ABD-Çin rekabetinde yıkıcı denge dönemi: Küresel kargaşa çağı mı?

ABD ve Çin her geçen gün büyük güç rekabetine daha fazla saplanıyor. Tayvan sorunundan çip yasasına hangi konular çok önemli? Stratejik ve sınırsız rekabetin sonu ne olur? Çok kutuplu bir adil düzen mümkün mü? İki ülkenin geleceğinde ne var? Dr. Hüseyin Korkmaz yazdı.

Çinli düşünür Lao Zi’nin1 dediği gibi “Büyük bir devleti yönetmek küçük bir balığı pişirmek gibidir. Fazla kurcalarsanız mahvedersiniz.”

Uluslararası sistem kaotik bir organik kriz içerisinde debeleniyor, ABD ve Çin ise her geçen gün büyük güç rekabetine daha fazla saplanıyor. Belirsizliğin karakteristik bir hal aldığı bu yeni dönemde, iki dev mufassal çözümler üretmekte zorlanıyor.

Eski olan yok olup giderken, yeni olan ise hangi yöne doğru ilerlemesi konusunda derin bir şüphe içerisinde.

Gerek ABD gerekse Çin büyük güç rekabetindeki belirsizliği kesif hale getiren “politik sisi” dağıtmaya çalışıyor. Ancak ortaya konulan stratejik modeller ile kapasite arasında yaşanan çelişkiler ve beliren ekonomik zorluklar, durumu olduğundan daha karmaşık bir hale doğru dönüştürüyor.

ABD bir yandan stratejik yaklaşımında Çin’i tehdit skalasında üst sıralara taşıyan güncellemeler ile meşgul iken diğer yandan da askerî anlamda Asya-Pasifik bölgesini yeniden tahkim etmeye çalışıyor.

Çin ise yapılan son kongre ile beraber ‘ulusal güvenliğe’ odaklanan ve bunu da ‘güçlü bir liderlik’ ile kotarmaya kararlı yeni dönem ile durumu konsolide etme çabasında.

‘Barış istiyorsan savaşa hazırlan’

Bu kapsamda Çin’in güvenlik odaklı bir rotaya girerek ABD ile daha sert rekabet edeceği görünüyor. Pekin, ‘barış istiyorsan savaşa hazırlan’ yaklaşımını kendisine esas alıyor gibi.

Son dönemde Tayvan konusunda yaşanan gelişmeler durumu yeterince germişti. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti ve sonrasında Çin Ordusu’nun Tayvan’ı ablukaya alan yoğun askerî tatbikatları gerilimi epey yükseltmişti.

Bunun üzerine Rusya’nın Ukrayna’da devam eden savaşının getirdiği belirsizlik ve Çin’in bu konuda Rusya’nın yanında duran temkinli tavrı ABD-Çin ilişkilerini daha da gerdi.

Öte yandan rekabetin bu yönde derinleştiği sırada ABD’nin “çip yasası” ile Çin’e yapılacak yarı iletken ihracatına büyük bir darbe vurması, işleri iyice karmaşık bir hale getirdi.

Biden yönetimi Ekim ayı içerisinde Çin’e yarı iletken teknolojisi satışına yönelik kapsamlı yeni kısıtlamalar yayınladı. Çin’in aradaki açığı kapatmaya çalıştığı birkaç teknolojik alanda yavaşlamasını hedefleyen bu çaba, kuantum ve biyo-teknoloji alanına da yansıyabilir.

ABD, büyük güç rekabetini daha geniş bir bağlamda değerlendirerek bunu teknoloji cephesine yaymaya karar vermiş durumda.

Bu, ABD açısından mantıklı, çünkü hem farklı cepheler ortaya çıkıyor hem de konvansiyonel bir hamleden önce yıpratıcı bir etkisi var. Ayrıca ABD açısından düşük bütçeli bir rekabet opsiyonu sunuyor.

Bu durum Çin için hassas, çünkü küresel ölçekte üretilen çiplerin yarısını Çin tüketiyor. İşin bir başka ilginç noktası ise bahse konu küresel üretimin yüzde yetmişini Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu defaten belirttiği Tayvan tarafından üretiliyor olması.

İki lider neden buluştu?

ABD’nin bu hamlesi, Çin liderliği tarafından daha dinamik bir diplomasi yürütülmesine neden olmuş durumda. ABD ve Çin devlet başkanlarının Bali’deki G-20 Zirvesinde bir araya gelmesinin en önemli sebeplerinden biri, hem çip yasası nedeniyle gerilen durumu kontrol altına almak hem de küresel rekabette çatışmaya dönük eğilimi bertaraf etmek şeklinde okunabilir.

Çin’in özellikle son yapılan kongre sonrasında Tayvan ile ilgili ortaya koyduğu irade son derece net. Hatta Şi Cinping’in “Tayvan’ın anakara ile birleşmesi meselesini sonraki nesillere bırakmamalıyız” cümlesinin kongrede yarattığı alkış tufanına bakılırsa giderek somutlaşan bir talep söz konusu.

Şi Cinping’e göre Tayvan sorunu Çin’in temel çıkarlarının tam merkezinde. Ayrıca Çin-ABD ilişkilerinde aşılmaması gereken kırmızı bir çizgi.

ABD’nin ‘stratejik belirsizlik’ politikası ise bir yandan “Tek-Çin” ilkesini savunurken diğer yandan Tayvan’a silah desteği sunarak ciddi bir çelişki içerisinde.

Böyle bir çelişkinin “stratejik belirsizlik” olarak sunulması diplomatik bir sihir olarak görünebilir, ancak durumu idare etme kapasitesinin de sonuna doğru yaklaşıyor.

Temel hedef çatışmadan kaçınmak

Endonezya’da gerçekleşen G-20 zirvesinde bir araya gelen liderlerin temel odak noktası, derinleşen rekabetin çatışmaya dönüşmesini engellemek.

Bunu özellikle Biden’ın belirtmesi önemli, çünkü ABD stratejik elitleri Çin’in 2024’ten önce Tayvan’ı işgal edebileceğini düşünüyor.

Çin tarafı ise görüşme ile ilgili yaptığı resmî açıklamada “Dünya, iki ülkenin birlikte gelişmesi ve zenginleşmesi için yeterince büyük.” diyerek çatışmadan uzak bir şekilde statükonun devam etmesi gerektiğini savunuyor.

Fakat bunun için artık geç kalınmış olabilir. 2018 yılından bu yana giderek sertleşen ve yoğunlaşan bu rekabet ve ticaret savaşları ile başlayıp, Hong Kong, Tayvan vb. krizler üzerinden giderek daha fazla şekilde çatışmaya açık bir döneme girdi.

Şi-Biden görüşmesini biraz da bu bağlamda okumak gerekli. Yani çöken ve parçalanan ilişkileri bir arada tutmaya çalışmak.

Ancak Çin’in yoğun bir askerî modernizasyon içerisine girmesi, ABD’nin rekabette geç kaldığına dair ortaya çıkan alarmist bakış açısı, ekonomiden diplomasiye ve sağlıktan teknolojiye çok geniş alanda cereyan eden yeni bir rekabet zemini yarattı.

Stratejik ve sınırsız rekabetin sonu ne olur?

Bu yeni rekabet modeli stratejik ve sınırsız. Dolayısı ile istenmeyen birçok olasılığa da açık.

Çin, uzun yıllardır sosyalist karakteristiğini korumaya çalışarak neo-liberal alana entegre olmaya çalışırken bir yandan kurallara dayalı mevcut liberal düzenin defansı ile karşılaşmış durumda.

Bu defans, Çin’in sistemi dönüştürmeye çalıştığına dair bir kanaate sahip. Bu nedenle “önleyici bir hamle niyetiyle” Batı ittifakının kendisini canlandırmaya çalıştığına şahit oluyoruz.

Çok kutuplu bir adil düzen mümkün mü?

Buna karşılık Çin ve Rusya da “çok kutuplu adil bir düzen” arayışı içerisinde.

Uluslararası sistemin giderek belirsizleşen koşulları bu iki ülkeyi akışkan bir ittifak modeline doğru yönlendiriyor. Batı karşıtlığında temerküz eden bu eğilimin giderek yoğunlaşması beklenebilir.

Çin, küresel hegemonya tesis etmek için ekonomi alanında gösterdiği ivmeyi küresel ölçekte siyasal ve kurumsal alana da yansıtmak istiyor. Ancak karşısında saflaşan Batı ittifakına karşı Rusya ve İran gibi ülkeler ile aynı doğrultuda hareket eden stratejik bir yönelim içerisinde.

Bunu Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı askerî müdahalede ziyadesi ile gördük. Çin açık bir şekilde olmasa da Rusya’nın arkasında durmaya devam etti. Çin’in Rusya’ya verdiği zımni desteği küresel hegemonya mücadelesinde yaşanan bu eğilimlerde aramak gerekiyor.

İki ülkenin geleceğinde ne var?

ABD ve Çin ilişkisinde bu bağlamda yeni teknolojilere dayanan bir silahlanma yarışının olacağı artık aşikâr. Burada sıcak bir savaştan ziyade daha hibrit ve gri alanın genişlediği yeni bir soğuk savaş konseptinin öne çıktığını söyleyebiliriz.

Bir yandan Çin ve Rusya gibi ülkelerin başını çektiği de-facto bir blok diğer yanda ise müesses nizamın meşruiyetini tarihten devşirmeye çalışan Batı ittifakı, soğuk ama karmaşık bir savaşta karşı karşıya geliyor.

Şi ve Biden’ın görüşmesi bu yoğun rekabette talihsiz bir kaza yaşanmaması adına düzenli temasların sağlanmasına dönük bir çaba olarak görülmeli.

Aslında iki ülke de durumun daha kötü bir noktaya gitmesini istemiyor. Bunun özellikle son dönemde Çin tarafında bariz şekilde belirdiğini söylemek mümkün.

ABD ve Çin’in farklılıklarının yönetilebilmesi için tavizler verilmesi gerekiyor ve iki taraf da buna hazır değil. Dolayısı ile türbülansa girmiş bir uluslararası sistem içerisinde çatışmadan kaçınmaya çalışmak önemli bir çaba ancak somut bulgular bunun zor olduğunu gösteriyor. Belki ilişkilerin kötüleşmesinde momentum yavaşlayabilir ama o kadar.

Bir tarafta liderlik yapısını konsolide eden ve daha güçlü bir pozisyona gelen Şi Cinping ve diğer yanda 2024 yılından sonra görevde olup olmayacağı belli olmayan Biden’ın diplomatik ilişkisinde ağırlık merkezi Çin’den yana gibi.

ABD-Çin arasında yapılan görüşmelerin samimi ve yapıcı bir ortamda başlamış olması görüntü itibari ile diplomatik bir zaman kazanma çabasına benziyor. Taviz vermeye uzak olan iki ülkenin bu çabası aynı zamanda “yıkıcı bir denge döneminin” de emaresi olabilir.

Şi’nin kongre konuşmasında da belirttiği gibi dünya tarihi bir dönüm noktasında ve tehlikeli fırtınalar yaklaşıyor. Bu fırtınalı yıllarda önemli olan sadece rekabeti kazanmak değil, aynı zamanda gemiyi korunaklı bir limana yanaştırmak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.

  1. Eski kaynaklarda adı Lao Tzu, Lao Tse, Laotze diye geçer. “Dao De Çing” kitabının yazarıdır.

Hüseyin Korkmaz
Hüseyin Korkmaz
Dr. Hüseyin KORKMAZ-Bağımsız araştırmacı. Lisans eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi (2003), yüksek lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler (2016), doktorasını ise Polis Akademisi Başkanlığı Uluslararası Güvenlik Ana Bilim dalında tamamladı (2020). 2021 yılında “Küresel Organik Kriz ve Yeni Soğuk Savaş: ABD ve Çin’in Sınırsız Stratejik Rekabeti” başlıklı bir kitabı yayınlanan yazarın çalışma alanları arasında Küresel hegemonya, ABD-Çin ilişkileri ve Çin’in Dış Politikası bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

ABD-Çin rekabetinde yıkıcı denge dönemi: Küresel kargaşa çağı mı?

ABD ve Çin her geçen gün büyük güç rekabetine daha fazla saplanıyor. Tayvan sorunundan çip yasasına hangi konular çok önemli? Stratejik ve sınırsız rekabetin sonu ne olur? Çok kutuplu bir adil düzen mümkün mü? İki ülkenin geleceğinde ne var? Dr. Hüseyin Korkmaz yazdı.

Çinli düşünür Lao Zi’nin1 dediği gibi “Büyük bir devleti yönetmek küçük bir balığı pişirmek gibidir. Fazla kurcalarsanız mahvedersiniz.”

Uluslararası sistem kaotik bir organik kriz içerisinde debeleniyor, ABD ve Çin ise her geçen gün büyük güç rekabetine daha fazla saplanıyor. Belirsizliğin karakteristik bir hal aldığı bu yeni dönemde, iki dev mufassal çözümler üretmekte zorlanıyor.

Eski olan yok olup giderken, yeni olan ise hangi yöne doğru ilerlemesi konusunda derin bir şüphe içerisinde.

Gerek ABD gerekse Çin büyük güç rekabetindeki belirsizliği kesif hale getiren “politik sisi” dağıtmaya çalışıyor. Ancak ortaya konulan stratejik modeller ile kapasite arasında yaşanan çelişkiler ve beliren ekonomik zorluklar, durumu olduğundan daha karmaşık bir hale doğru dönüştürüyor.

ABD bir yandan stratejik yaklaşımında Çin’i tehdit skalasında üst sıralara taşıyan güncellemeler ile meşgul iken diğer yandan da askerî anlamda Asya-Pasifik bölgesini yeniden tahkim etmeye çalışıyor.

Çin ise yapılan son kongre ile beraber ‘ulusal güvenliğe’ odaklanan ve bunu da ‘güçlü bir liderlik’ ile kotarmaya kararlı yeni dönem ile durumu konsolide etme çabasında.

‘Barış istiyorsan savaşa hazırlan’

Bu kapsamda Çin’in güvenlik odaklı bir rotaya girerek ABD ile daha sert rekabet edeceği görünüyor. Pekin, ‘barış istiyorsan savaşa hazırlan’ yaklaşımını kendisine esas alıyor gibi.

Son dönemde Tayvan konusunda yaşanan gelişmeler durumu yeterince germişti. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti ve sonrasında Çin Ordusu’nun Tayvan’ı ablukaya alan yoğun askerî tatbikatları gerilimi epey yükseltmişti.

Bunun üzerine Rusya’nın Ukrayna’da devam eden savaşının getirdiği belirsizlik ve Çin’in bu konuda Rusya’nın yanında duran temkinli tavrı ABD-Çin ilişkilerini daha da gerdi.

Öte yandan rekabetin bu yönde derinleştiği sırada ABD’nin “çip yasası” ile Çin’e yapılacak yarı iletken ihracatına büyük bir darbe vurması, işleri iyice karmaşık bir hale getirdi.

Biden yönetimi Ekim ayı içerisinde Çin’e yarı iletken teknolojisi satışına yönelik kapsamlı yeni kısıtlamalar yayınladı. Çin’in aradaki açığı kapatmaya çalıştığı birkaç teknolojik alanda yavaşlamasını hedefleyen bu çaba, kuantum ve biyo-teknoloji alanına da yansıyabilir.

ABD, büyük güç rekabetini daha geniş bir bağlamda değerlendirerek bunu teknoloji cephesine yaymaya karar vermiş durumda.

Bu, ABD açısından mantıklı, çünkü hem farklı cepheler ortaya çıkıyor hem de konvansiyonel bir hamleden önce yıpratıcı bir etkisi var. Ayrıca ABD açısından düşük bütçeli bir rekabet opsiyonu sunuyor.

Bu durum Çin için hassas, çünkü küresel ölçekte üretilen çiplerin yarısını Çin tüketiyor. İşin bir başka ilginç noktası ise bahse konu küresel üretimin yüzde yetmişini Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu defaten belirttiği Tayvan tarafından üretiliyor olması.

İki lider neden buluştu?

ABD’nin bu hamlesi, Çin liderliği tarafından daha dinamik bir diplomasi yürütülmesine neden olmuş durumda. ABD ve Çin devlet başkanlarının Bali’deki G-20 Zirvesinde bir araya gelmesinin en önemli sebeplerinden biri, hem çip yasası nedeniyle gerilen durumu kontrol altına almak hem de küresel rekabette çatışmaya dönük eğilimi bertaraf etmek şeklinde okunabilir.

Çin’in özellikle son yapılan kongre sonrasında Tayvan ile ilgili ortaya koyduğu irade son derece net. Hatta Şi Cinping’in “Tayvan’ın anakara ile birleşmesi meselesini sonraki nesillere bırakmamalıyız” cümlesinin kongrede yarattığı alkış tufanına bakılırsa giderek somutlaşan bir talep söz konusu.

Şi Cinping’e göre Tayvan sorunu Çin’in temel çıkarlarının tam merkezinde. Ayrıca Çin-ABD ilişkilerinde aşılmaması gereken kırmızı bir çizgi.

ABD’nin ‘stratejik belirsizlik’ politikası ise bir yandan “Tek-Çin” ilkesini savunurken diğer yandan Tayvan’a silah desteği sunarak ciddi bir çelişki içerisinde.

Böyle bir çelişkinin “stratejik belirsizlik” olarak sunulması diplomatik bir sihir olarak görünebilir, ancak durumu idare etme kapasitesinin de sonuna doğru yaklaşıyor.

Temel hedef çatışmadan kaçınmak

Endonezya’da gerçekleşen G-20 zirvesinde bir araya gelen liderlerin temel odak noktası, derinleşen rekabetin çatışmaya dönüşmesini engellemek.

Bunu özellikle Biden’ın belirtmesi önemli, çünkü ABD stratejik elitleri Çin’in 2024’ten önce Tayvan’ı işgal edebileceğini düşünüyor.

Çin tarafı ise görüşme ile ilgili yaptığı resmî açıklamada “Dünya, iki ülkenin birlikte gelişmesi ve zenginleşmesi için yeterince büyük.” diyerek çatışmadan uzak bir şekilde statükonun devam etmesi gerektiğini savunuyor.

Fakat bunun için artık geç kalınmış olabilir. 2018 yılından bu yana giderek sertleşen ve yoğunlaşan bu rekabet ve ticaret savaşları ile başlayıp, Hong Kong, Tayvan vb. krizler üzerinden giderek daha fazla şekilde çatışmaya açık bir döneme girdi.

Şi-Biden görüşmesini biraz da bu bağlamda okumak gerekli. Yani çöken ve parçalanan ilişkileri bir arada tutmaya çalışmak.

Ancak Çin’in yoğun bir askerî modernizasyon içerisine girmesi, ABD’nin rekabette geç kaldığına dair ortaya çıkan alarmist bakış açısı, ekonomiden diplomasiye ve sağlıktan teknolojiye çok geniş alanda cereyan eden yeni bir rekabet zemini yarattı.

Stratejik ve sınırsız rekabetin sonu ne olur?

Bu yeni rekabet modeli stratejik ve sınırsız. Dolayısı ile istenmeyen birçok olasılığa da açık.

Çin, uzun yıllardır sosyalist karakteristiğini korumaya çalışarak neo-liberal alana entegre olmaya çalışırken bir yandan kurallara dayalı mevcut liberal düzenin defansı ile karşılaşmış durumda.

Bu defans, Çin’in sistemi dönüştürmeye çalıştığına dair bir kanaate sahip. Bu nedenle “önleyici bir hamle niyetiyle” Batı ittifakının kendisini canlandırmaya çalıştığına şahit oluyoruz.

Çok kutuplu bir adil düzen mümkün mü?

Buna karşılık Çin ve Rusya da “çok kutuplu adil bir düzen” arayışı içerisinde.

Uluslararası sistemin giderek belirsizleşen koşulları bu iki ülkeyi akışkan bir ittifak modeline doğru yönlendiriyor. Batı karşıtlığında temerküz eden bu eğilimin giderek yoğunlaşması beklenebilir.

Çin, küresel hegemonya tesis etmek için ekonomi alanında gösterdiği ivmeyi küresel ölçekte siyasal ve kurumsal alana da yansıtmak istiyor. Ancak karşısında saflaşan Batı ittifakına karşı Rusya ve İran gibi ülkeler ile aynı doğrultuda hareket eden stratejik bir yönelim içerisinde.

Bunu Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı askerî müdahalede ziyadesi ile gördük. Çin açık bir şekilde olmasa da Rusya’nın arkasında durmaya devam etti. Çin’in Rusya’ya verdiği zımni desteği küresel hegemonya mücadelesinde yaşanan bu eğilimlerde aramak gerekiyor.

İki ülkenin geleceğinde ne var?

ABD ve Çin ilişkisinde bu bağlamda yeni teknolojilere dayanan bir silahlanma yarışının olacağı artık aşikâr. Burada sıcak bir savaştan ziyade daha hibrit ve gri alanın genişlediği yeni bir soğuk savaş konseptinin öne çıktığını söyleyebiliriz.

Bir yandan Çin ve Rusya gibi ülkelerin başını çektiği de-facto bir blok diğer yanda ise müesses nizamın meşruiyetini tarihten devşirmeye çalışan Batı ittifakı, soğuk ama karmaşık bir savaşta karşı karşıya geliyor.

Şi ve Biden’ın görüşmesi bu yoğun rekabette talihsiz bir kaza yaşanmaması adına düzenli temasların sağlanmasına dönük bir çaba olarak görülmeli.

Aslında iki ülke de durumun daha kötü bir noktaya gitmesini istemiyor. Bunun özellikle son dönemde Çin tarafında bariz şekilde belirdiğini söylemek mümkün.

ABD ve Çin’in farklılıklarının yönetilebilmesi için tavizler verilmesi gerekiyor ve iki taraf da buna hazır değil. Dolayısı ile türbülansa girmiş bir uluslararası sistem içerisinde çatışmadan kaçınmaya çalışmak önemli bir çaba ancak somut bulgular bunun zor olduğunu gösteriyor. Belki ilişkilerin kötüleşmesinde momentum yavaşlayabilir ama o kadar.

Bir tarafta liderlik yapısını konsolide eden ve daha güçlü bir pozisyona gelen Şi Cinping ve diğer yanda 2024 yılından sonra görevde olup olmayacağı belli olmayan Biden’ın diplomatik ilişkisinde ağırlık merkezi Çin’den yana gibi.

ABD-Çin arasında yapılan görüşmelerin samimi ve yapıcı bir ortamda başlamış olması görüntü itibari ile diplomatik bir zaman kazanma çabasına benziyor. Taviz vermeye uzak olan iki ülkenin bu çabası aynı zamanda “yıkıcı bir denge döneminin” de emaresi olabilir.

Şi’nin kongre konuşmasında da belirttiği gibi dünya tarihi bir dönüm noktasında ve tehlikeli fırtınalar yaklaşıyor. Bu fırtınalı yıllarda önemli olan sadece rekabeti kazanmak değil, aynı zamanda gemiyi korunaklı bir limana yanaştırmak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.

  1. Eski kaynaklarda adı Lao Tzu, Lao Tse, Laotze diye geçer. “Dao De Çing” kitabının yazarıdır.

Hüseyin Korkmaz
Hüseyin Korkmaz
Dr. Hüseyin KORKMAZ-Bağımsız araştırmacı. Lisans eğitimini Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi (2003), yüksek lisans eğitimini Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler (2016), doktorasını ise Polis Akademisi Başkanlığı Uluslararası Güvenlik Ana Bilim dalında tamamladı (2020). 2021 yılında “Küresel Organik Kriz ve Yeni Soğuk Savaş: ABD ve Çin’in Sınırsız Stratejik Rekabeti” başlıklı bir kitabı yayınlanan yazarın çalışma alanları arasında Küresel hegemonya, ABD-Çin ilişkileri ve Çin’in Dış Politikası bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x