer. Öte yandan çok okuyan, araştıran, soran. Ama bu da değişiyor.
Öte taraftan da belli nizamların olduğu ve kabul edildiği bir sistematiktir. Mesela Nebiim Caddesi Kudüs’teki dindarların yaşadığı yer. Oraya girilmeyecek diye bir kural var. Bir sürü LBGT grubu vs de var. Hiç kimse oraya arabalarıyla girip şenlik yapmaya, onları tahrik etmeye çalışmaz. Çok farklı gruplar yaşar. Ama birleştiren bir iki şey var. Bir, dindarlıktan öte bir Yahudi tarihi, anlatısı var. İkincisi, dil. Çok birleştirici bir şey. Adam 70 yaşına da gelse İbranice öğrenir. Televizyonlarda her şeyin altında İbranicesi yazar. Açık görüşlü tartışabilen insanlar, içlerinde tabii yobaz olanları da var. Ama bu insanların hepsi de aynı düşünmüyor. Zaten bu da siyasete yansıyor. İsrail’de seçimlerde yüzde 3,5’luk bir baraj vardı. Geçen seçimde 13-14 parti katıldı. Mesela marihuana kullanımının yasal olmasını savunan bir parti vardı.
Ayşe: Erkeklerin aile içindeki haklarını koruma partisi vardı. Seçimlerde çok az oy almıştı.
Salih: Mesela 7 Ekim’de ölenlerin hepsi dindar mıydı? Aralarında solcuların da olması muhtemel. Şehrin karmaşasından kaçmak isteyen insanlar da olabilir aralarında. Hepsi siyonist mi? Türkiye’de yaşayan hangi insan milliyetçi değil? Bu ülkeyi sevmeyen insan var mı? Yani yüzyıllardır ülkesizlik üzerinden yaşayan bir millet; Yehudah Krallığı, İsrail Krallığı ve ondan sonra hiç ülkeleri olmayan insan grubundan bahsediyoruz. Sonra bir şekilde bu coğrafyaya sahip olmuşlar. Bu insanların o ülkelerine ve topraklarına sahip çıkmaması, “Biz bunu istemiyoruz” demesi mümkün mü?
Ama Siyonizm deyince de Türkiye’de anlatıldığı gibi illa dindar olması gerekmez. Yani seküler bir milliyetçilik de var. Çünkü eğitim sistemi bunu pompalıyor. Bundan kurtulup bunu eleştiren çok insan da var.
O insanların içinde de Filistinlileri savunan, onlarla iş yapan, onları savunan bir sürü insan var. İsrailli Araplar var, İbranice şarkı söylüyor, “Bundan büyük gurur duyuyorum.” diyor. Her tür insan var. Çok karmaşık, 40 yama bir toplum İsrail. Ama tutan iyi bağlantılar kurulmuş. Ama bu toplum gitgide sağcılaşıyor. Ben bunu dünya trendinin parçası olarak okuyorum. Çünkü artık dünyada sol kalmadı. Sağ çıkıyor. Ve o sağın çıkışı içinde herkes aynı kafaya bürünmeye başlıyor.
Filistinlilerin hepsinin ideolojik bir duruşu yok
Ayşe, sence tek bir Filistinli mi var, tek bir İsrailli mi var?
Ayşe: Salih bence İsrail cephesini gayet güzel özetledi. Filistin Cephesi için de benzer bir şeyi söylemek mümkün. Bir kere zannediyoruz ki bütün Filistinliler Müslüman. Hayır, Hristiyanları da var.
Salih: Mesela Gazze’de vurulan hastane Hristiyan hastanesi. Ve yine Filistin davasının ortaya çıkışı Hristiyan çıkışıdır, Müslüman değildir.
Ayşe: Milliyetçilik Filistinli Hristiyanlara Müslümanlardan daha önce gelen bir duygu yani o günün koşullarıyla baktığında… İlk Filistin örgütlerini kuranlar Hristiyanlar. Ama baktığında Filistinlilerin de illa hepsinin ideolojik bir duruşu olması gerekmiyor. Çünkü onlara dayatılan bir hayat var ve bu dayatılan hayatın içinde özellikle genç kuşakta nefes alanları açma çabası var. Gençler sanata, spora ilgi duyuyor, kendini var etmek için yöntemler bulmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda bu dayatılan hayat radikalizmi de dayattığı için o radikalizme direnmeye çalışmak da var, onun bir parçası olmayı seçmek de var.
Ekonomik olarak belki İsrail’de genel olarak bir orta sınıftan söz edebilirsin ama Filistin’de bu yok. Mültecilik içinde mültecilik yaşıyorlar. Gazze’dekilerin önemli bir çoğunluğu aslında 1947 – 48’de oraya gelenler, şimdi tekrar mülteci olmaya başladılar.
Dolayısıyla sıkıştırılmış, üzerinde müthiş bir baskı olan ama yine de baktığında din, ekonomik, sosyal ve eğitim temelleriyle de elbette ayrışan bir toplumdan söz ediyoruz. Ama İsrail’in kendi Yahudi vatandaşları için bir demokratik yapısı var. Filistin’de pek onun olduğunu söyleyemem.
Bir de şöyle Filistin’de, Batı Şeria’da, Gazze’de zamanla baskın bir alışkanlık geliştiğini de görmüştüm. Her sorunu aslında belki de çözülebilecek ölçüde küçük sorunu bile İsrail işgaline bağlamak, çözümü de İsrail işgalinden sonrasına ötelemek. Yani göreceli barış döneminde Gazze’de bir otelde kalmıştım. Gazze o zaman sahiline turist çekme iddiasındaydı. Ama yepyeni bir otel olsa da tahta kursundan geçilmiyordu. “Neden sorunu çözmüyorsunuz?” diye sorduğumda, sebep İsrail işgaliydi. Ama tahtakurusuyla mücadele için İsrail işgalinin bitmesi gerekmiyor. Pek çok şey “Bir işgal bitsin de öyle bakarız” diye bilinmez bir geleceğe erteleniyor. Tabii bunun nasıl bir ruh haliyle yapıldığını da anlayabiliyorum.
Kudüs çözülmeden mesele çözülemez
Peki sizce bu toplumlar çözüm istiyor mu sizce? Mevcut hali tamamen içselleştirmişler mi? Yoksa bu hal kimliklerinin bir parçası mı oldu?
(Uzun bir sessizlik oluyor)
Ayşe: Farkındaysan ikimiz de sustuk. Elbette… Ama sadece bazılarının… Hatta bazıları çözüm istemediğinin farkında bile değil. Sorsan herkes çözüm istiyor tabii ama hangi çözüm? Mesela İsrail’deki radikallere göre yani bu işi çözmekten kolayı yok. Bütün Filistinliler kalkar, ya Mısır’a gider, ya Ürdün’e gider. Zaten Filistin dediğin yer aslında Ürdün’dür, bütün coğrafya da İsraillilere kalır. İşte çözüm. Bundan daha basit ne var? Ya da başkalarına göre şöyle olabilir: “Denizden nehre kadar burası bizim olduğuna göre bütün bunları denize dökelim ya da bir şekilde kaybolsunlar Yahudiler oradan.” Bu da bir çözüm. Yani herkes çözüm istiyor da nasıl bir çözüm olduğu konusunda anlaşılamıyor.
Salih iki devletli çözümden söz etti. Ben gelinen noktada iki devlet bir çözümün artık mümkün olmayacağını düşünüyorum. Çünkü iki devletli çözüm dendiğinde, Filistin’i delikli peynir haritasına çeviren o yerleşim birimlerinde altı yüz bin kişi yaşıyor, onları ne yapacağız? Bence çözüm herkesin gerçekten eşit haklara sahip olduğu tek devlet. Ama bunun sağlanabilmesinin önünde de milyon tane zorluk var. Bir kere ekonomik olarak şartlar aynı değil. Ciddi bir apartheid var. Kimse kimseye güvenmiyor. Kültürel ve psikolojik olarak bir arada yaşama hazır değiller.
Salih: İsrail Filistin meselesinin çözümü, insansı bir çözüm değil, tanrısal bir çözüm. Çünkü her şey sembol, her şey. Dağın tepesinde bir tane türbeye denk geliyorsun, Yahudi türbesidir. Filistin coğrafyası da tamamen öyle. Peygamber şizofrenisi diye bir hastalık var, gidenlerin kimisi de yakalanıyor Kudüs’te buna çünkü her taraf kutsal. Bir yere gidiyorsun İsa bundan kaç yıl önce burada 14 tane noktada düşmüş, şu şunu yapmış. Kudüs hakkında “kendisine bazı ayetleri gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren” diye ayet var Kur’an’da (İsra Suresi). Mescid-i Aksa, El-Burak’tan dolayı Miraç gecesinden dolayı çok kutsal.
Kudüs çözülmeden mesele çözülemez. Çünkü net değiller. Ne istediklerini bilmiyorlar. Herkes her şeyi istiyor. Birlikte var olabilmeye karar verdikleri an çözerler. Ama yani bu İsrail’le çözülemez. Niye? İbranice Haaretz, İngilizce the state, Türkçede “o devlet” demek. Yani onlara göre İsrail dünyanın üzerinde farklı bir yerde. Oraya yükselerek gidiyor. İsrail’e göç etmek, yükselmek, yukarı çıkmak demek. Böyle bir zihinsel kurguyla başladığın zaman sen ve diğerleri oluyor.
Bu kadar kutsallık içinde ateşkes yapmak, barış yapmak çok zor. Onun için “Biz birlikte yaşamak istiyoruz. Özgürce ve insanca yaşamak istiyoruz” diyen nesillere ihtiyacımız var. Dünyada zaten gerçekten çözülmüş bir çatışma yok.
Dolayısıyla kim çözmek istiyor? Yahudilerin de, Filistinlilerin bir kısmı istiyor. Bir kısmı ancak kısmi çözüm bulabilir, tam bir çözüm bulamazlar. O zaman ne yapmak istiyoruz? İki devletli çözüm konusunda benim de çekincelerin var ama insanca yaşasınlar.
Filistinliler için ekonomik özgürlük ve adalet getirelim
İnsanca yaşama dair önerin ne?
Salih: İlk önce Filistin için artık ekonomik bir özgürlük getirelim. Üretebilsin insanlar, para kazansın, ayakta dursunlar. İkincisi, adalet getirelim. Konuyu askerîleşmekten çıkaralım. Çünkü Filistin meselesi İsrail tarafından çok askerî hale getirildi. Filistin de askerileşti. Arafat sadece savaşmaktan anlıyordu. İsrail’de Netanyahu’nun kaldırdığı Yüksek Mahkeme kararlarının en çok ilgilendiği konulardan biri de Filistin meselesiydi. İnsanlar ümitsizleştiği zaman ölmeleri için bahane verirsin.
Çok temel anlamda yaşanabilir bir hayat kurmadığımız sürece Filistin meselesini çözemeyiz. İsrail bunu yapmak istemiyor. O zaman bir konsorsiyum kurulsun. Gerçekten onlar da bunu çözmek için gönüllü olsun. Ben hep Mahmut Derviş’in bir şiirini hatırlarım: “Ben Yusuf’um Baba” (https://youtu.be/TOfLaUIhIBM). Hz. Yusuf’un hikayesinde Yakup Yusuf’u çok sever, diğer oğlanları dışlar. Filistinliler de kendilerini böyle görüyorlar. Onlar da Arap ama beni dışlıyorlar diye hissediyorlar. Bu tarafta da yani Müslümanlar arasında da bir sorun var.
Mesela bu kadar Filistinli var. Kaç tane üniversite Filistinlilere eğitim verdi ve geri dönmesini sağladı? Öyle bir şey de yok. Ben hep IT’yi çok çözüm olarak düşünüyordum Filistin meselesi için. YouTube’dan insanları çalıştır, uzaktan eğitim ver. Bilgisayar programı yazsın, çok paralar kazansınlar. Filistin bir cennet haline gelsin. İsrail devamlı müdahale etmesin. O zaman bambaşka bir şey konuşuyor olacağız. Ama buna müsaade edilmiyor. Her gece bombalanıyor, patlatılıyor. Adaletsizlik ve ekonomi çözüldüğü zaman bu başka bir yere gidecek. Ama insanları öğrenmiş çaresizliğe ettiğim zaman o insandan Hamas çıkar. Hamas iki kere çıkar, beş kere çıkar. Bugün Hamas’ı öldürürsün yerine bir şey çıkar.
Ayşe: Filistin meselesinin tarihi kısa tarihi de bunu söylüyor. Yani 1. İntifada, 7’den 70’e herkesin katıldığı ve temeli sivil itaatsizlik olan bir hareket. Bir günde on binlerce Filistinli bir mahkemeyi dilekçe verip sistemi kilitliyordu. Genellikle silahsız bir mücadeleydi. Bu geniş halk hareketi Oslo’yu getirdi.
Ama arkasından 2. İntifada çok daha şiddet doluydu. Aradan geçen süreçte verilen sözler tutulmayınca müthiş bir ümitsizlik yaşanınca, öğrenilmiş çaresizlik feci halde depreşince bu iş daha radikalleşti. Şimdi soru şu: Üçüncü İntifada da başlar mı? Olduğunda çok çok daha radikal olacak. Çünkü çözülmedikçe radikalleşiyor ve radikalleşiyor ve radikalleşiyor.
Salih: Ben artık adalet arıyorsam, devamlı başıma kötülük geliyorsa ve suçum yoksa ben mutsuz olurum. Bir kızgınlık, nefret dolar içime. Mesela hayattaki tek var olma sebebim evim bir anda elimden alınıyor. Ben nasıl bir daha ev alacağım? Herkes sanıyor ki orada ev ucuzdur. Hayır, ev çok pahalı Filistin’de çünkü İsrail para şartlarıyla çalışıyor orası da. Ve betonun girmediği bir ülke.
Yani asker, militarist çözümleri buradan çıkarmadığımız ve taraflar arasında güven inşa etmediğimiz sürece çözüm olmayacak.
Bir de, Filistin’de kötü yönetim var. Dünyadaki lidersizlik ve yöneticilik eksikliği orada da var. İsrail’in beğendiği yöneticiler, beğenmediği yöneticiler var. İsrail ona da müdahale ediyor. Bir gün Mahmut Abbas gidecek. Kim gelecek yerine? Bilmiyoruz. Çünkü aday çıkmasına müsaade etmiyorlar. Gazze’deki Hamas yönetiminin yükselme sebebi buydu zaten. İnsanlar açtı, Hamas yemek verdi. İnsanlar tedaviye muhtaçtı, Hamas sağlık kurumlarına destek oldu. Okuyamıyordu, okuttu. O da yükseldi, bir yere getirdi. Ama öbür taraftan da çatışmaya çok meyyal çünkü kendi doktrinleriyle pompaladı insanları. Öbür tarafta da aynı sorun var. Yani bunlar bir elmanın iki farklı yarıları, bir tanesi kurt oradan girdiği için daha çürük. Tek problemimiz bu ve kesip atınca çözüleceğini sanıyorlar sorunun. Çözülmeyecek. Bence asker, askeri çözümlerden hızlıca uzaklaşmalı. Eğitimle adalet getirmeli.
Önce silahlar susmalı
Bu önümüzdeki kısa dönemde bu ölümleri engellemek için var mı atılacak bir adım sence?
Ayşe: Herkes sussun. Bu konuya laf yetiştirenler sussun. Taraf olanlar sussun. Kendi dünya görüşüne dayanarak öbür taraf hakkında atan tutan sussun. Amerika sussun. En kısa dönemde yapılması gereken bu ama önce tabii silahlar da sussun.
Salih: Bir de, kimse güç devşirmesin bu konudan. İki, İsrail asla Gazze’ye girmesin. Çok daha fazla ölüm olacak. Çok kanlı olacak ve çıkamayacak, çıkamadıkça saçmalayacak, saçmaladıkça bu Gordion düğümü daha da sertleşecek. Hamas bütün Gazze şehir savaşının kurallarını koyacak. İsrail kendi maketlerde yaptığı savaşa benzetecek bunu ama o öyle olmayacak ve ölenlerin sayılarını söylemeyecekler. Onun için giriyormuş gibi yapsınlar ama girmesinler.
Üçüncü olarak da, gerçekten uluslararası bir grup kurulsun. Karar versinler, kaç para istiyorlarsa Hamas’a versinler ve o insanları oradan kurtarsınlar. Bu zararın en kısa dönülebilir yöntemi budur. Kalan parayla da yıkılan evleri tamir etsinler. İsrail de buna katkı da yapsın. Gazze’yi bir daha inşa etsinler.
Eğer ateşkes sağlanamazsa bu ateş çok hızlı sıçrar ve dünyayı yakar. Tüm Orta Doğu’ya da çok kolay sıçrar, çok hızlı yayılır. Çünkü insanların hayatlarında onları savaşmaktan alıkoyacak yok hiçbir konfor, hiçbir şey yok. Parası, evi, hayali… Böyle bir yapının içinde savaş onlar için bir video oyunundan çok farklı görünmüyor gözlerine. Ve savaş çok ciddi bir adrenalin değişimidir. Onu bir başlattın mı geri almak çok zordur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 30 Ekim 2023’te yayımlanmıştır.