Almanya ve Japonya, II. Dünya Savaşı’nın ardından bir daha bu yola başvurmama yaklaşımını benimsemişti. Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Çin’in tehditkâr tutumu bu konuda bir dönüşümü de beraberinde getirdi.
Yazar Ian Buruma, The Wall Street Journal internet sitesinde yayımlanan yazısında, her iki ülkede savunma harcamalarını artırma ve ABD’ye askerî bağımlılığı azaltma yönünde atılan adımları anlatıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Almanya Başbakanı Olaf Scholz o ânı ‘tarihi bir dönüm noktası’ [Zeitenwende] olarak nitelendirmişti. Japonya’da, Tamori adlı ünlü bir komedyen ise ‘yeni savaş öncesi durum’ ifadesini türetti. Bu ifade şu anlama geliyordu: Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin her iki ülkeyi de kendi askerî hazır olma durumlarını daha ciddiye almaya zorlaması.
Geçen yıl Şubat ayında Scholz, Almanya’nın ihmal edilen askerî gücünü artırmak ve Almanya’nın askerî bütçesini NATO’nun gerekliliğine uygun olarak GSYİH’nın %2’sinin üzerine çıkarmak için 100 milyar Euro’luk bir fon kullanacağı taahhüdünde bulundu.
Japonya Başbakanı Fumio Kişida, geçtiğimiz günlerde Ukrayna’ya sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi ki bir Japon başbakanı ilk kez savaş halindeki bir ülkeye ayak basıyordu. Kişida, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikalı hukukçular tarafından hazırlanan pasifist anayasa her ne kadar kısıtlıyor olsa da, önümüzdeki beş yıl içinde savunma harcamalarını %50 artırmaya ve Japonya’ya saldırılması durumunda düşman hedeflerini vurabilecek füzeler edinme sözünü verdi.
Bu tedbirlerin hiçbiri, iki eski Mihver gücün[efn_note]Mihver Devletler: Dünya Savaşı’nda Müttefik Devletler bloğuna karşı temel olarak Almanya, İtalya ve Japonya’nın, bunun dışında Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Finlandiya, Bağımsız Hırvatistan Devleti, Vichy Fransası, Arnavutluk, Habeşistan, Mançukuo, Tayland, Burmanya ve Irak’ın oluşturduğu blok.[/efn_note] II. Dünya Savaşı’ndaki savaşçı yöntemlerine geri döndüğü anlamına gelmiyor. Japonya, Ukrayna’ya kask ve kurşun geçirmez yeleklerden daha ölümcül bir şey göndermedi. (…)
Her iki ülkede de Rusya’nın saldırganlığına verilen bu tepkilere önemli bir muhalefet söz konusu. Şubat ayında, sağcı Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) Rusya yanlısı üyelerinin de katıldığı 10 binden fazla Alman pasifist, Almanların Ukrayna’ya silah göndermesini protesto etmek için Berlin’de bir ‘barış için isyan’ gösterisi düzenledi.
Japonya’da yayımlanan liberal Asahi gazetesi, yeni savunma planlarının anayasaya aykırı olduğu ve geçmişten alınan dersleri dikkate almadığı konusunda Kişida’yı uyardı. Anayasa’nın 9’uncu maddesine göre, “Japon halkı, ulusun egemenlik hakkı olarak savaştan ve uluslararası anlaşmazlıkları çözme aracı olarak güç tehdidi veya kullanımından sonsuza kadar feragat eder.” Bu, eski usul Japon liberallerinin sevdiği bir yol.
Japonya ve pasifizm
Öte yandan, Ukrayna’nın işgali ve Japonya söz konusu olduğunda, Çin’in Okinawa’ya 500 milden yakın mesafedeki Tayvan’a yönelik tehditkâr davranışı, liderlerin coşkulu sözlerinin ötesine geçen yeni bir durum yarattı. Asahi gazetesindeki başyazılara ya da protestolara rağmen, son olaylar her iki ülkede de bir daha asla savaşa katılmama yönündeki savaş sonrası fikir birliğini bozdu.
Japonya savunmasını iyileştirmek için elinden gelenin en iyisini yapan eski Başbakan Shinzo Abe gibi sağcı Japon milliyetçileri, feci bir yenilginin ardından ABD tarafından ülkelerine resmî pasifizmin dayatıldığını iddia etmeye meraklılar. Abe, geçen yıl suikasta kurban gidene kadar, büyükbabası Nobusuke Kishi’nin Japonya’nın askerî bir güç olma hakkını yeniden tesis etmek ve tarihin karanlık lekelerini silme hırsını hayata geçirmek için durup dinlenmeden çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Japonya’nın silahlanma bakanı olan Kishi, savaş suçlusu olmakla suçlanmıştı, ancak ABD’den bir erteleme geldi ve nihayetinde başbakan oldu.
Japonya’nın 1930’lar ve 1940’lardaki askerî saldırganlığının sorumluluğu Nazilere veya Hitler gibi bir diktatöre yüklenemeyeceği için, Amerikan işgalciler Japonları geleneksel militarizmlerinden ve samuray ruhlarından vazgeçirmeye çalıştı. (…)
Anayasa’yı yeniden düzenlemek isteyen Japon milliyetçilerinin genellikle unutmayı tercih ettikleri şey, pasifizmin Japonya’da ezici bir çoğunlukla popüler olduğu. Savaş tüm Asya’da milyonlarca cana mal olmuş ve Japonya’yı harabeye çevirmişti. Abe gibi milliyetçi liderler 9’uncu maddeyi yenilemek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, kamuoyu en azından 1990’lara kadar kararlı bir şekilde buna karşı durmaya devam etti; sonrasında ise görüşler yavaş yavaş değişmeye başladı. (…)
Anayasal pasifizmden ilk pişmanlık duyan Japon halkı değildi. 1953’te Başkan Dwight Eisenhower’ın yardımcısı olarak Japonya’yı ziyaret eden Richard Nixon, oldukça ürkmüş dinleyicilerine, ABD’nin 1946’da bir hata yaptığını ve Japonya’nın yeniden silahlanabilmesi gerektiğini söylemişti. (…)
Ne yazık ki, Nixon ile aynı fikirde olan Japon muhafazakâr nesiller, Japonya’nın II. Dünya Savaşı’nda yanlış yaptığını inkâr ederek kendilerini savunuyorlardı. Ne de olsa onlara göre Pasifik’teki savaş, Asya’yı Batı emperyalizminden kurtarmak için verilmişti. Pek çok insanın ölmesi talihsizlikti, ama bu tür kanlı olaylar her ulusun tarihinin bir parçasıydı. Milliyetçi Japon politikacıları ve entelektüelleri bu noktada ısrar ettikçe, çoğu Japon ve tabii ki diğer Asyalılar statükonun değişmesine direndi.”
Yazar, bu durumun Rus saldırganlığı ve Çin tehditleri nedeniyle değişmeye başladığını söylüyor: “Bugün çoğu Japon’un II. Dünya Savaşı’na dair hiçbir anısı yok. Anketlere göre, Japonların %50’den fazlası artık bir anayasa değişikliğinden yana. Birçok Japon, daha fazla silah almak için daha yüksek vergiler ödemeye direnç gösterse de, Başbakan Kişida’nın savunma stratejisine karşı değil. Bu da ‘yeni savaş öncesi durum’da yaşamanın sonuçlarından biri.
Almanya’nın hikâyesi
Almanya’nın savaş sonrası hikâyesi Japonya’nınkinden oldukça farklı. Ne Batı ne de Doğu Almanya’nın pasifist anayasaları oldu. Son savaştan Alman militarizmi değil, Hitler ve Naziler sorumlu tutuldu. Almanya’nın iki yarısı Nazilerden temizlendikten sonra, Alman Demokratik Cumhuriyeti Soğuk Savaş’ta Sovyet kontrolündeki bir Komünist cephe devleti haline geldi. Federal Almanya Cumhuriyeti ise NATO üyesi ve ABD’nin sadık müttefiki oldu. Doğu Almanya’nın resmî sloganı ‘Dünya Barışı’ iken Batı Almanlara ‘bir daha asla’ fikri aşılandı.
Doğu Alman askerleri, 1968’de Çekoslovakya gibi Sovyet İmparatorluğu’nun diğer bölgelerindeki halk ayaklanmalarını bastırmak için seferber edilmiş olsa da, her iki taraftaki Almanlar sıcak savaşların oldukça dışında kaldı. Batı Almanya’da ulusal güvenlik ABD’nin eline bırakıldı ve sonuç olarak Alman savunması ihmal edildi. Doğu Almanlar kendilerini ‘anti-faşizm’in mirasçıları olarak gördüklerinden, Üçüncü Reich dönemindeki vahşetlerden dolayı suçluluk duymalarına bile gerek yoktu. Batı Almanlar ise Japonlar gibi derslerini aldıklarını düşündüler. Oysa onları koruyan Amerikalılar pasifist sol tarafından emperyalist ve savaş çığırtkanı olmakla suçlanabilirdi elbette. Bu, Doğu Almanya’ya dayatılan Sovyet propagandasıyla gayet iyi örtüşüyordu.
Bu tutumlara dair örnekler, geçen Şubat ayında Berlin’de düzenlenen barış gösterilerinde kendini göstermişti. Bununla birlikte, Vladimir Putin’e açıkça hayranlık duyan aşırı sağcıların aksine, Alman pasifistler hâlâ savaştan daha kötüsünün olmadığına inanıyorlar.
Ukrayna’ya askerî destekten yana olan Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, savaş çığırtkanı olmakla suçlandı. Almanya’nın en ünlü filozofu Jürgen Habermas, oldukça tartışılan bir makale yazarak savaşın müzakere yoluyla çözülmesini talep etti. O da Baerbock’u ‘normatif sorulara duyarlılık’ sergilemek yerine ‘savaşı zafer ve yenilgi merceğinden’ görmesi nedeniyle eleştirdi. Ona göre her şeyden önce barışa odaklanmak, Almanya’nın ‘güçlükle edinilmiş zihniyetinin’ bir parçasıydı.
Japonya’da olduğu gibi yaş, bu tartışmalarda büyük rol oynuyor. Habermas 93 yaşında. Almanya harabeye döndüğünde Hitler’in ordusunda görev yapan bir gençti. Entelektüel ve duygusal DNA’sına ‘bir daha asla’ işlenmiş. Baerbock, savaştan 35 yıl sonra, 1980’de doğdu. Genç olmasının yanı sıra bir zamanlar sadık bir pasifist olan Yeşiller Partisi’nin de üyesiydi. Ukrayna savaşını, otokratik emperyalist bir saldırgana karşı demokrasinin savunulması olarak görüyor. Ona göre, Almanya’nın karanlık geçmişi nedeniyle, Almanlar ezilenlerin yanında durmalı ve onların kendilerini savunmalarına sadece sözlerle değil, tanklarla da yardım etmeli. (…)
Japonya Başbakanı Kişida, bir zamanlar Abe’nin liderlik ettiği muhafazakâr parti Liberal Demokratların bir üyesi. Ancak, Japonya’nın savaş zamanındaki sicilini inkâr ederek anayasayı yenilemeye çalışan şahinlerden biri de asla olmadı. Tıpkı Sosyal Demokrat Partili Baerbock veya Şansölye Scholz için geçerli olduğu gibi, bu, Kişida’nın ülkesinin daha güçlü bir askeri role sahip olmasını savunmasını kolaylaştırıyor. O da politikasını geçmişi mazur gösterecek bir argüman olarak değil, bir demokrasi savunması olarak çerçevelendirebilir.”
ABD’ye bağımlılık
Yazar, Çin ve Rusya’dan gelen yakın tehditlerin, Almanya ve Japonya’daki değişimin katalizörü olduğunu belirtiyor: “Ama başka bir sebep daha var. Avrupa ve Doğu Asya’da II. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra oluşturulan Pax Americana, Amerikan askerî korumasına duyulan güvene dayanıyordu. Bu güven, Başkan Donald Trump NATO’yu küçümsediğinde, Putin’e hayranlığını ifade ettiğinde ve ‘Önce Amerika’ dediğinde büyük darbe aldı. Avrupa’yı özerk bir askerî güç olarak yeniden inşa ederek ABD’ye olan bağımlılığını azaltma yönündeki Fransız hırsı daha ikna edici görünüyordu artık. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un umduğu da bu. Japonların kendi savunmalarını geliştirmeye yönelik planları, nadiren doğrudan ifade edilse de benzer kaygılardan kaynaklanıyor.
Trump, ne kadar kabaca ifade etse de bir konuda haklıydı: Pax Americana, 1945’ten sonra oluşturulduğu şekilde sonsuza kadar devam edemez. ABD’nin ekonomik hakimiyeti artık geçen yüzyıldaki gibi değil. Avrupa ve Asya’daki varlıklı ABD müttefiklerinin Amerikan askerinin korumasına tamamen bağımlı olması, Amerikalı vergi mükelleflerini daha da kızdıracak. Avrupalıların ve Japonların kendilerini savunmak için daha fazlasını yapmalarının ve bir dereceye kadar özerklik iddiasında bulunmalarının zamanı geldi.
Ancak Ukrayna savaşının fiili anlamda tam tersi bir etkisi oldu. Batı ve NATO hiç bu kadar birleşmemişti. Bu kısmen Başkan Biden’ın becerikli ve mantıklı diplomasisinden kaynaklanıyor. Ama aynı zamanda, Almanya ve Japonya gibi kilit müttefiklerin askerî bağımsızlıktan ne kadar uzak olduğunu da gösteriyor. Kendisi de ‘bir daha asla’ yaklaşımını savunan pasifist soldan gelen Şansölye Scholz’un, Biden’ın Abrams tanklarını[efn_note]61.7 tonluk ağırlığı ile en ağır muharebe tanklarından biri…[/efn_note] gönderme sözünü vermeden Ukrayna’ya Alman tanklarını göndermeyi reddetmesi bunun açık bir örneği. Polonyalı, Fransız ya da İngiliz politikacılar ve aslında Scholz kabinesinin bazı üyeleri Sam Amca’nın elini tutmadan adım atabileceklerini düşünseler de Alman şansölyesi öyle düşünmüyor. Almanların çoğunluğunun kendisini desteklemesini sağlamanın tek yolunun ihtiyatlı davranmak olduğu konusunda da haklı olabilir.
Japonya, ABD’ye, Almanya ve diğer NATO üyelerinden daha fazla bağımlı. Japonya’ya saldırılması durumunda ABD’yi kurtarmaya gelmeyi zorunlu tutan ABD-Japonya Güvenlik Anlaşması, Japonya’nın sahip olduğu tek güvenlik garantisi. Japonya, karşılığında ABD’yi savunmak zorunda değil elbette. Kişida’nın askerî savunmaya daha fazla harcama yapma ve düşman üslerini vurma hakkını tesis etme planları bir tür tarihi dönüm noktası, ancak bu tedbirlerin asıl amacı, Japonların kendi ülkelerini savunmasına ABD’nin yardım etmesini sağlamak.
Tayvan’ın ise böyle bir garantisi yok. ABD kurtarmaya gelebilir de, gelmeyebilir de. Ancak Japonların Çin saldırganlığından korkması ve Rusya’nın Ukrayna’daki başarısının Çin’i şiddetli bir askerî harekâta teşvik edebileceği endişesi, Japonya’yı ABD’ye daha da yaklaştırdı. Beyaz Saray’da kim oturursa otursun, Japonya’nın başka seçeneği yok.
Almanya’nın ‘dönüm noktası’ ve Japonya’nın ‘yeni savaş öncesi durumu’ ifadeleri gayet anlamlı. Kendi savunmaları için daha fazla sorumluluk almaya yönelik tereddütlü, temkinli, sancılı ilk adımlar atıldı. ‘Bir daha asla’ artık kesin kabul edilemez. Ancak, iyi ya da kötü, Pax Americana da sona yaklaşmaktan çok uzak. Vladimir Putin ve Xi Jinping bunu gördü.”
Bu yazı ilk kez 3 Nisan 2023’te yayımlanmıştır.