Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönem başlar mı?

Türkiye-Rusya ilişkileri soğumaya mı başladı? Rusya, Türkiye’nin dış politikasını değiştirdiğini mi düşünüyor? Ankara, Moskova’dan uzaklaşıyor mu? İki ülke arasındaki işbirliği alanları değişti mi? Prof. Dr. Mitat Çelikpala yazdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Vladimir Putin’le bir araya gelmesi yine gündemde.

Bu ziyaret, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakması, tahıl anlaşmasının askıya alınmasından sonra Rusya’nın Karadeniz’de Türkiye’nin bir kuru yük gemisine silahlı baskınla teftiş yapması, Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği desteği vurgulaması gibi gelişmelerin arkasından geldi.

Tüm bunlar akıllara Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir dönem bitti mi, yeni bir dönem başlar mı, bunun Ankara’nın bölgesel ve küresel ilişkilerine etkisi ne olur?’ gibi soruları getiriyor.

Ancak şu aşamada bu sorulara parlak gelecek öngören vizyoner bir cevap vermek pek de mümkün görünmüyor.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında var olduğu vurgulanan ‘samimi ilişkiler’ ile ‘karşılıklı güven duygusunun’ iki ülke arasındaki ilişkilerin istikametini belirlemede oynadığı kritik rolün iki ülkeye geleceğe dönük yeni pencereler açmaya yetip yetmeyeceği de belirsiz.

İki lider arasındaki yakınlığın içinde bulunulan zorlu şartlardan, Türkiye-Batı ve Batı-Rusya arasında yaşanan gerginliklerden nasıl etkilendiği ya da etkileneceğini yakından izlemek gerekiyor.

Dışişleri Bakanı olarak ilk Moskova Ziyareti

Erdoğan’ın Soçi ziyaretinden iki hafta önce de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Ukrayna’ya bir ziyarette bulunmuş, ardından 31 Ağustos-1 Eylül’de Moskova’ya gitmişti. Fidan, mevkidaşı Sergey Lavrov’un yanı sıra Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile de görüşmüştü.

İki günlük bu ziyaret, Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı unvanıyla Rusya’ya gerçekleştirdiği ilk ziyaret oldu.

Fidan’ın dışişleri bakanı unvanıyla mevkidaşının yanı sıra savunma bakanı Şoygu ile de ikili görüşme yapması, güvenlik konularının dış politika konuları üzerindeki etkisini gösteren yeni bir gelişme olarak görülebilir.

İstihbaratçı şapkasıyla daha önce Savunma ve Dışişleri bakanlarıyla birlikte çok sayıda Moskova ziyareti yapan Fidan’ın bu defa yalnız olması dikkat çeken bir durum.

Fidan’ın Rusya ile ilişkileri güvenlik dahil olmak üzere her boyutuyla Dışişleri Bakanlığının altına toplayıp toplamadığını takip etmek gerekir. Tek başına bu gelişme dahi dış-güvenlik politikalarının Ankara’da nasıl şekillendiğine dair bir seri spekülasyonu doğuracaktır.

Fidan Moskova’ya gitmeden hemen önce Karadeniz Tahıl Girişimi’nin canlandırılması ve Rusya-Ukrayna savaşının adil barışla sonlandırılması gibi konuların yanı sıra bölgesel ve küresel konuları ele alacaklarını belirtmişti.

Görüşmeler sonrası yapılan açıklamalardan bu konular üzerinde durulduğu ve muhtemel Erdoğan-Putin görüşmesine olumlu gündem sağlayacak bir zeminin hazırlanmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Görüşme sonrasında gerek Lavrov’un gerekse Şoygu’nun yaptığı açıklamalar birbiriyle uyumlu.

Rusya’dan hem güvence hem sorgulama

İki bakan da Batılı ülkelerin Moskova açısından şüphe uyandıran girişimlerine rağmen Rusya’nın Türkiye’nin dış politika yaklaşımını takdir ettiğini belirtti. Bu durum, Moskova’nın Ankara’yı ve girişimlerini önemsediğinin işareti olarak kabul edilebilir.

Lavrov’un değerlendirmelerine başlarken, son dönemde geleneksel hale dönüşen başta enerji, turizm ve tarım alanlarında olmak üzere iki ülke arasındaki ticareti artıracak adımlar atmak istediklerini vurgulaması ikili ilişkilere hâkim olan geleneksel söylemin bir yansıması ve gereği.

Lavrov’un bunu gerçekleştirmek için Batılı ülkelerin engellemelerine rağmen ilerlemeye devam edeceklerini söylemesi ise Ankara’ya gönderilen bir güvence ve sorgulama mesajı olarak okunmalı.

Bu bir tür güvence, ki Moskova en üst düzeyde Ankara’ya yönelik çizgisini değiştirmeyeceğini taahhüt etmiş oluyor.

Bir sorgulama, çünkü Ankara’nın savaşın uzaması ve Rusya’ya yönelik Batılı yaptırımların artması karşısında takındığı dengeci-faydacı tutumunu devam ettirip ettiremeyeceğine yönelik kuşkuları barındırıyor.

Neticede Moskova’nın gözünde Ankara NATO üyesi Batılı bir aktör.

Türkiye-Rusya ilişkilerinde bardağın dolu tarafı

Bardağın kamuoyu ile paylaşılan dolu tarafında her daim ticari ve ekonomik ilişkiler var.

Hatırlanacağı üzere Türkiye-Rusya ticari ilişkileri 2022 yılını zirve yaparak kapadı.

2021’i 34 milyar dolar seviyesinde kapatan ikili ticaret hacmi 2022’de 68 milyar dolara çıktı.

Türkiye’nin Rusya’dan ithalatı neredeyse 60 milyar doları buldu.

İki tarafın 10 yıl önce belirledikleri 100 milyar dolar ticaret hacmi hedefi Rusya’nın karşı karşıya bulunduğu ticari ambargolar dikkate alındığında artık çok uzaktaki bir hayal olarak durmuyor. Mesele, küresel ortamın buna imkân tanıyıp tanımayacağı.

Geleneksel ilişkilerin lokomotifi: Enerji

İki tarafın en sorunlu dönemlerde dahi ‘geleneksel ilişkilerin lokomotifi’ olarak gördükleri ve ‘stratejik projeler’ geliştirdikleri enerji alanında yürüyen işbirliğinde de temel bir değişiklik yaşanması beklenmiyor.

Ankara’nın petrol ithalatı geçtiğimiz yıl iki katından fazla arttı. Doğalgaz akışı da aksamadan devam ediyor.

Moskova’nın Ankara’yı bir ‘hub’a çevirme önerisinin ise içinde bulunulan koşullarda çok öne çıkartılmasa da Ankara’da bir tür heyecan havası estirdiği söylenebilir.

Nükleer iş birliği tam hızla devam ediyor.

İkili ilişkilerin Ankara tarafından önemsenen başlığı turizm de devam eden savaş gerçeğine rağmen aksamadan yürüyor.

Türkiye’nin neredeyse bir yıldır Rusya’nın dünyaya açılan kapısı olması ise Ankara’nın artı hanesine yazılan başlıklar arasında.

Yarısı dolu bardak neye yetmiyor?

Diğer yandan ikili ilişkilerde ‘bardağın dolu tarafında yer alan’ bu konu başlıkları ikili ilişkileri siyasi ve güvenlik alanlarını da kapsayacak bir biçimde ilerletmeye/geliştirmeye yetmiyor.

Gündemi Karadeniz’den Suriye’ye, Kafkasya’dan Afrika’daki gelişmelere geniş bir sahada yaşanan güvenliğe ilişkin konuların belirlediği görülmekte.

Nitekim Karadeniz’deki gerginliklerin yanı sıra Suriye’nin kuzeyinde son günlerde artan askerî hareketlilik de Fidan-Şoygu görüşmesini anlamlı kıldı.

Bu durum, sorunlu konuların arka planda tutulduğu, ticari-ekonomik ilişkiler öne çıkartılarak ‘bardağın dolu tarafı’ üzerinden yürütülen ‘eski güzel günlerin’ geleneksel ikili ilişkiler gündeminde ciddi bir değişime işaret ediyor.

Bardağın dolu tarafı iki taraf için de ama artık özellikle de Ankara için olumlu bir gündemle ilerlemeye yetmiyor.

İki liderin bir araya gelememesinin sebebinin bu koşullar olduğu iddia edilebilir.

Ankara’nın Rusya-Ukrayna gerginliğinde ‘gerekli şartlar oluştuğunda kolaylaştırıcı veya arabulucu rolünü sürdürmeye devam etmek’ istediği malum.

Yaşanan gelişmelerden bu zeminin bir türlü tesis edilemediği anlaşılıyor.

Kısacası ikili ilişkiler bir süredir, ikili ilişkilerden daha büyük ve temel bir takım bölgesel ve küresel siyasi ve güvenlik konularının ağır etkisi ve baskısı altında bulunuyor.

Önceki dönemde küresel olumlu ortamın verimli zemin hazırladığı ekonomik-ticari ilişkiler temelli parlak Türk-Rus ilişkileri hızla zeminini kaybediyor.

Tahıl Anlaşması ve Karadeniz’in güvenliği

Tahıl Anlaşması, Türk-Rus ticari ilişkileri ve küresel talepler de dikkate alındığında Türkiye’nin oynadığı arabulucu rolünü anlamlı kılan bir alanın etkili biçimde kullanılması oldu.

Bu rol hem Rusya hem Ukrayna hem de Batılı müttefikler nezdinde kabul gördü.

Ankara’nın ticari ve ekonomik beklentilerine cevap verdi.

Daha da önemlisi, Ankara’yı bu savaşta sadece bölgesel değil küresel bir aktör konumuna taşıdı.

Ankara, Rusya ile ilişkileri nedeniyle Batılı ittifak içindeki konumu ve politikaları tartışılan bir Batılı aktör olmaktan çıktı; yeniden kabul gören ve yapıcı yaklaşımları memnuniyet yaratan bir unsura dönüştü.

Nitekim Fidan’ın Moskova’daki görüşmelerinden Ankara’nın özellikle tahıl ve gübre ticaretine odaklandığı, bu girişimle Batılı aktörlerin ve elbette Kiev’in de kabulleneceği yeni bir işbirliği alanını açmayı öncelediği anlaşılıyor.

Hatırlanacağı üzere Tahıl Anlaşması Ankara’nın aktif diplomatik çabaları neticesinde Temmuz 2022’de İstanbul’da imzalanmıştı.

BM şemsiyesi altında yürüyen süreçte 30 milyon tondan fazla tahıl ticareti yapılmış ve sürecin olumlu küresel yansımalarının savaşan iki tarafı yakınlaştırması ihtimaline odaklanılmıştı.

Anlaşmanın süresi geçtiğimiz 17 Temmuz’da doldu. Rusya anlaşmayı Batılı aktörlerin sözlerini yerine getirmedikleri ve Moskova’nın paket anlaşmada yer alan beklentilerini karşılamadığı gerekçesiyle yenilemeyeceğini açıkladı.

Yeni bir tahıl anlaşması mümkün mü?

Moskova’nın beklentisi bu şartların yerine getirilmesi yönünde olsa da Kiev’den ya da Batılı aktörlerden olumlu işaretler alınmıyor.

Moskova’ya Kiev’in de yaklaşımını alarak gittiğini varsayabileceğimiz Fidan’ın kalıcı bir tahıl anlaşmasının nasıl devreye girilebileceğine dair çaba sarf ettiği anlaşılıyor.

Ankara, tahıl ithalatının neredeyse tamamını Rusya ve Ukrayna’dan sağlıyor. Enerji alanında olduğu gibi bu alanda da Moskova’nın 1 numaralı müşterisi.

Ankara’nın yeni bir anlaşmayla özellikle Rus tahılının Türkiye’ye sevk edilmesi, Türkiye’de işlendikten sonra da Katar’ın da desteğiyle en çok ihtiyaç duyan ülkelere gönderilmesi yönünde alternatif bir öneriyi gündeme getirdiği söyleniyor.

Bu yönde bir öneriye Kiev’in ya da Batılı müttefiklerin olumlu bir bakış açısıyla yaklaşacaklarını beklemek iyimserlik olacaktır.

Kiev, Batılı müttefiklerin de desteğiyle alternatif bir plan geliştirmeye girişmiş durumda.

Romanya ve Bulgaristan karasuları üzerinden yeni ve güvenli bir deniz koridoru ilan edilerek ticaretin bu hatta yönlendirilmesi öngörülüyor.

Nitekim bunun ilk denemesi Ağustos ortasında yapıldı.

Nerdeyse 1 yıldır Odessa limanda bekleyen Hong Kong bandıralı kuru yük gemisi Joseph Schulte limandan ayrılarak bu alternatif insani koridordan geçerek 17 Ağustos’ta İstanbul’a ulaştı.

Bu hat sonrasında güvenli hat olarak kullanılmaya başlandı.

Rusya’nın gemilere fiili bir blokaj uygulaması, liman ve siloları bombalama tehdidi ise masada duruyor.

Kiev’den yapılan açıklamada mütekabiliyet çerçevesinde hareket edileceği belirtildi. Ukrayna tarafı Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki 6 limanını ‘savaş riskli bölge’ ilan etti ve Rus yük gemilerine ve liman tesislerine misilleme saldırıları düzenleneceğini açıkladı.

4 Ağustos’ta Ukrayna, Rus çıkarma gemisi Olenegorsky Gornyak’ı Novoçerkask’ta insansız hava aracı (İHA) ile vurdu.

Ertesi gün Kerç’te bir Rus tankeri yine İHA ile vuruldu.

Bunlara 17 Temmuz’da Kerç Köprüsü’nün ikinci defa vurulması ve her iki tarafın da gemi, liman ve tesislere düzenlediği saldırılar eklendiğinde savaşın Karadeniz’de deniz alanlarına ve ticari-ekonomik altyapı unsurlarına saldırılarla boyutlandığı söylenebilir.

Karadeniz’de patlamaya hazır gerginlik

Sonuçta Ankara, Kiev ile farklı, Moskova ile farklı bir hat üzerinden ticari hatları açarak Karadeniz’i normalleştirmeye çalışıyor görünse de tarafların aralarındaki meselelerin yönetilmesi zorlu bir süreç ve çaba gerektiriyor.

Bu durum Ankara’yı en fazla rahatsız edecek gelişmenin yaşanması, yani savaşın Karadeniz’e yayılması anlamına gelebilir.

Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş uzadıkça Karadeniz daha tahmin edilemez ve daha tehlikeli bir deniz alanına dönüşüyor.

Bu çerçevede Karadeniz kıyıdaşı olan NATO üyelerinin hassasiyetleri artmış vaziyette.

Karşılıklı sabotajlar, Romanya ve Bulgaristan limanlarına yönelik tehditler, Rus donanmasının Türk gemileri dahil olmak üzere ticari gemilere yönelik denetleme girişimleri ve operasyonları, serbest deniz alanlarında ortaya çıkan tehdit algısı Karadeniz’i adeta bir tür patlama noktasına dönüştürüyor.

Nitekim 9 Ağustos’taki Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamadan Ankara’nın konuyu bu yönüyle de önemsediği ve tarafları Karadeniz’de gerginliği tırmandırmamaya çağırdığı görülüyor.

Tahıl Anlaşması da bu bağlamda ortak bir zemin yaratma ve tarafları sakinleştirme çabası olarak kabul edilebilir.

Karadeniz’deki genel askerî duruma bakıldığında, kuzeydeki askerî hareketlilik dışında Temmuz 2021’den bugüne Karadeniz’de Batılı ülkelerin katılımıyla herhangi bir askerî tatbikatın yapılmadığı ve Ankara’nın Montrö sınırlamalarını uygulamaya başlamasıyla savaşan tarafları durumundaki Rusya ve Ukrayna’nın yanı sıra kıyıdaş olmayan bir savaş gemisinin de Aralık 2021’den bugüne Karadeniz’e girmediği görülüyor.

Bu durum Karadeniz’de bir tür askerî dengeye işaret etse de artan Rus tehdidi Ukrayna’nın başta kıyıdaşlar Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’dan olmak üzere NATO’dan askerî gemi eskortu talep etmesi Karadeniz’de güvenlik ve dengelerin yeniden tartışılması anlamına geliyor.

Hele ki ABD’nin neredeyse 20 yıldır bu bölgeyi bir güvenlik boşluğu olarak gördüğü ve Karadeniz’e girme planları yaptığı ortamda karşı karşıya kalınan durum Ankara’nın, Osmanlı’dan miras, neredeyse 100 yıllık güvenlik endişelerinin kaşınması anlamına geliyor.

Rusya’nın kendi çıkarları ve tehdit algılamalarına yönelik tek taraflı politikalarının Ankara’nın dış ve güvenlik politikalarını baskı altına aldığı açıkça görülüyor.

Suriye’de neler oluyor?

Suriye ve Kafkasya’da yaşanan gelişmelerin ikili ilişkilerin seyrine etkisi, Karadeniz ve Ukrayna’da yaşananlardan daha eski ve etkili bir geçmişe sahip.

Suriye cephesinde yaşananlar ikili ilişkileri önce kopma noktasına getirmiş sonrasında da Astana Süreci adı altında üst seviyeye taşımıştı.

Tarafların bu alanda ortak bir nihai hedefe sahip olmadıkları malum.

Sonuç almanın zor olduğu bir sahada, sonuçtan ziyade sürece oynayarak durumu mümkün olduğunca idare etmeyi amaçlayan yaklaşım, kırılgan bir zemininin olduğu dönemsel gelişmelerle kendisini gösteriyor.

Kaçak göçmen sorunu, Türkiye’deki yerleşik Suriyelilerin durumu ve bunun ekonomik-siyasi etkileri Ankara açısından güvenlik konusu olmanın da ötesine geçerek bir iç politika konusuna dönüştü.

Moskova’nın Ankara ile Şam’ın arasını bulma yönündeki girişimleri ise kapalı görüşmelere rağmen olumlu bir neticeye ulaşmadı.

Son olarak Haziran 2023’te yapılan toplantıda taraflar her ne kadar Astana Süreci’nin Suriye meselesinin barışçı çözümünde öncü rolüne vurgu yapsalar da sürecin tıkandığı görülüyor.

Nitekim sürece ev sahipliği yapan Kazakistan’ın Astana formatının hedeflerine ulaştığını belirterek üçlü görüşmelerin sonlandırılması çağrısı yapması bunun bir işareti olarak görülebilir.

Fidan’ın Moskova ziyaretin gerçekleştiği günlerde Suriye’nin doğusunda yaşanan çatışmaların yarattığı gerginlik, konunun Türkiye ve Rusya açısından hâlâ çok hassas bir başlık olduğunu gösteriyor.

Kafkasya’daki süreç

Karabağ özelinde Kafkasya’da yaşanan gelişmeler ise Türkiye ile Rusya arasındaki ikili ilişkileri doğrudan etkileme potansiyeline sahip bulunuyor.

Her iki taraf da barışçıl bir çözümü ve ulaşım kanallarının inşası, insani yardım ve bölgesel işbirliğine olan desteklerini açıklasalar da bölgedeki kırılgan zemin her an yeni savrulmalara yol açabilir.

Ankara, Azerbaycan topraklarındaki Rus askerî varlığını, Moskova da Türk askerî varlığını bir tehdit olarak görecektir.

Bundan sonra ne olabilir?

Sonuçta Türkiye-Rusya ikili ilişkilerin odağı güvenlik konularına kaymış bulunuyor.

Bunun Ankara’dan ziyade Moskova kaynaklı bir seri gelişmenin sonucu olduğu aşikâr.

Moskova’da yaşanan darbe girişimi sonrasında Rusya’da artan belirsizliklerin yarattığı geleceğe ilişkin kuşkular, Rusya’ya yönelik tehdit algısının Karadeniz odaklı olmak üzere bölgesel güvenliğe yansımaları, Tahıl Anlaşması özelinde bölgesel ticaretin durumu ve bunun küresel ticarete etkisi, tarafların Kafkasya’dan Suriye’ye Libya’dan Akdeniz’e diğer küresel meselelere son dönemde artan biçimde farklılaşan yaklaşımları gündemin perde arkasındaki zorlu konu başlıkları olarak sırada bekliyorlar.

Dışişleri Bakanı Fidan bu ilk ziyaretinde her ne kadar Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilerin köklü geçmişine atıfla Türkiye ile Rusya’nın Avrasya’da birbirini en iyi tanıyan iki ülke olduğunu, ikili ve bölgesel meselelerde de daima temas halinde olduklarını söylese de tarafların ortak bir dille konuştukları ve hedeflere sahip olduğu söylenemez.

Bu durum küresel düzeyde yeniden şekillenmekte olan güvenlik mimarisinin ağır etkisi altındaki Türk-Rus ilişkilerinin geleceğinin de kırılgan olduğuna ve hassas dengelerin dikkate alınmasını gerektiğine işaret ediyor.

Ankara’nın bir yandan Rusya’yı ötekileştirmeden, bölgesel sistemin içinde tutarak dengeleyecek diğer yandan da Batılı aktör konumunu güçlendirecek bir ekonomik, siyasi ve askerî dengeyi kurması zorunluluğu bulunuyor.

Bunun yolu da mümkün olduğunca Batı ittifakı içindeki kanalları etkin kullanmaktan ve Rusya’yı da içine alan bir anlayışın yaratılmasından geçiyor.

Bu çerçevede Fidan’ın, Ankara ile Moskova arasında samimiyete dayanan güçlü iletişim kanallarının mevcut olduğunu dile getirerek Türkiye ile Rusya arasındaki diyaloğun bölge açısından oldukça kritik önem taşıdığına işaret etmesi, Ankara’nın bunun farkında olduğunun işareti.

Rusya ile Ukrayna arasında uzayan savaşın ağır etkileri, Avrupa Atlantik güvenlik hattının doğu ve güney kanadını oluşturan Karadeniz bölgesini şekillenmekte olan yeni küresel mimarinin en hassas alt bölgelerinden birine dönüştürürken, Ankara’nın çabalarının sonuç verebilmesinde belirleyici unsurun Moskova’nın yaklaşımları olduğu söylenebilir.

Bu yazımız ilginizi çektiyse, şu yazılarımızı da göz atmak isteyebilirsiniz.
Suriye’de değişen ne? Astana dönemi bitti mi? Türkiye bunun neresinde?
Türkiye’deki Suriyeli nüfusu gelecekte ne olacak? Söylenenler doğru mu?
Azerbaycan – Ermenistan nihai barışı ne kadar yakın?

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.

Mitat Çelikpala
Mitat Çelikpala
Prof. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten Dr. Çelikpala’nın çalışma alanları arasında eski Sovyet coğrafyası ve Kafkasya, diyaspora çalışmaları, Karadeniz Bölgesi ve güvenliği, Türk-Rus ilişkileri, enerji güvenliği, kritik altyapı güvenliği ve terörizmle mücadele gibi konular yer alıyor. Lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı, Yüksek Lisansını Hacettepe, Doktora çalışmasını ise Bilkent Üniversitesi’nde yaptı. Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’da Senior Associate Member ve EDAM Yönetim Kurulu üyesi olan Çelikpala, çeşitli uluslararası kurum, düşünce kuruluşu ve şirketlerin yanı sıra NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Türk Silahlı Kuvvetleri Stratejik Araştırma Merkezi (SAREM), Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde akademik danışmanlık yaptı. Çelikpala’nın yukarıda belirtilen konularda akademik dergiler ve güncel medyada yayınlanmış makale ve değerlendirmeleri bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönem başlar mı?

Türkiye-Rusya ilişkileri soğumaya mı başladı? Rusya, Türkiye’nin dış politikasını değiştirdiğini mi düşünüyor? Ankara, Moskova’dan uzaklaşıyor mu? İki ülke arasındaki işbirliği alanları değişti mi? Prof. Dr. Mitat Çelikpala yazdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Vladimir Putin’le bir araya gelmesi yine gündemde.

Bu ziyaret, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakması, tahıl anlaşmasının askıya alınmasından sonra Rusya’nın Karadeniz’de Türkiye’nin bir kuru yük gemisine silahlı baskınla teftiş yapması, Türkiye’nin Ukrayna’ya verdiği desteği vurgulaması gibi gelişmelerin arkasından geldi.

Tüm bunlar akıllara Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir dönem bitti mi, yeni bir dönem başlar mı, bunun Ankara’nın bölgesel ve küresel ilişkilerine etkisi ne olur?’ gibi soruları getiriyor.

Ancak şu aşamada bu sorulara parlak gelecek öngören vizyoner bir cevap vermek pek de mümkün görünmüyor.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında var olduğu vurgulanan ‘samimi ilişkiler’ ile ‘karşılıklı güven duygusunun’ iki ülke arasındaki ilişkilerin istikametini belirlemede oynadığı kritik rolün iki ülkeye geleceğe dönük yeni pencereler açmaya yetip yetmeyeceği de belirsiz.

İki lider arasındaki yakınlığın içinde bulunulan zorlu şartlardan, Türkiye-Batı ve Batı-Rusya arasında yaşanan gerginliklerden nasıl etkilendiği ya da etkileneceğini yakından izlemek gerekiyor.

Dışişleri Bakanı olarak ilk Moskova Ziyareti

Erdoğan’ın Soçi ziyaretinden iki hafta önce de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Ukrayna’ya bir ziyarette bulunmuş, ardından 31 Ağustos-1 Eylül’de Moskova’ya gitmişti. Fidan, mevkidaşı Sergey Lavrov’un yanı sıra Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile de görüşmüştü.

İki günlük bu ziyaret, Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı unvanıyla Rusya’ya gerçekleştirdiği ilk ziyaret oldu.

Fidan’ın dışişleri bakanı unvanıyla mevkidaşının yanı sıra savunma bakanı Şoygu ile de ikili görüşme yapması, güvenlik konularının dış politika konuları üzerindeki etkisini gösteren yeni bir gelişme olarak görülebilir.

İstihbaratçı şapkasıyla daha önce Savunma ve Dışişleri bakanlarıyla birlikte çok sayıda Moskova ziyareti yapan Fidan’ın bu defa yalnız olması dikkat çeken bir durum.

Fidan’ın Rusya ile ilişkileri güvenlik dahil olmak üzere her boyutuyla Dışişleri Bakanlığının altına toplayıp toplamadığını takip etmek gerekir. Tek başına bu gelişme dahi dış-güvenlik politikalarının Ankara’da nasıl şekillendiğine dair bir seri spekülasyonu doğuracaktır.

Fidan Moskova’ya gitmeden hemen önce Karadeniz Tahıl Girişimi’nin canlandırılması ve Rusya-Ukrayna savaşının adil barışla sonlandırılması gibi konuların yanı sıra bölgesel ve küresel konuları ele alacaklarını belirtmişti.

Görüşmeler sonrası yapılan açıklamalardan bu konular üzerinde durulduğu ve muhtemel Erdoğan-Putin görüşmesine olumlu gündem sağlayacak bir zeminin hazırlanmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Görüşme sonrasında gerek Lavrov’un gerekse Şoygu’nun yaptığı açıklamalar birbiriyle uyumlu.

Rusya’dan hem güvence hem sorgulama

İki bakan da Batılı ülkelerin Moskova açısından şüphe uyandıran girişimlerine rağmen Rusya’nın Türkiye’nin dış politika yaklaşımını takdir ettiğini belirtti. Bu durum, Moskova’nın Ankara’yı ve girişimlerini önemsediğinin işareti olarak kabul edilebilir.

Lavrov’un değerlendirmelerine başlarken, son dönemde geleneksel hale dönüşen başta enerji, turizm ve tarım alanlarında olmak üzere iki ülke arasındaki ticareti artıracak adımlar atmak istediklerini vurgulaması ikili ilişkilere hâkim olan geleneksel söylemin bir yansıması ve gereği.

Lavrov’un bunu gerçekleştirmek için Batılı ülkelerin engellemelerine rağmen ilerlemeye devam edeceklerini söylemesi ise Ankara’ya gönderilen bir güvence ve sorgulama mesajı olarak okunmalı.

Bu bir tür güvence, ki Moskova en üst düzeyde Ankara’ya yönelik çizgisini değiştirmeyeceğini taahhüt etmiş oluyor.

Bir sorgulama, çünkü Ankara’nın savaşın uzaması ve Rusya’ya yönelik Batılı yaptırımların artması karşısında takındığı dengeci-faydacı tutumunu devam ettirip ettiremeyeceğine yönelik kuşkuları barındırıyor.

Neticede Moskova’nın gözünde Ankara NATO üyesi Batılı bir aktör.

Türkiye-Rusya ilişkilerinde bardağın dolu tarafı

Bardağın kamuoyu ile paylaşılan dolu tarafında her daim ticari ve ekonomik ilişkiler var.

Hatırlanacağı üzere Türkiye-Rusya ticari ilişkileri 2022 yılını zirve yaparak kapadı.

2021’i 34 milyar dolar seviyesinde kapatan ikili ticaret hacmi 2022’de 68 milyar dolara çıktı.

Türkiye’nin Rusya’dan ithalatı neredeyse 60 milyar doları buldu.

İki tarafın 10 yıl önce belirledikleri 100 milyar dolar ticaret hacmi hedefi Rusya’nın karşı karşıya bulunduğu ticari ambargolar dikkate alındığında artık çok uzaktaki bir hayal olarak durmuyor. Mesele, küresel ortamın buna imkân tanıyıp tanımayacağı.

Geleneksel ilişkilerin lokomotifi: Enerji

İki tarafın en sorunlu dönemlerde dahi ‘geleneksel ilişkilerin lokomotifi’ olarak gördükleri ve ‘stratejik projeler’ geliştirdikleri enerji alanında yürüyen işbirliğinde de temel bir değişiklik yaşanması beklenmiyor.

Ankara’nın petrol ithalatı geçtiğimiz yıl iki katından fazla arttı. Doğalgaz akışı da aksamadan devam ediyor.

Moskova’nın Ankara’yı bir ‘hub’a çevirme önerisinin ise içinde bulunulan koşullarda çok öne çıkartılmasa da Ankara’da bir tür heyecan havası estirdiği söylenebilir.

Nükleer iş birliği tam hızla devam ediyor.

İkili ilişkilerin Ankara tarafından önemsenen başlığı turizm de devam eden savaş gerçeğine rağmen aksamadan yürüyor.

Türkiye’nin neredeyse bir yıldır Rusya’nın dünyaya açılan kapısı olması ise Ankara’nın artı hanesine yazılan başlıklar arasında.

Yarısı dolu bardak neye yetmiyor?

Diğer yandan ikili ilişkilerde ‘bardağın dolu tarafında yer alan’ bu konu başlıkları ikili ilişkileri siyasi ve güvenlik alanlarını da kapsayacak bir biçimde ilerletmeye/geliştirmeye yetmiyor.

Gündemi Karadeniz’den Suriye’ye, Kafkasya’dan Afrika’daki gelişmelere geniş bir sahada yaşanan güvenliğe ilişkin konuların belirlediği görülmekte.

Nitekim Karadeniz’deki gerginliklerin yanı sıra Suriye’nin kuzeyinde son günlerde artan askerî hareketlilik de Fidan-Şoygu görüşmesini anlamlı kıldı.

Bu durum, sorunlu konuların arka planda tutulduğu, ticari-ekonomik ilişkiler öne çıkartılarak ‘bardağın dolu tarafı’ üzerinden yürütülen ‘eski güzel günlerin’ geleneksel ikili ilişkiler gündeminde ciddi bir değişime işaret ediyor.

Bardağın dolu tarafı iki taraf için de ama artık özellikle de Ankara için olumlu bir gündemle ilerlemeye yetmiyor.

İki liderin bir araya gelememesinin sebebinin bu koşullar olduğu iddia edilebilir.

Ankara’nın Rusya-Ukrayna gerginliğinde ‘gerekli şartlar oluştuğunda kolaylaştırıcı veya arabulucu rolünü sürdürmeye devam etmek’ istediği malum.

Yaşanan gelişmelerden bu zeminin bir türlü tesis edilemediği anlaşılıyor.

Kısacası ikili ilişkiler bir süredir, ikili ilişkilerden daha büyük ve temel bir takım bölgesel ve küresel siyasi ve güvenlik konularının ağır etkisi ve baskısı altında bulunuyor.

Önceki dönemde küresel olumlu ortamın verimli zemin hazırladığı ekonomik-ticari ilişkiler temelli parlak Türk-Rus ilişkileri hızla zeminini kaybediyor.

Tahıl Anlaşması ve Karadeniz’in güvenliği

Tahıl Anlaşması, Türk-Rus ticari ilişkileri ve küresel talepler de dikkate alındığında Türkiye’nin oynadığı arabulucu rolünü anlamlı kılan bir alanın etkili biçimde kullanılması oldu.

Bu rol hem Rusya hem Ukrayna hem de Batılı müttefikler nezdinde kabul gördü.

Ankara’nın ticari ve ekonomik beklentilerine cevap verdi.

Daha da önemlisi, Ankara’yı bu savaşta sadece bölgesel değil küresel bir aktör konumuna taşıdı.

Ankara, Rusya ile ilişkileri nedeniyle Batılı ittifak içindeki konumu ve politikaları tartışılan bir Batılı aktör olmaktan çıktı; yeniden kabul gören ve yapıcı yaklaşımları memnuniyet yaratan bir unsura dönüştü.

Nitekim Fidan’ın Moskova’daki görüşmelerinden Ankara’nın özellikle tahıl ve gübre ticaretine odaklandığı, bu girişimle Batılı aktörlerin ve elbette Kiev’in de kabulleneceği yeni bir işbirliği alanını açmayı öncelediği anlaşılıyor.

Hatırlanacağı üzere Tahıl Anlaşması Ankara’nın aktif diplomatik çabaları neticesinde Temmuz 2022’de İstanbul’da imzalanmıştı.

BM şemsiyesi altında yürüyen süreçte 30 milyon tondan fazla tahıl ticareti yapılmış ve sürecin olumlu küresel yansımalarının savaşan iki tarafı yakınlaştırması ihtimaline odaklanılmıştı.

Anlaşmanın süresi geçtiğimiz 17 Temmuz’da doldu. Rusya anlaşmayı Batılı aktörlerin sözlerini yerine getirmedikleri ve Moskova’nın paket anlaşmada yer alan beklentilerini karşılamadığı gerekçesiyle yenilemeyeceğini açıkladı.

Yeni bir tahıl anlaşması mümkün mü?

Moskova’nın beklentisi bu şartların yerine getirilmesi yönünde olsa da Kiev’den ya da Batılı aktörlerden olumlu işaretler alınmıyor.

Moskova’ya Kiev’in de yaklaşımını alarak gittiğini varsayabileceğimiz Fidan’ın kalıcı bir tahıl anlaşmasının nasıl devreye girilebileceğine dair çaba sarf ettiği anlaşılıyor.

Ankara, tahıl ithalatının neredeyse tamamını Rusya ve Ukrayna’dan sağlıyor. Enerji alanında olduğu gibi bu alanda da Moskova’nın 1 numaralı müşterisi.

Ankara’nın yeni bir anlaşmayla özellikle Rus tahılının Türkiye’ye sevk edilmesi, Türkiye’de işlendikten sonra da Katar’ın da desteğiyle en çok ihtiyaç duyan ülkelere gönderilmesi yönünde alternatif bir öneriyi gündeme getirdiği söyleniyor.

Bu yönde bir öneriye Kiev’in ya da Batılı müttefiklerin olumlu bir bakış açısıyla yaklaşacaklarını beklemek iyimserlik olacaktır.

Kiev, Batılı müttefiklerin de desteğiyle alternatif bir plan geliştirmeye girişmiş durumda.

Romanya ve Bulgaristan karasuları üzerinden yeni ve güvenli bir deniz koridoru ilan edilerek ticaretin bu hatta yönlendirilmesi öngörülüyor.

Nitekim bunun ilk denemesi Ağustos ortasında yapıldı.

Nerdeyse 1 yıldır Odessa limanda bekleyen Hong Kong bandıralı kuru yük gemisi Joseph Schulte limandan ayrılarak bu alternatif insani koridordan geçerek 17 Ağustos’ta İstanbul’a ulaştı.

Bu hat sonrasında güvenli hat olarak kullanılmaya başlandı.

Rusya’nın gemilere fiili bir blokaj uygulaması, liman ve siloları bombalama tehdidi ise masada duruyor.

Kiev’den yapılan açıklamada mütekabiliyet çerçevesinde hareket edileceği belirtildi. Ukrayna tarafı Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki 6 limanını ‘savaş riskli bölge’ ilan etti ve Rus yük gemilerine ve liman tesislerine misilleme saldırıları düzenleneceğini açıkladı.

4 Ağustos’ta Ukrayna, Rus çıkarma gemisi Olenegorsky Gornyak’ı Novoçerkask’ta insansız hava aracı (İHA) ile vurdu.

Ertesi gün Kerç’te bir Rus tankeri yine İHA ile vuruldu.

Bunlara 17 Temmuz’da Kerç Köprüsü’nün ikinci defa vurulması ve her iki tarafın da gemi, liman ve tesislere düzenlediği saldırılar eklendiğinde savaşın Karadeniz’de deniz alanlarına ve ticari-ekonomik altyapı unsurlarına saldırılarla boyutlandığı söylenebilir.

Karadeniz’de patlamaya hazır gerginlik

Sonuçta Ankara, Kiev ile farklı, Moskova ile farklı bir hat üzerinden ticari hatları açarak Karadeniz’i normalleştirmeye çalışıyor görünse de tarafların aralarındaki meselelerin yönetilmesi zorlu bir süreç ve çaba gerektiriyor.

Bu durum Ankara’yı en fazla rahatsız edecek gelişmenin yaşanması, yani savaşın Karadeniz’e yayılması anlamına gelebilir.

Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş uzadıkça Karadeniz daha tahmin edilemez ve daha tehlikeli bir deniz alanına dönüşüyor.

Bu çerçevede Karadeniz kıyıdaşı olan NATO üyelerinin hassasiyetleri artmış vaziyette.

Karşılıklı sabotajlar, Romanya ve Bulgaristan limanlarına yönelik tehditler, Rus donanmasının Türk gemileri dahil olmak üzere ticari gemilere yönelik denetleme girişimleri ve operasyonları, serbest deniz alanlarında ortaya çıkan tehdit algısı Karadeniz’i adeta bir tür patlama noktasına dönüştürüyor.

Nitekim 9 Ağustos’taki Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamadan Ankara’nın konuyu bu yönüyle de önemsediği ve tarafları Karadeniz’de gerginliği tırmandırmamaya çağırdığı görülüyor.

Tahıl Anlaşması da bu bağlamda ortak bir zemin yaratma ve tarafları sakinleştirme çabası olarak kabul edilebilir.

Karadeniz’deki genel askerî duruma bakıldığında, kuzeydeki askerî hareketlilik dışında Temmuz 2021’den bugüne Karadeniz’de Batılı ülkelerin katılımıyla herhangi bir askerî tatbikatın yapılmadığı ve Ankara’nın Montrö sınırlamalarını uygulamaya başlamasıyla savaşan tarafları durumundaki Rusya ve Ukrayna’nın yanı sıra kıyıdaş olmayan bir savaş gemisinin de Aralık 2021’den bugüne Karadeniz’e girmediği görülüyor.

Bu durum Karadeniz’de bir tür askerî dengeye işaret etse de artan Rus tehdidi Ukrayna’nın başta kıyıdaşlar Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’dan olmak üzere NATO’dan askerî gemi eskortu talep etmesi Karadeniz’de güvenlik ve dengelerin yeniden tartışılması anlamına geliyor.

Hele ki ABD’nin neredeyse 20 yıldır bu bölgeyi bir güvenlik boşluğu olarak gördüğü ve Karadeniz’e girme planları yaptığı ortamda karşı karşıya kalınan durum Ankara’nın, Osmanlı’dan miras, neredeyse 100 yıllık güvenlik endişelerinin kaşınması anlamına geliyor.

Rusya’nın kendi çıkarları ve tehdit algılamalarına yönelik tek taraflı politikalarının Ankara’nın dış ve güvenlik politikalarını baskı altına aldığı açıkça görülüyor.

Suriye’de neler oluyor?

Suriye ve Kafkasya’da yaşanan gelişmelerin ikili ilişkilerin seyrine etkisi, Karadeniz ve Ukrayna’da yaşananlardan daha eski ve etkili bir geçmişe sahip.

Suriye cephesinde yaşananlar ikili ilişkileri önce kopma noktasına getirmiş sonrasında da Astana Süreci adı altında üst seviyeye taşımıştı.

Tarafların bu alanda ortak bir nihai hedefe sahip olmadıkları malum.

Sonuç almanın zor olduğu bir sahada, sonuçtan ziyade sürece oynayarak durumu mümkün olduğunca idare etmeyi amaçlayan yaklaşım, kırılgan bir zemininin olduğu dönemsel gelişmelerle kendisini gösteriyor.

Kaçak göçmen sorunu, Türkiye’deki yerleşik Suriyelilerin durumu ve bunun ekonomik-siyasi etkileri Ankara açısından güvenlik konusu olmanın da ötesine geçerek bir iç politika konusuna dönüştü.

Moskova’nın Ankara ile Şam’ın arasını bulma yönündeki girişimleri ise kapalı görüşmelere rağmen olumlu bir neticeye ulaşmadı.

Son olarak Haziran 2023’te yapılan toplantıda taraflar her ne kadar Astana Süreci’nin Suriye meselesinin barışçı çözümünde öncü rolüne vurgu yapsalar da sürecin tıkandığı görülüyor.

Nitekim sürece ev sahipliği yapan Kazakistan’ın Astana formatının hedeflerine ulaştığını belirterek üçlü görüşmelerin sonlandırılması çağrısı yapması bunun bir işareti olarak görülebilir.

Fidan’ın Moskova ziyaretin gerçekleştiği günlerde Suriye’nin doğusunda yaşanan çatışmaların yarattığı gerginlik, konunun Türkiye ve Rusya açısından hâlâ çok hassas bir başlık olduğunu gösteriyor.

Kafkasya’daki süreç

Karabağ özelinde Kafkasya’da yaşanan gelişmeler ise Türkiye ile Rusya arasındaki ikili ilişkileri doğrudan etkileme potansiyeline sahip bulunuyor.

Her iki taraf da barışçıl bir çözümü ve ulaşım kanallarının inşası, insani yardım ve bölgesel işbirliğine olan desteklerini açıklasalar da bölgedeki kırılgan zemin her an yeni savrulmalara yol açabilir.

Ankara, Azerbaycan topraklarındaki Rus askerî varlığını, Moskova da Türk askerî varlığını bir tehdit olarak görecektir.

Bundan sonra ne olabilir?

Sonuçta Türkiye-Rusya ikili ilişkilerin odağı güvenlik konularına kaymış bulunuyor.

Bunun Ankara’dan ziyade Moskova kaynaklı bir seri gelişmenin sonucu olduğu aşikâr.

Moskova’da yaşanan darbe girişimi sonrasında Rusya’da artan belirsizliklerin yarattığı geleceğe ilişkin kuşkular, Rusya’ya yönelik tehdit algısının Karadeniz odaklı olmak üzere bölgesel güvenliğe yansımaları, Tahıl Anlaşması özelinde bölgesel ticaretin durumu ve bunun küresel ticarete etkisi, tarafların Kafkasya’dan Suriye’ye Libya’dan Akdeniz’e diğer küresel meselelere son dönemde artan biçimde farklılaşan yaklaşımları gündemin perde arkasındaki zorlu konu başlıkları olarak sırada bekliyorlar.

Dışişleri Bakanı Fidan bu ilk ziyaretinde her ne kadar Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilerin köklü geçmişine atıfla Türkiye ile Rusya’nın Avrasya’da birbirini en iyi tanıyan iki ülke olduğunu, ikili ve bölgesel meselelerde de daima temas halinde olduklarını söylese de tarafların ortak bir dille konuştukları ve hedeflere sahip olduğu söylenemez.

Bu durum küresel düzeyde yeniden şekillenmekte olan güvenlik mimarisinin ağır etkisi altındaki Türk-Rus ilişkilerinin geleceğinin de kırılgan olduğuna ve hassas dengelerin dikkate alınmasını gerektiğine işaret ediyor.

Ankara’nın bir yandan Rusya’yı ötekileştirmeden, bölgesel sistemin içinde tutarak dengeleyecek diğer yandan da Batılı aktör konumunu güçlendirecek bir ekonomik, siyasi ve askerî dengeyi kurması zorunluluğu bulunuyor.

Bunun yolu da mümkün olduğunca Batı ittifakı içindeki kanalları etkin kullanmaktan ve Rusya’yı da içine alan bir anlayışın yaratılmasından geçiyor.

Bu çerçevede Fidan’ın, Ankara ile Moskova arasında samimiyete dayanan güçlü iletişim kanallarının mevcut olduğunu dile getirerek Türkiye ile Rusya arasındaki diyaloğun bölge açısından oldukça kritik önem taşıdığına işaret etmesi, Ankara’nın bunun farkında olduğunun işareti.

Rusya ile Ukrayna arasında uzayan savaşın ağır etkileri, Avrupa Atlantik güvenlik hattının doğu ve güney kanadını oluşturan Karadeniz bölgesini şekillenmekte olan yeni küresel mimarinin en hassas alt bölgelerinden birine dönüştürürken, Ankara’nın çabalarının sonuç verebilmesinde belirleyici unsurun Moskova’nın yaklaşımları olduğu söylenebilir.

Bu yazımız ilginizi çektiyse, şu yazılarımızı da göz atmak isteyebilirsiniz.
Suriye’de değişen ne? Astana dönemi bitti mi? Türkiye bunun neresinde?
Türkiye’deki Suriyeli nüfusu gelecekte ne olacak? Söylenenler doğru mu?
Azerbaycan – Ermenistan nihai barışı ne kadar yakın?

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.

Mitat Çelikpala
Mitat Çelikpala
Prof. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten Dr. Çelikpala’nın çalışma alanları arasında eski Sovyet coğrafyası ve Kafkasya, diyaspora çalışmaları, Karadeniz Bölgesi ve güvenliği, Türk-Rus ilişkileri, enerji güvenliği, kritik altyapı güvenliği ve terörizmle mücadele gibi konular yer alıyor. Lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı, Yüksek Lisansını Hacettepe, Doktora çalışmasını ise Bilkent Üniversitesi’nde yaptı. Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’da Senior Associate Member ve EDAM Yönetim Kurulu üyesi olan Çelikpala, çeşitli uluslararası kurum, düşünce kuruluşu ve şirketlerin yanı sıra NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi, Türk Silahlı Kuvvetleri Stratejik Araştırma Merkezi (SAREM), Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde akademik danışmanlık yaptı. Çelikpala’nın yukarıda belirtilen konularda akademik dergiler ve güncel medyada yayınlanmış makale ve değerlendirmeleri bulunuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x