Neo-ortaçağcılık senaryosu gerçekleşirse…

Tarih tekerrürden mi ibarettir? Günümüzde yaşanan gelişmeler Orta Çağ’ın başlangıcını andıran döneme mi benziyor? Aynı olaylarının yaşanmaması için ne yapmalı? Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz yazdı.

Tarihte birçok imparatorluğun yükseliş, duraklama ve gerileme süreçleri yaşandı. Bunların en önemlilerinden biri de Roma İmparatorluğu’nun çöküşüydü. Siyasi ekonomist John Rapley ve tarihçi Peter Heather tarafından 2023 yılında yazılan İmparatorluklar Neden Çöker (Why Empires Fall) başlıklı ve Yale Üniversitesi yayınevince basılan kitap da, günümüz Batı dünyasını geçmişin imparatorluklarıyla karşılaştırarak neo-ortaçağçı bir çöküş senaryosunu ele alıyor.[1] Bu senaryo ne kadar gerçekçi elbette tartışmalı, ama ortaya konan tespitleri düşününce böyle bir risk yokmuş gibi davranmak da doğru olmaz.

Roma İmparatorluğu da döneminin en önemli istikrar ve kültürel düzen sağlayıcısıydı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşü sonucu Orta Çağ başladı. O günkü ve bugünkü gelişmelere baktığımızda “ya tarih tekerrür ederse” endişesini doğuracak kaygı verici bazı benzerlikler var.

Neo-ortaçağçılık nedir?

Peki, Neo-ortaçağçılık nedir?

İlk olarak neo-ortaçağçılık (Neo-medievalism) kavramına yakından bakalım.

Fikir Turu’nda 12 Şubat 2024’de yayımlanan “Neo-ortaçağ dönemine hoş geldiniz” başlıklı yazıda, günümüzdeki dünya düzenini etkileyebilen devlet dışı aktörler, buna karşın Covid-19 pandemi sonrası zayıflayan devletlerin merkezî yapıları ve bu devletlerin bitmek bilmeyen savaş ve çatışma ortamlarında orduya asker bulmakta dahi zorlanmaları gibi unsurlara değinilerek dünyanın giderek bir Neo-ortaçağcı döneme sürüklendiği öne sürülüyordu.

Neo-ortaçağçılık kavramını belki en iyi şekilde ele alan, Amerika Birleşik Devletleri’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Rand Corporation’dur. Heath, Kong ve Dale-Huang tarafından 2023 yılında hazırlanan “Neo-Ortaçağcı bir dünyada ABD-Çin rekabeti” (“U.S.-China Rivalry in a Neomedieval World”) başlıklı Rand Corporation raporunda “Neo-ortaçağ” tanımı şöyle yapılıyordu;

“…2000’li yıllarda başlayan, devletlerin zayıflaması, toplumların parçalanması, ekonomilerin dengesizleşmesi, yaygın tehditler ve savaşların gayrı-resmîleşmesiyle karakterize edilen tarihsel bir dönem.” [2]

Gerçekten de Orta Çağ’dan bu yana akıllara gelen vebalara benzer bir süreç olan pandemi sonrası küresel bir durgunluktan, küreselleşmenin ve birçok merkezî otoritenin regresyonuna tanıklık ettiğimiz bir dönemin başlangıcında olabiliriz.

Maalesef, Rand Corporation’ın raporunda yer alan Neo-ortaçağcılığın karakteristik özellikleri günümüzle önemli ölçüde uyuşuyor. Siyasi olarak birçok ulus-devletin merkeziyetçi yapıları zedelenmiş durumda ya da zedeleniyor ve devlet-dışı aktörler güçleniyor. Merkezkaç kuvvetler oldukça da o boşluğu devlet dışı aktörler ve diğer yerel unsurlar dolduruyor. Savaş baronları ve suç örgütleri ile devlet dışı gruplar, küresel düzeni istikrarsızlaştırıyor. Çok kültürlülükten ziyade topluluklar arası mezhepçilik ve dinî ayrışmalar ile dogmatik yaklaşım ve aşırı sağ gibi ırkçı akımların giderek siyasi kurumlara hâkim olduğuna şahit oluyoruz. Bu göstergelerin hepsi muhtemelen Neo-ortaçağ dönemine işaret ediyor.

Merkezî yönetimlerin zayıflaması birçok ülkede ciddi politik krizlere yol açıyor. Modern ulus-devlet yapılarının aynı zamanda büyük küresel şirketlerle de uzlaşma ihtiyaçları zaman zaman kendini dayatıyor. Çok uluslu şirketler Orta Çağ dönemindeki güçlü ticaret erbabı ve İpek Yolu tüccarları gibi merkezî otoriteyle doğrudan pazarlık yapabiliyorlar.

Ayrıca, üretim, tarım ve ekonomik faaliyetler ile birlikte ekonomik büyüme yavaş, oynak ve dengesiz seyrediyor. Bu durum, bilhassa kaçakçılık, karaborsa, kara para aklama gibi alternatif yasa dışı ekonomilerin gelişmesine ve ciddi anlamda adaletsiz bir düzenin gelişmesine sebep oluyor.

Dünyanın en zengin %1’i küresel servetin neredeyse yarısına sahip, bu eşitsiz tablo da küresel servet ve gelir dağılımındaki mevcut adaletsizliği gösteriyor.[3]

Ulus-devletlerin önemli egemenlik sembollerinden biri olan para basma gücünün de kripto varlıklar, elektronik para birimleri, hızla artan e-ticaret ile sosyal medya ve sanal varlıklar yüzünden sarsıldığına şahit oluyoruz. Oysa para basma, paranın icadından beri, Roma döneminden günümüze hep önemli bir egemenlik sembolü olageldi. [4]

Çöküş önlenebilir mi?

Peki, bu çöküş engellenemez mi?

Neticede, Roma İmparatorluğu henüz gücünün zirvesindeyken gerilemeye başlamıştı.[5] Günümüz dünyası için de neden aynısı olmasın? Ekonomist Daron Acemoğlu ve siyaset bilimci ve ekonomist James Robinson’un Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail)[6] isimli kitaplarında, ulusların ve uluslararası sistemde kapsayıcı siyasi ve iktisadi kurumların ekonomik kalkınmanın ana nedeni olduğu iddia edilir. Kapsayıcı siyasi kurumlar yeterince merkezî ve çoğulcu siyasi yapılardan oluşurlarsa, bu durum kalkınmaya sebep olur. Merkezî ve siyasi açıdan çoğulcu kurumsal yapıların sürdürülememesi durumunda ise düşüş başlar.

Acemoğlu ve Robinson’un teorilerine benzer şekilde merkezî yapının zayıflığı Neo-ortaçağ için de geçerli bir durumdur. Dolayısıyla aslında, güçlü merkezî ve kurumsal yönetişim sayesinde hem ulusların düşüşü engellenebilir hem de bu ulusların vatandaşlarının haklarının gerilemesinin de önüne geçilebilir.

Karanlık çağdan kurtulmanın yolu ne?

Karanlık çağdan kurtulabilmenin yolu, kimilerine göre öncelikle teknolojiden geçer, oysa bu yalnızca bir teknoloji meselesi değildir. İlerici ve çoğulcu toplumlar, hakların eşit ve adil dağıtılmasıyla ilgilidir.

Örneğin, Orta Çağ öncesi Roma İmparatorluğu hukuk, yönetim, yollar ve birçok yönetişim başlığının ve medeniyetin zirvesi olarak kabul edilirdi. Ancak Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve yönetim sistemi ideal bir sistem değildi. İnsan hakları, savaş kuralları ile değer yargıları günümüzden çok farklıydı. Savaş esirleri gladyatör arenalarında ölümüne dövüşürdü; kölelik, yolsuzluk ve sürekli isyanlarla birlikte siyasi rekabetler de yaygındı. Fakat tüm bunlara rağmen Roma İmparatorluğu devrinde Akdeniz bölgesinde uzun yıllar Roma Barışı (Pax Romana) dönemi yaşandı. Bu barışın önemim unsurlarından biri ticaret ağlarını örmesini sağlayan meşhur yollarıydı. Hatta ‘Tüm yollar Roma’ya çıkar” sözü işte bu nedenle ortaya çıktı.

Öte yandan Roma’da günümüzün modern adalet sisteminin temelini oluşturan bir hukuk sistemi ve mahkemeleri vardı (Roma Hukuku). Roma, imparatorluk döneminde bile, halkın temsil edildiği bir senatoya sahipti (SPQR – Senatus Populusque Romanus / Roma Senatosu ve Halkı).

Roma İmparatorluğu’nda vatandaşların hakları ve ayrıcalıkları vardı. Karanlık çağların toplumsal eşitsizliğini, cehaletini ve geri kalmışlığını anlamak için vatandaşlar ile Orta Çağ Avrupası’nda, miras yoluyla kendisine tahsis edilen arazide toprak ağası adına çalışan köylüler olarak tanımlayabileceğimiz serfleri karşılaştırmak iyi bir gösterge olabilir. Zira serflerin hakları yoktu, onlar kuldu ve derebeylerinin mülkünün bir parçasıydı.

Halbuki Roma halkının hakları vardı, bu nedenle de yönetim onları memnun etmek için gayret ederdi. Örneğin, bedava ekmek dağıtarak ve gladyatör oyunları ile at yarışları düzenlemek gibi (Panem et Circenses) popülist politikalar güderek memnun tutmaya çalışırlardı.[7]

Roma döneminin, Avrupa’daki karanlık çağlardan en büyük farkı, sadece teknolojik öncülük veya ekonomik gücü değildi; devlet yönetimi, vatandaş hakları ve hukuk ile alakalı önemli farklar da bulunmaktaydı. Orta Çağ dönemindeki dogmatik yapı aslında büyük ölçüde Avrupa’daki toplumlar için geçerliydi. Örneğin o yıllarda Ortadoğu’da, Orta Aasya’da veya Çin’de bir karanlık çağ değil, halen bilim ve matematiğe önem verilen çağlar yaşanıyordu. Avrupa’nın karanlık çağları aşıp bilim ve hümanizme yönelmesi yüzlerce yıldan sonra gerçekleşti. Avrupa toplumu ve yönetimleri, coğrafi keşifler, rönesans, reform dönemlerinin ardından Amerikan ve Fransız Devrimleri ile sanayi devrimi sonrası karanlık çağları yavaş yavaş aşabildiler. Egemenliğin yeniden kurulması bin yıldan uzun sürdü. Avrupalı milletler, diğer kıtalarda sömürgeci ve emperyalistken, kendi içlerinde yavaş yavaş vatandaşların, kadınların ve işçilerin haklarını kazandığı dönemler yaşandı ve vatandaşlık bilinci oluşmaya başladı.

Vatandaşlık bilinci neden önemli ve gerekli?

Vatandaşlık bilinci, sadece vergi ödeme, askerlik hizmetini yapmak ve vatanı savunmak değil, aynı zamanda vatanın geleceğini de sahiplenmek ve o gelecekle ilgili karar verme süreçlerine katılmak demektir. Örneğin, yol, okul, hastane, demir yolları ve altyapı projeleri gibi kamu projeleri hakkında sadece yöneticiler ve dönemin derebeyleri ve büyük patronlar değil, vatandaşlar da söz hakkına sahiptir.

Altyapı projeleri, önemli ölçüde vatandaşlardan toplanan vergiler ve devlet tahvilleri tarafından finanse edildiklerinden, bunları inşa etmek için güçlü merkezî yönetimler gerekir. Altyapı yatırımları ekonomiyi genişletir, ticareti, lojistiği ve tedarik zincirlerini güçlendirir ve kamu hizmetleri aracılığıyla vatandaşlara fayda sağlar.[8]

Modern egemen ulus devletlerde, yerel ve ulusal hükümetler çeşitli derecelerde vatandaşlara karşı sorumludur. Zaten vatandaşları kullardan ayıran en önemli farklardan biri yönetimlerden hesap sorabilmeleri ve yönetimde söz sahibi olabilmeleridir. Ancak, siyasi himaye ve Neo-Ortaçağ feodalizmi büyüdükçe, yönetici güçler, vatandaşlara karşı daha az sorumlu hale gelirler.

Uluslararası mega projeler ve küresel ticaret, küresel bir yönetişimle ve kurallar sistemi aracılığıyla işleyebilir. Bunları gerçekleştirmek için de küresel toplum ve vatandaşlık bilincinin güçlü olması gerekir. Bu bilinç sayesinde insan hakları ve uluslararası hukuk gibi evrensel hakların aranması, uluslararası iletişim ve dayanışma gösterilmesi mümkün olabilir.

Sonuç olarak, Neo-ortaçağcılığın açık işaretleri olsa da, eğilim kaçınılmaz değildir. Ama en önemlisi, neo-ortaçağcı gelecek senaryolarında da ulusal ve küresel vatandaşlık bilincinin ve dayanışmasının güçlenmesi sayesinde vatandaşlar, büyük güç odaklarına karşı koyabilirler.

Ulusal ve küresel vatandaşlık kavramıyla dayanışma, yönetişim, insan hakları ve hukuk gibi ortak değerler öncelikli olurlar. Küresel yönetişim ve güçlü küresel vatandaşlık bilinci, neo-ortaçağ dönemindeki olası neo-feodal bir düzen karşısında muhtemel çözümlerden biri olacaktır.

Yeni bir çöküş hangi riskleri beraberinde getirebilir?

Son olarak, merkezî otoritenin zayıflamasının getirdiği büyük risklerden biri de nükleer silahların ve kitle imha silahlarının yaygınlaşmasıdır. Stratejik nükleer silahlar korkunç bir yıkıma sebep olabilirler.

Nükleer silahları elinde tutan ulus devletlerin merkezî otoriteleri dağılırsa bu korkunç nükleer silahların yayılması senaryosuyla yüzleşme riski güçlenebilir. Tıpkı bilimkurgu yazarı Frank Herbert’in uzak bir gelecekte geçen ama yönetim biçimi olarak Orta Çağ’daki gibi krallar, dükler ve baronların dünyaya hakim olduğu Dune roman serisinde, soylu ailenin elinde bir prestij göstergesi olarak atom bombalarının bulunduğu bir gelecek ihtimali insanlığın en büyük kabuslardandır. Böyle olası bir neo-ortaçağ geleceğinde, o kitle imha silahlarının her an kullanılma olasılığı daha yüksek olabilir. Nükleer silahların yayılma riski bakımından da güçlü merkezî devlet yapısı gereklidir.

Tarihin tekerrür etmesinin, insanlığı karanlık çağa mahkûm edecek bir çöküşün önlenmesinde kilit rol ile haklarına, adalet sistemine sahip çıkan, vatandaşlık bilinciyle donanmış bireylerdir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

[1] The Economist, May 25th 2023. “Rome fell. Will the modern-day West follow suit?” Culture, Review of Book :

“Why Empires Fall.” By John Rapley and Peter Heather. Yale University Press https://www.economist.com/culture/2023/05/25/rome-fell-will-the-modern-day-west-follow-suit

[2] Heath, T. R. Heath, Kong, W., and Dale-Huang, A. (Jun 6, 2023) “U.S.-China Rivalry in a Neomedieval World: Security in an Age of Weakening States.” Rand Corporation, https://www.rand.org/pubs/research_reports/RRA1887-1.html

[3] According to Oxfam Report published 14 January 2024, titled, “Inequality Inc.” 43% of global financial assets are on the hands of the top 1% of the wealthiest. In Europe 47%, in Asia 50% of all wealth is in the hands of the richest 1%. Executive Summary page 10. https://www.oxfamamerica.org/explore/research-publications/inequality-inc/

[4] Diriöz, Ali Oğuz. “UNDERSTANDING NATIONAL GOVERNMENTS’ DESIRE TO REGULATE CRYPTO CURRENCIES THROUGH PRE-WESTPHALIAN CONCEPTS OF SOVEREIGNTY”. Uluslararası Suçlar Ve Tarih, no. 23 (September 2022): 141-64. https://doi.org/10.54842/ustich.1167457.

[5] The Economist, May 25th 2023. “Rome fell. Will the modern-day West follow suit?” Culture, Review of Book :

“Why Empires Fall.” By John Rapley and Peter Heather. Yale University Press https://www.economist.com/culture/2023/05/25/rome-fell-will-the-modern-day-west-follow-suit

[6] Daron, Acemoglu, and James A. Robinson. “Why nations fail: The origins of power, prosperity, and poverty.” New York: Crown Business (2012).

[7] Panem et Circenses ; Roma döneminin populizmini anlatan çok meşhur bir slogandır. Hatta, günümüz popüler kültürün meşhur kitap ve film serilerinden ‘Açlık Oyunları’ serilerinde ülkenin adı yani Panem, o slogandan gelir. Açlık oyunlarında da aslında Roma dönemine benzer gladyatör oyunları vardır. Bu tarz bir popülizm sayesinde, halkın soru sormadan karınları minimum seviyede tok tutulur ve eğlendirilirler. Halkı tok tutup eğlendirirken, halkın hesap sormadığı güçlü merkrzi bir yönetim, ülkeyi istediği gibi yönetir.

[8] Bielenberg, A., Williams, J., & Woetzel, J. (2020). Four ways governments can get the most out of their infrastructure projects. McKinsey & Company. January.

Ali Oğuz Diriöz
Ali Oğuz Diriöz
Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz - Uluslararası İlişkiler Doçenti olan Diriöz, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası Girişimcilik Bölümü'nde tam zamanlı öğretim üyesi. Araştırma alanları arasında Küreselleşme, Küresel Ticaret ve Jeopolitik, Uluslararası Kuruluşlar, Enerji ve Su Güvenliği ile Uluslararası Politik Ekonomi, bulunuyor. Ayrıca, Bölge Çalışmaları olarak da Avrasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Orta Asya, Asya-Pasifik ve Hint-Pasifik bölgelerini de çalışıyor. Daha önce Euromesco Orta Doğu'da Su Güvenliği çalışma grubunda yer alıp, Su Güvenliğine ilişkin 15. EuroMesco Ortak Politika Çalışmasında (2020) bölümü yazdı. Yayınlarından bazıları; “Katar'ın OPEC Çıkışı Işığında Doğal Gaz Organizasyonunun Beklentileri” The Extractive Industries and Society (2021); ve “BAE'nin Nükleer Projesinin Stratejik Bağlamı: Bölge İçin Bir Model?” Middle East Policy. Doç. Dr. Diriöz daha önce Dünya Bankası'nda kısa bir dönem danışman olarak çalıştı ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da Su Sektörü Düzenlemesinin Durumu çalışmada yardımcı editör olarak yer aldı (Haziran 2017). İlaveten, 2017'de Dünya Bankası'nın ilgili yayınında 'Fas'ta Su Sektörü Yönetmeliğinin Durumu' başlıklı bölümünün yazarı ve 'Ürdün'de Su Sektörü Yönetmeliğinin Durumu hakkındaki bölümün ortak yazarıdır'. Katar HBKU'den Prof. Olawuyi editörlüğünde "MENA bölgesinde İklim Değişikliği Yasası ve Politikası" adlı kitap projesinde bolüm yazarı olarak yer aldı (Dr. Olawuyi, D. , Routledge tarafından basılan kitap Haziran 2021'de yayınlandı). Çok sayıda ulusal ve uluslararası yayını bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Neo-ortaçağcılık senaryosu gerçekleşirse…

Tarih tekerrürden mi ibarettir? Günümüzde yaşanan gelişmeler Orta Çağ’ın başlangıcını andıran döneme mi benziyor? Aynı olaylarının yaşanmaması için ne yapmalı? Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz yazdı.

Tarihte birçok imparatorluğun yükseliş, duraklama ve gerileme süreçleri yaşandı. Bunların en önemlilerinden biri de Roma İmparatorluğu’nun çöküşüydü. Siyasi ekonomist John Rapley ve tarihçi Peter Heather tarafından 2023 yılında yazılan İmparatorluklar Neden Çöker (Why Empires Fall) başlıklı ve Yale Üniversitesi yayınevince basılan kitap da, günümüz Batı dünyasını geçmişin imparatorluklarıyla karşılaştırarak neo-ortaçağçı bir çöküş senaryosunu ele alıyor.[1] Bu senaryo ne kadar gerçekçi elbette tartışmalı, ama ortaya konan tespitleri düşününce böyle bir risk yokmuş gibi davranmak da doğru olmaz.

Roma İmparatorluğu da döneminin en önemli istikrar ve kültürel düzen sağlayıcısıydı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşü sonucu Orta Çağ başladı. O günkü ve bugünkü gelişmelere baktığımızda “ya tarih tekerrür ederse” endişesini doğuracak kaygı verici bazı benzerlikler var.

Neo-ortaçağçılık nedir?

Peki, Neo-ortaçağçılık nedir?

İlk olarak neo-ortaçağçılık (Neo-medievalism) kavramına yakından bakalım.

Fikir Turu’nda 12 Şubat 2024’de yayımlanan “Neo-ortaçağ dönemine hoş geldiniz” başlıklı yazıda, günümüzdeki dünya düzenini etkileyebilen devlet dışı aktörler, buna karşın Covid-19 pandemi sonrası zayıflayan devletlerin merkezî yapıları ve bu devletlerin bitmek bilmeyen savaş ve çatışma ortamlarında orduya asker bulmakta dahi zorlanmaları gibi unsurlara değinilerek dünyanın giderek bir Neo-ortaçağcı döneme sürüklendiği öne sürülüyordu.

Neo-ortaçağçılık kavramını belki en iyi şekilde ele alan, Amerika Birleşik Devletleri’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Rand Corporation’dur. Heath, Kong ve Dale-Huang tarafından 2023 yılında hazırlanan “Neo-Ortaçağcı bir dünyada ABD-Çin rekabeti” (“U.S.-China Rivalry in a Neomedieval World”) başlıklı Rand Corporation raporunda “Neo-ortaçağ” tanımı şöyle yapılıyordu;

“…2000’li yıllarda başlayan, devletlerin zayıflaması, toplumların parçalanması, ekonomilerin dengesizleşmesi, yaygın tehditler ve savaşların gayrı-resmîleşmesiyle karakterize edilen tarihsel bir dönem.” [2]

Gerçekten de Orta Çağ’dan bu yana akıllara gelen vebalara benzer bir süreç olan pandemi sonrası küresel bir durgunluktan, küreselleşmenin ve birçok merkezî otoritenin regresyonuna tanıklık ettiğimiz bir dönemin başlangıcında olabiliriz.

Maalesef, Rand Corporation’ın raporunda yer alan Neo-ortaçağcılığın karakteristik özellikleri günümüzle önemli ölçüde uyuşuyor. Siyasi olarak birçok ulus-devletin merkeziyetçi yapıları zedelenmiş durumda ya da zedeleniyor ve devlet-dışı aktörler güçleniyor. Merkezkaç kuvvetler oldukça da o boşluğu devlet dışı aktörler ve diğer yerel unsurlar dolduruyor. Savaş baronları ve suç örgütleri ile devlet dışı gruplar, küresel düzeni istikrarsızlaştırıyor. Çok kültürlülükten ziyade topluluklar arası mezhepçilik ve dinî ayrışmalar ile dogmatik yaklaşım ve aşırı sağ gibi ırkçı akımların giderek siyasi kurumlara hâkim olduğuna şahit oluyoruz. Bu göstergelerin hepsi muhtemelen Neo-ortaçağ dönemine işaret ediyor.

Merkezî yönetimlerin zayıflaması birçok ülkede ciddi politik krizlere yol açıyor. Modern ulus-devlet yapılarının aynı zamanda büyük küresel şirketlerle de uzlaşma ihtiyaçları zaman zaman kendini dayatıyor. Çok uluslu şirketler Orta Çağ dönemindeki güçlü ticaret erbabı ve İpek Yolu tüccarları gibi merkezî otoriteyle doğrudan pazarlık yapabiliyorlar.

Ayrıca, üretim, tarım ve ekonomik faaliyetler ile birlikte ekonomik büyüme yavaş, oynak ve dengesiz seyrediyor. Bu durum, bilhassa kaçakçılık, karaborsa, kara para aklama gibi alternatif yasa dışı ekonomilerin gelişmesine ve ciddi anlamda adaletsiz bir düzenin gelişmesine sebep oluyor.

Dünyanın en zengin %1’i küresel servetin neredeyse yarısına sahip, bu eşitsiz tablo da küresel servet ve gelir dağılımındaki mevcut adaletsizliği gösteriyor.[3]

Ulus-devletlerin önemli egemenlik sembollerinden biri olan para basma gücünün de kripto varlıklar, elektronik para birimleri, hızla artan e-ticaret ile sosyal medya ve sanal varlıklar yüzünden sarsıldığına şahit oluyoruz. Oysa para basma, paranın icadından beri, Roma döneminden günümüze hep önemli bir egemenlik sembolü olageldi. [4]

Çöküş önlenebilir mi?

Peki, bu çöküş engellenemez mi?

Neticede, Roma İmparatorluğu henüz gücünün zirvesindeyken gerilemeye başlamıştı.[5] Günümüz dünyası için de neden aynısı olmasın? Ekonomist Daron Acemoğlu ve siyaset bilimci ve ekonomist James Robinson’un Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail)[6] isimli kitaplarında, ulusların ve uluslararası sistemde kapsayıcı siyasi ve iktisadi kurumların ekonomik kalkınmanın ana nedeni olduğu iddia edilir. Kapsayıcı siyasi kurumlar yeterince merkezî ve çoğulcu siyasi yapılardan oluşurlarsa, bu durum kalkınmaya sebep olur. Merkezî ve siyasi açıdan çoğulcu kurumsal yapıların sürdürülememesi durumunda ise düşüş başlar.

Acemoğlu ve Robinson’un teorilerine benzer şekilde merkezî yapının zayıflığı Neo-ortaçağ için de geçerli bir durumdur. Dolayısıyla aslında, güçlü merkezî ve kurumsal yönetişim sayesinde hem ulusların düşüşü engellenebilir hem de bu ulusların vatandaşlarının haklarının gerilemesinin de önüne geçilebilir.

Karanlık çağdan kurtulmanın yolu ne?

Karanlık çağdan kurtulabilmenin yolu, kimilerine göre öncelikle teknolojiden geçer, oysa bu yalnızca bir teknoloji meselesi değildir. İlerici ve çoğulcu toplumlar, hakların eşit ve adil dağıtılmasıyla ilgilidir.

Örneğin, Orta Çağ öncesi Roma İmparatorluğu hukuk, yönetim, yollar ve birçok yönetişim başlığının ve medeniyetin zirvesi olarak kabul edilirdi. Ancak Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve yönetim sistemi ideal bir sistem değildi. İnsan hakları, savaş kuralları ile değer yargıları günümüzden çok farklıydı. Savaş esirleri gladyatör arenalarında ölümüne dövüşürdü; kölelik, yolsuzluk ve sürekli isyanlarla birlikte siyasi rekabetler de yaygındı. Fakat tüm bunlara rağmen Roma İmparatorluğu devrinde Akdeniz bölgesinde uzun yıllar Roma Barışı (Pax Romana) dönemi yaşandı. Bu barışın önemim unsurlarından biri ticaret ağlarını örmesini sağlayan meşhur yollarıydı. Hatta ‘Tüm yollar Roma’ya çıkar” sözü işte bu nedenle ortaya çıktı.

Öte yandan Roma’da günümüzün modern adalet sisteminin temelini oluşturan bir hukuk sistemi ve mahkemeleri vardı (Roma Hukuku). Roma, imparatorluk döneminde bile, halkın temsil edildiği bir senatoya sahipti (SPQR – Senatus Populusque Romanus / Roma Senatosu ve Halkı).

Roma İmparatorluğu’nda vatandaşların hakları ve ayrıcalıkları vardı. Karanlık çağların toplumsal eşitsizliğini, cehaletini ve geri kalmışlığını anlamak için vatandaşlar ile Orta Çağ Avrupası’nda, miras yoluyla kendisine tahsis edilen arazide toprak ağası adına çalışan köylüler olarak tanımlayabileceğimiz serfleri karşılaştırmak iyi bir gösterge olabilir. Zira serflerin hakları yoktu, onlar kuldu ve derebeylerinin mülkünün bir parçasıydı.

Halbuki Roma halkının hakları vardı, bu nedenle de yönetim onları memnun etmek için gayret ederdi. Örneğin, bedava ekmek dağıtarak ve gladyatör oyunları ile at yarışları düzenlemek gibi (Panem et Circenses) popülist politikalar güderek memnun tutmaya çalışırlardı.[7]

Roma döneminin, Avrupa’daki karanlık çağlardan en büyük farkı, sadece teknolojik öncülük veya ekonomik gücü değildi; devlet yönetimi, vatandaş hakları ve hukuk ile alakalı önemli farklar da bulunmaktaydı. Orta Çağ dönemindeki dogmatik yapı aslında büyük ölçüde Avrupa’daki toplumlar için geçerliydi. Örneğin o yıllarda Ortadoğu’da, Orta Aasya’da veya Çin’de bir karanlık çağ değil, halen bilim ve matematiğe önem verilen çağlar yaşanıyordu. Avrupa’nın karanlık çağları aşıp bilim ve hümanizme yönelmesi yüzlerce yıldan sonra gerçekleşti. Avrupa toplumu ve yönetimleri, coğrafi keşifler, rönesans, reform dönemlerinin ardından Amerikan ve Fransız Devrimleri ile sanayi devrimi sonrası karanlık çağları yavaş yavaş aşabildiler. Egemenliğin yeniden kurulması bin yıldan uzun sürdü. Avrupalı milletler, diğer kıtalarda sömürgeci ve emperyalistken, kendi içlerinde yavaş yavaş vatandaşların, kadınların ve işçilerin haklarını kazandığı dönemler yaşandı ve vatandaşlık bilinci oluşmaya başladı.

Vatandaşlık bilinci neden önemli ve gerekli?

Vatandaşlık bilinci, sadece vergi ödeme, askerlik hizmetini yapmak ve vatanı savunmak değil, aynı zamanda vatanın geleceğini de sahiplenmek ve o gelecekle ilgili karar verme süreçlerine katılmak demektir. Örneğin, yol, okul, hastane, demir yolları ve altyapı projeleri gibi kamu projeleri hakkında sadece yöneticiler ve dönemin derebeyleri ve büyük patronlar değil, vatandaşlar da söz hakkına sahiptir.

Altyapı projeleri, önemli ölçüde vatandaşlardan toplanan vergiler ve devlet tahvilleri tarafından finanse edildiklerinden, bunları inşa etmek için güçlü merkezî yönetimler gerekir. Altyapı yatırımları ekonomiyi genişletir, ticareti, lojistiği ve tedarik zincirlerini güçlendirir ve kamu hizmetleri aracılığıyla vatandaşlara fayda sağlar.[8]

Modern egemen ulus devletlerde, yerel ve ulusal hükümetler çeşitli derecelerde vatandaşlara karşı sorumludur. Zaten vatandaşları kullardan ayıran en önemli farklardan biri yönetimlerden hesap sorabilmeleri ve yönetimde söz sahibi olabilmeleridir. Ancak, siyasi himaye ve Neo-Ortaçağ feodalizmi büyüdükçe, yönetici güçler, vatandaşlara karşı daha az sorumlu hale gelirler.

Uluslararası mega projeler ve küresel ticaret, küresel bir yönetişimle ve kurallar sistemi aracılığıyla işleyebilir. Bunları gerçekleştirmek için de küresel toplum ve vatandaşlık bilincinin güçlü olması gerekir. Bu bilinç sayesinde insan hakları ve uluslararası hukuk gibi evrensel hakların aranması, uluslararası iletişim ve dayanışma gösterilmesi mümkün olabilir.

Sonuç olarak, Neo-ortaçağcılığın açık işaretleri olsa da, eğilim kaçınılmaz değildir. Ama en önemlisi, neo-ortaçağcı gelecek senaryolarında da ulusal ve küresel vatandaşlık bilincinin ve dayanışmasının güçlenmesi sayesinde vatandaşlar, büyük güç odaklarına karşı koyabilirler.

Ulusal ve küresel vatandaşlık kavramıyla dayanışma, yönetişim, insan hakları ve hukuk gibi ortak değerler öncelikli olurlar. Küresel yönetişim ve güçlü küresel vatandaşlık bilinci, neo-ortaçağ dönemindeki olası neo-feodal bir düzen karşısında muhtemel çözümlerden biri olacaktır.

Yeni bir çöküş hangi riskleri beraberinde getirebilir?

Son olarak, merkezî otoritenin zayıflamasının getirdiği büyük risklerden biri de nükleer silahların ve kitle imha silahlarının yaygınlaşmasıdır. Stratejik nükleer silahlar korkunç bir yıkıma sebep olabilirler.

Nükleer silahları elinde tutan ulus devletlerin merkezî otoriteleri dağılırsa bu korkunç nükleer silahların yayılması senaryosuyla yüzleşme riski güçlenebilir. Tıpkı bilimkurgu yazarı Frank Herbert’in uzak bir gelecekte geçen ama yönetim biçimi olarak Orta Çağ’daki gibi krallar, dükler ve baronların dünyaya hakim olduğu Dune roman serisinde, soylu ailenin elinde bir prestij göstergesi olarak atom bombalarının bulunduğu bir gelecek ihtimali insanlığın en büyük kabuslardandır. Böyle olası bir neo-ortaçağ geleceğinde, o kitle imha silahlarının her an kullanılma olasılığı daha yüksek olabilir. Nükleer silahların yayılma riski bakımından da güçlü merkezî devlet yapısı gereklidir.

Tarihin tekerrür etmesinin, insanlığı karanlık çağa mahkûm edecek bir çöküşün önlenmesinde kilit rol ile haklarına, adalet sistemine sahip çıkan, vatandaşlık bilinciyle donanmış bireylerdir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 20 Ağustos 2024’te yayımlanmıştır.

[1] The Economist, May 25th 2023. “Rome fell. Will the modern-day West follow suit?” Culture, Review of Book :

“Why Empires Fall.” By John Rapley and Peter Heather. Yale University Press https://www.economist.com/culture/2023/05/25/rome-fell-will-the-modern-day-west-follow-suit

[2] Heath, T. R. Heath, Kong, W., and Dale-Huang, A. (Jun 6, 2023) “U.S.-China Rivalry in a Neomedieval World: Security in an Age of Weakening States.” Rand Corporation, https://www.rand.org/pubs/research_reports/RRA1887-1.html

[3] According to Oxfam Report published 14 January 2024, titled, “Inequality Inc.” 43% of global financial assets are on the hands of the top 1% of the wealthiest. In Europe 47%, in Asia 50% of all wealth is in the hands of the richest 1%. Executive Summary page 10. https://www.oxfamamerica.org/explore/research-publications/inequality-inc/

[4] Diriöz, Ali Oğuz. “UNDERSTANDING NATIONAL GOVERNMENTS’ DESIRE TO REGULATE CRYPTO CURRENCIES THROUGH PRE-WESTPHALIAN CONCEPTS OF SOVEREIGNTY”. Uluslararası Suçlar Ve Tarih, no. 23 (September 2022): 141-64. https://doi.org/10.54842/ustich.1167457.

[5] The Economist, May 25th 2023. “Rome fell. Will the modern-day West follow suit?” Culture, Review of Book :

“Why Empires Fall.” By John Rapley and Peter Heather. Yale University Press https://www.economist.com/culture/2023/05/25/rome-fell-will-the-modern-day-west-follow-suit

[6] Daron, Acemoglu, and James A. Robinson. “Why nations fail: The origins of power, prosperity, and poverty.” New York: Crown Business (2012).

[7] Panem et Circenses ; Roma döneminin populizmini anlatan çok meşhur bir slogandır. Hatta, günümüz popüler kültürün meşhur kitap ve film serilerinden ‘Açlık Oyunları’ serilerinde ülkenin adı yani Panem, o slogandan gelir. Açlık oyunlarında da aslında Roma dönemine benzer gladyatör oyunları vardır. Bu tarz bir popülizm sayesinde, halkın soru sormadan karınları minimum seviyede tok tutulur ve eğlendirilirler. Halkı tok tutup eğlendirirken, halkın hesap sormadığı güçlü merkrzi bir yönetim, ülkeyi istediği gibi yönetir.

[8] Bielenberg, A., Williams, J., & Woetzel, J. (2020). Four ways governments can get the most out of their infrastructure projects. McKinsey & Company. January.

Ali Oğuz Diriöz
Ali Oğuz Diriöz
Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz - Uluslararası İlişkiler Doçenti olan Diriöz, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası Girişimcilik Bölümü'nde tam zamanlı öğretim üyesi. Araştırma alanları arasında Küreselleşme, Küresel Ticaret ve Jeopolitik, Uluslararası Kuruluşlar, Enerji ve Su Güvenliği ile Uluslararası Politik Ekonomi, bulunuyor. Ayrıca, Bölge Çalışmaları olarak da Avrasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, Orta Asya, Asya-Pasifik ve Hint-Pasifik bölgelerini de çalışıyor. Daha önce Euromesco Orta Doğu'da Su Güvenliği çalışma grubunda yer alıp, Su Güvenliğine ilişkin 15. EuroMesco Ortak Politika Çalışmasında (2020) bölümü yazdı. Yayınlarından bazıları; “Katar'ın OPEC Çıkışı Işığında Doğal Gaz Organizasyonunun Beklentileri” The Extractive Industries and Society (2021); ve “BAE'nin Nükleer Projesinin Stratejik Bağlamı: Bölge İçin Bir Model?” Middle East Policy. Doç. Dr. Diriöz daha önce Dünya Bankası'nda kısa bir dönem danışman olarak çalıştı ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da Su Sektörü Düzenlemesinin Durumu çalışmada yardımcı editör olarak yer aldı (Haziran 2017). İlaveten, 2017'de Dünya Bankası'nın ilgili yayınında 'Fas'ta Su Sektörü Yönetmeliğinin Durumu' başlıklı bölümünün yazarı ve 'Ürdün'de Su Sektörü Yönetmeliğinin Durumu hakkındaki bölümün ortak yazarıdır'. Katar HBKU'den Prof. Olawuyi editörlüğünde "MENA bölgesinde İklim Değişikliği Yasası ve Politikası" adlı kitap projesinde bolüm yazarı olarak yer aldı (Dr. Olawuyi, D. , Routledge tarafından basılan kitap Haziran 2021'de yayınlandı). Çok sayıda ulusal ve uluslararası yayını bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x