Washington Enstitüsü Yakın Doğu Politikaları Merkezi uzmanı Ortadoğu tarihçisi Martin Kramer, Times of Israel adlı haber sitesinde kaleme aldığı bir yazıda, Filistin’i bölmek için daha önce de iki plan yapıldığını hatırlatarak bu planları ABD Başkanı Donald Trump’ın önerisiyle karşılaştırdı:
“ ‘Yüzyılın Anlaşması’, Trump ve Netanyahu’nun siyasi ihtiyaçlarından dolayı ortaya çıktı. Başka kimsenin büyük bir hevesle böyle bir plan beklediği yoktu, dolayısıyla çok az kişi planın uygulanması için fedakârlık yapmaya hazır.
Trump’ın planının adı resmi olarak ‘Barış, Refah ve Daha Aydınlık bir Gelecek için Vizyon’ diye anılıyor. Ancak Jared Kushner’in kayınpederi Başkan Donald Trump için planladığı tasarı, aslında bir bölünme planı.”
Yazar’a göre, Trump’ın şu sözlerine bakınca, kendi planının eşsiz olduğunu düşündüğü sonucunu çıkarmak mümkün: “Geçmişte en iyi niyetli planların bile olgusal detayları zayıftı ve kavramsal çerçeveleri ağırdı. Buna karşın, bizim planımız 180 sayfa ve açık ara şimdiye kadar ortaya konmuş en detaylı teklif.”
Fakat yazar, geçmişte de biri 1937 tarihli İngiliz planı, diğeri de 1947 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) planı olmak üzere iki taksim planı olduğunu hatırlatarak her ikisinin de gayet detaylı olduğunu aktarıyor:
“1937‘de İngilizlerin 231 sayfaya ulaşan taksim planı, “Kraliyet Komisyonu” tarafından hazırlanmıştı. Bu plana adını vermemiş olsa, ismi unutulacak olan başkanı Lord Peel’in adını taşıyordu. Devamındaki Filistin Taksim Komisyonu Raporu 310 sayfaydı ve 13 harita içeriyordu. Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi’nin yazdığı 1947 tarihli bölünme planı (ekler ve haritalar da dahil olmak üzere) 83 sayfaydı. Geçici Filistin Komitesi’nin bunu takip eden iki çalışmasına yeni detaylar katılarak 100 sayfayı aşkın bir ekleme yapıldı.”
Bu taksim planlarıyla Trump’ın planının başka bir ortak özelliği de Kramer’e göre şöyle:
“Bu üç taksim planındaki en dikkat çekici süreklilik şu: Siyonist taraf ya da İsrail tarafı planların şekillenmesine yardımcı olarak ‘evet’ derken, Filistinli Araplar hazırlık sürecine katılmayı reddederek ‘hayır’ demiş oldu. Her reddedilen planı bir diğeri izledi ve Filistinlilere hâlâ daha azı teklif ediliyor.”
Bu planın farkı ne?
Kramer, her seferinde Filistinliler tarafından reddedilseler de, planların itibarları söz konusu olduğunda arada büyük farklar olduğunu da hatırlatıyor:
“En meşru taksim planı 1947‘dekiydi, çünkü uluslararası bir komisyon tarafından oluşturulmuştu ve iki süper gücün – Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği- açık desteğini alıyordu. Bu temel üzerinde BM Genel Kurulu’nun üçte ikisinin desteğini topladı ve 181 sayılı kararla güvence altına alındı.
Karar bir tavsiyeden daha fazlası değildi ama İsrail’in devlet olduğunu açıkladığı bildirgeye katılacak kadar güçlüydü. Açıklamada ‘Kendi doğal ve tarihi hakkımızın vasıtasıyla ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararının gücüne dayanarak, Eretz-İsrail’de İsrail Devleti olarak bilinecek bir Yahudi devletinin kurulduğunu beyan ediyoruz’ denildi.”
Kramer, 1937‘de yapılan önceki taksim planının bu kadar ileri gidemediğini anımsatıyor:
“Kraliyet Komisyonu’nun raporu, daha sonra bir başka komisyon daha toplayan ve ondan sonra da taksimi uygulamaya elverişsiz bulan Britanya hükümetine yönelik bir tavsiyeden fazlası değildi. Britanya’nın adına Filistin’i yönettiği Milletler Cemiyeti, hiçbir zaman ağırlığını koymadı. Peel Planı bütün ağırlığına rağmen çok az kişi tarafından hatırlanıyor. Ancak taksimi olası bir çözüm olarak görmesi bakımından bir ilkti.
Şu anda, Trump’ın taksim planı, 1947‘den çok 1937’ye yakın. Doğru, dünyanın öncü gücünün başkanı tarafından, işine yarayacak şekilde, resmi olarak göstere göstere tanıtımı yapıldı. Ancak bir avuç Amerikalının parlak fikri olan planın İsrail dışında alıcısı yok. 1947’de gördüğümüz gibi, bir taksim planının tarih yazması için Filistinlilerin desteğine ihtiyacı yok. Ancak 1947‘deki planın bir özelliğine sahip olmazsa, yani bir derece uluslararası onay almazsa çok da ileri gidemez.
2020’de ise, İsrailliler ve Filistinliler on yılı aşkın süredir modern tarihlerindeki en sakin zamanlarını yaşıyorlar. Mükemmel olmaktan uzak, ancak yine de iş gören bir statükoya ulaştılar. Trump’ın planı ise, Trump ve Netanyahu’nun acil siyasal ihtiyaçlarından doğdu. Hiç kimse çaresizce böyle bir plan beklemediği gibi, çok az kişi planın başarısı için fedakârlıkta bulunmaya hevesli olacaktır.
Rusya, Avrupa ve Arap devletlerinin hepsi planı ilerletebilir ya da geriletebilir. Onları kazanmak özellikle İsrail için önemli çünkü yarım yüzyıldır sahip olduğu şeyin ‘tanınmasını’ istiyor. Sınırlar karşılıklı anlaşmayla (İsrail’in Mısır ve Ürdün’le sınırları) ya da uluslararası onayla (İsrail’in Lübnan sınırı) meşruiyet kazanır. İkisi de çok güçlü araçlar olabilir ancak Trump’ın asasını sallaması ya da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun İncil’i hatırlatması yetmez. ABD ve İsrail’in 1947’de yaptıkları gibi dünyanın desteğini alması gerekecek.”
Sokaklarda dans etmek mi?
Kramer’e göre, diğer iki planla Trump Planı’nın bir farklılığı da aciliyetin derecesi:
“Geçmişteki planlar kriz durumlarında doğdu. 1937’de Filistin bir Arap isyanı ve şiddetli kargaşanın içindeydi. Nazi zulmünden kaçan Yahudiler sığınacak yer arıyordu. Kurtulduktan sonra Avrupa’da kalan Yahudi mülteciler, 1947’de Filistin’e girmek için feryat ediyordu. Taksim, bir çeşit acil ameliyat olarak görüldü.
2020’de ise, İsrailliler ve Filistinliler on yılı aşkın süredir modern tarihlerindeki en sakin zamanlarını yaşıyorlar. Mükemmel olmaktan uzak, ancak yine de iş gören bir statükoya ulaştılar. Diğer yanda Trump’ın taksim planı ise, Trump ve Netanyahu’nun acil siyasal ihtiyaçlarından doğdu. Hiç kimse çaresizce böyle bir plan beklemediği gibi, çok az kişi planın başarısı için fedakârlıkta bulunmaya hevesli olacaktır.”
Yazar, planların ne kadar etkili olduğunu ve olabileceğini de karşılaştırıyor:
“Bir başka ahlaki iklimde şekillenen 1937 planını hatırlayın: 200 binden fazla Filistinli Arabın Yahudi devletinden mecburi ‘naklini’ teklif etmişti. 1947 planı, ülkenin Araplarının üçte birinden fazlasını, karşı çıktıkları Yahudi devletinde bıraktı. (Çoğu sonunda buradan kaçtı) 1937 ve 1947 devasa tartışmalara yol açtı ve her yerdeki derin arzuları besledi.
Buna karşın Trump’ın taksimi, kimsenin taşınmasını ya da (birkaç istisna hariç) yeni bir tarz yönetimin altında yaşamayı tasavvur etmiyor. Bu yüzden haritasını anlamak da, öncüllerine göre, bu kadar güç. Bütün taksim haritalarında, sıkıntılı koridorlar ya da geçiş noktaları gibi gariplikler olmuştu. Trump’ın haritası dışa kapalı yerleşim bölgeleri ve yan yollarla dolu ve bir tünel dahi var. Böylece kimsenin yerinin değişmesine ya da altında yaşadığı yönetimin değişmesine gerek kalmıyor.
Plan statükoya öylesine yakın ki, ne İsrailliler arasında büyük bir coşkuya neden olacak ne de Filistinlileri şiddete daha çok sürükleyecek. Belki de bu, planın en büyük umudu. Sahada zaten iki devlet gerçekliği var. İsrail çok güçlü bir yönetim, Filistin Yönetimi ise çok zayıf. İkisinin de başkanları, hükümetleri, milli marşları ve kontrol ettikleri bölgeler var. Trump’ın planı, nihai sınırları çizmeye ve Filistin devletinin yeterliliğini sağlamaya odaklanıyor. Abesle iştigal olabilir ama öncülleri kadar radikal de değil.”
Tarih kitapları mı çöp kutusu mu?
Kramer, ‘İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ‘tarihi’ bulduğu Trump planının öyle olup olmadığını da sorguluyor:
“Bu plan siyasilerin düzenli olarak istismar ettiği kelime gibi ‘tarihi’ mi? Netanyahu, ‘On yıllar, belki de yüzyıllar boyunca (Trump planının açıklandığı) 28 Ocak 2020’yi hatırlayacağımıza inanıyorum,’ dedi. Bu tarihi, -Yahudi tarihinde son iki bin yıldaki en önemli gün olarak sayılan, İsrail’in kurulduğu 14 Mayıs 1948’e benzeterek, kutsal değerlere saygısızlığın kıyısından geçti.
Bu noktada, 28 Ocak’ı günümüzden 6 ay sonra hatırlayıp hatırlamayacağımız bile belli değil. ‘Vizyon’ olarak da adlandırılsa, ABD Başkanlık Marşı ile de tanıtılsa; kağıt üzerindeki bir plan tarih yazmaya yetmiyor. Trump’ın taksim planı ‘ölü doğmadı’. Ancak bir Amerikan planının yaşama şansının olması için, Başkan kendisinin ve Amerika’nın ağırlığını planın üstünden önümüzdeki yıllar, belki de ‘on yıllar boyunca’ çekmeli.
Trump’ın ya da herhangi birisinin Amerikası’nın ‘Yüzyılın Anlaşması’nı sonuçlandıracak kadar dikkat süresi, metaneti ve becerisi var mı? İşte bu yüzyılın sorusu.”
Bu yazı ilk kez 12 Şubat 2020’de yayımlanmıştır.