İsrail’de ne oldu? Olanlar neden çok önemli?

İsrail’de aylardır ülkeyi ikiye bölen ve politik iktidarı yüksek yargının üzerine çıkarmayı amaçlayan düzenleme yasalaştı. Kimine göre İsrail artık “faşist bir devlet”, kimine göre “özgürleşti”. İsrail’de ne oldu, ne olacak? Doç. Salih Bıçakcı yazdı.

İsrail’de uzun süreden beri devam protestoların, demokrasiyi ayakta tutma ümidi 24 Temmuz 2023 itibariyle bitti. İsrail Parlamentosu Kinesset, hükümetin eylemlerini makuliyet ilkesine uygunluk açısından denetleme yetkisini İsrail Yüksek Mahkemesi’nin elinden alan bir yasayı kabul etti. Sırada, hâkimlerin atanmasında hükümete daha çok yetki veren ve Yüksek Mahkeme’nin gücünü daha da kısıtlamayı öngören başka düzenlemeler var.

İsrail’in kuruluşunun 75. yılına denk gelen bu dönüşüm, bir yandan dünyadaki güçlü liderler, popülizm ve sağ iktidarların yükselişini vurguluyor, öte yandan da İsrail’i yeni bir kırılganlık evresine doğru itiyor.

İsrail’deki yargı reformunun amacı ne?

İsrail’de uzun süreden bu yana yapılmak istenen yargı reformu politik iktidarı, yüksek yargının üzerine çıkarmak istiyor.

Bunun ilk adımı olan yasanın geçmesiyle birlikte artık yüksek yargının hükümetin yaptığı icraatlar üzerinde hiçbir engelleyici ve durdurucu etkisi kalmayacak. Hükümet politik gücünü sınırsız olarak her alanda kullanabilecek.

Temel olarak ülkeyi ikiye bölen bu yasa aşağıdaki maddenin tartışılmasından ibaret: “Bu Temel Kanun’da belirtilenlere bakılmaksızın, Yüksek Adalet Mahkemesi sıfatıyla, Yargıtay da dâhil olmak üzere kanunen yargı yetkisine sahip olanlar, hükümetin, başbakanın veya başka bir bakanın kararlarının makul olup olmadığını tartışamazlar ve bu konuda emir veremezler; bu bölümde ‘karar’ – atamalar da dahil olmak üzere herhangi bir karar veya yetki kullanmaktan kaçınma kararı.”

Seçilmişlerin adaletin ve yargının üstüne çıkarılmasının sınırsız ve kontrolsüz bir güç ortaya çıkaracağı düşünülen yasa tasarısı, muhalefetin protesto için oylamayı terk etmesi üzerine 64’e 0’lık sembolik çoğunlukla kabul edildi.

Hukuk(suzluk) devrimi

Kinesset’teki bu hukuk(suzluk) devrimini protesto etmek için insanlar Tel Aviv’den Kudüs’e yürüdüler, Kinesset’in önünde çadırlarını kurarak kamp yaptılar, farklı şehirlerde gösteriler de devam etti. 24 Temmuz günü, İsrail’de çıkan dört gazete (Yediot Ahronot, Calcalist, HaEretz, Israel Hayom) protestocuların verdiği ilk sayfa ilanlarıyla simsiyah çıktı. İsrail demokrasisi için kara bir gün teması bütün protestocuları birleştiren bir başlık gibi gözüküyor.

İsrail’deki sürekli devam eden protestolar nedeniyle şimdi İsrail devletinin ve toplumunun kırılgan bir güne uyandığını söylemek çok zor olmayacaktır. Netanyahu’nun 24 Temmuz akşamı yaptığı konuşmada kararın uygulamasının erteleneceğini söylemesi kimseyi rahatlatmadı.

Destekçiler ve karşıtlar ne söylüyor?

İsrail’i tanımayanlar yapılan değişikliği küçük bir kanun değişikliği gibi yorumlayabilirler ancak mesele, İsrail’in adeta DNA’sını değiştirmekle eşdeğer. Bu değişikliğin ne yönde olduğunuysa taraflar farklı şekillerde açıklıyor.

Hukuk reformunu destekleyenler, son aylarda mümkün olan her fırsatta tekrarladıkları gibi, İsrail’in daha özgür günlere uyandığını iddia edecekler. Onlara göre, seçmenlerinden ülkeyi yönetme yetkisi alan seçilmişler, kanunun geçtiği günden itibaren daha özgür, yargı korkusu olmadan hareket edebilir ve seçmenlerine verdikleri sözleri yerine getirebilirler.

Bu sözlerin neler olduğunu ve kimleri çiğnemek, yaralamak, yok etmek pahasına yapılacağını da bütün dünya görecek. İsrail’in zaten temiz olmayan insan hakları karnesinin daha da kötüleşeceğini öngörmek çok da zor olmasa gerek.

Öte yandan haftalardır bu düzenlemenin karşısında mücadele edenler hayal ettikleri gibi bir sonuca ulaşamadılar. Mücadeleyi artık farklı bir yaklaşımla sürdürmek zorunda olduklarının farkındalar. Protestocuların bazıları, Margaret Atwood’un romanından yola çıkılarak yapılan ve kadınların değerinin olmadığı bir dünyayı anlatan distopik The Handmaid’s Tale (Damızlık Kızın Öyküsü) dizisindeki damızlık kadınların giysileriyle protestolara damga vurmuş, bu eylemleriyle de neden korktuklarını açıkça vurgulamışlardı.

25 Temmuz akşamı yapılan gösterilerden çekilen fotoğrafların birinde, bir kadının elindeki pankartta “benim için zor” yazıyordu. Sanırım bu, kaybeden tarafın hislerini açıklayan güzel bir ifadeydi. İsrail’deki protestocuların çoğu kendini aşağılanmış, yaralanmış, aldatılmış ve bilhassa gelecek konusunda endişeli hissediyor.

Kinesset’teki oylama sonrası Adalet Bakanı Yariv Levin’in etrafında toplanan bakanların milletvekilleriyle çektirdikleri “tarihi selfie” de kendilerince zaferlerinin bir nişanesi olarak görseller tarihinde yerini aldı. 25 Temmuz’a kadar gelen süreç boyunca Başbakan Binyamin Netanyahu ve destekçileri protestoculara, terör tohumları ektiklerini söylemek dahil her türlü mesnetsiz yakıştırmayı yaptılar. Düzenlemeyi destekleyen iktidar partilerinin milletvekillerinin ve bakanların hukuk reformu karşıtlarına anarşist, ahır yakıcı gibi olmadık iftiralar yakıştırması bile protestocuları yıldıramadı ve korkutmadı.

Dünyadaki yükselen popülizm ve sosyal medya ortaklığı ile iktidarların kendi akıl mühendislikleriyle gerçekleri istedikleri gibi eğip büktüklerini sıkça görüyoruz. Protestocuları esas endişelendiren nokta ise merkezi hükümetin onlardan kopuk, kaygılarını anlamadan, onları dikkate almadan gözlerine parmak sokarcasına umursamaz duruşu…

“İsrail artık faşist bir devlet”

Eski başbakanlardan Menachem Begin’in oğlu Benny Begin babasının da kurucuları arasında olduğu sağcı Likud Partisi’nden oylamalar öncesinde ayrılarak torunuyla birlikte hukuk reformu karşıtı protestocuların gösterilerine katıldı.

Menachem Begin, Likud’u iktidara getirmesinden çeyrek asır önce, 1952’de yazdığı bir kitapta siyasi çoğunluk ile bağımsız Yüksek Mahkeme arasındaki denetim ve dengeler hakkında şunları yazmıştı: “Beş, yedi veya on bir seçilmemiş kişi seçmenlerin temsilcileri tarafından kabul edilen bir yasayı iptal edebilir mi?”

Varşova Üniversitesi’nde hukuk eğitimi almış Begin, bu soruya ‘evet’ yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyordu: “Çünkü parlamento çoğunluğu bir grup lider tarafından tiranlıklarını örtmek için kullanılabilir. Bu nedenle, halk haklarını sağlamlaştırmalıdır… Böylece parlamento çoğunluğu tarafından bile reddedilemezler. Bu ancak ‘yargı üstünlüğü’ ile sağlanabilir.”

Benny Begin, babasının dediklerini desteklercesine “her zaman ulusal-liberal bir hareket olan Likud hareketi içinde büyüdüm” dedi ve ekledi, “Bir zamanlar babamdan milliyetçilik ile faşizm arasındaki farka dair önemli bir ders öğrenmiştim. Milliyetçilik -babamın bana anlattığına göre- sevgiyle karakterize edilir. Milliyet sevgisi. Kültür sevgisi. Ulusal geçmiş sevgisi. Toprak sevgisi. Faşizm ise nefretle karakterize edilir. Diğerlerine, sizden farklı olanlara ve yabancılara duyulan nefret. Ne yazık ki İsrail bugün faşist bir devlet haline geldi.”

İsrail’de güç kimde?

Ocak ayının başında Adalet Bakanı Yariv Levin’in basın toplantısıyla başlayan süreç, son aylarda İsrail’in yasal yapısının geleceğine ilişkin ciddi ve dengeli bir tartışmadan çok bir kumpanya havasına bürünen Anayasa Komisyonu toplantılarıyla devam etti, vahşi iftiralar ve rejim karşıtlarına kışkırtmalarla devam etti ve 25 Temmuz’da Kinesset’te sonsuza dek hatırlanacak bir oylamayla sona erdi.

Bu süreç, esasında Netanyahu’nun koalisyondaki güçsüzlüğünü ve gerçek başbakanın kim olduğunu açıklayan bir tabloydu. Netanyahu büyük ortakları Levin ve aşırı sağcı Ben Gvir’in baskılarına boyun eğdi. Hep birlikte geniş tabanlı bir fikir birliği olmadan aşırı yozlaşmış bir yasayı onayladılar.

İsrail’in demografisi

Son seçimdeki sonuç esasında bu yasanın geçme sürecine giden yolu tetikleyen bir değişimin göstergesi.

İsrail’de yıllardır süregelen demografik değişim, dindarlığın ve muhafazakarlığın farklı biçimde yükselişini gösteriyor. Bir yandan seküler bir yaşam tarzını destekleyen ama kültürel düzeyde dinî inanışlarını yaşayan şehirli ve az çocuklu aileler, diğer taraftan Yahudi öğretilerinin çalışıldığı Yeşiva’larda eğitim gören dünyayı farklı bir lensle okuyan büyük ve kalabalık dindar aileler.

Aynı coğrafyayı paylaşan ama farklı hedefleri olan bu iki kesim hukuk reformu üzerinden kavga ederken esasında dindar partiler ilk defa bu kadar güçlü bir koalisyonda olmanın gücünü de hissetmek istediler.

Bütün bunları akılda tutarken şunu da unutmamak lazım: Kudüs’e giderek Kinesset etrafında toplanan, polisin sıktığı suyun kötü kokusunu bastırmak için burunlarına biberiye dalı bastıran on binlerce protestocu esasında İsrail’in farklı bir kesitini de temsil ediyor.

Bunların arasında devletin kuruluşunu hatırlayan yaşlılar ve 2006’daki İkinci Lübnan Savaşı’nı hatırlamayan gençler vardı; kippa takanlar ve laikler, işgale karşı çıkan aktivistlerin yanında sadık yedek askerler de vardı. Onlarca protestocu da Kinesset’in karşısına kurdukları çadırları ile kararı değiştirebilmeyi ümit ettiler.

Fikir ayrılığı mı, kopuş mu?

Kararın Kinesset’te sadece iktidar partilerin oyuyla onaylamasının ardından akşam saatlerinde açıklama yapan Netanyahu, bir hafta önce Kudüs Tren İstasyonu’nda çekilen bir videodan ilham alarak seslendi. İstasyonda yürüyen merdivenlerin bir tarafında hukuk devrimi karşıtları Kudüs’te gösteri yapmak için akın ederken, diğer tarafında reform yanlıları Kaplan Caddesi’ndeki sağcı gösteriye doğru gitmeye çalışıyorlardı. Netanyahu bunu “fikir ayrılıklarına rağmen, herkes bir arkadaşına ulaştı” diyerek, toplumun fikir ayrılıklarıyla genişleyen bölünmesini kapatmaya çalıştı.

Hâlbuki İsrail devletini oluşturan uzlaşma ve anlaşma zemini önemli bir yara almıştı. Netanyahu’nun bu hamlesi 30 haftadır düzenli olarak meydanlara çıkan iki milyon kişiyi görmezden geldiğinin ya da güç körlüğü hastalığına yakalandığının en güzel göstergesi.

Şimdi ne olacak?

Peki, şimdi ne olacak?

İsrail’de 26 Temmuz’da sağlık personelinin greviyle başlayan sürecin giderek büyüyeceğini düşünüyorum. İsrail İşçi Birliği Histadrut’un önderliğinde bir seri grevin ekonomiyi zorlaması artık kaçınılmaz hale geldi.

Öte yandan İsrail ordusunda kritik görevlerde yer alan birçok kişinin yedek askerlik görevine gitmeyeceği tahmin etmek hiç de zor değil. Yargı mensuplarının grevinin, işleyişi durdurması da mümkün gözüküyor.

İsrail’de hayal ettikleri yaşama sahip olamayacaklarını düşünen birçok ailenin diğer pasaportlarıyla farklı ülkelere göç planı yapmaya başladığını görüyoruz. Bu huzursuzlukların ve ekonomik dalgalanmanın birçok bilişim firmasını da huzursuz edeceğini düşünüyorum.

Asıl merak ettiğim de Netanyahu’nun dindar partilerle toplum arasındaki sıkışıklığı aşmak için nasıl bir hamle yapacağı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Temmuz 2023’te yayımlanmıştır.

Salih Bıçakcı
Salih Bıçakcı
Doç. Dr. Salih Bıçakcı, CATS Araştırmacısı ve Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, 2004’te İsrail’deki Tel Aviv Üniversitesi’ndeki doktora çalışmalarını tamamladı. Doç. Dr. Bıçakcı kimlik, güvenlik ve terörizm konusunda birçok akademik projede yer aldı. Çeşitli üniversitelerde Uluslararası Siyasette Orta Doğu, Uluslararası Güvenlik, Uluslararası İlişkiler Teorisi, Türk Dış Politikası dersleri verdi. Son yıllarda çalışmalarını bölgesel, siber güvenlik ve kritik altyapıların korunması konularında yoğunlaştırdı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İsrail’de ne oldu? Olanlar neden çok önemli?

İsrail’de aylardır ülkeyi ikiye bölen ve politik iktidarı yüksek yargının üzerine çıkarmayı amaçlayan düzenleme yasalaştı. Kimine göre İsrail artık “faşist bir devlet”, kimine göre “özgürleşti”. İsrail’de ne oldu, ne olacak? Doç. Salih Bıçakcı yazdı.

İsrail’de uzun süreden beri devam protestoların, demokrasiyi ayakta tutma ümidi 24 Temmuz 2023 itibariyle bitti. İsrail Parlamentosu Kinesset, hükümetin eylemlerini makuliyet ilkesine uygunluk açısından denetleme yetkisini İsrail Yüksek Mahkemesi’nin elinden alan bir yasayı kabul etti. Sırada, hâkimlerin atanmasında hükümete daha çok yetki veren ve Yüksek Mahkeme’nin gücünü daha da kısıtlamayı öngören başka düzenlemeler var.

İsrail’in kuruluşunun 75. yılına denk gelen bu dönüşüm, bir yandan dünyadaki güçlü liderler, popülizm ve sağ iktidarların yükselişini vurguluyor, öte yandan da İsrail’i yeni bir kırılganlık evresine doğru itiyor.

İsrail’deki yargı reformunun amacı ne?

İsrail’de uzun süreden bu yana yapılmak istenen yargı reformu politik iktidarı, yüksek yargının üzerine çıkarmak istiyor.

Bunun ilk adımı olan yasanın geçmesiyle birlikte artık yüksek yargının hükümetin yaptığı icraatlar üzerinde hiçbir engelleyici ve durdurucu etkisi kalmayacak. Hükümet politik gücünü sınırsız olarak her alanda kullanabilecek.

Temel olarak ülkeyi ikiye bölen bu yasa aşağıdaki maddenin tartışılmasından ibaret: “Bu Temel Kanun’da belirtilenlere bakılmaksızın, Yüksek Adalet Mahkemesi sıfatıyla, Yargıtay da dâhil olmak üzere kanunen yargı yetkisine sahip olanlar, hükümetin, başbakanın veya başka bir bakanın kararlarının makul olup olmadığını tartışamazlar ve bu konuda emir veremezler; bu bölümde ‘karar’ – atamalar da dahil olmak üzere herhangi bir karar veya yetki kullanmaktan kaçınma kararı.”

Seçilmişlerin adaletin ve yargının üstüne çıkarılmasının sınırsız ve kontrolsüz bir güç ortaya çıkaracağı düşünülen yasa tasarısı, muhalefetin protesto için oylamayı terk etmesi üzerine 64’e 0’lık sembolik çoğunlukla kabul edildi.

Hukuk(suzluk) devrimi

Kinesset’teki bu hukuk(suzluk) devrimini protesto etmek için insanlar Tel Aviv’den Kudüs’e yürüdüler, Kinesset’in önünde çadırlarını kurarak kamp yaptılar, farklı şehirlerde gösteriler de devam etti. 24 Temmuz günü, İsrail’de çıkan dört gazete (Yediot Ahronot, Calcalist, HaEretz, Israel Hayom) protestocuların verdiği ilk sayfa ilanlarıyla simsiyah çıktı. İsrail demokrasisi için kara bir gün teması bütün protestocuları birleştiren bir başlık gibi gözüküyor.

İsrail’deki sürekli devam eden protestolar nedeniyle şimdi İsrail devletinin ve toplumunun kırılgan bir güne uyandığını söylemek çok zor olmayacaktır. Netanyahu’nun 24 Temmuz akşamı yaptığı konuşmada kararın uygulamasının erteleneceğini söylemesi kimseyi rahatlatmadı.

Destekçiler ve karşıtlar ne söylüyor?

İsrail’i tanımayanlar yapılan değişikliği küçük bir kanun değişikliği gibi yorumlayabilirler ancak mesele, İsrail’in adeta DNA’sını değiştirmekle eşdeğer. Bu değişikliğin ne yönde olduğunuysa taraflar farklı şekillerde açıklıyor.

Hukuk reformunu destekleyenler, son aylarda mümkün olan her fırsatta tekrarladıkları gibi, İsrail’in daha özgür günlere uyandığını iddia edecekler. Onlara göre, seçmenlerinden ülkeyi yönetme yetkisi alan seçilmişler, kanunun geçtiği günden itibaren daha özgür, yargı korkusu olmadan hareket edebilir ve seçmenlerine verdikleri sözleri yerine getirebilirler.

Bu sözlerin neler olduğunu ve kimleri çiğnemek, yaralamak, yok etmek pahasına yapılacağını da bütün dünya görecek. İsrail’in zaten temiz olmayan insan hakları karnesinin daha da kötüleşeceğini öngörmek çok da zor olmasa gerek.

Öte yandan haftalardır bu düzenlemenin karşısında mücadele edenler hayal ettikleri gibi bir sonuca ulaşamadılar. Mücadeleyi artık farklı bir yaklaşımla sürdürmek zorunda olduklarının farkındalar. Protestocuların bazıları, Margaret Atwood’un romanından yola çıkılarak yapılan ve kadınların değerinin olmadığı bir dünyayı anlatan distopik The Handmaid’s Tale (Damızlık Kızın Öyküsü) dizisindeki damızlık kadınların giysileriyle protestolara damga vurmuş, bu eylemleriyle de neden korktuklarını açıkça vurgulamışlardı.

25 Temmuz akşamı yapılan gösterilerden çekilen fotoğrafların birinde, bir kadının elindeki pankartta “benim için zor” yazıyordu. Sanırım bu, kaybeden tarafın hislerini açıklayan güzel bir ifadeydi. İsrail’deki protestocuların çoğu kendini aşağılanmış, yaralanmış, aldatılmış ve bilhassa gelecek konusunda endişeli hissediyor.

Kinesset’teki oylama sonrası Adalet Bakanı Yariv Levin’in etrafında toplanan bakanların milletvekilleriyle çektirdikleri “tarihi selfie” de kendilerince zaferlerinin bir nişanesi olarak görseller tarihinde yerini aldı. 25 Temmuz’a kadar gelen süreç boyunca Başbakan Binyamin Netanyahu ve destekçileri protestoculara, terör tohumları ektiklerini söylemek dahil her türlü mesnetsiz yakıştırmayı yaptılar. Düzenlemeyi destekleyen iktidar partilerinin milletvekillerinin ve bakanların hukuk reformu karşıtlarına anarşist, ahır yakıcı gibi olmadık iftiralar yakıştırması bile protestocuları yıldıramadı ve korkutmadı.

Dünyadaki yükselen popülizm ve sosyal medya ortaklığı ile iktidarların kendi akıl mühendislikleriyle gerçekleri istedikleri gibi eğip büktüklerini sıkça görüyoruz. Protestocuları esas endişelendiren nokta ise merkezi hükümetin onlardan kopuk, kaygılarını anlamadan, onları dikkate almadan gözlerine parmak sokarcasına umursamaz duruşu…

“İsrail artık faşist bir devlet”

Eski başbakanlardan Menachem Begin’in oğlu Benny Begin babasının da kurucuları arasında olduğu sağcı Likud Partisi’nden oylamalar öncesinde ayrılarak torunuyla birlikte hukuk reformu karşıtı protestocuların gösterilerine katıldı.

Menachem Begin, Likud’u iktidara getirmesinden çeyrek asır önce, 1952’de yazdığı bir kitapta siyasi çoğunluk ile bağımsız Yüksek Mahkeme arasındaki denetim ve dengeler hakkında şunları yazmıştı: “Beş, yedi veya on bir seçilmemiş kişi seçmenlerin temsilcileri tarafından kabul edilen bir yasayı iptal edebilir mi?”

Varşova Üniversitesi’nde hukuk eğitimi almış Begin, bu soruya ‘evet’ yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyordu: “Çünkü parlamento çoğunluğu bir grup lider tarafından tiranlıklarını örtmek için kullanılabilir. Bu nedenle, halk haklarını sağlamlaştırmalıdır… Böylece parlamento çoğunluğu tarafından bile reddedilemezler. Bu ancak ‘yargı üstünlüğü’ ile sağlanabilir.”

Benny Begin, babasının dediklerini desteklercesine “her zaman ulusal-liberal bir hareket olan Likud hareketi içinde büyüdüm” dedi ve ekledi, “Bir zamanlar babamdan milliyetçilik ile faşizm arasındaki farka dair önemli bir ders öğrenmiştim. Milliyetçilik -babamın bana anlattığına göre- sevgiyle karakterize edilir. Milliyet sevgisi. Kültür sevgisi. Ulusal geçmiş sevgisi. Toprak sevgisi. Faşizm ise nefretle karakterize edilir. Diğerlerine, sizden farklı olanlara ve yabancılara duyulan nefret. Ne yazık ki İsrail bugün faşist bir devlet haline geldi.”

İsrail’de güç kimde?

Ocak ayının başında Adalet Bakanı Yariv Levin’in basın toplantısıyla başlayan süreç, son aylarda İsrail’in yasal yapısının geleceğine ilişkin ciddi ve dengeli bir tartışmadan çok bir kumpanya havasına bürünen Anayasa Komisyonu toplantılarıyla devam etti, vahşi iftiralar ve rejim karşıtlarına kışkırtmalarla devam etti ve 25 Temmuz’da Kinesset’te sonsuza dek hatırlanacak bir oylamayla sona erdi.

Bu süreç, esasında Netanyahu’nun koalisyondaki güçsüzlüğünü ve gerçek başbakanın kim olduğunu açıklayan bir tabloydu. Netanyahu büyük ortakları Levin ve aşırı sağcı Ben Gvir’in baskılarına boyun eğdi. Hep birlikte geniş tabanlı bir fikir birliği olmadan aşırı yozlaşmış bir yasayı onayladılar.

İsrail’in demografisi

Son seçimdeki sonuç esasında bu yasanın geçme sürecine giden yolu tetikleyen bir değişimin göstergesi.

İsrail’de yıllardır süregelen demografik değişim, dindarlığın ve muhafazakarlığın farklı biçimde yükselişini gösteriyor. Bir yandan seküler bir yaşam tarzını destekleyen ama kültürel düzeyde dinî inanışlarını yaşayan şehirli ve az çocuklu aileler, diğer taraftan Yahudi öğretilerinin çalışıldığı Yeşiva’larda eğitim gören dünyayı farklı bir lensle okuyan büyük ve kalabalık dindar aileler.

Aynı coğrafyayı paylaşan ama farklı hedefleri olan bu iki kesim hukuk reformu üzerinden kavga ederken esasında dindar partiler ilk defa bu kadar güçlü bir koalisyonda olmanın gücünü de hissetmek istediler.

Bütün bunları akılda tutarken şunu da unutmamak lazım: Kudüs’e giderek Kinesset etrafında toplanan, polisin sıktığı suyun kötü kokusunu bastırmak için burunlarına biberiye dalı bastıran on binlerce protestocu esasında İsrail’in farklı bir kesitini de temsil ediyor.

Bunların arasında devletin kuruluşunu hatırlayan yaşlılar ve 2006’daki İkinci Lübnan Savaşı’nı hatırlamayan gençler vardı; kippa takanlar ve laikler, işgale karşı çıkan aktivistlerin yanında sadık yedek askerler de vardı. Onlarca protestocu da Kinesset’in karşısına kurdukları çadırları ile kararı değiştirebilmeyi ümit ettiler.

Fikir ayrılığı mı, kopuş mu?

Kararın Kinesset’te sadece iktidar partilerin oyuyla onaylamasının ardından akşam saatlerinde açıklama yapan Netanyahu, bir hafta önce Kudüs Tren İstasyonu’nda çekilen bir videodan ilham alarak seslendi. İstasyonda yürüyen merdivenlerin bir tarafında hukuk devrimi karşıtları Kudüs’te gösteri yapmak için akın ederken, diğer tarafında reform yanlıları Kaplan Caddesi’ndeki sağcı gösteriye doğru gitmeye çalışıyorlardı. Netanyahu bunu “fikir ayrılıklarına rağmen, herkes bir arkadaşına ulaştı” diyerek, toplumun fikir ayrılıklarıyla genişleyen bölünmesini kapatmaya çalıştı.

Hâlbuki İsrail devletini oluşturan uzlaşma ve anlaşma zemini önemli bir yara almıştı. Netanyahu’nun bu hamlesi 30 haftadır düzenli olarak meydanlara çıkan iki milyon kişiyi görmezden geldiğinin ya da güç körlüğü hastalığına yakalandığının en güzel göstergesi.

Şimdi ne olacak?

Peki, şimdi ne olacak?

İsrail’de 26 Temmuz’da sağlık personelinin greviyle başlayan sürecin giderek büyüyeceğini düşünüyorum. İsrail İşçi Birliği Histadrut’un önderliğinde bir seri grevin ekonomiyi zorlaması artık kaçınılmaz hale geldi.

Öte yandan İsrail ordusunda kritik görevlerde yer alan birçok kişinin yedek askerlik görevine gitmeyeceği tahmin etmek hiç de zor değil. Yargı mensuplarının grevinin, işleyişi durdurması da mümkün gözüküyor.

İsrail’de hayal ettikleri yaşama sahip olamayacaklarını düşünen birçok ailenin diğer pasaportlarıyla farklı ülkelere göç planı yapmaya başladığını görüyoruz. Bu huzursuzlukların ve ekonomik dalgalanmanın birçok bilişim firmasını da huzursuz edeceğini düşünüyorum.

Asıl merak ettiğim de Netanyahu’nun dindar partilerle toplum arasındaki sıkışıklığı aşmak için nasıl bir hamle yapacağı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 31 Temmuz 2023’te yayımlanmıştır.

Salih Bıçakcı
Salih Bıçakcı
Doç. Dr. Salih Bıçakcı, CATS Araştırmacısı ve Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi, 2004’te İsrail’deki Tel Aviv Üniversitesi’ndeki doktora çalışmalarını tamamladı. Doç. Dr. Bıçakcı kimlik, güvenlik ve terörizm konusunda birçok akademik projede yer aldı. Çeşitli üniversitelerde Uluslararası Siyasette Orta Doğu, Uluslararası Güvenlik, Uluslararası İlişkiler Teorisi, Türk Dış Politikası dersleri verdi. Son yıllarda çalışmalarını bölgesel, siber güvenlik ve kritik altyapıların korunması konularında yoğunlaştırdı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x