Afrika’da kimin eli kimin cebinde? Afrika dengelerini anlama kılavuzu

Büyük ve orta güçteki ülkelerin Afrika ilgisi yeni bir Afrika talanı mı? Batı’nın etkisi Afrika’da nasıl azalıyor, yerini hangi ülke nasıl dolduruyor? Afrika’nın geleceğinde neler var? Afrika dengelerini anlama kılavuzunu Nebahat Tanrıverdi Yaşar yazdı.

Hem büyük küresel güçlerin hem de orta güçlerin dış politikalarında, Afrika giderek daha fazla ön plana çıkıyor. Stratejik mineralleri, büyüyen orta sınıfının satın alma gücü, önemli ticaret güzergahlarına ev sahipliği yapmasıyla öne çıkan jeostratejik konumu, diplomatik ağırlığı ve uluslararası örgütlerdeki artan etkisi nedeniyle Afrika ülkelerinin, bölge dışı aktörler için stratejik önemi artıyor.

Küresel ölçekte Afrika kıtasında ekonomik, diplomatik ve askerî bağlarını güçlendirecek politikalar üretme yarışı var. Bu yükselen ilgiyi Afrika’yı hedef alan zirve diplomasisindeki artışta görmek mümkün. Fransa, Çin, Rusya, ABD, Japonya, Hindistan ve Türkiye örnekler arasında.

Afrika’ya yönelik artan bu ilgi beraberinde eleştirileri de getiriyor. Özellikle yeni gelen aktörlerin kıtada statükoyu değiştirmesiyle birlikte bu eleştiriler daha da yoğunlaşıyor. Çoğu eleştiri, bölge dışı güçlerin artan angajmanını, kıtada nüfuz, stratejik askerî konumlanma ve kritik deniz yollarını kontrol etmek uğruna yeni bir “Afrika Talanı” (Scramble for Africa) olarak tarif ediyor. Esasen 19. yüzyılda Afrika kıtasındaki Avrupa sömürgeciliğini ifade eden bu tabir, bugün Afrika kıtasının zengin doğal kaynaklarının kontrolü için bir kez daha kıtaya sömürgeci bir rekabetin taşındığı yönünde bir tarihsel geçmişe atıf yapıyor.

Daha da spesifik olarak Pekin kıta ülkelerindeki mega projelerini finanse etmesinden ötürü sıklıkla “borç tuzağı diplomasisi” uygulamakla eleştiriliyor. Türkiye de Afrika’da yeni Osmanlıcılık hırslarıyla yayılmacı bir politika izlediği şeklinde eleştirilere maruz kalıyor. Hatta Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron bir açıklamasında Türkiye’yi Afrika’da emperyalist bir güç olarak tanımlayıp suçlamıştı. Ayrıca Körfez ülkeleri arasındaki rekabetin Afrika’ya, özellikle Afrika Boynuzuna taşınması da istikrarsızlaştırıcı etkilerinden dolayı eleştirilere neden oluyor.

Afrika’da tarih tekerrür eder mi?

Tarihin kıtada trajik bir şekilde tekrarlanacağına dair şüphenin, Afrika’nın bugünün şekillendirmedeki rolü küçümsenemez.

Bu trajik tarih, Afrika ülkelerinin dış politikalarını iki önemli açıdan şekillendiriyor. Öncelikle egemenlik ve içişlerine karışmama ilkelerine yönelik hassasiyetlerinde, kıtadaki işgal ve sömürgeciliğin izleri oldukça derin. İkincisi ise Afrika ülkeleri, çok kutuplu bu küresel anı, sömürgecilik döneminden kalan bağımlılık ilişkilerini kırmak ve ekonomik kalkınma gibi hedeflerini gerçekleştirmek için kullanıyorlar.

Tam bu noktada önemli bir not düşmek gerekiyor. Afrika kıtası, çok sayıda ülkeyi barındırıyor ve her bir ülke de farklı çıkar, kapasite, tehdit ve dış politika müttefiklerine sahip. Kıta üzerine çalışmalarıyla tanınan Ebenezer Obadare’nin dediği gibi Afrika devletlerini tamamen aktörlükten yoksun, diplomatik satranç tahtasında piyonlar olarak görmek ve Afrika’yı edilgen bir imgeye hapsetmek hatalı bir bakış.

Dahası, kıtanın alt bölgelerinde jeopolitik iklimi etkileyen farklı faktörler ve güç dengeleri bulunuyor.

Afrika ve çokkutupluluk

Afrika’dan bahsederken bir de çok kutupluluktan bahsetmek gerekiyor.

Afrika’daki çok kutupluluk üzerine tartışmaların iki önemli ayağı var: kıtadaki tek kutuplu egemenliğin sona ermesi ve kıtada çeşitli çıkarlara ve etkiye sahip birden fazla küresel ve bölgesel gücün yükselmesi.

Bu iki önemli değişim, Afrika ülkelerinin, kalkınma ve güvenlik başta olmak üzere farklı çıkarları için seçici hizalanma politikaları izleyebilmesini mümkün hale getirmekte. Diplomasiden ekonomiye, güvenlikten insani yardımlara alternatiflerin ortaya çıkmasıyla birlikte, Afrika ülkeleri, ticaret, yatırım ve teknoloji transferi gibi alanlarda daha iyi koşullar elde etmek için küresel güçler arasındaki rekabeti bir kaldıraç olarak kullanma imkanına eriştiler.

Örneğin Nijerya, Kenya ve Güney Afrika gibi ülkeler, bir yandan ABD ve AB üye devletleri ile mevcut bağlarını koruyarak, son yıllarda Çin, Rusya, Türkiye ve Körfez ülkeleriyle, özelikle ekonomi ve güvenlik bağlarını da geliştirdiler. Sonuç olarak dış politikada çok taraflı bir dengelemeyi içeren ve karmaşık stratejik hesaplamalara dayanan bir diplomasi davranışı kıtada ağırlık kazanmış durumda.

Çin: Afrika’nın en büyük ikili ticaret ortağı

Bu dönüşüm, kıtada Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ve Çin-Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC) gibi platformlar üzerinden ekonomik ve jeostratejik nüfuzunu arttırmasıyla yakından alakalı.

Çin, Afrika’nın en büyük ikili ticaret ortağı ve altyapıda önemli bir yatırımcısı haline geldi. Bugün Çin, Afrika genelinde yollar, limanlar ve demiryolları dahil olmak üzere çok sayıda mega büyüklükte altyapı projesini hem finanse hem de inşa ediyor.

Çin’in Afrika’daki bu başarısında yatırımlarının hızla yürütülen büyük ölçekli, devlet destekli krediler ve projelerden oluşmasının payı oldukça büyük. Aynı zamanda Afrika ülkelerinin içişlerine karışmaması, yatırımlarına siyasi koşullar eklememesi ve kendini bir kalkınma ortağı olarak konumlandırması da Çin’e avantajlar sağlıyor. Bu nedenlerden ötürü birçok Afrika ülkesi için Çin yatırımları, özellikle Batı yardımı ve yatırımlarına kıyasla çekici bir alternatif olarak görülüyor.

Çin’in Afrika ülkelerindeki yatırımlarının tercih edilme nedenlerinden belki de en önemlisi, hem ülkelerin ekonomilerinin dönüşümünde hem de kıtasal bağlantısallığının artmasında sağladığı ciddi katkılar… Bu da kıta ülkelerinin küresel ekonomiye entegrasyonlarını hızlandırıyor.

Örneğin, Doğu Endüstri Bölgesi, Hawassa Endüstri Parkı ve Addis Ababa-Cibuti Demiryolu gibi yatırımlarıyla Çin, Etiyopya’nın genel ekonomik görünümünün son yıllardaki dönüşümünde önemli bir rol oynadı. Etiyopya, Hawassa Endüstri Parkı’nda, tekstil ve hazır giyim yatırımları yaparak ülkeyi bölgede önemli bir ihracatçı konumuna taşımayı hedefliyor. Yine Çinli şirketler tarafından inşa edilen ve finanse edilen Addis Ababa-Cibuti Demiryolu, Etiyopya’nın küresel pazarlara birincil erişimini sağlayan Cibuti limanıyla kara bağlantısını sağladı. Çin’in Angola’nın petrol ve enerji altyapısına yapılan yatırımları ise ülkenin üretim kapasitesini artırarak onu Afrika’nın en büyük petrol üreticilerinden biri haline getirdi.

Rusya: Afrika’nın önde gelen silah satıcısı

Rusya’nın Afrika’daki varlığı ve nüfuzu daha çok askerî iş birliğine, silah satışlarına ve siyasi desteğe odaklanıyor ve genellikle kendisini Batı etkisine karşı bir denge unsuru olarak konumlandırıyor.

Özellikle son birkaç yılda Moskova, kıtadaki askerî ayak izini büyük ölçüde genişletti. 2015’ten beri Afrika ülkeleriyle 20’den fazla askerî işbirliği anlaşması imzalayan Rusya, aynı zamanda çok sayıda Afrika ülkesi için de önemli bir silah tedarikçisi. Cezayir ve Mısır, Rusya’nın en büyük silah alıcıları arasında yer alırken son yıllardaki artan güvenlik angajmanının yardımıyla, Rusya, Sahra Altı Afrika’da önde gelen silah satıcısı olarak Çin’i geride bıraktı.

Moskova, özellikle güvenlik angajmanı yoluyla Orta Afrika Cumhuriyeti (CAR), Mali ve Libya gibi ülkelerde geniş bir nüfuz kazandı. Sahel ülkelerindeki askerî darbelerin ardından, AB’nin askerî varlığının yerini Rus savunma şirketi Wagner aldı. Şimdi ise Moskova, Wagner’i Afrika Kolordusu’na dönüştürdü ve Libya’yı da Afrika’dan Akdeniz’e operasyonlarının bölgesel lojistik merkezi haline getirdi.

Moskova’nın Afrika’daki bu ani yükselişi, Sovyet döneminden kalma tarihi bağların yeniden dirildiği yönündeki bir tarihsel referansla Rusya’nın kıtaya geri dönüşü olarak tanımlanıyor.

Güvenlik angajmanı ile karşılaştırıldığında, Rusya’nın ekonomik bağları ise oldukça sınırlı bir profil çiziyor. Ancak bu yanıltıcı olmasın, çünkü Moskova Afrika ekonomisinde odağını enerji ve madencilik gibi daha stratejik alanlara odaklamış görünüyor. Mısır’da El Dabaa Nükleer Santrali, Rosatom’un Afrika’daki önde gelen projesi oldu. Rus enerji, madencilik ve nükleer şirketleri kıtanın her yerinde mevcut ve Rusya’nın kıtadaki stratejisinde kritik roller oynuyorlar.

Ayrıca Rusya için Afrika ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan Batı öncülüğündeki küresel izolasyon ve yaptırımlara karşı stratejik bir öneme sahip. Moskova, “çok kutuplu dünya düzeni” söylemi etrafında Küresel Güney ülkeleriyle ilişkilerini derinleştirerek kendine müttefikler arıyor ve bu politikası Afrika’da göreceli bir başarı elde etmiş görünüyor.

Sonuç itibariyle Rusya, Afrika’daki bu tutumu üzerinden Akdeniz ve Afrika’da üç önemli stratejik hedefe odaklanıyor: Bölgesel nüfuzunu artırmak, NATO’yu dengelemek ve küresel ölçekte jeoekonomik rolünü güçlendirmek.

Orta güçlerin Afrika aktivizmi

Türkiye, Hindistan, Körfez Devletleri (özellikle BAE ve Suudi Arabistan), Japonya ve Brezilya gibi orta güçler, ekonomik yatırımlar, diplomatik girişimler ve stratejik ortaklıklar üzerinden kıtayla giderek daha fazla etkileşime giriyorlar.

Kıtadaki çok kutupluluk, kıta dışı orta güçlere oldukça geniş bir hareket alanı açtı. Bu, her şeyden önce kıtadaki ülkelerin bu orta güçleri göreceli olarak daha güvenli bir alternatif olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Şöyle ifade edeyim, orta büyüklükteki güçler, ABD ve Çin’e kıyasla kıtada hegemonluk kuracak askerî, ekonomik ve siyasi güçten yoksunlar ve bu nedenle büyük güçlerin kıtadaki rekabetini dengelemeye de yardımcı oluyorlar. Aynı zamanda orta güçlerin Afrika ülkeleriyle kalkınmadan güvenliğe, devlet inşasından jeopolitik kaygılara benzer zorluklara ve deneyimlere sahipler. Bunun üzerine bir de bu ülkelerin çoğu, Afrika devletleriyle ortak bir jeopolitik çıkarı paylaşıyorlar: uluslararası kurumların Küresel Güney’den gelen sesleri daha iyi temsil edecek şekilde yeniden şekillenmesi.

Orta güçlerin kıtadaki kıyasıya rekabeti

Yine de Afrika’nın üçüncü dünyacı bir kollektif dayanışmacılığa zemin hazırladığını düşünmeyin. Bu orta güçler birlikte hareket etmekten ziyade, genellikle birbirleriyle ve diğer ülkelerle doğrudan rekabet ediyorlar. Emirates, Qatar ve Türk Hava Yolları gibi şirketler, kıtayı Asya’ya ve ötesine bağlayan tercih edilen hava taşımacılığı markası olmak için yarışıyor.

Hindistan ve Brezilya, Birleşmiş Milletler (BM) veya Afrika Birliği (AU) gibi yerleşik uluslararası kurumlar aracılığıyla daha derin diplomatik bağları tercih ederken, diğerleri belirli Afrika ortaklarıyla ikili anlaşmaları tercih ediyor.

Libya, Sudan ve Somali’deki çatışmalarda gibi bölgesel anlaşmazlıkta bu rekabet daha da keskin.

Afrika madenlerine yoğun ilgi

Bu orta güçler için de Afrika’nın önemi giderek artıyor çünkü pek çoğu için Afrika ile geliştirilen ilişkiler sadece küresel siyasetteki rollerini güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda devam eden kalkınma süreçlerinde de ağırlıkları giderek artıyor. Afrika kıtası, bu ülkeler için kıymetli bir market, kıtada etkinliğini arttırmaya çalışan hemen hemen her ülke ihracatını arttırmayı hedefliyor.

Ama bu orta güçlerin tek hedefi ihracatla sınırlı değil; ekonomik kalkınmada yüksek teknoloji ürünleri ve enerji dönüşümü kilit. Yani demem o ki, orta güçlerin Afrika’nın madenlerine olan ilgisindeki artışın, kobalt, lityum, manganez ve bakır gibi yüksek teknoloji ve enerji dönüşümünde minerallerindeki rekabetle yakından bağı var.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) doğrudan yabancı yatırımı öncelikli olarak bakır zengini Zambiya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde yoğunlaşıyor. Suudi Arabistan, 2030 yılına kadar yılda 500 bin elektrikli araç üretme iddialı hedefini desteklemek için Namibya, Gine ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ülkelerden mineralleri güvence altına almak, yerel işleme ve üretim için kritik mineral tedarikini artırmak amacıyla küresel madencilik hisselerinden 15 milyar dolar satın alacağını duyurdu. Türkiye’nin madencilik yatırımları, özellikle altın ve kromda büyüyor. Türk şirketleri Sudan ve Gana’da faaliyet gösteriyor. Hindistan’ın madencilik yatırımları öncelikli olarak kömür, demir cevheri ve elmasa yönelik olup, Zambiya, Güney Afrika ve Mozambik’teki endüstriyel sektörü için hammadde temin etmeye odaklanıyor.

Dikkat çeken altyapı yatırımları

Altyapıdan devam edelim. Birkaç orta güç, kıta genelinde kritik altyapı inşa etmek için inşaat, finans ve geliştirmedeki uzmanlıklarından yararlanarak Afrika’daki altyapı projelerine aktif olarak liderlik ediyor.

Çin, Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) ardından BAE son on yılda Afrika’daki dördüncü büyük yatırımcı haline geldi. Lojistik ve bağlantı altyapısı sektöründe, BAE’ye ait devlet şirketleri, Asya, Afrika ve Avrupa arasında merkezi bir bağlantı noktası olma stratejilerinin bir parçası olarak Afrika genelindeki limanları işletiyor. BAE kadar olmasa da Suudi Arabistan da Kenya’daki Lamu Limanı ve Mombasa-Nairobi Otoyolu gibi altyapı projelerine yatırım yapan bir diğer Körfez ülkesi.

Türk şirketleri Afrika genelinde havaalanları, yollar, köprüler ve konut kompleksleri inşa etmede oldukça aktif. Türk şirketleri kıtada, projeleri genellikle hızlı ve verimli bir şekilde teslim etmesiyle biliniyor. Hatta bu ünü, Etiyopya ve Ruanda örneklerinde olduğu gibi bazı altyapı projelerini Çinli firmalardan almasına yardımcı da oldu. Ayrıca Türk şirketleri kıtada bazı havalimanlarının ve limanların da işletmesini üstlenmekteler.

Dönüşen enerji jeopolitiğinde Afrika’nın yeri

Altyapıyla beraber kıtanın enerji jeopolitiği de dönüşüyor, orta güçler de bu değişim de yerlerini almaya çalışıyorlar.

BAE ve Suudi Arabistan, petrol sonrası bir ekonomiye hazırlık içindeler ve sürdürülebilir enerjide bölgesel çapta bir liderlik iddiasıyla politikalarını yönlendiriyorlar. Bu iki Körfez ülkesi son yıllardaki atılımları sayesinde Fas, Mısır ve Güney Afrika’daki yenilenebilir enerji projelerinde önde gelen yatırımcılar haline geldiler.

Hindistan, özellikle Mozambik’in gaz sektöründeki ve Kenya’nın yenilenebilir enerji projeleriyle ön plana çıkıyor.

Türkiye’nin enerji sektöründeki yatırımları, özellikle etkisinin güçlü olduğu Libya ve Somali’de daha çok sondaj faaliyetleriyle sınırlı.

Değişen kıtada Batı’nın konumu

Bu değişimler, kıtada son yıllarda ABD ve AB’yi oldukça zorluyor. Önce Çin’in kıtadaki ekonomik, ardından Rusya’nın askerî atılımları ABD’nin Afrika ülkeleri için yeni bir yaklaşım geliştirmesini gerektirdi.

ABD’nin Afrika’daki politikasının bugün en önemli itici güçlerinden biri, Çin ve Rusya’nın etkisine karşı koyma ihtiyacı. Özellikle Biden’in seçilmesinin ardından düzenlediği Demokrasi zirvesinde kıtaya vermek istediği, “demokrasiler ve otoriter rejimler arasındaki küresel mücadele” mesajı pek istenilen sonucu da doğurmadı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bile Afrika’da, Küresel Güney’in geri kalanında olduğu gibi “çığır açıcı bir dönüşüme” yol açmadı.  Benzer şekilde ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken gibi ABD’li yetkililerin, Afrika liderlerini BM’de Rusya’nın eylemlerini kınamaya ve Ukrayna’yı desteklemeye ikna etmeyi amaçlayan üst düzey ziyaretleri başarısızlıkla sonuçlandı.

ABD’nin 2019’da başlattığı Afrika’yı Refaha Kavuşturma (Prosper Africa) girişimi, özellikle Çin’in kıtadaki ekonomik varlığını sınırlandırmak için Washington’ın Afrika ile ekonomik etkileşimini arttırmayı ve kıta ekonomilerini dönüştürmeyi hedefliyordu. ABD bu girişiminde yenilenebilir enerji projelerine, teknoloji girişimlerine ve sağlık altyapısına yapılan yatırımlar yer alıyor. Yine de Çin ile kıyaslandığında ABD’nin ekonomik girişimleri oldukça mütevazı.

ABD’nin Afrika politikasındaki bir diğer çıkmaz ise kıta ile ilişkilerinin aşırı güvenlikleştirilmiş yapısı. ABD, Savunma Bakanlığı’nın Afrika’daki bölgesel muharip komutanlığı olan Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) 2007’de kurulmasından bu yana, kıtadaki çıkarlarını güvence altına almak için askerî odaklı bir yaklaşım benimsiyor.

Yükselen Batı karşıtlığı ve AB

Önce Fransa’nın, ardından da AB’nin Batı Afrika’da terörle mücadele için yürüttüğü misyonlar, ABD’nin bölgedeki politika ve çıkarlarıyla uyuşuyordu. Bu o dönem için her iki taraf için de olumlu bir örtüşme olarak okunsa da bölgede yükselen Batı karşıtlığındaki rolü de az değil. Darbelerin öncesinde Sahel bölgesinde AB, Fransız ve ABD askerî güçleri ve üsleri bulunuyordu ve darbeler silsilesi, AB, ABD ve Fransa’nın bu ülkelerden çekilmesine ve bölgedeki askerî varlıklarını küçültmesine neden oldu.

Askerî anlamdaki bu ani kayıp, özellikle AB üyeleri için büyük bir şok etkisi yarattı. AB, birliğin çatışma bölgelerine sivil ve askerî misyonlar konuşlandırmasına izin veren Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) kapsamında kıta ile oldukça yoğun bir askerî angajmana sahipti.

2003 ile 2015 yılları arasında Afrika’da 18 misyon gerçekleştiren AB’nin bu son gelişmelerden sonra Sahel başta olmak üzere kıtadaki stratejileri için bir dönemin sonu gelmiş görünüyor.

Hem Mali hem de Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki (CAR) AB misyonları, bu ülkedeki Wagner faaliyetleri yüzünden 2021’in sonunda askıya alınmıştı.

Nijer’deki askerî misyon ise yeni askerî hükümetin Avrupa, Fransa ve ABD güçlerine ülkeyi terk etmesini istemesiyle sona erdi.

AB, Afrika ve düzensiz göç tehdidi

AB’nin Afrika’yla ilişkilerinde güvenlik bağlamı sadece bununla sınırlı değil. Bir de Avrupa’nın kıtadan gelen düzensiz göç tehdidini de artan bir biçimde güvenlikleştirmesi var.

Arap Ayaklanmaları sonrasında bölgenin ve Sahra altı ülkelerinin istikrarsızlaşmasıyla birlikte, AB’nin Sahra altı ve Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin ana aksı göç ve güvenlik alanlarında iş birliği haline geldi.

2014 ve 2017 yılları arasında İtalya’ya yaşanan düzensiz göç varışları rekor seviyeye ulaşmıştı. 2022’den itibaren de Akdeniz’de düzensiz göçte benzer bir yükseliş trendi daha yaşanıyor. Bu nedenle de Yunanistan’a geçişlerin keskin bir şekilde azaltılmasına yardımcı olan AB-Türkiye anlaşmasını başarılı bulan politikacılar, Kuzey Afrika ülkeleriyle benzer anlaşmalar imzaladılar.

Göç ve güvenlik konusunda AB’nin politikasının diğer ayağı Sahra altında askerî misyonlar üzerinden doğrudan geliştirdiği güvenlik angajmanıydı. Fakat Sahra altı kuşağındaki darbeler bu askerî varlığı sona erdirdi ve AB’nin bölgedeki askerî ve siyasi katılımını kısıtlayarak, Kuzey Afrika ülkeleriyle güvenlik ve göç konularında iş birliğini giderek daha önemli hale getirdi.

2022 Zirvesi’nden bu yana AB, Tunus, Libya, Fas, Mısır ve Moritanya ile göç ile ilgili anlaşmaları yenileyip yenilerini eklediler.

AB’nin Afrika ekonomisindeki yeri

Ekonomik olarak AB, Afrika ülkelerinin ticaretinde ve doğrudan yatırımlarında hâlâ aslan payına sahip. Yine de hem Çin hem de orta güçlere karşı zemin kaybeden AB üyesi devletler, kıta politikalarını gözden geçirmeye karar verdiler.

2021’de başlatılan Global Gateway, 2027’ye kadar dünya çapında 300 milyar avroluk AB yatırımını hareket geçirmeyi hedefliyor. 2022’deki AB-Afrika Birliği (AU) Zirvesi’nde, ilişkilerin karşılıklı çıkar ve sürdürülebilirliğe dayalı bir biçimde yeniden tanımlanacağı bir hedef olarak açıklandı. Bu inisiyatifler dijital, enerji, ulaşım ve sağlık sektörlerindeki altyapı projelerine AB yatırımlarını yönlendirerek, hem kıtada kaybedilen nüfuz alanını geri kazanmayı hem de Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne (BRI) bir alternatif sunmayı amaçlıyor.

AB’nin bu adımları özelikle kıtada daha fazla çıkara sahip Fransa ve İtalya gibi AB üyeleri için yeterli değil. Özellikle Sahel ülkeleriyle yaşanan diplomatik ve askerî kayıplar, bu ülkelerde politikaların gözden geçirilmesi gerektiğine dair daha fazla baskıya neden oluyor. Örneğin Meloni hükümetinin Mattei Planı, enerji güvenliği ve ekonomik projeler aracılığıyla İtalya’nın Afrika’daki rolünü güçlendirmeyi amaçlıyor. Cumhurbaşkanı Macron da Fransa’nın Afrika stratejisinde “alçakgönüllülük, ortaklık ve yatırım” odaklı köklü bir değişiklik duyurdu.

Önümüzdeki dönemde Fransa ve İtalya gibi, diğer AB üye ülkelerinin kıtaya yönelik politikalarında kendi girişimlerine öncelik verip vermeyeceği henüz belirsiz. Fakat hem ABD’nin hem de AB’nin önümüzdeki dönemde kıtadaki kısıtları ve zorluları dikkate alarak işbirliğine alan açan alternatiflere yönelmesi oldukça muhtemel.

Beklentiler ve olasılıklar

Buraya kadar okuduğunuz bu güç mücadeleleri, önümüzdeki yıllarda muhtemelen daha da artacak. Ama bu güç mücadelesinin ana hatlarını, Afrika ülkelerinin büyük ve orta güçlerle ilişkilerini nasıl yönlendirecekleri belirleyecek. Büyük güç rekabeti kızıştıkça Afrika ülkeleri, çok kutuplu angajmanın faydalarını en üst düzeye çıkarırken jeopolitik rekabetlere karışmaktan kaçınarak dengeli bir yaklaşım sürdürmeye çalışacaktır.

Bu da muhtemelen Türkiye, Hindistan, Körfez Devletleri (özellikle BAE ve Suudi Arabistan), Japonya ve Brezilya gibi orta güçlere Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde daha fazla olanak sağlayacaktır. Önümüzdeki dönemde daha fazla aktörün Afrika ülkeleriyle ilişkilerini yoğunlaştırmaya çalışması bu nedenle oldukça muhtemel.

Kobalt, lityum ve nadir toprak elementleri gibi kritik minerallere yönelik küresel talep arttıkça, Afrika ülkelerinin de stratejik öneminin artması kaçınılmaz. Afrika ülkeleri, bu rekabeti stratejik olarak değerlendirebildikleri ve yatırımlar için daha iyi koşullar müzakere edebildikleri ölçüde, yerel kapasitelerini arttırabilecek kalkınma hedefleriyle uyumlu sonuçlar elde edebilecekler.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Afrika’da kimin eli kimin cebinde? Afrika dengelerini anlama kılavuzu

Büyük ve orta güçteki ülkelerin Afrika ilgisi yeni bir Afrika talanı mı? Batı’nın etkisi Afrika’da nasıl azalıyor, yerini hangi ülke nasıl dolduruyor? Afrika’nın geleceğinde neler var? Afrika dengelerini anlama kılavuzunu Nebahat Tanrıverdi Yaşar yazdı.

Hem büyük küresel güçlerin hem de orta güçlerin dış politikalarında, Afrika giderek daha fazla ön plana çıkıyor. Stratejik mineralleri, büyüyen orta sınıfının satın alma gücü, önemli ticaret güzergahlarına ev sahipliği yapmasıyla öne çıkan jeostratejik konumu, diplomatik ağırlığı ve uluslararası örgütlerdeki artan etkisi nedeniyle Afrika ülkelerinin, bölge dışı aktörler için stratejik önemi artıyor.

Küresel ölçekte Afrika kıtasında ekonomik, diplomatik ve askerî bağlarını güçlendirecek politikalar üretme yarışı var. Bu yükselen ilgiyi Afrika’yı hedef alan zirve diplomasisindeki artışta görmek mümkün. Fransa, Çin, Rusya, ABD, Japonya, Hindistan ve Türkiye örnekler arasında.

Afrika’ya yönelik artan bu ilgi beraberinde eleştirileri de getiriyor. Özellikle yeni gelen aktörlerin kıtada statükoyu değiştirmesiyle birlikte bu eleştiriler daha da yoğunlaşıyor. Çoğu eleştiri, bölge dışı güçlerin artan angajmanını, kıtada nüfuz, stratejik askerî konumlanma ve kritik deniz yollarını kontrol etmek uğruna yeni bir “Afrika Talanı” (Scramble for Africa) olarak tarif ediyor. Esasen 19. yüzyılda Afrika kıtasındaki Avrupa sömürgeciliğini ifade eden bu tabir, bugün Afrika kıtasının zengin doğal kaynaklarının kontrolü için bir kez daha kıtaya sömürgeci bir rekabetin taşındığı yönünde bir tarihsel geçmişe atıf yapıyor.

Daha da spesifik olarak Pekin kıta ülkelerindeki mega projelerini finanse etmesinden ötürü sıklıkla “borç tuzağı diplomasisi” uygulamakla eleştiriliyor. Türkiye de Afrika’da yeni Osmanlıcılık hırslarıyla yayılmacı bir politika izlediği şeklinde eleştirilere maruz kalıyor. Hatta Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron bir açıklamasında Türkiye’yi Afrika’da emperyalist bir güç olarak tanımlayıp suçlamıştı. Ayrıca Körfez ülkeleri arasındaki rekabetin Afrika’ya, özellikle Afrika Boynuzuna taşınması da istikrarsızlaştırıcı etkilerinden dolayı eleştirilere neden oluyor.

Afrika’da tarih tekerrür eder mi?

Tarihin kıtada trajik bir şekilde tekrarlanacağına dair şüphenin, Afrika’nın bugünün şekillendirmedeki rolü küçümsenemez.

Bu trajik tarih, Afrika ülkelerinin dış politikalarını iki önemli açıdan şekillendiriyor. Öncelikle egemenlik ve içişlerine karışmama ilkelerine yönelik hassasiyetlerinde, kıtadaki işgal ve sömürgeciliğin izleri oldukça derin. İkincisi ise Afrika ülkeleri, çok kutuplu bu küresel anı, sömürgecilik döneminden kalan bağımlılık ilişkilerini kırmak ve ekonomik kalkınma gibi hedeflerini gerçekleştirmek için kullanıyorlar.

Tam bu noktada önemli bir not düşmek gerekiyor. Afrika kıtası, çok sayıda ülkeyi barındırıyor ve her bir ülke de farklı çıkar, kapasite, tehdit ve dış politika müttefiklerine sahip. Kıta üzerine çalışmalarıyla tanınan Ebenezer Obadare’nin dediği gibi Afrika devletlerini tamamen aktörlükten yoksun, diplomatik satranç tahtasında piyonlar olarak görmek ve Afrika’yı edilgen bir imgeye hapsetmek hatalı bir bakış.

Dahası, kıtanın alt bölgelerinde jeopolitik iklimi etkileyen farklı faktörler ve güç dengeleri bulunuyor.

Afrika ve çokkutupluluk

Afrika’dan bahsederken bir de çok kutupluluktan bahsetmek gerekiyor.

Afrika’daki çok kutupluluk üzerine tartışmaların iki önemli ayağı var: kıtadaki tek kutuplu egemenliğin sona ermesi ve kıtada çeşitli çıkarlara ve etkiye sahip birden fazla küresel ve bölgesel gücün yükselmesi.

Bu iki önemli değişim, Afrika ülkelerinin, kalkınma ve güvenlik başta olmak üzere farklı çıkarları için seçici hizalanma politikaları izleyebilmesini mümkün hale getirmekte. Diplomasiden ekonomiye, güvenlikten insani yardımlara alternatiflerin ortaya çıkmasıyla birlikte, Afrika ülkeleri, ticaret, yatırım ve teknoloji transferi gibi alanlarda daha iyi koşullar elde etmek için küresel güçler arasındaki rekabeti bir kaldıraç olarak kullanma imkanına eriştiler.

Örneğin Nijerya, Kenya ve Güney Afrika gibi ülkeler, bir yandan ABD ve AB üye devletleri ile mevcut bağlarını koruyarak, son yıllarda Çin, Rusya, Türkiye ve Körfez ülkeleriyle, özelikle ekonomi ve güvenlik bağlarını da geliştirdiler. Sonuç olarak dış politikada çok taraflı bir dengelemeyi içeren ve karmaşık stratejik hesaplamalara dayanan bir diplomasi davranışı kıtada ağırlık kazanmış durumda.

Çin: Afrika’nın en büyük ikili ticaret ortağı

Bu dönüşüm, kıtada Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ve Çin-Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC) gibi platformlar üzerinden ekonomik ve jeostratejik nüfuzunu arttırmasıyla yakından alakalı.

Çin, Afrika’nın en büyük ikili ticaret ortağı ve altyapıda önemli bir yatırımcısı haline geldi. Bugün Çin, Afrika genelinde yollar, limanlar ve demiryolları dahil olmak üzere çok sayıda mega büyüklükte altyapı projesini hem finanse hem de inşa ediyor.

Çin’in Afrika’daki bu başarısında yatırımlarının hızla yürütülen büyük ölçekli, devlet destekli krediler ve projelerden oluşmasının payı oldukça büyük. Aynı zamanda Afrika ülkelerinin içişlerine karışmaması, yatırımlarına siyasi koşullar eklememesi ve kendini bir kalkınma ortağı olarak konumlandırması da Çin’e avantajlar sağlıyor. Bu nedenlerden ötürü birçok Afrika ülkesi için Çin yatırımları, özellikle Batı yardımı ve yatırımlarına kıyasla çekici bir alternatif olarak görülüyor.

Çin’in Afrika ülkelerindeki yatırımlarının tercih edilme nedenlerinden belki de en önemlisi, hem ülkelerin ekonomilerinin dönüşümünde hem de kıtasal bağlantısallığının artmasında sağladığı ciddi katkılar… Bu da kıta ülkelerinin küresel ekonomiye entegrasyonlarını hızlandırıyor.

Örneğin, Doğu Endüstri Bölgesi, Hawassa Endüstri Parkı ve Addis Ababa-Cibuti Demiryolu gibi yatırımlarıyla Çin, Etiyopya’nın genel ekonomik görünümünün son yıllardaki dönüşümünde önemli bir rol oynadı. Etiyopya, Hawassa Endüstri Parkı’nda, tekstil ve hazır giyim yatırımları yaparak ülkeyi bölgede önemli bir ihracatçı konumuna taşımayı hedefliyor. Yine Çinli şirketler tarafından inşa edilen ve finanse edilen Addis Ababa-Cibuti Demiryolu, Etiyopya’nın küresel pazarlara birincil erişimini sağlayan Cibuti limanıyla kara bağlantısını sağladı. Çin’in Angola’nın petrol ve enerji altyapısına yapılan yatırımları ise ülkenin üretim kapasitesini artırarak onu Afrika’nın en büyük petrol üreticilerinden biri haline getirdi.

Rusya: Afrika’nın önde gelen silah satıcısı

Rusya’nın Afrika’daki varlığı ve nüfuzu daha çok askerî iş birliğine, silah satışlarına ve siyasi desteğe odaklanıyor ve genellikle kendisini Batı etkisine karşı bir denge unsuru olarak konumlandırıyor.

Özellikle son birkaç yılda Moskova, kıtadaki askerî ayak izini büyük ölçüde genişletti. 2015’ten beri Afrika ülkeleriyle 20’den fazla askerî işbirliği anlaşması imzalayan Rusya, aynı zamanda çok sayıda Afrika ülkesi için de önemli bir silah tedarikçisi. Cezayir ve Mısır, Rusya’nın en büyük silah alıcıları arasında yer alırken son yıllardaki artan güvenlik angajmanının yardımıyla, Rusya, Sahra Altı Afrika’da önde gelen silah satıcısı olarak Çin’i geride bıraktı.

Moskova, özellikle güvenlik angajmanı yoluyla Orta Afrika Cumhuriyeti (CAR), Mali ve Libya gibi ülkelerde geniş bir nüfuz kazandı. Sahel ülkelerindeki askerî darbelerin ardından, AB’nin askerî varlığının yerini Rus savunma şirketi Wagner aldı. Şimdi ise Moskova, Wagner’i Afrika Kolordusu’na dönüştürdü ve Libya’yı da Afrika’dan Akdeniz’e operasyonlarının bölgesel lojistik merkezi haline getirdi.

Moskova’nın Afrika’daki bu ani yükselişi, Sovyet döneminden kalma tarihi bağların yeniden dirildiği yönündeki bir tarihsel referansla Rusya’nın kıtaya geri dönüşü olarak tanımlanıyor.

Güvenlik angajmanı ile karşılaştırıldığında, Rusya’nın ekonomik bağları ise oldukça sınırlı bir profil çiziyor. Ancak bu yanıltıcı olmasın, çünkü Moskova Afrika ekonomisinde odağını enerji ve madencilik gibi daha stratejik alanlara odaklamış görünüyor. Mısır’da El Dabaa Nükleer Santrali, Rosatom’un Afrika’daki önde gelen projesi oldu. Rus enerji, madencilik ve nükleer şirketleri kıtanın her yerinde mevcut ve Rusya’nın kıtadaki stratejisinde kritik roller oynuyorlar.

Ayrıca Rusya için Afrika ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler Ukrayna’yı işgal etmesiyle başlayan Batı öncülüğündeki küresel izolasyon ve yaptırımlara karşı stratejik bir öneme sahip. Moskova, “çok kutuplu dünya düzeni” söylemi etrafında Küresel Güney ülkeleriyle ilişkilerini derinleştirerek kendine müttefikler arıyor ve bu politikası Afrika’da göreceli bir başarı elde etmiş görünüyor.

Sonuç itibariyle Rusya, Afrika’daki bu tutumu üzerinden Akdeniz ve Afrika’da üç önemli stratejik hedefe odaklanıyor: Bölgesel nüfuzunu artırmak, NATO’yu dengelemek ve küresel ölçekte jeoekonomik rolünü güçlendirmek.

Orta güçlerin Afrika aktivizmi

Türkiye, Hindistan, Körfez Devletleri (özellikle BAE ve Suudi Arabistan), Japonya ve Brezilya gibi orta güçler, ekonomik yatırımlar, diplomatik girişimler ve stratejik ortaklıklar üzerinden kıtayla giderek daha fazla etkileşime giriyorlar.

Kıtadaki çok kutupluluk, kıta dışı orta güçlere oldukça geniş bir hareket alanı açtı. Bu, her şeyden önce kıtadaki ülkelerin bu orta güçleri göreceli olarak daha güvenli bir alternatif olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Şöyle ifade edeyim, orta büyüklükteki güçler, ABD ve Çin’e kıyasla kıtada hegemonluk kuracak askerî, ekonomik ve siyasi güçten yoksunlar ve bu nedenle büyük güçlerin kıtadaki rekabetini dengelemeye de yardımcı oluyorlar. Aynı zamanda orta güçlerin Afrika ülkeleriyle kalkınmadan güvenliğe, devlet inşasından jeopolitik kaygılara benzer zorluklara ve deneyimlere sahipler. Bunun üzerine bir de bu ülkelerin çoğu, Afrika devletleriyle ortak bir jeopolitik çıkarı paylaşıyorlar: uluslararası kurumların Küresel Güney’den gelen sesleri daha iyi temsil edecek şekilde yeniden şekillenmesi.

Orta güçlerin kıtadaki kıyasıya rekabeti

Yine de Afrika’nın üçüncü dünyacı bir kollektif dayanışmacılığa zemin hazırladığını düşünmeyin. Bu orta güçler birlikte hareket etmekten ziyade, genellikle birbirleriyle ve diğer ülkelerle doğrudan rekabet ediyorlar. Emirates, Qatar ve Türk Hava Yolları gibi şirketler, kıtayı Asya’ya ve ötesine bağlayan tercih edilen hava taşımacılığı markası olmak için yarışıyor.

Hindistan ve Brezilya, Birleşmiş Milletler (BM) veya Afrika Birliği (AU) gibi yerleşik uluslararası kurumlar aracılığıyla daha derin diplomatik bağları tercih ederken, diğerleri belirli Afrika ortaklarıyla ikili anlaşmaları tercih ediyor.

Libya, Sudan ve Somali’deki çatışmalarda gibi bölgesel anlaşmazlıkta bu rekabet daha da keskin.

Afrika madenlerine yoğun ilgi

Bu orta güçler için de Afrika’nın önemi giderek artıyor çünkü pek çoğu için Afrika ile geliştirilen ilişkiler sadece küresel siyasetteki rollerini güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda devam eden kalkınma süreçlerinde de ağırlıkları giderek artıyor. Afrika kıtası, bu ülkeler için kıymetli bir market, kıtada etkinliğini arttırmaya çalışan hemen hemen her ülke ihracatını arttırmayı hedefliyor.

Ama bu orta güçlerin tek hedefi ihracatla sınırlı değil; ekonomik kalkınmada yüksek teknoloji ürünleri ve enerji dönüşümü kilit. Yani demem o ki, orta güçlerin Afrika’nın madenlerine olan ilgisindeki artışın, kobalt, lityum, manganez ve bakır gibi yüksek teknoloji ve enerji dönüşümünde minerallerindeki rekabetle yakından bağı var.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) doğrudan yabancı yatırımı öncelikli olarak bakır zengini Zambiya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde yoğunlaşıyor. Suudi Arabistan, 2030 yılına kadar yılda 500 bin elektrikli araç üretme iddialı hedefini desteklemek için Namibya, Gine ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ülkelerden mineralleri güvence altına almak, yerel işleme ve üretim için kritik mineral tedarikini artırmak amacıyla küresel madencilik hisselerinden 15 milyar dolar satın alacağını duyurdu. Türkiye’nin madencilik yatırımları, özellikle altın ve kromda büyüyor. Türk şirketleri Sudan ve Gana’da faaliyet gösteriyor. Hindistan’ın madencilik yatırımları öncelikli olarak kömür, demir cevheri ve elmasa yönelik olup, Zambiya, Güney Afrika ve Mozambik’teki endüstriyel sektörü için hammadde temin etmeye odaklanıyor.

Dikkat çeken altyapı yatırımları

Altyapıdan devam edelim. Birkaç orta güç, kıta genelinde kritik altyapı inşa etmek için inşaat, finans ve geliştirmedeki uzmanlıklarından yararlanarak Afrika’daki altyapı projelerine aktif olarak liderlik ediyor.

Çin, Avrupa Birliği (AB) ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) ardından BAE son on yılda Afrika’daki dördüncü büyük yatırımcı haline geldi. Lojistik ve bağlantı altyapısı sektöründe, BAE’ye ait devlet şirketleri, Asya, Afrika ve Avrupa arasında merkezi bir bağlantı noktası olma stratejilerinin bir parçası olarak Afrika genelindeki limanları işletiyor. BAE kadar olmasa da Suudi Arabistan da Kenya’daki Lamu Limanı ve Mombasa-Nairobi Otoyolu gibi altyapı projelerine yatırım yapan bir diğer Körfez ülkesi.

Türk şirketleri Afrika genelinde havaalanları, yollar, köprüler ve konut kompleksleri inşa etmede oldukça aktif. Türk şirketleri kıtada, projeleri genellikle hızlı ve verimli bir şekilde teslim etmesiyle biliniyor. Hatta bu ünü, Etiyopya ve Ruanda örneklerinde olduğu gibi bazı altyapı projelerini Çinli firmalardan almasına yardımcı da oldu. Ayrıca Türk şirketleri kıtada bazı havalimanlarının ve limanların da işletmesini üstlenmekteler.

Dönüşen enerji jeopolitiğinde Afrika’nın yeri

Altyapıyla beraber kıtanın enerji jeopolitiği de dönüşüyor, orta güçler de bu değişim de yerlerini almaya çalışıyorlar.

BAE ve Suudi Arabistan, petrol sonrası bir ekonomiye hazırlık içindeler ve sürdürülebilir enerjide bölgesel çapta bir liderlik iddiasıyla politikalarını yönlendiriyorlar. Bu iki Körfez ülkesi son yıllardaki atılımları sayesinde Fas, Mısır ve Güney Afrika’daki yenilenebilir enerji projelerinde önde gelen yatırımcılar haline geldiler.

Hindistan, özellikle Mozambik’in gaz sektöründeki ve Kenya’nın yenilenebilir enerji projeleriyle ön plana çıkıyor.

Türkiye’nin enerji sektöründeki yatırımları, özellikle etkisinin güçlü olduğu Libya ve Somali’de daha çok sondaj faaliyetleriyle sınırlı.

Değişen kıtada Batı’nın konumu

Bu değişimler, kıtada son yıllarda ABD ve AB’yi oldukça zorluyor. Önce Çin’in kıtadaki ekonomik, ardından Rusya’nın askerî atılımları ABD’nin Afrika ülkeleri için yeni bir yaklaşım geliştirmesini gerektirdi.

ABD’nin Afrika’daki politikasının bugün en önemli itici güçlerinden biri, Çin ve Rusya’nın etkisine karşı koyma ihtiyacı. Özellikle Biden’in seçilmesinin ardından düzenlediği Demokrasi zirvesinde kıtaya vermek istediği, “demokrasiler ve otoriter rejimler arasındaki küresel mücadele” mesajı pek istenilen sonucu da doğurmadı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bile Afrika’da, Küresel Güney’in geri kalanında olduğu gibi “çığır açıcı bir dönüşüme” yol açmadı.  Benzer şekilde ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken gibi ABD’li yetkililerin, Afrika liderlerini BM’de Rusya’nın eylemlerini kınamaya ve Ukrayna’yı desteklemeye ikna etmeyi amaçlayan üst düzey ziyaretleri başarısızlıkla sonuçlandı.

ABD’nin 2019’da başlattığı Afrika’yı Refaha Kavuşturma (Prosper Africa) girişimi, özellikle Çin’in kıtadaki ekonomik varlığını sınırlandırmak için Washington’ın Afrika ile ekonomik etkileşimini arttırmayı ve kıta ekonomilerini dönüştürmeyi hedefliyordu. ABD bu girişiminde yenilenebilir enerji projelerine, teknoloji girişimlerine ve sağlık altyapısına yapılan yatırımlar yer alıyor. Yine de Çin ile kıyaslandığında ABD’nin ekonomik girişimleri oldukça mütevazı.

ABD’nin Afrika politikasındaki bir diğer çıkmaz ise kıta ile ilişkilerinin aşırı güvenlikleştirilmiş yapısı. ABD, Savunma Bakanlığı’nın Afrika’daki bölgesel muharip komutanlığı olan Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) 2007’de kurulmasından bu yana, kıtadaki çıkarlarını güvence altına almak için askerî odaklı bir yaklaşım benimsiyor.

Yükselen Batı karşıtlığı ve AB

Önce Fransa’nın, ardından da AB’nin Batı Afrika’da terörle mücadele için yürüttüğü misyonlar, ABD’nin bölgedeki politika ve çıkarlarıyla uyuşuyordu. Bu o dönem için her iki taraf için de olumlu bir örtüşme olarak okunsa da bölgede yükselen Batı karşıtlığındaki rolü de az değil. Darbelerin öncesinde Sahel bölgesinde AB, Fransız ve ABD askerî güçleri ve üsleri bulunuyordu ve darbeler silsilesi, AB, ABD ve Fransa’nın bu ülkelerden çekilmesine ve bölgedeki askerî varlıklarını küçültmesine neden oldu.

Askerî anlamdaki bu ani kayıp, özellikle AB üyeleri için büyük bir şok etkisi yarattı. AB, birliğin çatışma bölgelerine sivil ve askerî misyonlar konuşlandırmasına izin veren Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) kapsamında kıta ile oldukça yoğun bir askerî angajmana sahipti.

2003 ile 2015 yılları arasında Afrika’da 18 misyon gerçekleştiren AB’nin bu son gelişmelerden sonra Sahel başta olmak üzere kıtadaki stratejileri için bir dönemin sonu gelmiş görünüyor.

Hem Mali hem de Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki (CAR) AB misyonları, bu ülkedeki Wagner faaliyetleri yüzünden 2021’in sonunda askıya alınmıştı.

Nijer’deki askerî misyon ise yeni askerî hükümetin Avrupa, Fransa ve ABD güçlerine ülkeyi terk etmesini istemesiyle sona erdi.

AB, Afrika ve düzensiz göç tehdidi

AB’nin Afrika’yla ilişkilerinde güvenlik bağlamı sadece bununla sınırlı değil. Bir de Avrupa’nın kıtadan gelen düzensiz göç tehdidini de artan bir biçimde güvenlikleştirmesi var.

Arap Ayaklanmaları sonrasında bölgenin ve Sahra altı ülkelerinin istikrarsızlaşmasıyla birlikte, AB’nin Sahra altı ve Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin ana aksı göç ve güvenlik alanlarında iş birliği haline geldi.

2014 ve 2017 yılları arasında İtalya’ya yaşanan düzensiz göç varışları rekor seviyeye ulaşmıştı. 2022’den itibaren de Akdeniz’de düzensiz göçte benzer bir yükseliş trendi daha yaşanıyor. Bu nedenle de Yunanistan’a geçişlerin keskin bir şekilde azaltılmasına yardımcı olan AB-Türkiye anlaşmasını başarılı bulan politikacılar, Kuzey Afrika ülkeleriyle benzer anlaşmalar imzaladılar.

Göç ve güvenlik konusunda AB’nin politikasının diğer ayağı Sahra altında askerî misyonlar üzerinden doğrudan geliştirdiği güvenlik angajmanıydı. Fakat Sahra altı kuşağındaki darbeler bu askerî varlığı sona erdirdi ve AB’nin bölgedeki askerî ve siyasi katılımını kısıtlayarak, Kuzey Afrika ülkeleriyle güvenlik ve göç konularında iş birliğini giderek daha önemli hale getirdi.

2022 Zirvesi’nden bu yana AB, Tunus, Libya, Fas, Mısır ve Moritanya ile göç ile ilgili anlaşmaları yenileyip yenilerini eklediler.

AB’nin Afrika ekonomisindeki yeri

Ekonomik olarak AB, Afrika ülkelerinin ticaretinde ve doğrudan yatırımlarında hâlâ aslan payına sahip. Yine de hem Çin hem de orta güçlere karşı zemin kaybeden AB üyesi devletler, kıta politikalarını gözden geçirmeye karar verdiler.

2021’de başlatılan Global Gateway, 2027’ye kadar dünya çapında 300 milyar avroluk AB yatırımını hareket geçirmeyi hedefliyor. 2022’deki AB-Afrika Birliği (AU) Zirvesi’nde, ilişkilerin karşılıklı çıkar ve sürdürülebilirliğe dayalı bir biçimde yeniden tanımlanacağı bir hedef olarak açıklandı. Bu inisiyatifler dijital, enerji, ulaşım ve sağlık sektörlerindeki altyapı projelerine AB yatırımlarını yönlendirerek, hem kıtada kaybedilen nüfuz alanını geri kazanmayı hem de Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne (BRI) bir alternatif sunmayı amaçlıyor.

AB’nin bu adımları özelikle kıtada daha fazla çıkara sahip Fransa ve İtalya gibi AB üyeleri için yeterli değil. Özellikle Sahel ülkeleriyle yaşanan diplomatik ve askerî kayıplar, bu ülkelerde politikaların gözden geçirilmesi gerektiğine dair daha fazla baskıya neden oluyor. Örneğin Meloni hükümetinin Mattei Planı, enerji güvenliği ve ekonomik projeler aracılığıyla İtalya’nın Afrika’daki rolünü güçlendirmeyi amaçlıyor. Cumhurbaşkanı Macron da Fransa’nın Afrika stratejisinde “alçakgönüllülük, ortaklık ve yatırım” odaklı köklü bir değişiklik duyurdu.

Önümüzdeki dönemde Fransa ve İtalya gibi, diğer AB üye ülkelerinin kıtaya yönelik politikalarında kendi girişimlerine öncelik verip vermeyeceği henüz belirsiz. Fakat hem ABD’nin hem de AB’nin önümüzdeki dönemde kıtadaki kısıtları ve zorluları dikkate alarak işbirliğine alan açan alternatiflere yönelmesi oldukça muhtemel.

Beklentiler ve olasılıklar

Buraya kadar okuduğunuz bu güç mücadeleleri, önümüzdeki yıllarda muhtemelen daha da artacak. Ama bu güç mücadelesinin ana hatlarını, Afrika ülkelerinin büyük ve orta güçlerle ilişkilerini nasıl yönlendirecekleri belirleyecek. Büyük güç rekabeti kızıştıkça Afrika ülkeleri, çok kutuplu angajmanın faydalarını en üst düzeye çıkarırken jeopolitik rekabetlere karışmaktan kaçınarak dengeli bir yaklaşım sürdürmeye çalışacaktır.

Bu da muhtemelen Türkiye, Hindistan, Körfez Devletleri (özellikle BAE ve Suudi Arabistan), Japonya ve Brezilya gibi orta güçlere Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde daha fazla olanak sağlayacaktır. Önümüzdeki dönemde daha fazla aktörün Afrika ülkeleriyle ilişkilerini yoğunlaştırmaya çalışması bu nedenle oldukça muhtemel.

Kobalt, lityum ve nadir toprak elementleri gibi kritik minerallere yönelik küresel talep arttıkça, Afrika ülkelerinin de stratejik öneminin artması kaçınılmaz. Afrika ülkeleri, bu rekabeti stratejik olarak değerlendirebildikleri ve yatırımlar için daha iyi koşullar müzakere edebildikleri ölçüde, yerel kapasitelerini arttırabilecek kalkınma hedefleriyle uyumlu sonuçlar elde edebilecekler.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar
Nebahat Tanrıverdi Yaşar - Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x