Sadece Suriye’de değil Ortadoğu’da da bir dönem kapandı.
Konu Ortadoğu olduğunda kesin kanaatlerden kaçınmak, temkinli olmak gerektiği konusunda yeteri kadar tecrübeli olsak da bir önceki cümleden geriye dönüş olmadığını söyleyebilirim.
Bundan sonrası için ise çok bilinmeyenli bir denklem var karşımızda.
Çünkü Ortadoğu dışarıdan müdahalenin çokça olduğu ama aynı zamanda başarısızlıkların da yıllardır sadece dış güçlere bağlandığı bir coğrafya. Bölgedeki baskıcı rejimlerin ve diktatörlerin kitleleri birçok sahte beka gerekçesiyle oyalayıp kendi iktidarlarını sonsuza kadar sürdürmek istedikleri, en küçük bir demokratik açılıma fırsat verilmeyen, kitlelerin dinî, etnik ve mezhebi meseleleri aşamadığı bir ortam. Bu ortamda Filistin meselesini “kullanışlı bir araç haline” getiren, gerektiğinde dini sömüren, demokrasiyi sadece seçimlere indirgeyip çoğunluğu ele geçirdiklerinde eski baskıcı rejimleri aratmayan, demokrasi geleneğinden yoksun bir yapı önümüzde dururken, böylesi kaygan bir zeminde tahminde bulunmak kolay olmasa gerekir.
Aslında kısa bir yazıya sığmayacak kadar çok şey söz konusu.
Onun için sınırlı bir başlangıç yapmaya çalışalım:
1950’lerde bölgeyi domine eden ama 1970’lerde bitmiş bir Baas ideolojisi, Suriye’de Esad hanedanı ile birlikte yerini baskıcı “istihbarat, ordu ve parti” düzenine bırakmıştı; ülkeyi bir aile şirketi gibi idare eden, sömüren bir diktatörlüğün, son turnusol kâğıdı Sednaya Hapishanesi olmuştu. Suriye’de Esad yönetiminin savunulacak bir yanı kalmadığı gibi, bir meşruiyetinden de söz edilemezdi.
Suriye’de her şey çok yeni
Fakat gelinen noktada Arap Baharı sürecinden ve tarihten çıkartılan dersler ışığında epey belirsizlik var. Yanıtı verilmesi gereken sorular ve Suriye’nin geleceğine dair tedirginlik yaratan bilinmezlikler hiç de az değil.
Bu bilinmezliklerin en önemlisi, genel bir uzlaşma sağlamanın mümkün olup olmayacağı. Zira genel bir uzlaşma sağlanmazsa ülke yeni bir çatışma sarmalına girebilir. Çünkü Suriye’de 13 yıllık bir iç savaş ve 61 yıllık bir baskıcı rejimin mirasının ardından alınması gereken uzun bir yol var. Bu süreç içinde demokrasi geleneğinin gelişmemiş olmasından kaynaklı nedenlerle, demografik açıdan Suriye’nin ihtiyaç duyduğu demokratik bir yönetimin kurulması ve kurumsallaşması kolay bir şey değil.
Ayrıca 13 yıllık iç savaşta çekilen birçok acının yarattığı travmalar ve rövanşist duyguların yarattığı sorunların yaşanması da mümkün. Tüm kesimleri kapsayan bir yönetimin kurulması, anayasada dinî, mezhebi ve etnik grupların altının kalın çizgilerin çizilmemesi de çok önemli. Bu noktada Lübnan ve Irak anayasalarının ülkeyi nasıl bir mezhepsel bir bölünmeye götürdüğü, herkese eşit yaklaşır gibiyken aslında bölünmeleri nasıl derinleştirdiği hatırlanmalı. Ayrıca bu dizaynın Batı kaynaklı olduğunu bilerek artık bu manipülasyon girişimlerinden ders almak gerekiyor. Bu ders Suriyeliler için de önemli.
Suriye iç savaşın en önemli dinamiği, alanda bulunanların savaşmasıydı. Yani 13 yıldır savaşan, belki de doğal olarak savaşmaktan başka bir şey bilmeyen geniş bir kesim söz konusu. Tüm bu grupların normal hayata nasıl döneceği, dönecekleri normal hayatta hangi pozisyonları alacağı ya da aralarında yetki ve çıkar çatışması çıkıp çıkmayacağı da bir muamma. Bugüne kadar gördüğümüz örnekler bize “savaşı kazanan ya da yönetimi ele geçiren grubun” daha sonra tüm süreçleri domine ettiği ve yönetimi de kendi siyasi görüşü etrafında şekillendirdiğini gösteriyor. Suriye bu konuda bizi yanıltırsa bundan sonraki benzer süreçler olumlu anlamda etkilenecektir.
HTŞ değişecek mi?
Suriye ile ilgili belirsizliklerin başka bir ayağı da Heyet Tahrir Şam (HTŞ).
Şu anda yeni döneme HTŞ grubunun şekil vereceği görülüyor. Geçiş hükümeti sonrasında tüm kesimleri kapsayan bir hükümet yapısının, gerekli tecrübe ve yetenek üzerinden mi, yoksa HTŞ, Milli Suriye Ordusu, Kürtler, Nusayriler ve Dürziler gibi grupların ortak temsili üzerinden mi yürüyeceği önemli. Çünkü bir sistemi kurmak yıkmak kadar zordur. Hele bu sistem yepyeni bir sistem olacaksa.
HTŞ’nin yürüyüşü tamamlaması herkesi şaşırttı. Ama önümüzde bir realite var. HTŞ ve Golani. Golani’nin ne kadar değiştiği konusunda kafalar karışık. Önceki örnekler olumlu bir tablo çizmiyor, Taliban örneğindeki gibi… Ama HTŞ bir Taliban değil. Çünkü, yeni nesil bir cihatçı yaklaşımı var sanki. Politik olarak pragmatik bir yol izlemek; birçok dengeyi bir arada tutmaya çalışmak, özgürlükler anlamında değişik mesajlar vermek ya da yerel unsurlara daha uyumlu davranmak gibi özellikleri öne çıkıyor şimdilik. Ancak ideolojik olarak kendilerini dikte ettirmeyecekleri yönünde güven vermeleri gerekiyor. Şu realiteyi kabul etmek gerekiyor: Ortadoğu’da uzun süredir dinin daha etkin olduğu bir kitlesellik olduğu ortada.
Suriye’nin geleceğinde dinin yeri
Peki, Suriye’de Sünni İslam’ın hangi versiyonu geçerli olacak?
Eğer katı bir Sünni İslam yaklaşımını tercih edeceklerse diğer inançlar ne olacak? Ama en önemlisi, ortak bir Suriye kimliği nasıl oluşturulacak? Arap, Kürt, Türkmenler bu ortak kimliği yaratabilecek mi?
HTŞ niteliğindeki bir örgüt cihatçı görüşten vazgeçerek ve silah bırakarak ülkeyi yönetmeye başlayacaksa, böylesi büyük bir coğrafyayı yöneten ilk örgüt olacak. Hal böyle olunca hem Suriye hem de bölge için yeni dönemin bilinmezliği burada yatıyor. Başarı ya da başarısızlığı da…
Diğer yandan bir başarısızlık halinde, Suriye’nin bir çekim merkezi oluşturup dünyanın dört bir yanından gelen cihatçıların akınına uğraması işten bile olmayabilir. HTŞ’nin öncülüğünde kurulacak düzenin böyle bir çekim merkezi oluşturmaması için dengeleri çok iyi kurması gerekiyor. Bu denge yeni bir sistemi kurmak üzere, yıllardır dışarıda ve içeride bulunan, yetişmiş, tecrübeli kadroların entegrasyonu ile mümkün olacaktır. Tabii ki bir de katı Sünni bir doktrini uygulayıp uygulamayacakları, kadınlara yönelik uygulamaları burada temel öncelikli belirleyiciler olacaktır.
İran’ın önündeki iki seçenek
Bölgesel dengeler ise büyük ölçüde değişmiş durumda.
İran’ın stratejik doktrinini değiştirmesi artık zorunlu. Molla yönetimi bundan böyle savunmasını kendi sınırlarının ötesinde başka ülkelerde kuramayacak; en azından belli bir dönem. Artık Tahran Bağdat, Şam ve Beyrut hattı yok ortada. Bölgenin en büyük kaybedeni olan İran, özellikle İsrail ile mücadelede, Hizbullah cephesinde İsrail’in oyununa gelerek Hizbullah’ın gücünün önemli ölçüde kaybedilmesine neden oldu.
Irak hükümeti İran politikalarına uzak durmayı başardığı oranda İran’ın bu ülkedeki etkisini azaltabilecek ki şimdilik öyle görünüyor.
Artık İran’ın hâkim olduğu bir Suriye yok. Tahran yönetimi bundan böyle “Direniş Ekseni” adı altında, aslında “İran ekseni” diyebileceğiz bir birlikteliğe sahip olamayacak.
İran’ın önünde iki yol var. Yeni cumhurbaşkanı ile daha ılımlı ve uyumlu bir yön çizmek ya da sertlik yanlılarının baskısıyla nükleer silaha sahip olmak için çalışmak. İkinci seçenek, Trump’la birlikte İran için pek hayırlı olmayacak gibi.
Yeni yönetim Rusya’yı affeder mi?
Rusya, Esad’ın uzlaşmaz tutumu neticesinde bu ülkede 2015’ten sonra harcadığı milyarlarca dolar, askerî kapasite ve enerjisinin sona geldiğini anladığında Esad’ı bırakmaya karar verdi.
Rusya için kolay bir karar değildi bu. Çünkü bu durum 1970’lerde başlayan ve bir “koçbaşı” olarak kullanarak Akdeniz ve Afrika’ya uzandığı üslerini kaybetmesi anlamına geliyordu. Hoş, Rusya sonuç olarak her türlü rejimle anlaşabilen kıvraklığı sahip bir devlet. Bunu hesaplayıp hesaplamadıklarını bilemiyoruz. Hava üslerini kaybetmek onlar için çok önemli olmamakla birlikte, deniz üsleri için çetin bir pazarlık gerekiyor yeni yönetimle.
Sonuç olarak Rus uçakları yıllardır binlerce insanı varil bombaları dahil her türlü mühimmatla öldürdü. Yeni yönetim bunu affeder mi? Olabilir. Pragmatizm denen bir şey var. ABD’nin en büyük zaferi ise Rusları Suriye’den uzaklaştırmak olacak. Şöyle ya da böyle Rusya bölgedeki eski etkisini bir süre kaybedecek.
Esad’ın kendinden menkul “özgüveni” diktatörlerin var olan gerçeği. Yani savaşı kaybetmek üzere olduklarını görmeme halinin Rusları çileden çıkardığını biliyoruz. Nitekim son kertede kendi gemi ve uçaklarının güvenliği karşılığında çöken ve çürüyen bir sistemin devam edemeyeceğini anlayacak kadar tecrübeli kişiler oturuyor Kremlin’de.
Öte yandan Türkiye’nin son dönemdeki çağrıları ile Esad’ı ikna çabalarının boşa çıkması da büyük abi Ruslar tarafından taşınması güç bir yük oluşturdu. Ankara bugüne kadar Şam yönetimiyle Moskova üzerinden bağlantı kurma/ikna etme yöntemini tercih ederken bundan sonra Moskova yeni dönemde Ankara üzerinden Şam ile bağlantı kurmak zorunda kalabilir. Önemli bir değişiklik.
Türkiye’nin düsturları
Ve Türkiye. 13 yılın sonunda söylenecek çok şey var: Kazanan ülke, sabrın sonu, stratejik akıl, büyük maliyet, Suriye’de söz sahibi ülke ya da Arapça’daki “Ba’de Harabi’l Basra” özdeyişi.
Türkiye için her anlamda büyük bir maliyet üreten Suriye iç savaşı sonunda vazgeçilmeyecek birkaç düstur söz konusu: Suriye’nin toprak bütünlüğü, sınır güvenliği ve sığınmacıların geri dönmesi. Ve tabii ki YPG’nin bu haliyle varlığını sürdürmemesi.
Ankara’nın önünde zorlu bir süreç var. Sadece Ortadoğu değil tüm ülkelerin önündeki süreç çok zorlu. Çünkü başta Arap ülkeleri olmak üzere ABD, İsrail ve Suriye’deki gruplar için yeni bir paradigma fırsatı var. Bu fırsatla Suriye de yeniden şekillenebilir. Gerçekten demokratik, dinî anlamda doktriner olmayan, kadınlara yaklaşımın önemli olduğu ve ulusal bir kimliği hedefleyen bir dönem olabilir. Bu bir sınav.
Başarmak kolay olmayacak ama başarılacak olurlarsa yıllardır “dış güçlerin müdahalesi” gerekçesi de ortadan kalkmış olacak. Başarılmaz ise makus talih devam edecek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 18 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.