Gazze’de şafak ne zaman doğacak?

Hamas’ın ve İsrail’in stratejik hedefi ne? Gazze’de yıllardır yaşanan savaş-ateşkes-savaş döngüsünün kırılması mümkün mü? Durumu kökünden değiştirmek için konuşulan formüller arasında Türkiye’nin garantörlüğü dahil hangi seçenekler var? Prof. Dr. Hilmi Demir yazdı.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı 7 Kasım’da bir ayını doldurdu. On bine yakın sivilin katledildiği bu saldırının nerede duracağı tartışılıyor. Maalesef Netanyahu hükümetini durduracak ne uluslararası bir sistem ne de bölgesel bir güç var.

İsrail’in stratejik hedefi çok belirgin artık: Hamas’ı Gazze’den tamamen silmek. Zaten açıkça savaşı Hamas’ı tamamen yok ederse durduracağını ifade etti.

Ancak bunu yaparken, neredeyse Gazze’yi ve orada yaşayanları da silmek için yoğun bir çaba içinde. Sanki Gazze’de şafak hiç doğmayacak gibi.

Bilindiği gibi her savaşın bir taktiksel planı bir de stratejik hedefi vardır. Stratejik hedef savaşın nerede sonlandırılacağının sınırlarını belirler. Taktiksel plan bu stratejik hedefin gerçekleşmesine giden yolu ve araçları ortaya koyar.

Hamas’ın stratejik hedefi neydi?

7 Ekim’de Hamas’ın taktiksel vurucu gücüne ve yaratıcılığına şahit olsak da stratejik hedefinin ne olduğu konusunda doğrusu kafalar hâlâ karışık. Hamas, bu saldırı ile hangi stratejik hedefe ulaşmak istemişti?

Hamas’ın askerî kanadı Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Deif’in İsrail hapishanelerindeki Filistinlilerin serbest bırakılmasına karşılık, ateşkes görüşmelerinin başlamasına onay vereceğini söylediği biliniyor.

Hamas’ın stratejik hedefi İsrail’in elindeki tüm esirlerin serbest bırakılmasıysa eğer, bu durum Hamas açısından ciddi bir handikap. Zira bu, on binin üzerindeki sivilin esir takası için mi feda edildiğinin sorgulanmasını beraberinde getirir.

El Kassam Tugayları askerî sözcüsü Ebu Ubeyde’nin AksaTufanı’nın yirmi dokuzuncu gününde yaptığı sesli konuşma belki bize bir ipucu verebilir.

Ebu Ubeyde İsrail’in işgaline karşı Gazze’de şanlı bir direniş verdiklerini ve düşman kuvvetlerinin Gazze’yi işgal edemeyeceğini söylüyor. Aslında bu, Ebu Ebuyde’nin birçok açıklamasında dile getiriliyor. O halde Hamas için stratejik hedef Gazze’nin işgalini durdurmak mı?

Son durumun İsrail ordusunun Gazze’yi Kuzey ve Güney olarak ortadan böldüğünü ve kuzeyden de içeriye doğru girdiğini gösteriyor.

Veyahut Hamas’ın stratejik hedefi, dünya gündeminde son sıralara düşmüş, Filistin meselesini tekrar gündeme taşımak ve büyük bir yıkıma rağmen, sorunun çözümü için dünya kamuoyunu düşünmeye zorlamak mıydı? Bu durumda ister istemez bunun için başka seçenek zorlanamaz mıydı sorusu akla gelir.

İsrail’in stratejik hedefi gerçekleşirse ne olur?

Şimdi de Netanyahu’nun stratejik hedefini daha yakından konuşalım.

Kaç sivil ya da çocuk öldürüldüğü Netanyahu’nun çok da umurunda değil. Açıkça görüyoruz ki onun için tek hedef Hamas’ın yok edilmesi.

Öncelikle ifade etmeliyim ki İsrail’in operasyonlarda Hamas’ı tamamen yok etmesi mümkün değil.

Hamas, Gazze’de kök salmış güçlü sivil toplum kuruluşları ile sosyal bir ağa sahip. Hamas’ın bölgede eğitimden sosyal yardımlara kadar geniş bir ağı yönettiğini unutmayalım. Üstelik bu yapılanma oldukça erken bir süreçte başladı. Şeyh Ahmed Yasin tarafından 1973 yılında Gazze’de kurulan Mujama al-Islamiya o günden bugüne değin klinikler, kan bankaları, günlük bakım, tıbbi tedavi, yemek, gençlik kulüpleri ve okullar olmak üzere çok geniş bir ağa sahip.

Diğer İslami STK’lar gibi aile ve kadına özel bir önem veren İslami Merkez çatısı altında kapıları herkese açık kreşler, gençlik ve spor kulüpleri de bulunuyor.

1980’de açılan Gazze İslam Üniversitesi de bu merkez tarafından yönetiliyor.

Ayrıca Hamas’ın tünel ekonomisine bağlı olarak istihdam edilen yaklaşık 20 bine yakın küçük işletme ve 150 bine yakın işçinin işvereni olduğunu da unutmayalım. Uzmanlara göre tünel ekonomisi Hamas’ın Gazze’deki ekonomik faaliyetler üzerindeki tekelini güçlendirdi, sosyal uyumu azalttı ve Filistin Yönetimi ile aradaki farkı artırmasına yol açtı.[efn_note]https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/acaps-thematic-report-palestine-political-economy-gaza[/efn_note]

Savaş – ateşkes – savaş döngüsü

19 Eylül 2007’de İsrail hükümeti, Gazze’yi “düşman bölge” olarak tanımlamıştı. 2014 yılında yine İsrail’in Gazze’ye saldırısı ya da İsrail hükûmetinin ifade ettiği adla Koruyucu Hat Operasyonu 54 gün sürmüş ve hastaneler, elektrik santralleri o zaman da bombalanmıştı. Binlerce sivil yine katledilmişti.

2 Ağustos 2014’te İsrail uçakları Gazze İslam Üniversitesi’nin yönetim binasını vurmuştu. İsrail ordusu kampüsteki bir “silah geliştirme” merkezini hedef aldığını söylemişti. İngilizce Bölümü’nün enkazı altından yüzlerce İngiliz dili ve edebiyatı kitabı çıkmıştı. Dünden bugüne maalesef pek bir şey değişmedi.

Bu döngü 6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesinin Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesinde oturan bazı Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına karar vermesi üzerine tekrar etmişti.

Hamas’ın Gazze’den başlattığı füze saldırısı sonrası İsrail ordusu Gazze’ye girme kararı almış ama sonra vazgeçip, Gazze’yi yine ağır hava saldırısına tutmuştu. On beş gün sonra ise ateşkes ilan edilmişti.

Dolayısıyla aslında Gazze’nin sürekli bombalandığı bir savaş-ateşkes döngüsü yaşıyoruz.

İsrail’in ekonomik savaşı

Bu döngü içinde devam eden bir kuşatma var. Ekonomiyi bir savaş enstrümanı olarak kullanan İsrail hükümeti Hamas’ı boğmak için Hamas’a her türlü malzemenin girişini sınırlayan geniş çaplı bir abluka sürdürüyor. Hamas ise bu ablukanın etkilerini kırmayı başararak ve Gazze’deki tünel ekonomisini inşa ederek büyük bir ekonomik gelire ve kaynağa sahip oldu. Ambargolar halkın üzerinde ciddi bir baskı oluştururken Hamas’ı besleyen bir ekonominin doğmasına da neden oldu.

İsrail hükümetinin Gazze’deki yoğunlaştırılmış kuşatma politikası bir tür “ekonomik savaş” olarak da adlandırılabilir.

Bu savaşın önemli aşamalarından biri, Gazze’nin ithal ettiği ürünlerin bölgeye girişini düzenleyen Gümrük Kanunu’nun 2007’de feshedilmesiydi; bu durum Gazze’de birçok ürünün temin edilmesini sıkıntıya soktu. Ayrıca Gazze’nin kuzey ve doğu çevresini kesen, İsrail tarafından oluşturulan ve kontrol edilen tampon bölgeler de Gazze’nin tarımına ciddi darbe vurdu. Zira Gazze’nin ekilebilir topraklarının en az yüzde 48’i bu bölgede bulunuyordu.

Bu önlemlerin, Hamas rejimini devirme ve Batı Şeria’da Filistin Otoritesini teşvik etme politikasının bir parçası olarak, Gazze’nin ekonomisini ve üretim kapasitesini baltalamak ve tüketmek için kasıtlı olarak tasarlandığı söylenebilir. Ama görülen o ki, bütün bu çaba, tam aksine bir sonuç doğurdu: Hamas güçlendi.

Hamas ekonomik anlamda ne kadar dayanabilir?

Fakat tünel ekonomisi olmadan ve bu ekonominin işleyişi için Mısır’ın tünelden geçişlere izin vermesi sağlanmadan Hamas’ın bu yeni yıkımı atlatmasına imkân yok. Unutmayalım ki Gazze’de ekonomi önemli ölçüde dış fonlara ve yardımlara bağlı. 2020 yılında en fazla insani yardım ve kalkınma yardımını finanse eden üç bağışçı AB (%26,2), ABD (%19,7) ve Suudi Arabistan (%13,8) oldu.[efn_note]İlgili rapor için bkz. https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/acaps-thematic-report-palestine-political-economy-gaza[/efn_note] Hamas’ı terör örgütü kabul eden bu ülkeler yardımı doğrudan Gazze’yi yöneten Hamas’a ulaştırmıyorlar. Gazze’de çok karmaşık bir ekonomik sistem işliyor ama sonuçta tedarik zinciri büyük oranda tünellerden sağlanıyor.

7 Ekim sonrası Hamas hem büyük bir yıkımla hem de muhtemelen dış fon tedarikçilerinin güven bunalımıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu da Hamas’ın Gazze’yi eskisi gibi yönetmesini oldukça zorlaştıracaktır. İşgal altındaki Filistin Toprakları için acil çağrıya çıkan BM şu an yerinden edilen yaklaşık 1,5 milyon insan için acilen 1,2 milyar dolara ihtiyaç olduğunu duyurdu.[efn_note]https://ochaopt.org/content/flash-appeal-occupied-palestinian-territory-2023?_gl=1*1s1pbzx*_ga*MTU5NjUzNTczNS4xNjk5MDMxMjM3*_ga_E60ZNX2F68*MTY5OTQ3MDU2NC4zLjEuMTY5OTQ3MDY4My41MS4wLjA[/efn_note] Hamas’ın bu savaşı sürdürmesi ve devamında Gazze’yi yönetmesi neredeyse imkansız hale gelmiş gözüküyor.

İsrail’in seçenekleri

Bu açıdan bakıldığında Hamas’ın tamamen yok edilmesi imkânsız olsa da eğer barış sağlanırsa Hamas’ın eski günlerine dönmesi de pek muhtemel gözükmüyor.

Gazze’nin merkezine ulaştığını duyuran İsrail ordusu eğer Gazze’yi işgal etmeyi başarırsa Hamas sonrası ne olacak sorusu ile karşı karşıya kalacağız. ABD Dışişleri Bakanlığının, İsrail’in Gazze’yi tekrar işgal etmesini desteklemediklerini açıklaması, de o halde Gazze’yi kim ve nasıl yönetecek sorusunu ve olası senaryoları konuşmamızı mümkün kılıyor.

Birinci seçenek, İsrail’in Gazze’yi Filistin Yönetimine devretmesi. Ama zaten Oslo’daki anlaşmalara uymayan ve sözünde durmayan bir İsrail yönetimi ne kadar güvenilir olabilir?

Oslo barış sürecinin başlamasından bu yana geçen yaklaşık yirmi yılda Filistinliler, toprak ve diğer kaynakların sürekli kaybı ve mülksüzleştirmesinin damgasını vurduğu son derece olumsuz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu, en dramatik biçimde İsrail yerleşimlerinin ve altyapısının devasa genişlemesinde ve ayırma bariyerinin inşasında görülüyor.

Bir diğer senaryo, Gazze’de Hamas’ın gitmesi ve yerine Filistin Ulusal Yönetimi’nin gelmesi. Böyle bir seçenek Netanyahu Hükümeti’nin Gazze’ye bakışını değiştirir mi? Hiç sanmıyorum.

Peki, Hamas giderse el Fetih boşluğu doldurabilir mi?

El Fetih’den geriye kalan

Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve onun örgütü El Fetih bu süreçte pasiflikle suçlanıyor. Ayrıca Gazze’de bir liderlik sorunu olmasa hem seçimi Hamas kazanmaz hem de Hamas – El Fetih savaşı yaşanmazdı.

Ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü içindeki Filistin ulusal hareketinin ana direği olan El Fetih, siyasi olarak çok fazla eleştiri aldı ve son yıllarda popülaritesini oldukça kaybetti.

Mahmud Abbas, 2021’deki Filistin genel seçimlerini aniden erteledikten ve İsraillilerle güvenlik koordinasyonunu sürdürmeye devam ettikten sonra da halk nazarında ciddi bir güven kaybına uğradı. Buna, Abbas’ın 7 Ekim’den sonra sessiz kalması, çatışmaya girmemesini de eklemek gerekir.

Ayrıca Gazze’de sadece Hamas da yok. 7 Ekim’den bugüne geçen süreçte Mahmud Abbas’ın Hamas’a karşı güvensiz tavrı oldukça dikkat çekiyor ve eleştiri konusu oluyor. Nihayetinde kendilerine “Ebu Cendel’in Oğulları” adını veren ve Filistin hükümetine bağlı güvenlik güçlerinden oluşan bir grup, Mahmud Abbas yönetimine başkaldırdı: “Başkan Abbas’a İsrail’e karşı somut adımlar atması için 24 saat zaman tanıyoruz. Aksi taktirde güvenlik güçleri itaatsizlik yapıp emirlere karşı gelecektir.”

Bu açıklama da Abbas’ın işinin de ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

7 Ekim sonrası Hamas’ın Körfez’deki Katar gibi destekçilerini de kaybetmesi mümkün gözükse de bu boşluğu el Fetih’in doldurması çok zor gözüküyor.

Bu durumda devreye üçüncü yol ihtimali mi girecek diye sorabilirsiniz.

Başka seçenekler mümkün mü?

Doğrusu, üçüncü yol ihtimalini daha güçlü görsem de bu ihtimalin kendisi de çok seçenekli…

Bu seçeneklerin bir tanesi siyaseten sona gelen Abbas’ın koltuğunun el değiştirilmesi.

Koltuğun adayları arasında, Mahmud Abbas yönetiminin istihbarat şefi ve Gazze’den uzaklaştırılan Muhammed Dahlan’ın adı konuşulanlar arasında. Muhtemelen Dahlan’ın geri dönüşünü Körfez ülkelerinden bir kısmı özellikle de Mısır ve Suudi Arabistan istiyor. Dahlan’ın The Economist dergisine verdiği uzun bir röportaj ve demokrasi çağrısı da buna hazırlık olarak okunabilir.[efn_note]https://www.economist.com/middle-east-and-africa/2023/10/30/a-vision-for-the-palestinians-after-the-war[/efn_note]

Fakat Dahlan’ın hem karanlık özgeçmişi hem de diğer aktörlerden gelecek itirazlar onun Filistinlilere kendisini kabul ettirip ettiremeyeceği konusunda kuşkular yaratıyor.

Bu koltuk için adı geçen diğer bir isim ise Mervan Barguti.

İsrail hapishanelerinde uzun bir zamandır tutuklu bulunan Fetih Hareketi lideri Mervan Barguti’nin salıverilmesi durumunda Mahmud Abbas’ın yerine geçmesi mümkün gözüküyor.

“Filistinli Mandela Gazze’ye barış getirebilir mi?” şeklinde Batı basınında atılan manşetler de bunun bir planı olarak okunabilir.[efn_note]https://www.france24.com/en/middle-east/20231104-can-marwan-barghouti-the-palestinian-mandela-bring-peace-to-gaza / https://prospect.org/world/2023-10-20-barghouti-palestines-nelson-mandela/[/efn_note]

Mervan Barguti 2002 yılından beri İsrail hapishanelerinde tutuklu ve gençler arasında da oldukça popüler. Hamas, El Fetih, İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Filistin Kurtuluş Demokratik Cephesi (DFLP) liderleri tarafından imzalanan 2006 Ulusal Mahkûm Uzlaşma Belgesi’nin taslağının Barguti tarafından hazırlandığını biliyoruz.

Belgede, “1967 sınırları içerisinde bir Filistin devletinin kurulması, Filistin direnişinin 1967’de işgal edilen topraklarla sınırlı olması, karşılıklı ateşkese saygı gösterilmesi ve Filistinlilerin uluslararası hukuka uygun olarak işgale direnme haklarını savunmaları” çağrısında bulunuluyor.

Amacı, Hamas’ın 2006’da Gazze Şeridi’nde kazandığı seçim zaferinin getirdiği siyasi çıkmazı aşmak için bir koalisyon hükümeti kurulmasını sağlamaktı. Bu açıdan bakıldığında Barguti’nin hem Filistinlileri hem de barış isteyen diğer tarafları daha kolay ikna edebileceğini söyleyebiliriz.

Buna şimdi gelin bir de Türkiye’nin garantörlük teklifini yerleştirelim.

Türkiye’nin garantörlük teklifi

Filistin yönetiminde Abbas’ın yerine yeni bir liderin gelmesi ve Türkiye’nin garantörlük teklifi bölgede üçüncü bir yol senaryosu olarak öne çıkıyor.

Tabii burada Türkiye’nin garantörlük rolünü İran’a kabul ettirmesi oldukça zor olacaktır. Suudi Arabistan ve İsrail’in de bu role itiraz edebileceği söylense de şahsen onların daha kolay ikna edilebileceğini düşünüyorum. Hatta muhtemelen bu garantörlük rolü Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle birlikte ortak bir barış gücü ile de bölgede üstlenilebilir.

İran faktörü

Burada bu seçeneğe en büyük itiraz kuşkusuz İran’dan gelecektir. İran baştan beri bölgede barış ve istikrarın diğer ucunda kalmayı tercih ediyor.

Hatta 7 Ekim sonrası sürecin başlamasında İran’ın Hamas üzerinde önemli bir etki olduğu artık çok fazla gizlenmiyor.

Türkiye’nin Hamas’ı terör örgütü ilan etmeme kararında da İran’ın bu etkisini kırmaya yönelik bir iradenin olduğu düşünülebilir. ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyaretinde Türkiye’den Hamas’a baskıyı artırmasını istemesi böyle okunmalı. Zira Türkiye Hamas ile ipleri atmayarak en azında bölgede Hamas ile diyalog kuracak bir kanal açmış oldu.

Sonuç olarak eğer İsrail ordusunun stratejik hedefi gerçekleşirse ortada bizi bekleyen birçok senaryo var. Netanyahu’nun son açıklaması göre İsrail belirsiz bir süre Gazze’nin yönetimini elinde tutmak istiyorsa da ben üçüncü yol ve garantörlük seçeneğinin daha da güçlendiğini düşünüyorum. Ama benim kalbimden geçen bir an önce barışın gelmesi. Çünkü barış geciktikçe maalesef sivil ölümler artıyor.

Bu yazıyı bitirdiğimde Riyad’da düzenlenen Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi Sonuç Bildirgesi açıklandı. 27. Madde de “Filistin Kurtuluş Örgütünün, Filistin halkının tek meşru örgütü olduğuna vurgu yaparak, tüm Filistinli grup ve güçlere FKÖ çatısı altında toplanma ve FKÖ’nün liderliğindeki ulusal ortaklık çerçevesindeki sorumluluklarını yerine getirme çağrısı yapar” deniyor. Bu çağrı açıkça Hamas’ın meşruiyetinin sorgulandığı anlamına gelir ve barış sonrası FKÖ’ünün eli daha da güçlenmiş görünüyor. Buna rağmen ben hâlâ üçüncü yol seçeneğini daha güçlü gördüğümü ifade etmeliyim.

Bir diğer gelişme de Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ebuyde’nin son konuşmasındaki giriş cümlelerindeki değişiklikte gizliydi. Sözlerine “Ey dünyanın tüm özgür insanları, sizi Allah’ın selamı ile selamlıyorum” diyerek başladı. Daha önceki konuşmalarına “Ey Arap ve İslam Ümmetimiz” diyerek başlıyordu. Bu değişiklik, Riyad’da düzenlenen Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesine bir mesaj olarak yorumlansa da Filistin meselesinde ortada bir “ümmet ve Arap Dünyası’nın olmadığının itirafı olarak da okunabilir. Görüleceği gibi Filistin meselesine olmayan İslam Ümmeti değil farklı coğrafyalarda Yahudi, Hristiyan, Müslüman ya da bir dine ait olmayan insanların ve toplumların ortak vicdanı sahip çıkıyor.

Umudumuz, Hamas’ın bilemediğimiz stratejik hedefi ile İsrail’in açık stratejik hedefi gerçekleşmeden bir an önce toplumların ortak vicdanının ateşkesi sağlaması. Bu olursa barışı inşa edecek mekanizmaları konuşmak da mümkün olur.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Hilmi Demir
Hilmi Demir
Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Gazze’de şafak ne zaman doğacak?

Hamas’ın ve İsrail’in stratejik hedefi ne? Gazze’de yıllardır yaşanan savaş-ateşkes-savaş döngüsünün kırılması mümkün mü? Durumu kökünden değiştirmek için konuşulan formüller arasında Türkiye’nin garantörlüğü dahil hangi seçenekler var? Prof. Dr. Hilmi Demir yazdı.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı 7 Kasım’da bir ayını doldurdu. On bine yakın sivilin katledildiği bu saldırının nerede duracağı tartışılıyor. Maalesef Netanyahu hükümetini durduracak ne uluslararası bir sistem ne de bölgesel bir güç var.

İsrail’in stratejik hedefi çok belirgin artık: Hamas’ı Gazze’den tamamen silmek. Zaten açıkça savaşı Hamas’ı tamamen yok ederse durduracağını ifade etti.

Ancak bunu yaparken, neredeyse Gazze’yi ve orada yaşayanları da silmek için yoğun bir çaba içinde. Sanki Gazze’de şafak hiç doğmayacak gibi.

Bilindiği gibi her savaşın bir taktiksel planı bir de stratejik hedefi vardır. Stratejik hedef savaşın nerede sonlandırılacağının sınırlarını belirler. Taktiksel plan bu stratejik hedefin gerçekleşmesine giden yolu ve araçları ortaya koyar.

Hamas’ın stratejik hedefi neydi?

7 Ekim’de Hamas’ın taktiksel vurucu gücüne ve yaratıcılığına şahit olsak da stratejik hedefinin ne olduğu konusunda doğrusu kafalar hâlâ karışık. Hamas, bu saldırı ile hangi stratejik hedefe ulaşmak istemişti?

Hamas’ın askerî kanadı Kassam Tugayları Komutanı Muhammed Deif’in İsrail hapishanelerindeki Filistinlilerin serbest bırakılmasına karşılık, ateşkes görüşmelerinin başlamasına onay vereceğini söylediği biliniyor.

Hamas’ın stratejik hedefi İsrail’in elindeki tüm esirlerin serbest bırakılmasıysa eğer, bu durum Hamas açısından ciddi bir handikap. Zira bu, on binin üzerindeki sivilin esir takası için mi feda edildiğinin sorgulanmasını beraberinde getirir.

El Kassam Tugayları askerî sözcüsü Ebu Ubeyde’nin AksaTufanı’nın yirmi dokuzuncu gününde yaptığı sesli konuşma belki bize bir ipucu verebilir.

Ebu Ubeyde İsrail’in işgaline karşı Gazze’de şanlı bir direniş verdiklerini ve düşman kuvvetlerinin Gazze’yi işgal edemeyeceğini söylüyor. Aslında bu, Ebu Ebuyde’nin birçok açıklamasında dile getiriliyor. O halde Hamas için stratejik hedef Gazze’nin işgalini durdurmak mı?

Son durumun İsrail ordusunun Gazze’yi Kuzey ve Güney olarak ortadan böldüğünü ve kuzeyden de içeriye doğru girdiğini gösteriyor.

Veyahut Hamas’ın stratejik hedefi, dünya gündeminde son sıralara düşmüş, Filistin meselesini tekrar gündeme taşımak ve büyük bir yıkıma rağmen, sorunun çözümü için dünya kamuoyunu düşünmeye zorlamak mıydı? Bu durumda ister istemez bunun için başka seçenek zorlanamaz mıydı sorusu akla gelir.

İsrail’in stratejik hedefi gerçekleşirse ne olur?

Şimdi de Netanyahu’nun stratejik hedefini daha yakından konuşalım.

Kaç sivil ya da çocuk öldürüldüğü Netanyahu’nun çok da umurunda değil. Açıkça görüyoruz ki onun için tek hedef Hamas’ın yok edilmesi.

Öncelikle ifade etmeliyim ki İsrail’in operasyonlarda Hamas’ı tamamen yok etmesi mümkün değil.

Hamas, Gazze’de kök salmış güçlü sivil toplum kuruluşları ile sosyal bir ağa sahip. Hamas’ın bölgede eğitimden sosyal yardımlara kadar geniş bir ağı yönettiğini unutmayalım. Üstelik bu yapılanma oldukça erken bir süreçte başladı. Şeyh Ahmed Yasin tarafından 1973 yılında Gazze’de kurulan Mujama al-Islamiya o günden bugüne değin klinikler, kan bankaları, günlük bakım, tıbbi tedavi, yemek, gençlik kulüpleri ve okullar olmak üzere çok geniş bir ağa sahip.

Diğer İslami STK’lar gibi aile ve kadına özel bir önem veren İslami Merkez çatısı altında kapıları herkese açık kreşler, gençlik ve spor kulüpleri de bulunuyor.

1980’de açılan Gazze İslam Üniversitesi de bu merkez tarafından yönetiliyor.

Ayrıca Hamas’ın tünel ekonomisine bağlı olarak istihdam edilen yaklaşık 20 bine yakın küçük işletme ve 150 bine yakın işçinin işvereni olduğunu da unutmayalım. Uzmanlara göre tünel ekonomisi Hamas’ın Gazze’deki ekonomik faaliyetler üzerindeki tekelini güçlendirdi, sosyal uyumu azalttı ve Filistin Yönetimi ile aradaki farkı artırmasına yol açtı.[efn_note]https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/acaps-thematic-report-palestine-political-economy-gaza[/efn_note]

Savaş – ateşkes – savaş döngüsü

19 Eylül 2007’de İsrail hükümeti, Gazze’yi “düşman bölge” olarak tanımlamıştı. 2014 yılında yine İsrail’in Gazze’ye saldırısı ya da İsrail hükûmetinin ifade ettiği adla Koruyucu Hat Operasyonu 54 gün sürmüş ve hastaneler, elektrik santralleri o zaman da bombalanmıştı. Binlerce sivil yine katledilmişti.

2 Ağustos 2014’te İsrail uçakları Gazze İslam Üniversitesi’nin yönetim binasını vurmuştu. İsrail ordusu kampüsteki bir “silah geliştirme” merkezini hedef aldığını söylemişti. İngilizce Bölümü’nün enkazı altından yüzlerce İngiliz dili ve edebiyatı kitabı çıkmıştı. Dünden bugüne maalesef pek bir şey değişmedi.

Bu döngü 6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesinin Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesinde oturan bazı Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına karar vermesi üzerine tekrar etmişti.

Hamas’ın Gazze’den başlattığı füze saldırısı sonrası İsrail ordusu Gazze’ye girme kararı almış ama sonra vazgeçip, Gazze’yi yine ağır hava saldırısına tutmuştu. On beş gün sonra ise ateşkes ilan edilmişti.

Dolayısıyla aslında Gazze’nin sürekli bombalandığı bir savaş-ateşkes döngüsü yaşıyoruz.

İsrail’in ekonomik savaşı

Bu döngü içinde devam eden bir kuşatma var. Ekonomiyi bir savaş enstrümanı olarak kullanan İsrail hükümeti Hamas’ı boğmak için Hamas’a her türlü malzemenin girişini sınırlayan geniş çaplı bir abluka sürdürüyor. Hamas ise bu ablukanın etkilerini kırmayı başararak ve Gazze’deki tünel ekonomisini inşa ederek büyük bir ekonomik gelire ve kaynağa sahip oldu. Ambargolar halkın üzerinde ciddi bir baskı oluştururken Hamas’ı besleyen bir ekonominin doğmasına da neden oldu.

İsrail hükümetinin Gazze’deki yoğunlaştırılmış kuşatma politikası bir tür “ekonomik savaş” olarak da adlandırılabilir.

Bu savaşın önemli aşamalarından biri, Gazze’nin ithal ettiği ürünlerin bölgeye girişini düzenleyen Gümrük Kanunu’nun 2007’de feshedilmesiydi; bu durum Gazze’de birçok ürünün temin edilmesini sıkıntıya soktu. Ayrıca Gazze’nin kuzey ve doğu çevresini kesen, İsrail tarafından oluşturulan ve kontrol edilen tampon bölgeler de Gazze’nin tarımına ciddi darbe vurdu. Zira Gazze’nin ekilebilir topraklarının en az yüzde 48’i bu bölgede bulunuyordu.

Bu önlemlerin, Hamas rejimini devirme ve Batı Şeria’da Filistin Otoritesini teşvik etme politikasının bir parçası olarak, Gazze’nin ekonomisini ve üretim kapasitesini baltalamak ve tüketmek için kasıtlı olarak tasarlandığı söylenebilir. Ama görülen o ki, bütün bu çaba, tam aksine bir sonuç doğurdu: Hamas güçlendi.

Hamas ekonomik anlamda ne kadar dayanabilir?

Fakat tünel ekonomisi olmadan ve bu ekonominin işleyişi için Mısır’ın tünelden geçişlere izin vermesi sağlanmadan Hamas’ın bu yeni yıkımı atlatmasına imkân yok. Unutmayalım ki Gazze’de ekonomi önemli ölçüde dış fonlara ve yardımlara bağlı. 2020 yılında en fazla insani yardım ve kalkınma yardımını finanse eden üç bağışçı AB (%26,2), ABD (%19,7) ve Suudi Arabistan (%13,8) oldu.[efn_note]İlgili rapor için bkz. https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/acaps-thematic-report-palestine-political-economy-gaza[/efn_note] Hamas’ı terör örgütü kabul eden bu ülkeler yardımı doğrudan Gazze’yi yöneten Hamas’a ulaştırmıyorlar. Gazze’de çok karmaşık bir ekonomik sistem işliyor ama sonuçta tedarik zinciri büyük oranda tünellerden sağlanıyor.

7 Ekim sonrası Hamas hem büyük bir yıkımla hem de muhtemelen dış fon tedarikçilerinin güven bunalımıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu da Hamas’ın Gazze’yi eskisi gibi yönetmesini oldukça zorlaştıracaktır. İşgal altındaki Filistin Toprakları için acil çağrıya çıkan BM şu an yerinden edilen yaklaşık 1,5 milyon insan için acilen 1,2 milyar dolara ihtiyaç olduğunu duyurdu.[efn_note]https://ochaopt.org/content/flash-appeal-occupied-palestinian-territory-2023?_gl=1*1s1pbzx*_ga*MTU5NjUzNTczNS4xNjk5MDMxMjM3*_ga_E60ZNX2F68*MTY5OTQ3MDU2NC4zLjEuMTY5OTQ3MDY4My41MS4wLjA[/efn_note] Hamas’ın bu savaşı sürdürmesi ve devamında Gazze’yi yönetmesi neredeyse imkansız hale gelmiş gözüküyor.

İsrail’in seçenekleri

Bu açıdan bakıldığında Hamas’ın tamamen yok edilmesi imkânsız olsa da eğer barış sağlanırsa Hamas’ın eski günlerine dönmesi de pek muhtemel gözükmüyor.

Gazze’nin merkezine ulaştığını duyuran İsrail ordusu eğer Gazze’yi işgal etmeyi başarırsa Hamas sonrası ne olacak sorusu ile karşı karşıya kalacağız. ABD Dışişleri Bakanlığının, İsrail’in Gazze’yi tekrar işgal etmesini desteklemediklerini açıklaması, de o halde Gazze’yi kim ve nasıl yönetecek sorusunu ve olası senaryoları konuşmamızı mümkün kılıyor.

Birinci seçenek, İsrail’in Gazze’yi Filistin Yönetimine devretmesi. Ama zaten Oslo’daki anlaşmalara uymayan ve sözünde durmayan bir İsrail yönetimi ne kadar güvenilir olabilir?

Oslo barış sürecinin başlamasından bu yana geçen yaklaşık yirmi yılda Filistinliler, toprak ve diğer kaynakların sürekli kaybı ve mülksüzleştirmesinin damgasını vurduğu son derece olumsuz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Bu, en dramatik biçimde İsrail yerleşimlerinin ve altyapısının devasa genişlemesinde ve ayırma bariyerinin inşasında görülüyor.

Bir diğer senaryo, Gazze’de Hamas’ın gitmesi ve yerine Filistin Ulusal Yönetimi’nin gelmesi. Böyle bir seçenek Netanyahu Hükümeti’nin Gazze’ye bakışını değiştirir mi? Hiç sanmıyorum.

Peki, Hamas giderse el Fetih boşluğu doldurabilir mi?

El Fetih’den geriye kalan

Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve onun örgütü El Fetih bu süreçte pasiflikle suçlanıyor. Ayrıca Gazze’de bir liderlik sorunu olmasa hem seçimi Hamas kazanmaz hem de Hamas – El Fetih savaşı yaşanmazdı.

Ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü içindeki Filistin ulusal hareketinin ana direği olan El Fetih, siyasi olarak çok fazla eleştiri aldı ve son yıllarda popülaritesini oldukça kaybetti.

Mahmud Abbas, 2021’deki Filistin genel seçimlerini aniden erteledikten ve İsraillilerle güvenlik koordinasyonunu sürdürmeye devam ettikten sonra da halk nazarında ciddi bir güven kaybına uğradı. Buna, Abbas’ın 7 Ekim’den sonra sessiz kalması, çatışmaya girmemesini de eklemek gerekir.

Ayrıca Gazze’de sadece Hamas da yok. 7 Ekim’den bugüne geçen süreçte Mahmud Abbas’ın Hamas’a karşı güvensiz tavrı oldukça dikkat çekiyor ve eleştiri konusu oluyor. Nihayetinde kendilerine “Ebu Cendel’in Oğulları” adını veren ve Filistin hükümetine bağlı güvenlik güçlerinden oluşan bir grup, Mahmud Abbas yönetimine başkaldırdı: “Başkan Abbas’a İsrail’e karşı somut adımlar atması için 24 saat zaman tanıyoruz. Aksi taktirde güvenlik güçleri itaatsizlik yapıp emirlere karşı gelecektir.”

Bu açıklama da Abbas’ın işinin de ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

7 Ekim sonrası Hamas’ın Körfez’deki Katar gibi destekçilerini de kaybetmesi mümkün gözükse de bu boşluğu el Fetih’in doldurması çok zor gözüküyor.

Bu durumda devreye üçüncü yol ihtimali mi girecek diye sorabilirsiniz.

Başka seçenekler mümkün mü?

Doğrusu, üçüncü yol ihtimalini daha güçlü görsem de bu ihtimalin kendisi de çok seçenekli…

Bu seçeneklerin bir tanesi siyaseten sona gelen Abbas’ın koltuğunun el değiştirilmesi.

Koltuğun adayları arasında, Mahmud Abbas yönetiminin istihbarat şefi ve Gazze’den uzaklaştırılan Muhammed Dahlan’ın adı konuşulanlar arasında. Muhtemelen Dahlan’ın geri dönüşünü Körfez ülkelerinden bir kısmı özellikle de Mısır ve Suudi Arabistan istiyor. Dahlan’ın The Economist dergisine verdiği uzun bir röportaj ve demokrasi çağrısı da buna hazırlık olarak okunabilir.[efn_note]https://www.economist.com/middle-east-and-africa/2023/10/30/a-vision-for-the-palestinians-after-the-war[/efn_note]

Fakat Dahlan’ın hem karanlık özgeçmişi hem de diğer aktörlerden gelecek itirazlar onun Filistinlilere kendisini kabul ettirip ettiremeyeceği konusunda kuşkular yaratıyor.

Bu koltuk için adı geçen diğer bir isim ise Mervan Barguti.

İsrail hapishanelerinde uzun bir zamandır tutuklu bulunan Fetih Hareketi lideri Mervan Barguti’nin salıverilmesi durumunda Mahmud Abbas’ın yerine geçmesi mümkün gözüküyor.

“Filistinli Mandela Gazze’ye barış getirebilir mi?” şeklinde Batı basınında atılan manşetler de bunun bir planı olarak okunabilir.[efn_note]https://www.france24.com/en/middle-east/20231104-can-marwan-barghouti-the-palestinian-mandela-bring-peace-to-gaza / https://prospect.org/world/2023-10-20-barghouti-palestines-nelson-mandela/[/efn_note]

Mervan Barguti 2002 yılından beri İsrail hapishanelerinde tutuklu ve gençler arasında da oldukça popüler. Hamas, El Fetih, İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve Filistin Kurtuluş Demokratik Cephesi (DFLP) liderleri tarafından imzalanan 2006 Ulusal Mahkûm Uzlaşma Belgesi’nin taslağının Barguti tarafından hazırlandığını biliyoruz.

Belgede, “1967 sınırları içerisinde bir Filistin devletinin kurulması, Filistin direnişinin 1967’de işgal edilen topraklarla sınırlı olması, karşılıklı ateşkese saygı gösterilmesi ve Filistinlilerin uluslararası hukuka uygun olarak işgale direnme haklarını savunmaları” çağrısında bulunuluyor.

Amacı, Hamas’ın 2006’da Gazze Şeridi’nde kazandığı seçim zaferinin getirdiği siyasi çıkmazı aşmak için bir koalisyon hükümeti kurulmasını sağlamaktı. Bu açıdan bakıldığında Barguti’nin hem Filistinlileri hem de barış isteyen diğer tarafları daha kolay ikna edebileceğini söyleyebiliriz.

Buna şimdi gelin bir de Türkiye’nin garantörlük teklifini yerleştirelim.

Türkiye’nin garantörlük teklifi

Filistin yönetiminde Abbas’ın yerine yeni bir liderin gelmesi ve Türkiye’nin garantörlük teklifi bölgede üçüncü bir yol senaryosu olarak öne çıkıyor.

Tabii burada Türkiye’nin garantörlük rolünü İran’a kabul ettirmesi oldukça zor olacaktır. Suudi Arabistan ve İsrail’in de bu role itiraz edebileceği söylense de şahsen onların daha kolay ikna edilebileceğini düşünüyorum. Hatta muhtemelen bu garantörlük rolü Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle birlikte ortak bir barış gücü ile de bölgede üstlenilebilir.

İran faktörü

Burada bu seçeneğe en büyük itiraz kuşkusuz İran’dan gelecektir. İran baştan beri bölgede barış ve istikrarın diğer ucunda kalmayı tercih ediyor.

Hatta 7 Ekim sonrası sürecin başlamasında İran’ın Hamas üzerinde önemli bir etki olduğu artık çok fazla gizlenmiyor.

Türkiye’nin Hamas’ı terör örgütü ilan etmeme kararında da İran’ın bu etkisini kırmaya yönelik bir iradenin olduğu düşünülebilir. ABD Dışişleri Bakanı’nın Türkiye ziyaretinde Türkiye’den Hamas’a baskıyı artırmasını istemesi böyle okunmalı. Zira Türkiye Hamas ile ipleri atmayarak en azında bölgede Hamas ile diyalog kuracak bir kanal açmış oldu.

Sonuç olarak eğer İsrail ordusunun stratejik hedefi gerçekleşirse ortada bizi bekleyen birçok senaryo var. Netanyahu’nun son açıklaması göre İsrail belirsiz bir süre Gazze’nin yönetimini elinde tutmak istiyorsa da ben üçüncü yol ve garantörlük seçeneğinin daha da güçlendiğini düşünüyorum. Ama benim kalbimden geçen bir an önce barışın gelmesi. Çünkü barış geciktikçe maalesef sivil ölümler artıyor.

Bu yazıyı bitirdiğimde Riyad’da düzenlenen Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi Sonuç Bildirgesi açıklandı. 27. Madde de “Filistin Kurtuluş Örgütünün, Filistin halkının tek meşru örgütü olduğuna vurgu yaparak, tüm Filistinli grup ve güçlere FKÖ çatısı altında toplanma ve FKÖ’nün liderliğindeki ulusal ortaklık çerçevesindeki sorumluluklarını yerine getirme çağrısı yapar” deniyor. Bu çağrı açıkça Hamas’ın meşruiyetinin sorgulandığı anlamına gelir ve barış sonrası FKÖ’ünün eli daha da güçlenmiş görünüyor. Buna rağmen ben hâlâ üçüncü yol seçeneğini daha güçlü gördüğümü ifade etmeliyim.

Bir diğer gelişme de Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ebuyde’nin son konuşmasındaki giriş cümlelerindeki değişiklikte gizliydi. Sözlerine “Ey dünyanın tüm özgür insanları, sizi Allah’ın selamı ile selamlıyorum” diyerek başladı. Daha önceki konuşmalarına “Ey Arap ve İslam Ümmetimiz” diyerek başlıyordu. Bu değişiklik, Riyad’da düzenlenen Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesine bir mesaj olarak yorumlansa da Filistin meselesinde ortada bir “ümmet ve Arap Dünyası’nın olmadığının itirafı olarak da okunabilir. Görüleceği gibi Filistin meselesine olmayan İslam Ümmeti değil farklı coğrafyalarda Yahudi, Hristiyan, Müslüman ya da bir dine ait olmayan insanların ve toplumların ortak vicdanı sahip çıkıyor.

Umudumuz, Hamas’ın bilemediğimiz stratejik hedefi ile İsrail’in açık stratejik hedefi gerçekleşmeden bir an önce toplumların ortak vicdanının ateşkesi sağlaması. Bu olursa barışı inşa edecek mekanizmaları konuşmak da mümkün olur.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 13 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Hilmi Demir
Hilmi Demir
Prof. Dr. Hilmi Demir, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Orta Asya ve Orta Doğu Araştırma Enstitüsü Direktörü, Radikalleşme, Selefilik, İslami Hareketler Uzmanı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x