Geçen sene ekim ayında Irak’ta binlerce insan sokaklara çıkmaya başladı. Ülkedeki ekonomik durumu ve kamu hizmetlerindeki eksikliği protesto ediyorlardı. Bu gösterilerin sonunun nereye varacağını kimse bilmiyor, büyük ihtimalle de sona ereceği tahmin ediliyordu. Ama öyle olmadı. 2003’teki ABD’nin Irak’ı işgali döneminden miras sistemin sonuçları ülkede her geçen gün daha fazla hissedilirken, gösteriler, Irak’ın geleceği açısından önemli bir köşe taşı haline geldi.
Halkın sosyal tepkisi Irak siyaseti açısından belki de ülkenin tarihinde görülmemiş bir etki ortaya çıkardı. 2003’teki ABD işgalinden sonraki dönemde ilk kez bir başbakan 4 yıllık görev süresini tamamlayamadan istifa etti. Mayıs 2018’de yapılan genel seçimlerin ardından Eylül 2018’de eksik kabine ile hükümeti kuran Adil Abdulmehdi, bütün bakanlıklara atama yapmayı neredeyse iki yıl sonra 2019’un temmuz ayında tamamlayabilmişti. Ancak kabinesi uzun ömürlü olmadı; protestolar sonucu, 29 Kasım 2019’da istifa etmek durumunda kaldı.
Abdülmehdi’nin istifasının ardından anayasal olarak 15 gün içerisinde yeni başbakan adayının belirlenmesi gerekiyordu. Ancak parlamentodaki partiler arası rekabet ve kota sisteminden ödün vermek istemeyen gruplardaki ayrışmalar nedeniyle yaklaşık iki ay aday belirlenemedi. Hatta bu nedenle istifa edebileceğini dahi açıklayan Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih, uzun uğraşlar ve pazarlıklar sonucu, anayasanın dışında hareket ederek, 1 Şubat 2020’de İletişim eski Bakanı Muhammed Tevfik Allavi’yi hükümeti kurmakla görevlendirdi. Bu görevlendirme, başta İran’a yakın Fetih Koalisyonu lideri Hadi Amiri ve Mukteda Sadr liderliğindeki Sairun Koalisyonu olmak üzere parlamentoda milletvekili bulunan ana partilerin büyük bir kısmının uzlaşı sağlaması sayesinde oldu.
Başarısız bir deneme
Protestocuların temel taleplerinden biri, 2003 sonrası siyasi sürece bulaşmamış ve mevcut siyasi partilerin dışından, teknokrat birinin başbakan seçilmesiydi. Eski bir bakan olan Allavi’nin başbakan adayı olarak gösterilmesinin protestocularda bir hayal kırıklığı ortaya çıkarttığını söylemek yanlış olmaz. Nitekim Allavi’nin başbakan adayı olarak hükümet kurmakla görevlendirilmesi protestoların hızını kesmedi. Zaten Allavi de hükümeti kurma konusunda başarılı olamadı.
Irak Anayasası’na göre normal şartlar altında başbakan adayının kabinesini 30 gün içerisinde kurması gerekirken, Allavi bazı bakanlıklar için isim belirlese de Kürtler ve Sünnilerin kabinedeki kota taleplerinden vazgeçmek istememesi ve Şii gruplar arasındaki ayrışmalar nedeniyle kabineyi tamamlayamadı. Buna rağmen eksik kabine ile parlamentodan onay almayı bekleyen ve bunun için parlamentonun toplanmasını talep eden Allavi, meclis iki kez toplanmasına rağmen güvenoyu için yeterli çoğunluğa ulaşamayınca, hükümet kurma sürecinden çekildiğini açıkladı.
İki öneri
Bunun üzerine Irak’ın görevinden istifa etmiş başbakanı Adil Abdulmehdi, Cumhurbaşkanı Berham Salih ve Irak Parlamentosu Başkanı Muhammed el-Halbusi’ye birer mektup göndererek bir dizi öneride bulundu: Irak Parlamentosu yapacağı olağanüstü bir toplantıyla seçim yasası ve seçim komisyonuyla ilgili sorunu çözüme kavuşturacak yasal değişiklikleri hazırlasın; 4 Aralık 2020 erken seçim tarih olarak belirlensin. Seçim sandığıyla birlikte anayasadaki değişikler için de referandum sandığı kurulsun. Seçimlere kadar başbakan yardımcılarından ya da bakanlardan biri kabine toplantılarını yönetmek için görevlendirilsin.
Ancak bu önerilerin de Irak’taki siyasi düğümü kısa vadede çözmesi zor görünüyor.
Irak’taki temel problemler: Güvensizlik ve kısır döngü
ABD’nin Irak’ı işgalinin en önemli sonuçlarından biri de hiç şüphesiz ülkenin toplumsal yapısındaki tüm kırılganlıkları su yüzüne çıkarmasıydı. Etnik, dini ve mezhepsel kimlik üzerinden kurulan Irak’taki siyasal sistem, toplumun alışık olmadığı bir biçimde federal yapı üzerine inşa edildi. Bu yapı, kuruluşundan itibaren güçlü merkezi otoriter sistemle yönetilen Irak toplumunda boşluk, belirsizlik ve çekişmeleri körükledi.
Irak’taki toplumsal yapıya göre şekillenen devlet sisteminde, etnik ve mezhepsel gruplar, toplum içerisindeki ağırlıklarına göre temsil hakkı kazandı. Bununla birlikte cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı gibi makamlar da etnik ve mezhepsel denge üzerine kurgulandı. Nitekim 2003’ten bu yana cumhurbaşkanlığı Kürtlere, başbakanlık Şiilere, meclis başkanlığı ise Sünnilere verildi, bu görevlerin yardımcılıklarına ise kendilerinden olmayan Şii, Sünni ya da Kürt gruplardan birer yardımcı atandı. Bu durum her grubun ürettiği siyasetin grupsal çıkarları üzerinden şekillendirmesine sebebiyet verdi ve toplumda ciddi bir güvensizlik oluşmaya başladı.
Bu güvensizlik toplumlararası güveni ortadan kaldırırken (yatay), toplum ve devlet kurumları arasında da (dikey) güvensizlik yarattı. Toplum gittikçe ayrışırken her grup kendi içerisinde daha fazla konsolide oldu, karşı tarafa yönelik direnç geliştirdi. Bu da etnik ve mezhepsel kimliğe göre şekillenen devlet yapısında kurumsallaşmanın önüne geçti. Halk arasındaki yatay güvensizlik devlet kurumlarının birbirleri ile olan ilişkilerine de yansıdı. Böylece devlet yönetiminde güç boşluğu ortaya çıktı, en temel kamu hizmetlerinin dahi sağlanamamasına yol açtı.
Öte yandan 2003’ten sonra kurulan hükümetlerin yapısı da devlet işleyişini sekteye uğrattı. Zira Irak’ta 2003’ten bu zamana kadar kurulan bütün hükümetler “ulusal birlik” hükümeti olarak adlandırıldı ve meclise girmeye hak kazanan tüm parti ve koalisyonlar, aynı zamanda hükümette de yer alarak 15-20 partili koalisyon hükümetlerini oluşturdu. Hükümetler kurulurken siyasi partilere yönelik kota sisteminin uygulanması devleti de paralize etti.
Parlamentoya girmeye hak kazanan bütün parti ya da koalisyonların aynı zamanda hükümet içinde yer alması, denetleme görevini yapabilecek bir muhalefetin varlığına imkân vermedi. Fakat hükümet içindeki pozisyonundan memnun olmayan siyasi gruplar, hükümet içi muhalefet yaparak hükümetin işleyişini sekteye uğrattı, devlet kurumlarını işlemez hale getirdi. Sistematik bir devlet yapısının ortaya çıkmaması, hükümette yer alan siyasi grupların elde ettikleri makamı grupsal çıkarları doğrultusunda kullanmalarına yol açtı, bu da büyük bir yolsuzluk sorununu ortaya çıkardı.
Dört düzeyde çatışma
Tüm bu problemler ülkedeki güvenlik sorunlarını da tetikledi ve Irak çoklu bir çatışma dinamiğinin içerisine girdi. Bu noktada Irak’ta yerel, ulusal, bölgesel ve küresel olmak üzere dört düzeyli bir çatışma dinamiğinden bahsetmek mümkün.
Yerel düzeyde bir vilayette yaşayan farklı etnik ve mezhebi gruplar (örneğin Kerkük ya da Musul), aşiretler (örneğin Basra) ya da silahlı gruplar arasında (örneğin Diyala ya da Selahattin) bir çatışma dinamiği ortaya çıkarken, ulusal düzeyde peşmerge güçleri ile Irak merkezi hükümetinin güçleri arasında ya da terör gruplarının yaptığı eylemler şeklinde güvenlik problemleri kendini gösteriyor. Bölgesel düzeye bakıldığında; PKK, el-Kaide ya da IŞİD gibi terör örgütlerinin ortaya çıkardığı güvenlik problemleri, Suriye ya da Yemen’de yaşanan olayların etkisinin yanı sıra, Suudi Arabistan – İran rekabeti ya da ABD-İran gerginliğinin bölgesel düzeyde Irak için bir güvenlik riski oluşturduğu görülüyor. Yine küresel düzeyde, ABD – Çin – Rusya gibi küresel güçler arasındaki rekabetin de Irak’ta yankı bulduğunu söylemek mümkün.
Buradan hareketle Irak’taki kaosun kısa vadede sona ermesi mümkün görünmüyor. Adil Abdulmehdi’nin önerileri dikkate alınsa dahi bir taraftan protestolar devam ediyor, bir yandan da Abdulmehdi hükümetinin de yeniden parlamentodan güvenoyu alması gerekiyor. Ancak parlamentonun böyle bir adım atması durumunda Irak’taki protesto gösterilerinin şiddetinin artması işten bile değil.
Adil Abdulmehdi’nin önerileri dışarıda tutulursa, Cumhurbaşkanı Berham Salih’in anayasaya göre 15 gün içerisinde yeni bir başbakan adayı belirlemesi gerekiyor. Allavi isminin dahi yaklaşık 2 ayda belirlendiği düşünüldüğünde yeni bir ismin belirlenmesinin daha da uzun sürebileceği tahmin edilebilir. Bu noktada sürenin aşılması halinde, Anayasa’ya göre yapılması gereken cumhurbaşkanının vekaleten başbakanlık görevini devralması olası. Bu durumda geçici başbakan parlamentonun feshi sürecini gündeme getirerek ülkeyi erken seçimlere götürme ihtimalleri üzerinde durabilir. Ancak vekaleten yürütülen başbakanlığın bu kararı alıp alamayacağı konusunda da belirsizlikler var. Bu nedenle Irak Federal Yüksek Mahkemesinin karar vermesi gerekebilir.
Erken seçimlere gidilse dahi, Adil Abdulmehdi döneminde çıkarılan yeni seçim yasasının uygulanmasına ilişkin belirsizlikler de Irak’taki siyasal süreci zorlayacak nitelikte. Zira yeni seçim yasası, seçim bölgelerini yeniden düzenliyor, bu yeni düzenleme, ufukta henüz seçim yokken bile ciddi tartışmalara yol açmış durumda.
Gittikçe derinleşen kaos
Seçim bölgeleri gibi lojistik sorunların yanı sıra 2020 bütçesinin henüz belirlenememesi de seçimin finansmanı açısından büyük bir problem teşkil ediyor. Bu noktada Irak’taki kaosun gittikçe derinleştiğini söylemek yerinde olacak. Bu kaotik durum ülkede bir kısır döngüye dönüşmeye başlamış durumda.
Siyasi süreçteki belirsizlik sokaklardaki gösterileri alevlendirirken, protestolar siyasal sistem ve devlet üzerindeki baskıyı arttırıyor. Bu da Irak’taki siyasi çekişme ve belirsizlikleri derinleştiriyor. Bu durum Irak’ta bir güç boşluğu ortaya çıkarıyor. Zira IŞİD’in Irak’ta son dönemde ciddi bir etkinlik kazandığı görülüyor. Bu güç boşluğu nedeniyle Irak’ta askeri darbe yapılabileceği söylentileri de dolaşıyor. Ancak kim tarafından ve nasıl yapılacağı konusunda hiçbir fikir yok. Irak’taki güvenlik bürokrasisi de çok parçalı bir yapıda. Hemen her güç birbirine denk bir kapasiteye sahip.
Öte yandan 2014 sonrası yeniden ortaya çıkan Şii milis gruplar ve Haşdi Şaabi’nin hem siyasetteki hem de alandaki etkisi dikkate değer. Bu nedenle herhangi bir darbe girişiminin geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesi ve bu çatışmanın Irak’ı parçalanmaya götürebileceğinden korkuluyor. Suriye, Yemen, Filistin gibi bölgesel sorunlar akılda tutulduğunda, Irak’taki yangın bölgedeki ateşin daha da yükselmesine ve bölgesel bir parçalanmanın fitilinin ateşlenmesine neden olabilir.
Twitter’dan takip edin: @BilgayDuman
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 4 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.