Fakirlerin intifadasına sahne olan Bağdat’tan mektup var

Petrol ihraç eden ama elektriksiz yaşayan, Dicle’nin içinden geçtiği ama içme suyunun çok pahalı olduğu, hamallık yapabilmek için üniversite mezunlarının kıyasıya yarıştığı Bağdat’tan mektup var.

Ekim ayının başında, Irak’ta ülkedeki yoksulluğu ve yolsuzluğu protesto eden gösterilericilere güvenlik güçlerinin sert müdahalesi sonucu yüze yakın kişi hayatını kaybetti.

Ülkenin içinde bulunduğu zor şartlarının sorumlusu olarak siyasetçileri gören ve önemli bir kısmı işsiz üniversite mezunlarından oluşan göstericilerin eylemleri sırasında, 50’den fazla devlet dairesi ve sekiz parti binası da kundakladı.

Irak, dünyada en fazla doğal gaz rezervine sahip dördüncü ülke ama Dünya Bankası’nın 2014 verilerine göre, 40 milyonluk nüfusun neredeyse dörtte biri, yoksulluk sınırı olan günde iki doların altında bir gelirle yaşıyor. 1980 yılında İran ile sekiz yıl süren bir savaşa giren, daha sonra, ülkenin devrik lideri Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali nedeniyle uzun yıllar yaptırımlara maruz kalan ülke, 2003 yılında da ABD tarafından işgal edildi. 2005’te ülkede yeni anayasa yapılmasına ve seçimlere rağmen istikrar sağlanamadı. Sık sık terör saldırıları yaşandı. 2014 yılında ülkenin önemli bir kısmını ele geçiren IŞİD, ancak 2017’de bertaraf edilebildi.

ABD’nin yanı sıra, ülkedeki Şii milisler ve siyasetçiler üzerinden Irak’ta hâkimiyet kurmaya çalışan İran’ın birçok alanda etkili olması, ülkenin istikrarsızlığının sürmesine neden oluyor. Bütün bunlar da zaman zaman büyük çaplı gösterilere neden oluyor.

Bu tip gösterilerin sonuncusunu üzerine, bir Bağdat sakini olan Nebil Salih’in, Jedeliye adlı internet sitesinin bloğuna yazdığı mektup durumu özetler nitelikte.

Mektup şöyle:

Bağdat mektubu

Sevgili okur,

Siz bu kelimeleri okurken, Bağdat ve Irak’ın güneyindeki diğer şehirlerde sokaklar kaynıyor.

Emin olabilirsiniz ki Irak’ın ölüm, ateş ve kurşunla dolu tarihinin tam şu günlerinde, bir Iraklı anne daha ağlamaktan bitkin düşmüş, gösterilerde ölen oğlunun kabrinin başında sessizce inlemeye devam ediyordur.

Baskıcı otoritelerin kurşunlarına kurban giden, canını ülkeyi yöneten kaymak tabakasının uğruna feda eden bu protestocu gençlerin anneleri, çocuklarının bedenlerini Necef’in Selam Mezarlığı’na götürüp, ölüler denizine katmak için gerekli nakil ve defin masraflarını karşılamak üzere borç para arıyordur.

Siz bu satırları okurken, savaşlardan, on yıllık ekonomik yaptırımlardan, cani George Bush ve Tony Blair’in ordularının başını çektiği 2003 işgalinden ve bunlardan sonra iktidara gelen hükümetlerin yıllar süren baskıları yüzünden kabarmış olan ölü listemize bir isim daha eklenmiştir.

Tembel yabancı gazetecilerin, zengin yardım kuruluşlarının çalışanlarının, yabancı şirketlerin sahiplerinin ve kamu malını çalmakta sakınca görmeyen Iraklı yetkililerin ve onların akrabalarının ikamet ettiği Bağdat’taki lüks Reşid Oteli’nin pencerelerinden görünmeyen şehrin köşelerinde halkın unutulmuş ezik tabakası yaşıyor.

Tembel yabancı gazetecilerin, zengin yardım kuruluşlarının çalışanlarının, yabancı şirketlerin sahiplerinin ve kamu malını çalmakta sakınca görmeyen Iraklı yetkililerin ve onların akrabalarının ikamet ettiği Bağdat’taki lüks Reşid Oteli’nin pencerelerinden görünmeyen şehrin köşelerinde halkın unutulmuş ezik tabakası yaşıyor.

Bu tabaka ve onların sorunları, Reşid Oteli’nin yüzme havuzunun kenarlarında, Irak şehirlerindeki saha çalışmalarından sonra yaşadıkları ‘psikolojik yıpranmışlığı’ atlatmak için yurt dışı menşeli biralarını yudumlayan ve daha sonra yenilenmek için tatillerini Santorini ya da Beyrut’ta geçirecek olan yardım kuruluşlarının çalışanlarının raporlarında da geçmiyor.

Bağdat’ın iki mahallesi olan Şorca ve Sinek’in daracık sokaklarında, Reşid ve Nehir caddelerinde, okur yazma bilmeyenler, sabıkalılar, Bağdat’ın fakirleri, Irak’ın güneyindeki şehirlerin varoşlarından göç edenlerle birlikte üniversite mezunları da, yıkık tarihi evlerin arasındaki dükkân sahiplerinin mallarını taşımak için el arabalarını yarıştırıyorlar. Zira hepsi haysiyetlerini koruyacak ama kendilerine hüzünlü ve erken bir ölümü de garantileyecek bazı kronik hastalıkları kazandıracak olsa da yeter ki bir işleri olsun derdindeler.

Halkın 16 yıldan fazla süreden beri çektiği sürekli zulmü protesto etmek için sivil aktivistlerin ön ayak olmasıyla, sosyal medya platformlarında başlatılan kampanyalardan sonra, 1 Ekim’de Bağdat ve güneydeki şehirlerde, yolsuzluğun ve ikiyüzlülüğün son versiyonu olan hükümete karşı protestolar düzenlendi.

Göstericiler her ay milyonlarca varil ham petrol ihraç eden bir ülkede işsiz, temel hizmetlerden yoksun ve aşırı yoksulluk içinde yaşamaya devam etmek istemediklerini haykırdı.

Siyasi blokların liderlerinin işbirlikçisi merkez medya kuruluşlarıysa, Irak’ın birikmiş borçlarını, siyasetçilerin tıpkı kendilerinden önceki siyasetçiler gibi, en temel hizmetleri bile sunmakta başarısız kaldıklarını yazmak yerine, yaslandıkları siyasi blok liderlerinin büyük devlet ve şirketlerle yatırım ve ortaklık sözleşmelerinin imzalamasıyla böbürleniyor.

Binlerce kadın, yaşlı, genç ve çocuk, Özgürlük Anıtı’nın altında bu yozlaşmış rejimi doğuran Amerikan bombardımanın izlerini taşıyan binanın dibinde toplandı. Ülkelerinin bayrağını açıp, onun için slogan attılar.

Otoritenin emrindeki güvenlik güçleriyse, onların karşılarına dikilip, onlara göz yaşartıcı gaz bombaları ve gerçek mermiler yağdırdı. Bu da Bağdat’ta ve başka kentlerde yolsuzluğa ve silahlı milislerin artmış nüfuzuna karşı “İran dışarı, Bağdat özgür kalacak!”, “halk rejimi düşürmek istiyor!” diyen slogan atan onlarca silahsız gencin hayatına mal oldu.

Yönetim sadece bununla da yetinmedi, internet hatlarını da kesti. Başkent ve ayaklanan diğer şehirlerde geniş kapsamlı sokağa çıkma yasağı ilan etti. Protestocuların çektiği ve videoların da gösterdiği gibi, elektrikler de kesildi ki, göstericiler daracık sokaklarda takip edilip, onlara karşı şiddet uygulanabilsin.

İşte böylece hak ihlalleri, sosyal medyaya ve uluslararası medya ağlarına sızdırılamadan dünyanın gözü ve kulağından çok uzaklarda o meydanlarda yeni kurbanların kanları akıtıldı. Bağdat’ta silahsız siviller, “meçhul” keskin nişancıların hedefi oldu, Tahran’ın siyaset ve ekonomi alanlarındaki hegemonyasına dokundurtmama görevini üstlenen paralı milislerinin ve güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına maruz kaldı.

Iraklı gençler üniversiteden mezun olduktan sonra sokaklarda ve güvenlik kontrol noktalarında peçete ve su satmak zorunda kalmasın; düşük maaşla çalışanlar, gelirlerinin önemli bir kısmını özel jeneratör sahiplerinden elektrik temin etmek için harcamak zorunda kalmasın; Fırat ile Dicle nehirlerinin olduğu bir ülkede içme suyu satın almak için kimse yüksek paralar ödemek zorunda kalmasın gibi mütevazi hayaller kuranların bu istekleri, milislerin postallarının altında ezdi.

Iraklı gençler üniversiteden mezun olduktan sonra sokaklarda ve güvenlik kontrol noktalarında peçete ve su satmak zorunda kalmasın; düşük maaşla çalışanlar, gelirlerinin önemli bir kısmını özel jeneratör sahiplerinden elektrik temin etmek için harcamak zorunda kalmasın; Fırat ile Dicle nehirlerinin olduğu bir ülkede içme suyu satın almak için kimse yüksek paralar ödemek zorunda kalmasın gibi mütevazi hayaller kuranların bu istekleri, milislerin postallarının altında ezdi.

Fakirlerin ayaklanması, eski Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin döneminde, Bağdat ve diğer şehirlerde yaşananları anımsattı. Zira o yıllarda da güvenlik güçleri aşırı şiddet kullanmış ve umursamaz bir tavır takınmıştı.

Nasıl öyle olmasındı ki! Maliki, mezhepçiliğin ateşini körüklemişti. Görev yaptığı iki dönemde halka ait milyarlarca para yok oldu. Felaket düzeyinde olan idari beceriksizlik, Irak’ın üçte birine tekabül eden bölgelerde IŞİD’in hırsızlarına kapıları geniş geniş açmıştı. IŞİD de, o bölgelerde canının istediği kadar ölüm saçtı, insan kaçırdı ve her türlü kötülüğü yaptı. O sırada Maliki’yse işaret parmağıyla burnunu karıştırmakla meşguldü.

Fakat bu ayaklanmanın çok önemli bir farkı da oldu; uluslararası medyada Irak ile ilgili kalıplaşan, ‘halk yığınları siyasetçilerin ve din adamlarının işaretleriyle harekete geçer’ şeklindeki kanaati yıkan bir fark:

Iraklı gençler, gözlerini açmak, içinde yaşadıkları sefaletin müsebbiplerine karşı seslerini çıkarmak ve milyonlarca insanı boğan ekonomik zorlukları reddetmek için artık hiç bir din adamından emir ya da hutbe beklemiyor.

Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Fakirlerin intifadasına sahne olan Bağdat’tan mektup var

Petrol ihraç eden ama elektriksiz yaşayan, Dicle’nin içinden geçtiği ama içme suyunun çok pahalı olduğu, hamallık yapabilmek için üniversite mezunlarının kıyasıya yarıştığı Bağdat’tan mektup var.

Ekim ayının başında, Irak’ta ülkedeki yoksulluğu ve yolsuzluğu protesto eden gösterilericilere güvenlik güçlerinin sert müdahalesi sonucu yüze yakın kişi hayatını kaybetti.

Ülkenin içinde bulunduğu zor şartlarının sorumlusu olarak siyasetçileri gören ve önemli bir kısmı işsiz üniversite mezunlarından oluşan göstericilerin eylemleri sırasında, 50’den fazla devlet dairesi ve sekiz parti binası da kundakladı.

Irak, dünyada en fazla doğal gaz rezervine sahip dördüncü ülke ama Dünya Bankası’nın 2014 verilerine göre, 40 milyonluk nüfusun neredeyse dörtte biri, yoksulluk sınırı olan günde iki doların altında bir gelirle yaşıyor. 1980 yılında İran ile sekiz yıl süren bir savaşa giren, daha sonra, ülkenin devrik lideri Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali nedeniyle uzun yıllar yaptırımlara maruz kalan ülke, 2003 yılında da ABD tarafından işgal edildi. 2005’te ülkede yeni anayasa yapılmasına ve seçimlere rağmen istikrar sağlanamadı. Sık sık terör saldırıları yaşandı. 2014 yılında ülkenin önemli bir kısmını ele geçiren IŞİD, ancak 2017’de bertaraf edilebildi.

ABD’nin yanı sıra, ülkedeki Şii milisler ve siyasetçiler üzerinden Irak’ta hâkimiyet kurmaya çalışan İran’ın birçok alanda etkili olması, ülkenin istikrarsızlığının sürmesine neden oluyor. Bütün bunlar da zaman zaman büyük çaplı gösterilere neden oluyor.

Bu tip gösterilerin sonuncusunu üzerine, bir Bağdat sakini olan Nebil Salih’in, Jedeliye adlı internet sitesinin bloğuna yazdığı mektup durumu özetler nitelikte.

Mektup şöyle:

Bağdat mektubu

Sevgili okur,

Siz bu kelimeleri okurken, Bağdat ve Irak’ın güneyindeki diğer şehirlerde sokaklar kaynıyor.

Emin olabilirsiniz ki Irak’ın ölüm, ateş ve kurşunla dolu tarihinin tam şu günlerinde, bir Iraklı anne daha ağlamaktan bitkin düşmüş, gösterilerde ölen oğlunun kabrinin başında sessizce inlemeye devam ediyordur.

Baskıcı otoritelerin kurşunlarına kurban giden, canını ülkeyi yöneten kaymak tabakasının uğruna feda eden bu protestocu gençlerin anneleri, çocuklarının bedenlerini Necef’in Selam Mezarlığı’na götürüp, ölüler denizine katmak için gerekli nakil ve defin masraflarını karşılamak üzere borç para arıyordur.

Siz bu satırları okurken, savaşlardan, on yıllık ekonomik yaptırımlardan, cani George Bush ve Tony Blair’in ordularının başını çektiği 2003 işgalinden ve bunlardan sonra iktidara gelen hükümetlerin yıllar süren baskıları yüzünden kabarmış olan ölü listemize bir isim daha eklenmiştir.

Tembel yabancı gazetecilerin, zengin yardım kuruluşlarının çalışanlarının, yabancı şirketlerin sahiplerinin ve kamu malını çalmakta sakınca görmeyen Iraklı yetkililerin ve onların akrabalarının ikamet ettiği Bağdat’taki lüks Reşid Oteli’nin pencerelerinden görünmeyen şehrin köşelerinde halkın unutulmuş ezik tabakası yaşıyor.

Tembel yabancı gazetecilerin, zengin yardım kuruluşlarının çalışanlarının, yabancı şirketlerin sahiplerinin ve kamu malını çalmakta sakınca görmeyen Iraklı yetkililerin ve onların akrabalarının ikamet ettiği Bağdat’taki lüks Reşid Oteli’nin pencerelerinden görünmeyen şehrin köşelerinde halkın unutulmuş ezik tabakası yaşıyor.

Bu tabaka ve onların sorunları, Reşid Oteli’nin yüzme havuzunun kenarlarında, Irak şehirlerindeki saha çalışmalarından sonra yaşadıkları ‘psikolojik yıpranmışlığı’ atlatmak için yurt dışı menşeli biralarını yudumlayan ve daha sonra yenilenmek için tatillerini Santorini ya da Beyrut’ta geçirecek olan yardım kuruluşlarının çalışanlarının raporlarında da geçmiyor.

Bağdat’ın iki mahallesi olan Şorca ve Sinek’in daracık sokaklarında, Reşid ve Nehir caddelerinde, okur yazma bilmeyenler, sabıkalılar, Bağdat’ın fakirleri, Irak’ın güneyindeki şehirlerin varoşlarından göç edenlerle birlikte üniversite mezunları da, yıkık tarihi evlerin arasındaki dükkân sahiplerinin mallarını taşımak için el arabalarını yarıştırıyorlar. Zira hepsi haysiyetlerini koruyacak ama kendilerine hüzünlü ve erken bir ölümü de garantileyecek bazı kronik hastalıkları kazandıracak olsa da yeter ki bir işleri olsun derdindeler.

Halkın 16 yıldan fazla süreden beri çektiği sürekli zulmü protesto etmek için sivil aktivistlerin ön ayak olmasıyla, sosyal medya platformlarında başlatılan kampanyalardan sonra, 1 Ekim’de Bağdat ve güneydeki şehirlerde, yolsuzluğun ve ikiyüzlülüğün son versiyonu olan hükümete karşı protestolar düzenlendi.

Göstericiler her ay milyonlarca varil ham petrol ihraç eden bir ülkede işsiz, temel hizmetlerden yoksun ve aşırı yoksulluk içinde yaşamaya devam etmek istemediklerini haykırdı.

Siyasi blokların liderlerinin işbirlikçisi merkez medya kuruluşlarıysa, Irak’ın birikmiş borçlarını, siyasetçilerin tıpkı kendilerinden önceki siyasetçiler gibi, en temel hizmetleri bile sunmakta başarısız kaldıklarını yazmak yerine, yaslandıkları siyasi blok liderlerinin büyük devlet ve şirketlerle yatırım ve ortaklık sözleşmelerinin imzalamasıyla böbürleniyor.

Binlerce kadın, yaşlı, genç ve çocuk, Özgürlük Anıtı’nın altında bu yozlaşmış rejimi doğuran Amerikan bombardımanın izlerini taşıyan binanın dibinde toplandı. Ülkelerinin bayrağını açıp, onun için slogan attılar.

Otoritenin emrindeki güvenlik güçleriyse, onların karşılarına dikilip, onlara göz yaşartıcı gaz bombaları ve gerçek mermiler yağdırdı. Bu da Bağdat’ta ve başka kentlerde yolsuzluğa ve silahlı milislerin artmış nüfuzuna karşı “İran dışarı, Bağdat özgür kalacak!”, “halk rejimi düşürmek istiyor!” diyen slogan atan onlarca silahsız gencin hayatına mal oldu.

Yönetim sadece bununla da yetinmedi, internet hatlarını da kesti. Başkent ve ayaklanan diğer şehirlerde geniş kapsamlı sokağa çıkma yasağı ilan etti. Protestocuların çektiği ve videoların da gösterdiği gibi, elektrikler de kesildi ki, göstericiler daracık sokaklarda takip edilip, onlara karşı şiddet uygulanabilsin.

İşte böylece hak ihlalleri, sosyal medyaya ve uluslararası medya ağlarına sızdırılamadan dünyanın gözü ve kulağından çok uzaklarda o meydanlarda yeni kurbanların kanları akıtıldı. Bağdat’ta silahsız siviller, “meçhul” keskin nişancıların hedefi oldu, Tahran’ın siyaset ve ekonomi alanlarındaki hegemonyasına dokundurtmama görevini üstlenen paralı milislerinin ve güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına maruz kaldı.

Iraklı gençler üniversiteden mezun olduktan sonra sokaklarda ve güvenlik kontrol noktalarında peçete ve su satmak zorunda kalmasın; düşük maaşla çalışanlar, gelirlerinin önemli bir kısmını özel jeneratör sahiplerinden elektrik temin etmek için harcamak zorunda kalmasın; Fırat ile Dicle nehirlerinin olduğu bir ülkede içme suyu satın almak için kimse yüksek paralar ödemek zorunda kalmasın gibi mütevazi hayaller kuranların bu istekleri, milislerin postallarının altında ezdi.

Iraklı gençler üniversiteden mezun olduktan sonra sokaklarda ve güvenlik kontrol noktalarında peçete ve su satmak zorunda kalmasın; düşük maaşla çalışanlar, gelirlerinin önemli bir kısmını özel jeneratör sahiplerinden elektrik temin etmek için harcamak zorunda kalmasın; Fırat ile Dicle nehirlerinin olduğu bir ülkede içme suyu satın almak için kimse yüksek paralar ödemek zorunda kalmasın gibi mütevazi hayaller kuranların bu istekleri, milislerin postallarının altında ezdi.

Fakirlerin ayaklanması, eski Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin döneminde, Bağdat ve diğer şehirlerde yaşananları anımsattı. Zira o yıllarda da güvenlik güçleri aşırı şiddet kullanmış ve umursamaz bir tavır takınmıştı.

Nasıl öyle olmasındı ki! Maliki, mezhepçiliğin ateşini körüklemişti. Görev yaptığı iki dönemde halka ait milyarlarca para yok oldu. Felaket düzeyinde olan idari beceriksizlik, Irak’ın üçte birine tekabül eden bölgelerde IŞİD’in hırsızlarına kapıları geniş geniş açmıştı. IŞİD de, o bölgelerde canının istediği kadar ölüm saçtı, insan kaçırdı ve her türlü kötülüğü yaptı. O sırada Maliki’yse işaret parmağıyla burnunu karıştırmakla meşguldü.

Fakat bu ayaklanmanın çok önemli bir farkı da oldu; uluslararası medyada Irak ile ilgili kalıplaşan, ‘halk yığınları siyasetçilerin ve din adamlarının işaretleriyle harekete geçer’ şeklindeki kanaati yıkan bir fark:

Iraklı gençler, gözlerini açmak, içinde yaşadıkları sefaletin müsebbiplerine karşı seslerini çıkarmak ve milyonlarca insanı boğan ekonomik zorlukları reddetmek için artık hiç bir din adamından emir ya da hutbe beklemiyor.

Bu yazı ilk kez 15 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x