7 Ekim olaylarından itibaren yaşanan gelişmeler, sadece İsrail ve Hamas güçleri arasındaki çatışmalarla veya İsrail’in Gazze’ye saldırılarıyla sınırlı kalmadı. İsrail, Gazze’ye destek verebilecek yakın bölgeleri sistematik bir şekilde vurarak buralardan gelebilecek tehditleri asgari seviyede tutmaya çalışıyor.
İsrail saldırılarının en yoğun yaşandığı bölge kuşkusuz Güney Lübnan. Bu bölgede saha hakimiyeti olan Hizbullah, İsrail’in saldırılarına karşı misillemeler yapınca taraflar arasındaki tansiyon yükselmeye başladı. Hizbullah, İsrail’e karşı yaptığı bu misillemelerin dozunu oldukça düşük seviyede tutmaya dikkat etti. Fakat bölgedeki istikrarsızlık, kısa süre içinde İran’ı da içine alacak şekilde genişleyince Hizbullah daha sert bir tutum izlemeye başladı. Daha açık bir ifadeyle, Nisan 2024’te İran’ın Şam büyükelçilik binasına yapılan İsrail saldırısı, Tahran’ın bölgedeki en güçlü vekil unsuru olan Hizbullah’ın daha yüksek seviyeli bir alarm durumuna geçmesini beraberinde getirdi. Buna rağmen, Hizbullah’ın İsrail’e dönük tavrı, İran’ın uzun süredir sürdürdüğü “söylemde etkin, eylemde itidalli” stratejisinin dışına çıkmadı.
İran, Hizbullah’ın lokal ölçekli gerilimin dışına çıkarak daha büyük bir savaşa girmesine sıcak bakmıyor. Tahran yönetimi, 2006 yılındakine benzer bir savaşın tekrarlanması durumunda bunun İran’a ciddi yansımaları olacağının farkında. Dolayısıyla, Hizbullah’ın İsrail’e karşı düşük seviyeli bir angajman içinde kalmasını önemsiyor. Bu strateji, İslam dünyasına yönelik İsrail’e karşı mücadele edildiği algısını diri tutarken İsrail’le doğrudan bir savaşa girilmesini de engellemiş oluyor.
Son yaşanan, Hizbullah’ın önemli isimlerinden Fuad Şükür ve Hamas liderlerinden İsmail Haniye suikastlarının Hizbullah’ın İsrail’e yönelik mevcut angajman stratejisini değiştirme ihtimali ve olayların daha kapsamlı bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceği uluslararası kamuoyu tarafından cevabı aranan sorular olarak öne çıkıyor.
Fuad Şükür suikastı sonrası Hizbullah tavır değiştirir mi?
Uzun süredir İsrail işgali altında bulunan Golan Tepeleri’ndeki Mecdel Şems beldesine roket isabet etmesi sonucu, aralarında çocukların da olduğu 12 kişi hayatını kaybederken, 17’si ağır 35 kişi de yaralandı. Bu saldırı herhangi bir örgüt tarafından üstlenilmese de İsrail, saldırıdan Hizbullah’ı sorumlu tuttu. Olaydan hemen sonra açıklama yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, “İsrail, bu ölümcül saldırıyı bir kenara not etmeyecek. Hizbullah şimdiye kadar ödemediği ağır bir bedel ödeyecek.” ifadesini kullandı.
Mecdel Şems saldırısından kısa bir süre sonra, 30 Temmuz’da İsrail tarafından Lübnan’ın güneyine düzenlenen saldırıda Fuad Şükür öldürüldü. Seyid Muhsin kod adlı Fuad Şükür’ün Hasan Nasrallah’ın sağ kolu olduğu ve Hizbullah’ın en güçlü askerî varlığı olan hassas füze projesinin komutanı olduğu dikkate alındığında suikastın boyutu daha iyi anlaşılabilir. Ayrıca Şükür, 1983’te Beyrut’ta konuşlu ABD Deniz Piyadeleri kışlasının bombalanmasında parmağı olduğu iddiasıyla Washington tarafından arananlar listesindeydi.
Bu operasyonla birlikte İsrail, bir taraftan Hizbullah’ın en gözde komutanlarından birini ortadan kaldırarak örgütün kurmay kapasitesine güçlü bir darbe indirirken diğer taraftan Hizbullah’a karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. 7 Ekim olaylarından itibaren Hizbullah’ın yaşadığı imaj kaybı Şükür suikastı sonrasında zirve noktaya ulaştı ve bu durum örgütün caydırıcılığını da sorgulatır duruma getirdi.
Hizbullah’ın yaşadığı bu düşüş, sadece İsrail’e karşı kapasite sorunsalını öne çıkarmakla kalmadı aynı zamanda Lübnan içindeki konumunu da büyük ölçüde sarstı. Diğer bir ifadeyle, Hizbullah’ın Lübnanlı bir direniş örgütü olmaktan çok İran’ın Lübnan’daki vekil aktörü olarak hareket etmesi, 2006’dan itibaren örgütün ülkede kazandığı meşruiyetin halk nazarında sorgulanmasını beraberinde getirdi. Bu imaj kaybına rağmen Hizbullah’ın İran’dan bağımsız olarak bir paradigma değişikliğine gitmesi ve İsrail ile doğrudan bir angajmana girmesi pek mümkün gözükmüyor.
Haniye suikastının Hizbullah-İsrail gerilimine yansımaları olur mu?
Hamas-İsrail çatışmalarına siyasi bir çözüm bulma ve Gazze’de sivillere yönelik saldırıları durdurma çabaları devam ederken Tahran’da yaşanan İsmail Haniye suikastı, Ortadoğu’da ve uluslararası kamuoyunda adeta şok etkisi yarattı. Bu gelişme, çözüme dönük bütün inisiyatiflerin rafa kalkmasına ve çatışmaların şiddetlenerek devam etmesine sebep oldu.
Söz konusu suikastı sansasyonel yapan en önemli unsur, İsmail Haniye gibi Hamas ile özdeşleşmiş bir ismin öldürülmesi olsa da suikastın İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleşmiş olması da bir o kadar önemlidir. Devrim Muhafızları Ordusu’nun koruması altındaki bir bölgede yaşanan suikast vakasının hangi yöntemle icra edildiği noktasında dahi tam bir fikir birliği yok. Bu durum, Tahran yönetiminin içinde bulunduğu güvenlik zafiyetini ve istihbarat eksikliğini gözler önüne seriyor.
İran, bu saldırıyı doğrudan kendisine yapılmış bir saldırı olarak mı kabul edecek yoksa kendi topraklarında yaşansa da kendisine yönelik bir saldırı olmadığına mı kanaat getirecek henüz netlik kazanmadı. Nitekim eğer saldırıyı doğrudan kendisine yönelik görürse, Nisan 2024’te Şam büyükelçilik binasının vurulmasına cevap olarak yaptığı gibi doğrudan İsrail’e bir saldırı icra edebilir. Ancak, kendisine yönelik görmemeyi tercih ederse vekil unsurlarını devreye sokması muhtemeldir. Bu noktada, Irak, Suriye ve Yemen’de İran vekilleri bulunsa da öne çıkan vekil aktör gerek İsrail’e olan coğrafi yakınlığı gerekse de askerî kapasitesi yönüyle Hizbullah’tır. Dolayısıyla, İran’ın Haniye suikastıyla ilgili izleyeceği misilleme stratejisi, Hizbullah-İsrail çatışmalarının da seyrini önemli ölçüde etkileyecek.
İsrail, 7 Ekim’den itibaren Hizbullah’a ve İran’a yönelik birçok saldırı gerçekleştirdi ve özellikle Güney Lübnan’ı tam bir çatışma sahasına dönüştürdü. Bu durum karşısında Hizbullah lideri Nasrallah, çeşitli defalar yüksek dozlu tehditlerde bulunsa da söylemlerinin altını dolduracak eylemler icra edemedi. Hizbullah saldırıları genellikle İsrail’in kuzeyi ile sınırlı kaldı ve küçük çaplı misilleme saldırılarının ötesine geçemedi.
Yaşanan son suikastlarla birlikte tansiyon iyice yükselse de Hizbullah’ın İsrail’e yönelik güçlü bir cevap vereceğini beklemek güçlü bir olasılık değil. Öyle ki, Şükür suikastından sonra Hizbullah’ın en güçlü saldırısı 4 Ağustos’ta Golan Tepeleri’ne yakın İsrail sınır şehri Kiryat Şimon’a atılan birkaç düzine roket atışıydı. Bu roketlerin büyük çoğunluğu Demir Kubbe tarafından imha edilirken geri kalanlar ormanlık arazilere düştü. Bu son saldırıda da görüldüğü üzere, Hizbullah’ın İsrail’e yönelik angajman stratejisinde herhangi bir değişiklik söz konusu değil. Söylemsel düzeydeki sert mesajların ise sahadaki gerçeklikle örtüşmediği görülüyor.
Kapsamlı savaş potansiyeli
İsrail’in Güney Lübnan’a yönelik artan saldırıları ve İran destekli vekil aktör Hizbullah’ın bu bölgedeki varlığı iki aktör arasında kapsamlı bir savaş potansiyeline işaret eder. Nitekim 2006 savaşı bunun bir örneğidir. Ancak, önce Beyrut ardından da Tahran’da yaşanan sansasyonel suikastlar bölgedeki ateşkes umutlarına gölge düşürse de olayların kapsamlı bir savaşa dönüşmesine yetecek nitelikte değil.
İran ve bölgedeki vekil aktörü Hizbullah, İsrail’e karşı kapsamlı bir savaşa girmeme noktasında çok temkinli davranıyor. İsrail’in son yıllarda gerçekleştirdiği İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani, onunla birlikte öldürülen Irak’taki Haşdi Şabi komutanı Ebu Mehdi El Mühendis, İran nükleer programı mimarı Muhsin Fahrizade veya Şam Büyükelçiliği saldırısı gibi provokatif ve sansasyonel eylemleri karşısında İran ve Hizbullah, imaj toparlanmasını sağlayacak sınırlılıkta yüzeysel misillemelerle yetindi. İran ve Hizbullah’ın söylem ve eylemdeki tutarsızlıkları dikkate alındığında son suikastların bu zincire eklenen yeni halkaların ötesine geçemeyeceğini söylemek mümkün.
Dolayısıyla, mevcut konjonktür dikkate alındığında kapsamlı bir Hizbullah-İsrail savaşının yaşanması kısa vadede zayıf bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. Orta ve uzun vadede ise aktörlerden herhangi birinin imaj zedelenmesi haricinde varoluşsal bir tehdit algılaması savaşın kapılarını aralayabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.