22 Mart günü, Moskova’da korkunç bir terör saldırısı düzenlendi. Bir konser salonuna giren 4 kişi seyircilere rastgele ateş açtı ve 143 kişinin ölümüne sebep oldu. Saldırıyı IŞİD üstlendi, ama Rus yetkililer saldırının sorumlusu olarak Ukrayna’yı işaret etmeye başladılar. Putin açıklamasında, saldırganların Ukrayna’ya kaçmaya çalışırken yakalandıklarını ve orada kendilerine bir sınır geçiş alanı yaratıldığını iddia etti. Ancak buna bir kanıt göstermedi.
Rusya – Ukrayna Savaşı üçüncü yılına girmişken, ateşkes ihtimalleri de masadayken bu saldırı ve Rusya’nın sonrasındaki tavrının sürece etkisi merak konusu…
Rusya- Ukrayna Savaşı, uluslararası ilişkilerin dönüm noktalarından biri oldu. Uluslararası sistemde geçiş döneminin başlamasına neden olan savaş, Rusya ve Ukrayna arasında bir savaş olmaktan öte demokrasilerle otoriter rejimler arasında bir mücadele alanı yarattı. Bu açıdan savaşın kaybedilmesi, Batı ittifakı açısından çok ciddi sonuçlar doğurabilir.
Savaşın başlangıcında Rusya’nın kısa sürede Kiev’i ele geçirmesi beklenirken Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin uluslararası kamuoyundan aldığı destek, Batılı müttefiklerin sağladığı ekonomik ve mühimmat yardımı Ukrayna’nın uzun süren direnişini de beraberinde getirdi. Bununla birlikte uzun süren yıpratma savaşının sonunda Rusya’nın sahada üstünlük sağladığı, savunma pozisyonunu güçlendirdiği ve kendisine tutunma hattı yakalamayı başardığı bir noktadayız.
Savaşın ne zaman biteceği sorusunun ise henüz net bir cevabı yok. Ancak pek çok faktör bu senenin belirleyici bir yıl olduğunu gösterir nitelikte.
Trump’ın olası başkanlığı dönüm noktası olacak
Öncelikle seçimlere kadar bir ateşkes sağlanmazsa ABD seçimlerinin savaşın gidişatı açısından belirleyici bir rol oynayacağı açık.
ABD Başkanı Joe Biden’ın Kongreden destek almakta zorlandığı bir gerçek. Biden, Ukrayna’ya destek için istenen 60 milyar dolarlık ilave yardımı henüz Kongreden geçirmeyi başaramadı. Temsilciler Meclisinin Ukrayna’ya yardım paketini geçirmemesi savaşın sahada Rusya’nın lehine dönmesine neden oluyor. Her ne kadar ABD hükümeti 300 milyon dolarlık acil destek paketi açıklamış olsa da bu miktar uzun süre dayanacak gibi değil.
Kamuoyu yoklamaları, ABD’de Kasım seçimlerini Trump’ın kazanacağını gösteriyor. İktidara geldiğinde Trump’ın kararının Ukrayna Savaşı’nı bitirmek yönünde olacağı açık. Zira Trump’ın seçilmesi sadece Ukrayna Savaşı’nın gidişatı açısından değil, transatlantik ilişkilerin geleceği açısından da zor bir durum yaratacak. NATO müttefikleri Trump’ın ikinci döneminde dayanışma adına zor bir sınav verecekler. Trump, NATO içerisinde savunma harcamalarının üyeler tarafından arttırılmamasının önemli bir problem olduğunu söylüyor. Hatta geçmiş dönemde harcamalar arttırılmazsa müttefikleri savunmayabileceği tehditlerinde de bulunmuştu. Dolayısıyla Trump liderliğinde savaşın külfetine dayanan bir ABD tablosu çizmek imkânsız.
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, geçen hafta Trump ile gerçekleştirdiği görüşmede Trump’ın yeniden ABD başkanı seçilmesi halinde Ukrayna’nın Rusya’nın işgaline karşı verdiği mücadeleyi finanse etmeyeceğini söyleyerek açıktan desteklediği başkanın niyetini de belirtmiş oldu.
Trump bir önceki dönemde de transatlantik ruhu zedeleyen pek çok hamleye imza atmıştı, yeniden seçilmesi NATO’nun geleceği açısından sorunlu olacak.
Avrupa’nın aklı karışık
Avrupalı partnerlerin durumuna gelince, Avrupa’da Ukrayna Savaşı konusunda ciddi fikir ayrılıkları baş göstermiş durumda.
Savaşın başında dayanışma içerisinde olan transatlantik ittifak, savaşın getirdiği ekonomik yük ile yorgun düştü. Bu durumu en çok Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan oluşan Visegrad Grubu’nun serzenişlerinde ve bu grubun öne çıkan ismi popüler siyasi figür Viktor Orban’ın açıklamalarında görmek mümkün.
Orban, savaşın ekonomik külfetinden yorulduklarını belirtirken Rusya – Ukrayna Savaşı’nın bir an önce bitirilip ateşkesin sağlanması gerektiği açıklamaları yapıyor. Bu açıklamalarda doğruluk payı var. Doğu Avrupa, Ukraynalı mülteciler konusunda zorlanıyor.
Rus ekonomisi dayanıyor
Savaşın ekonomik olarak en çok yorduğu aktör ise şüphesiz Avrupa oldu. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar sonucunda Rus ekonomisi Batı’nın istediği kadar yıpranmadı. Hatta IMF 2024 büyüme tahminini %1,1’den %2,6’ya yükselterek Rus ekonomisinin dayanıklılığının altını çizdi. IMF rakamlarına göre Rus ekonomisinin büyümesi 2024 yılında da devam edecek.
Rus ekonomisinin bu kadar dayanmasının arkasında Çin ve Hindistan gibi önemli aktörler olduğunu belirtmek gerekir. Öncelikle Rusya, Çin ve Hindistan’a ham petrol satarak enerji arzı konusundaki sorununu çözmeye çalıştı. Bununla beraber 2023 yılı itibariyle 10 milyar dolarlık silah ve mühimmat aldı. Bu açıdan Rusya ekonomide ve tedarikte yaşadığı sıkıntıların üstesinden gelmeyi başardı.
Burada Türkiye’nin de zaman zaman AB’li partnerleri tarafından suçlandığının altını çizmek gerekir. Uygulanan yaptırımlara katılmamasının yanı sıra Türkiye üzerinden Rusya ile ticarete devam eden Avrupa kökenli şirketler, AB’nin tepkisini çekiyor. Ancak yaptırımlar konusunda kendi üyelerini kontrol etmekte zorlanan AB’nin tepkileri de Türkiye açısından bir anlam ifade etmiyor.
Avrupa her alanda zorlanıyor
AB’nin yıpranmasına neden olan sadece Rusya’ya uygulamaya çalıştığı ekonomik yaptırımlar değil. Aynı zamanda yaşadığı enerji krizi de AB’yi ekonomik olarak oldukça zorladı. Savaş süresince kapatılan fabrikaları, yaşanan ekonomik durgunluğu ve enerji tedarik sürecinde yaşanan zor günleri unutmamak gerekir. Bu zorluklar, AB’yi yenilenebilir enerji kaynakları konusunda ortak politikalar geliştirmek ve Yeşil Mutabakat çerçevesinde daha çok çalışmak için motive etse de günün sonunda enerji tedariki AB açısından maliyetli hale geldi. Özellikle ABD’den alınan LNG’nin yüksek maliyetli olması savaşın ekonomik açıdan kaybedeninin AB olduğu argümanlarını beraberinde getirdi.
Ekonomiden daha sorunlu alan ise dış güvenlik ve savunma politikalarında dayanışma içinde hareket edebilmek. Rusya’nın yakın bir güvenlik tehdidi yaratması AB’nin çok zorlandığı bu alanda tarihsel bir dayanışma göstermesini sağlamıştı. Almanya bir türlü arttırmadığı savunma harcamalarını arttırıp mühimmat desteğinde bulunurken AB tarihinde ilk defa üçüncü bir ülkeye Avrupa Barış Fonu aracılığıyla kendisini savunması için fon oluşturup yardım göndermişti. Mart başında bu fonun 5 milyar avro daha artırılmasına karar verildi. Doğu Avrupa’nın özellikle de Orban’ın direnmesine rağmen 54 milyar dolarlık son ekonomik destek paketinin kabul edilmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Ancak gelinen son noktada dayanışma ruhunda eksilmeyle birlikte üyelerin yaklaşımlarında da farklılıklar ağır basıyor. Örneğin, geçtiğimiz hafta Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron Ukrayna’nın kaybedilemeyecek bir savaş olduğu, gerekirse asker gönderilebileceği açıklamalarını yaparken, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz Ukrayna’ya asker yollama seçeneğinin mümkün olmadığının altını çizdi. Kaldı ki asker göndermek riskli ve üzerinde uzunca düşünülmesi gereken bir konu.
Bununla birlikte uzayan savaş, hiç bitmeyen mühimmat talebi, artan bütçeler AB liderlerinin kararlılığını sarsıyor ya da en azından bir an önce ateşkes olması gerektiği söylemlerini arttırıyor. Avrupa açısından savaşın sürdürülebilirliği gittikçe zorlaşıyor.
Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Borrell, “Desteğimizi arttırmak, daha fazlasını ve daha hızlı yapmak zorundayız. Bu yüzden savunma kapasitelerimizi arttırıyoruz.” açıklamalarını yapsa da, Avrupa’nın kararsız ve kafası karışık tutumu gözden kaçmıyor.
Türkiye’nin rolü
Türkiye uzun süredir denge politikası yürütmeye çalışıyor, ama Batılı müttefikler ile Rusya arasında denge kurmak kolay değil. Özelikle Rusya’ya uygulanan yaptırımlara Türkiye’nin katılmıyor olması AB’nin sıklıkla eleştirdiği konu başlıklarından olmaya devam ediyor.
Denge politikasını uygulamanın zorlaştığı ve Rusya – Ukrayna Savaşı’nın dinamiklerinin giderek değiştiği ve Avrupa’yı da kendi içerisinde bölmeye başladığı bir dönemde Türkiye’nin iki yıl önce oynadığı arabuluculuk rolünü bu dönemde tekrar üstlenmesi zor olabilir. Bütün bu koşullara Rusya ile enerji konusunda artan işbirliği ve ticaret hacmini de eklemek gerekir.
Bununla birlikte sözü edilen zorluklara rağmen Tahıl Koridoru’nu açma konusunda devam eden gayret ve girişimleri de Türkiye’nin zorluklara karşın arabuluculuk rolünde kararlı olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin Karadeniz güvenliği açısından da önemli rol oynadığını vurgulamak gerekir. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Rusya, Türkiye ve Ukrayna’ya Karadeniz’deki seyrüsefer güvenliğinin sağlanması amacıyla öneriler içeren mektuplar göndermesi bu açıdan mühim. Ticaretin devamı, gıda akışının güvence altına alınması ve gemilerin korunması gibi temel prensiplerin korunması ve bölgedeki tansiyonun düşürülmesi açısından Türkiye’ye hâlâ önemli görevler düşüyor.
Kırmızı çizgiler
Arabuluculuk rolünün ateşkes ve barış süreçlerinde gerekli olmaya devam edeceği açık. Tarafları diyaloğa ve yöneltme çabası da önem taşıyor. Ancak olası bir ateşkes için tarafların kırmızı çizgileri konusunda ikna edilmeleri gerekiyor. Zira Putin, ateşkesin karşı tarafın silahlanmasına olanak sağlamak için değil, samimi bir barış inşası için düşünülebileceğini söyledi. Bu çerçevede Macron’un Paris Olimpiyatları boyunca ateşkes talebi Moskova tarafından kabul edilecek gibi görülmüyor. Putin bu vesileyle karşı tarafın cephanesinin bittiğinin farkında olduklarının da altını çiziyor.
Görünen o ki kısa zamanda bir ateşkes ihtimali hâlâ uzak, ancak savaş pek çok açıdan sınırlarına da dayanmış görünüyor. Umut edelim ki, ateşkes için bir umut olsun; daha fazla sivil kaybı ve yerinden edilmiş insan olmadan bir an önce barış hakkında konuşmaya başlayabilelim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 29 Mart 2024’te yayımlanmıştır.