Suriye İç Savaşı’nın tüm şiddetiyle devam ettiği 2014 yılında başta Musul ve Rakka olmak üzere Irak ve Suriye’de büyük yerleşim yerlerini ele geçiren IŞİD’e o dönemde yaklaşık 80 ülkeden 40 binden fazla yabancı uyruklu terörist katılmıştı. Bu kişilerin bir kısmı ailelerini, çocuklarını da getirdiler. IŞİD’in yenilmesinden sonra, sağ kalan kadın ve çocukların bir kısmı ülkelerine döndü, bir kısmı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontorülündeki bölgelerde kamplarda tutuluyorlar. Fakat onları vatandaşları oldukları ülkeler de dahil kimse istemiyor.
İngiltere’deki Reading Üniversitesi’nde Uluslararası İnsan Hakları alanında çalışan Doç. Alison Bisset ile aynı üniversitede Uluslararası Hukuk dersleri veren Saeed Bagheri tarafından The Conversation için kaleme alınan yazıda, IŞİD’e katılan kadınlar ve onların çocuklarının içinde bulunduğu durum ele alınıyor.
Yazının öne çıkan bölümlerini aktarıyoruz:
“İrlanda vatandaşı ve eski bir asker olan Lisa Smith, Dublin’deki Özel Ceza Mahkemesi tarafından IŞİD’e katılmaktan suçlu bulundu. Smith, 2015 yılında Suriye’ye gitmek için Dundalk’tan yola çıktı. 2019 yılında İrlanda’ya döndüğünde yasadışı bir terör örgütüne üye olmaktan suçlu bulundu, terörizmi finanse etme suçundansa beraat etti. Smith, şimdi cezasının kesinleşmesini bekliyor.
Smith, dünyanın dört bir yanındaki binlerce kadın ve kız çocuğu gibi IŞİD’in ele geçirdiği topraklarda yaşamak için Suriye’ye gitmişti. Rakka’da İngiliz bir yabancı terörist savaşçı ile evlendi ve ondan bir çocuğu oldu. Örgüt çökmeye başladığında Smith ve iki yaşındaki kızı önce Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol edilen kamplardaydı. Smith daha sonra da Türkiye’de göz altına alındı ve İrlanda’ya geri gönderildi. Dublin havalimanında tutuklandı.
Smith’in içinde bulunduğu durum oldukça tanıdık geliyor. Ancak bu vakayı diğerlerinden ayıran şey İrlanda devletinin tepkisi oldu. Batı Avrupa’daki çoğu devlet IŞİD üyesi olan vatandaşlarını ülkelerine tekrar kabul etmezken İrlanda, Smith ve kızının sorumluluğunu kabul etti.
Bu kişilerin ülkelerine geri kabul edilmesini engellemek yalnızca çocukları korumaya yönelik uluslararası yükümlülüklere aykırı değil, aynı zamanda bu ülkelerin kendi ulusal güvenliklerini sağlama amaçlarıyla da ters düşüyor. Bu tür önlemler, yasa dışı bir silahlı gruptan ayrılmak isteyen ve artık tehdit oluşturmayan bireylerin geri dönüşünü, rehabilitasyonunu ve tekrar entegre edilmesini engelleyebilir.
IŞİD’in her dört üyesinden biri kadın ve çocuk
2013 ve 2018 yılları arasında 80 ülkeden 41 bin 490 kişinin IŞİD’e katıldığı tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık %13’ü kadın ve %12’si çocuk. Başka bir deyişle, IŞİD’in her dört üyesinden biri kadın ve çocuklardan oluşuyor.
Birleşmiş Milletler raporlarına göre, IŞİD’e katılan yabancı savaşçıların yaklaşık 28 bin çocuğu Suriye’deki SDG kontrolündeki kamplarda yaşıyor. Bu çocukların yarısı beş yaşın, %80’i de 12 yaşın altında.
Bu kamplardaki koşullar içler acısı. Aşırı kalabalık ve sağlık hizmetleri eksik. Altyapı kötü durumda. Gıda, temiz su ve sanitasyon yetersiz. Çocukların eğitime erişimi yok. Şiddet ise ciddi bir sorun.
Bu kampların radikalleşmeye, terör örgütlerine üye devşirilmesine ve kamp sakinlerinin silahlı gruplar tarafından kaçırılmasına zemin hazırlıyor. Bu durumun çözülmemesi halinde uzun vadede uluslararası ve bölgesel güvenliğe ciddi bir tehdit oluşturduğuna dair Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından defalarca uyarılar yapıldı.
Birçok Orta Asya devleti, çoğunluğu kadınlardan ve çocuklardan oluşan yüzlerce vatandaşını ülkelerine tekrar kabul etti. Buna karşın, Batılı devletlerin çoğu bu sorumluluktan kaçındı.
Birleşik Krallık, Fransa, Belçika, Danimarka ve diğerleri, kendi ulusal güvenliklerine tehdit olarak gördükleri kişileri vatandaşlıktan çıkardılar. Ayrıca bu kişilerin kendi ülkelerine tekrar kabul edilmesini önlemek için sıklıkla yasal mekanizmalar kullandılar.
Fransız Danıştay’ı (Conseil d’Etat), yargı yetkisinin dışında kalan bir bölgeye müdahale yapılmasını zorunlu kılacağı gerekçesiyle bu kişilerin ülkeye tekrar kabul edilmelerine yönelik taleplerini reddetti. Belçika Temyiz Mahkemesi, diplomatik ve konsolosluk hizmetleri de dahil olmak üzere Belçika makamlarının çocukları veya onların annelerini ülkeye tekrar kabul etme konusunda yasal bir zorunluluğu olmadığına dair bir karar verdi. Söz konusu karar, bu kişilerin ülkeye tekrar kabülünü kolaylaştırmak için Belçika’nın mümkün olan her şeyi yapması gerektiğine dair alt bir mahkemenin verdiği kararı bozdu.
Uluslararası hukuk kapsamında bir mekanizma olarak uyruk ile bağlantılı diplomatik korumanın, genel olarak devletler tarafından kabul edilebilecek bir çözüm sağlama ihtimalinin düşük olduğu görüşündeyiz. Ayrıca, bu mekanizmanın bireyselleşen doğası, binlerce insanı ve birçok farklı ülkeyi içeren toplu, uluslararası bir sorunu çözmek için bu mekanizmanın uygun olmadığı anlamına gelir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi de yeterli değil
Hukuki vaziyetin karmaşık olduğu doğru. ABD dışındaki tüm ülkelerin taraf olduğu Çocuk Haklarına dair Sözleşmesi (ÇHS) acil durumlar ve silahlı çatışmalar dahil olmak üzere çocukların haklarına her zaman saygı gösterilmesi gerektiğini söylüyor.
Sözleşme çocukların, doğum kaydı, isim ve uyruk edinme, gerektiği şekilde ilgilenilme ve ebeveynlerini tanıma hakkına sahip olduğunu söylüyor. Devletlerin, çocuklara eğitim hakkı, mümkün olan en yüksek sağlık standardı, hastalık ve yetersiz beslenmeden azade bir hayat, temiz içme suyuna erişim, sosyal güvenlik, fiziksel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve sosyal gelişimin yanı sıra dinlenme, oyun ve eğlence için yeterli bir yaşam standardı sunmak için tüm önlemleri almakla yükümlü olduklarını vurguluyor.
Bazı BM insan hakları kurumları, ÇHS’nin devletlere Suriye’deki kamplarda yaşayan çocukların haklarını koruma yükümlülüğü verdiğini de öne sürüyor. Bunun anlamı, bu devletler söz konusu çocukları korumak için onları ülkelerine tekrar kabul etmeleri gerektiği. Ancak bu durumda, devletlerin kendi toprakları dışında yasal yükümlülüklere sahip olup olmadıkları hususunda yasal bir belirsizlik var.
Kişilerin ülkelerine kabul edilmeleri için ait oldukları uyruğu temel almak da zor. İnsan hakları kuruluşları çocukların korunması için en iyi yerlerin uyruk devletler olduğunu öne sürüyor. Ancak çok az çocuğun doğum kaydı var ve birçoğunun ebeveynleri farklı uyruklara sahip. Bu, söz konusu çocukların ülkelerine tekrar kabul edilmesi sorumluluğunu hangi devletlerin üstlenmesi gerektiği sorusunu gündeme getiriyor. Devletler, uyruk ve vatandaşlık üzerinde önemli ölçüde hukuki kontrole sahip, bu durum da bu konuların ulusal ve siyasi önceliklere göre manipüle edilmeye açık hale getiriyor.
Oysa, hukuki ayrıntılar ne olursa olsun, bu çocukların ne olacağı acilen çözülmesi gereken bir durum. Devletlerin çocukları ülkelerine tekrar kabul etmelerini kesin olarak gerektiren bir uluslararası hukuk kuralı yok. Ancak çocukların korunması, onlarla gerektiği şekilde ilgilenilmesi ve dolayısıyla Suriye’de bulunan kamplardaki şartlara maruz bırakılmaması ilkeleri, ÇHS kapsamında tüm devletler tarafından taahhüt ediliyor.
Bu tür aşırı durumlarla (açlık, sosyoekonomik fırsatlara erişim eksikliği, terk edilme ve şiddete maruz kalma) karşılaşan çocukların önlerinde çok az seçenek bulunduğunu ve radikalleşebileceklerini öne sürdük. Çocukları damgalayan ve reddeden dışlayıcı ve ulusal politikalar, yeni destek ağları arayışındaki çocukların suç ağlarına ve radikal gruplara katılmalarının yolunu daha da açıyor.
IŞİD’in çocukları, ebeveynlerinin aldığı kararlar ve yaptıkları eylemler sonucunda acı çekmeye terk edildi. Bu çocukların uluslararası hukuk kapsamında sahip oldukları haklar ihlal edilmeye devam ediyor.
Bu yazı ilk kez 9 Haziran 2022’de yayımlanmıştır.