Cingöz Recai’den Noraliya’ya: Peyami Safa’nın çelişkili evreni

Onu sadece bir romancı olarak mı okumalıyız, yoksa bir dönemin zihinsel haritasını çıkaran fikir adamı olarak mı? Aynı anda hem Batı’ya hayran olup hem Batı’yı eleştirmek mümkün mü? Cingöz Recai’yi kaleme alan yazarla Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu yazan kişi nasıl aynı olabilir? Üslubuyla okurunu büyüleyen, fikirleriyle hâlâ tartışılan Peyami Safa’yı bir de bu gözle okumaya ne dersiniz? Süleyman Kaymaz yazdı.

Peyami Safa ile ilk karşılaştığımda on iki yaşındaydım. Misafiri olduğumuz bir evin kitaplığında Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanını bulmuş, ara vermeden okuyup bitirmiştim. Romanın başkişisi olan hasta ve yalnız delikanlının ıstırabını içimde hissetmiş, ev halkının tuhaf bakışları altında ağlamamak için dudağımı ısırıp durmuştum. Neyse ki o yıllarda çocukların ne okuyacağına dair katı pedagojik yaklaşımlar henüz yaygınlaşmamıştı. Zaten aksi olsaydı bu romanı elimden çekip alabilirler, yaşıma uygun kitaplar okumamı salık verebilirlerdi.

Zamanla serpilip edebiyat kuramlarına kafayı taktığımda, o gün beni tesiri altına alan şeyin romanın olay örgüsünden ziyade üslubu olduğunu anlamıştım. Evet, Peyami Safa bir üslupçuydu. Onun cümleleri kelimelere bile derinlik kazandırıyordu. Şiir haricinde edebiyatın hemen her türünde eser vermiş bir yazar olarak ne yazarsa yazsın, mevzudan önce anlatımın inceliklerini gözetirdi. Sıradan bir konunun dahi onun kaleminde ayın on dördü gibi ışıldaması belki de bundandır. Ölümünün üzerinden altmış dört yıl geçmesine rağmen eserlerinin okunması da keza öyle.. .

Şimdi gelin hep birlikte sanatının sırlarını inceleyelim. Belki bu sırlar, günümüz reklam çağının tüm imkânlarını kullandığı hâlde yazın çöplüğünü boylayan kitapların yazarları için de bir yol gösterici olabilir! Kim bilir…

Çocukluğu

Peyami Safa 1899 yılında İstanbul’da doğar. Babası İsmail Safa, Muallim Naci’nin övgüsüne mazhar olan bir şair. Sanatkâr bir ailenin içinde gözünü açan Peyami’nin dedesi Mehmet Behçet Efendi ve amcası Ahmet Vefa da tanınmış şairlerden. Bir diğer amcası Ali Kâmi (Akyüz) ise şairliğinin yanı sıra yazar ve çevirmendir. İsmail Safa II. Abdülhamit’e muhalefetten Sivas’a sürülür, orada ölür. Henüz iki yaşında babasız kalır Peyami. Dokuz yaşında geçirdiği bir kemik hastalığı sağ kolunda maraz bırakır. İlköğreniminden sonra Vefa İdadisi’ne başlar. Fakat maddi zorluklar yüzünden eğitimini tamamlayamaz ve çalışma hayatına atılır. Muhabirlik ve öğretmenlik yapar, Posta Telgraf Nezareti’nde çalışır.

Edebiyata girişi

Küçük yaşlarından itibaren okumaya karşı büyük bir merak ve istek duyar. Eline ne geçerse okur; edebiyata yönelmesinde ise amcalarının teşviki büyük. Aile dostlarının o günün önemli fikir ve edebiyat insanlarından oluştuğunu göz önünde tutarsak onda uyanan edebiyat tutkusunu daha iyi anlayabiliriz.

Vefa İdadisi’ndeki sınıf arkadaşlarından çoğu da bugün saygıyla anılan yazarlardan.

On üç yaşında yazdığı Eski Dost adlı romanını saymazsak ilk ciddi yazarlık denemesini kardeşi İlhami Safa ile birlikte çıkardıkları Yirminci Asır adlı akşam gazetesinde Asrın Hikâyeleri başlığıyla yayımlanan hikâyelerle yapar. İmzasız yayımladığı bu hikâyelere okur öyle bir ilgi gösterir ki, kendisi bile hayrete düşer. O günün yazarları tarafından takdir edilir. Bu yazarlar içinden birkaçını sıralayalım ki, Peyami Safa’nın henüz on dokuz yaşında elde ettiği başarı anlaşılsın: Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Faruk Nafiz…

Cahit Sıtkı’ya kendi için hazırladığı kitap (Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri, Semih Lütfi Kitabevi, 1940, s. 4.) için verdiği röportajda bu hikâyelerden bahisle, “Günü gününe çırpıştırma karalamalardır,” der. Bu sözler ilk bakışta mütevazılık gibi görünüyor, değil mi? Değil! Ne yaptığını bilir Safa. Hikâyelerde gazete okurunun ilgisini çekecek aldatma, aşk, savaş, fakirlik, ölüm vb. konuları işler.

Romancılığı

19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan romanımızın henüz teknik açıdan bir ilerleme kat edemediği yıllarda, geçim kaygısı ile yazdığı romanlarıyla kendi zamanının ünlü romancıları arasında yer alır Peyami Safa. İlk romanı Sözde Kızlar 1922’de Sabah gazetesinde tefrika edilirken gazetenin kapanması yüzünden yarım kalır, eser 1923’te kitaplaştırılır.

Romanda, milli ve manevi değerlere sahip bir kadın tipini, karşıt anlayışta başka bir kadın tipi çizerek idealleştirir. Elbette ki bir romancı, romanında ahlakçılık yapabilir. Ancak yazarın, okur anlayışını hiçe sayarak kendi tezini idealleştirmesi, roman tekniği açısından bir kusur sayılabilir. Hâlbuki iyi bir roman tartışma alanı açar; okuyucuyu yönlendirmektense sorularla baş başa bırakır.

Mahşer (1924) adlı romanında modernleşmenin ahlaki yozlaşmaları artırdığı tezini adeta okurun gözüne sokan Peyami Safa, maalesef bu eseriyle de ilk romanındaki tuzağa düşer; fakat roman boyunca gizli bir nasihatvari tutum izlemesine rağmen romanın başkarakterinin kimlik bunalımını ustaca vermeyi başarır.

Canan’da (1925) ise yine benzer bir tutumla Türk aile yapısının değişimini ve yozlaşmasını ele alır.

Bir Akşamdı’da (1928) yerli bir Madam Bovary tiplemesi resmeder. Bir diğer romanı Şimşek’te, saydığım romanlarındaki gibi Doğu-Batı tartışmasına girer, Batılılaşmanın Türk toplumu üzerindeki olumsuz etkilerini belirgin şekilde vurgular. Bana göre, Peyami Safa’nın bu romanlarında, modernleşmenin yıkıcılığını şehvet düşkünlüğü, alkolizm, kumar, aldatma gibi metaforlarla ispatlamaya çalışması büyük bir talihsizliktir. Kaldı ki, bunlar hemen her medeniyet ve kültürde görülebilecek türden insani fiillerdir.

Safa’nın fikir yazılarında, romanlarında görülenin aksine Batı düşüncesi ve medeniyetine hayranlık derecesine varan yaklaşımlar açıkça görülür. Onda çelişki gibi görünen bu durum bana göre, Cumhuriyet sonrası yapılan devrimlerle, halkın modernleşmeyi yanlış anlayarak, Batılılaşmayı sadece yaşam kültürü olarak benimseme tehlikesine karşı olan endişesinden kaynaklanmaktadır.

Ben Safa’nın fikir dünyasından çok, edebiyat anlayışı üzerinde durmak istiyorum. Fakat bir yazarın fikir dünyasından ayrı ele alınamayacağını da biliyorum. Sadece şunu demekle yetineyim. Peyami Safa’nın millilik anlayışı, onun hemen her konuyu milli kimliği gözeterek ele almasına neden olur. Bu da olaylara nesnel bakışı etkiler.

Ustalık eserleri

1930 sonrası romanlarında uyguladığı tekniklere bakılırsa Peyami Safa’nın çağdaş romancıları takip ettiği söylenebilir. Ben bu dönem eserlerinin içinden sadece Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) adlı romanlara kısaca değinip geçeceğim.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda yarattığı karakterin yalnızlık ve hastalıktan kıvranışını anlatırken bilinç akışı tekniğini ustaca kullanması takdire şayandır.

Yeri gelmişken, Tanpınar’ın Edebiyat Üzerine Makaleler (Dergâh, 2020, s. 378.) adlı kitabında bu romanla ilgili övgüsüne kulak verelim:

“Eskiden yazılmış birkaç iyi ve taşıdığı isme layık romanımız olduğu gibi, bu son senelerin cılız ve lezzetsiz mahsulleri içinde de ara sıra bazı cazibeleri ve hususiyetleri taşıyan eserlere de tesadüf etmek mümkündür. İşte Peyami Safa Bey’in Dokuzuncu Hariciye Koğuşu bu nadir kitaplardandır. Okuyup bitirdiğim zaman edebiyatımızın bu uyuşuk havası içinde böyle bir kitabın nasıl olup da yazılabildiğine hayret ettim.  Nasıl olup da bir romancı kısır ve kopyeci muhayyilenin tabii malikânesi olan cicili biçili salonları, otomobil gezintilerini, kıranta bekârla muhteris kızların aşklarını bir tarafa bırakıp da, alil ve sakattan, hastaneden bahsedebiliyor. Bu sayfalarda ne ay ışığında buse, ne zarif ve kibar çay âlemleri, ne baygın gözlü âşık ve ne de gurbette hâtıra defteri tutan afif ve sadık sevgili vardı…”

Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ise birtakım parapsikolojik olayların merkezinde yer alan Ferit adlı bir gencin fikren ve ruhen dönüşümünü ele alır. Her ne kadar bu roman da Safa’nın fikriyatına uygun bir sonla bitse de roman boyunca kişilerin ruhsal tahlilleri oldukça başarılıdır. İki romanda da dil zenginliği ve bu zenginliğin tezahürü olan mükemmel bir üslup göz doldurur.

Server Bedi ve Cingöz Recai

Peyami Safa, hayatını idame etmek için, annesi Server Bedia’nın isminden yola çıkıp Server Bedi müstearını kullanarak halkın ilgisini çekecek hikâye dizileri kaleme alır.

1924’te yazmaya başladığı bir polisiye dizi olan Cingöz Recai’nin Harikulâde Sergüzeştleri büyük ilgi görür. Safa, Cingöz Recai tipini Maurice Leblanc’ın Arsene Lüpen’inden kotarmıştır. Yaman bir hırsız olan Cingöz Recai, sevimliliği ve keskin zekâsı ile okurun sempatisini kazanır. 10’ar kitaplık iki dizi hâlinde basılan serinin son kitabı Cingöz’ün Akıbeti’nde Cingöz Recai hapsi boylar. Böylece dizi sona erer.

Ancak Safa boş durmaz. Cıva Necati, Çekirge Zehra, Tilki Leman adlarında yeni karakterler yaratarak polisiye diziler yazmaya devam eder. Fakat bu tiplemeler Cingöz Recai kadar tutmaz.

Harf İnkılâbı’ndan sonra on bir kitaplık Cıva Necati’nin Harikulâde Sergüzeştleri adlı seriden Cıva Necati ismini kaldırıp yerine Cingöz Recai’yi koyarak yeniden yayımlatır. Okurun isteği üzerine Cingöz’ün Esrarı başlıklı yeni bir macera yazar. Daha sonra da Sherlock Holmes’e Karşı Cingöz Recai adını verdiği on beş kitaptan oluşan bir seriye başlar. Onun ardından Arsene Lüpen İstanbul’da adlı kitap gelir. Bu macerada Cingöz Recai’nin kurnazlığı Arsen Lüpen’i alt eder.

Ahmet Mithat’la başlayan yerli polisiye roman furyasının ilk örnekleri arasında yer alması dışında pek bir önemi olmayan Cingöz Recai romanları, edebi değerden yoksunluğu ve kurgudaki zayıflığı ile kendi zamanının düşük profilli okurlarına yönelik çalakalem yazılmış özensiz metinlerdir. Buna rağmen yerli polisiye denince akla gelen ilk isimlerdendir Cingöz Recai. Ayrıca birkaç kez senaryolaştırılıp filme de çekilmiştir.

Evet. Peyami Safa’nın, Server Bedi müstearıyla yazdığı romanların geneli halka yönelik, günün furyasına uygun işlerdir. Fakat bu imza ile yazdığı Selma ve Gölgesi adlı romanı bana göre mühim eserlerindendir. Bir Server Bedi polisiyesi olan roman 1938-1939 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir. Güçlü karakter yapısı, gerilimi yüksek kurgusuyla bugünün yerli polisiye yazarlarını kıskandırdığına eminim. Kıskanmalılar da! Ancak Peyami Safa her romanında yaptığını yapar, Avrupa görmüş, kültürlü, iyi eğitim almış bir kadın olan Selma’ya cinayet işleterek onun ve işlediği suçların nezdinde okurun bilinçaltına sızıp Doğu-Batı kıyaslamalarına devam eder.

Babıali’nin en üretken yazarı

Henüz çocuk sayılacak yaşta yazmaya başlayan Safa, Son Telgraf, Akşam, Tasvir-i Efkâr, Ulus, Tan, Cumhuriyet, Milliyet gibi dönemin önde gelen gazetelerinde yazdı. Kültür Haftası, Türk Düşüncesi ve Hafta adlı dergileri çıkardı. Birçok türde eser verdi; bunlar içinde bir döneme damga vuran polemik yazıları dikkat çekiciydi. En önemlisi de Nâzım Hikmet’le giriştiği kavga yazılarıdır. Kendi imkânlarıyla öğrenip geliştirdiği Fransızcası ile çeviriler yaptı. Düşüncelerini, Türk İnkılâbına Bakışlar ve Doğu Batı Sentezi gibi kitaplarda dile getirdi. Geçimini kalemiyle sağlayan, çalışkan bir yazardı.

Peyami Safa’yı anlamak demek, sadece bir yazarın edebi yolculuğunu değil; aynı zamanda bir dönemin sancılarını, fikir çatışmalarını, kültürel kimlik arayışlarını da anlamak demektir. O, kalemini sadece roman kahramanlarının kaderini çizmek için değil, içinde yaşadığı toplumun pusulasını tartmak için de kullandı. Üslubu kadar çelişkileriyle de dikkat çeken bu müstesna yazar, yazdıklarıyla hâlâ tartışılıyor, okunuyor, hatırlanıyor. Ve belki de bu yüzden, on iki yaşında bir çocuğun kalbinde iz bırakmaya başlayan sesi, bugün hâlâ bizlere bir şeyler söylemeye devam ediyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Cingöz Recai’den Noraliya’ya: Peyami Safa’nın çelişkili evreni

Onu sadece bir romancı olarak mı okumalıyız, yoksa bir dönemin zihinsel haritasını çıkaran fikir adamı olarak mı? Aynı anda hem Batı’ya hayran olup hem Batı’yı eleştirmek mümkün mü? Cingöz Recai’yi kaleme alan yazarla Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu yazan kişi nasıl aynı olabilir? Üslubuyla okurunu büyüleyen, fikirleriyle hâlâ tartışılan Peyami Safa’yı bir de bu gözle okumaya ne dersiniz? Süleyman Kaymaz yazdı.

Peyami Safa ile ilk karşılaştığımda on iki yaşındaydım. Misafiri olduğumuz bir evin kitaplığında Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanını bulmuş, ara vermeden okuyup bitirmiştim. Romanın başkişisi olan hasta ve yalnız delikanlının ıstırabını içimde hissetmiş, ev halkının tuhaf bakışları altında ağlamamak için dudağımı ısırıp durmuştum. Neyse ki o yıllarda çocukların ne okuyacağına dair katı pedagojik yaklaşımlar henüz yaygınlaşmamıştı. Zaten aksi olsaydı bu romanı elimden çekip alabilirler, yaşıma uygun kitaplar okumamı salık verebilirlerdi.

Zamanla serpilip edebiyat kuramlarına kafayı taktığımda, o gün beni tesiri altına alan şeyin romanın olay örgüsünden ziyade üslubu olduğunu anlamıştım. Evet, Peyami Safa bir üslupçuydu. Onun cümleleri kelimelere bile derinlik kazandırıyordu. Şiir haricinde edebiyatın hemen her türünde eser vermiş bir yazar olarak ne yazarsa yazsın, mevzudan önce anlatımın inceliklerini gözetirdi. Sıradan bir konunun dahi onun kaleminde ayın on dördü gibi ışıldaması belki de bundandır. Ölümünün üzerinden altmış dört yıl geçmesine rağmen eserlerinin okunması da keza öyle.. .

Şimdi gelin hep birlikte sanatının sırlarını inceleyelim. Belki bu sırlar, günümüz reklam çağının tüm imkânlarını kullandığı hâlde yazın çöplüğünü boylayan kitapların yazarları için de bir yol gösterici olabilir! Kim bilir…

Çocukluğu

Peyami Safa 1899 yılında İstanbul’da doğar. Babası İsmail Safa, Muallim Naci’nin övgüsüne mazhar olan bir şair. Sanatkâr bir ailenin içinde gözünü açan Peyami’nin dedesi Mehmet Behçet Efendi ve amcası Ahmet Vefa da tanınmış şairlerden. Bir diğer amcası Ali Kâmi (Akyüz) ise şairliğinin yanı sıra yazar ve çevirmendir. İsmail Safa II. Abdülhamit’e muhalefetten Sivas’a sürülür, orada ölür. Henüz iki yaşında babasız kalır Peyami. Dokuz yaşında geçirdiği bir kemik hastalığı sağ kolunda maraz bırakır. İlköğreniminden sonra Vefa İdadisi’ne başlar. Fakat maddi zorluklar yüzünden eğitimini tamamlayamaz ve çalışma hayatına atılır. Muhabirlik ve öğretmenlik yapar, Posta Telgraf Nezareti’nde çalışır.

Edebiyata girişi

Küçük yaşlarından itibaren okumaya karşı büyük bir merak ve istek duyar. Eline ne geçerse okur; edebiyata yönelmesinde ise amcalarının teşviki büyük. Aile dostlarının o günün önemli fikir ve edebiyat insanlarından oluştuğunu göz önünde tutarsak onda uyanan edebiyat tutkusunu daha iyi anlayabiliriz.

Vefa İdadisi’ndeki sınıf arkadaşlarından çoğu da bugün saygıyla anılan yazarlardan.

On üç yaşında yazdığı Eski Dost adlı romanını saymazsak ilk ciddi yazarlık denemesini kardeşi İlhami Safa ile birlikte çıkardıkları Yirminci Asır adlı akşam gazetesinde Asrın Hikâyeleri başlığıyla yayımlanan hikâyelerle yapar. İmzasız yayımladığı bu hikâyelere okur öyle bir ilgi gösterir ki, kendisi bile hayrete düşer. O günün yazarları tarafından takdir edilir. Bu yazarlar içinden birkaçını sıralayalım ki, Peyami Safa’nın henüz on dokuz yaşında elde ettiği başarı anlaşılsın: Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Faruk Nafiz…

Cahit Sıtkı’ya kendi için hazırladığı kitap (Peyami Safa: Hayatı ve Eserleri, Semih Lütfi Kitabevi, 1940, s. 4.) için verdiği röportajda bu hikâyelerden bahisle, “Günü gününe çırpıştırma karalamalardır,” der. Bu sözler ilk bakışta mütevazılık gibi görünüyor, değil mi? Değil! Ne yaptığını bilir Safa. Hikâyelerde gazete okurunun ilgisini çekecek aldatma, aşk, savaş, fakirlik, ölüm vb. konuları işler.

Romancılığı

19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan romanımızın henüz teknik açıdan bir ilerleme kat edemediği yıllarda, geçim kaygısı ile yazdığı romanlarıyla kendi zamanının ünlü romancıları arasında yer alır Peyami Safa. İlk romanı Sözde Kızlar 1922’de Sabah gazetesinde tefrika edilirken gazetenin kapanması yüzünden yarım kalır, eser 1923’te kitaplaştırılır.

Romanda, milli ve manevi değerlere sahip bir kadın tipini, karşıt anlayışta başka bir kadın tipi çizerek idealleştirir. Elbette ki bir romancı, romanında ahlakçılık yapabilir. Ancak yazarın, okur anlayışını hiçe sayarak kendi tezini idealleştirmesi, roman tekniği açısından bir kusur sayılabilir. Hâlbuki iyi bir roman tartışma alanı açar; okuyucuyu yönlendirmektense sorularla baş başa bırakır.

Mahşer (1924) adlı romanında modernleşmenin ahlaki yozlaşmaları artırdığı tezini adeta okurun gözüne sokan Peyami Safa, maalesef bu eseriyle de ilk romanındaki tuzağa düşer; fakat roman boyunca gizli bir nasihatvari tutum izlemesine rağmen romanın başkarakterinin kimlik bunalımını ustaca vermeyi başarır.

Canan’da (1925) ise yine benzer bir tutumla Türk aile yapısının değişimini ve yozlaşmasını ele alır.

Bir Akşamdı’da (1928) yerli bir Madam Bovary tiplemesi resmeder. Bir diğer romanı Şimşek’te, saydığım romanlarındaki gibi Doğu-Batı tartışmasına girer, Batılılaşmanın Türk toplumu üzerindeki olumsuz etkilerini belirgin şekilde vurgular. Bana göre, Peyami Safa’nın bu romanlarında, modernleşmenin yıkıcılığını şehvet düşkünlüğü, alkolizm, kumar, aldatma gibi metaforlarla ispatlamaya çalışması büyük bir talihsizliktir. Kaldı ki, bunlar hemen her medeniyet ve kültürde görülebilecek türden insani fiillerdir.

Safa’nın fikir yazılarında, romanlarında görülenin aksine Batı düşüncesi ve medeniyetine hayranlık derecesine varan yaklaşımlar açıkça görülür. Onda çelişki gibi görünen bu durum bana göre, Cumhuriyet sonrası yapılan devrimlerle, halkın modernleşmeyi yanlış anlayarak, Batılılaşmayı sadece yaşam kültürü olarak benimseme tehlikesine karşı olan endişesinden kaynaklanmaktadır.

Ben Safa’nın fikir dünyasından çok, edebiyat anlayışı üzerinde durmak istiyorum. Fakat bir yazarın fikir dünyasından ayrı ele alınamayacağını da biliyorum. Sadece şunu demekle yetineyim. Peyami Safa’nın millilik anlayışı, onun hemen her konuyu milli kimliği gözeterek ele almasına neden olur. Bu da olaylara nesnel bakışı etkiler.

Ustalık eserleri

1930 sonrası romanlarında uyguladığı tekniklere bakılırsa Peyami Safa’nın çağdaş romancıları takip ettiği söylenebilir. Ben bu dönem eserlerinin içinden sadece Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) adlı romanlara kısaca değinip geçeceğim.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda yarattığı karakterin yalnızlık ve hastalıktan kıvranışını anlatırken bilinç akışı tekniğini ustaca kullanması takdire şayandır.

Yeri gelmişken, Tanpınar’ın Edebiyat Üzerine Makaleler (Dergâh, 2020, s. 378.) adlı kitabında bu romanla ilgili övgüsüne kulak verelim:

“Eskiden yazılmış birkaç iyi ve taşıdığı isme layık romanımız olduğu gibi, bu son senelerin cılız ve lezzetsiz mahsulleri içinde de ara sıra bazı cazibeleri ve hususiyetleri taşıyan eserlere de tesadüf etmek mümkündür. İşte Peyami Safa Bey’in Dokuzuncu Hariciye Koğuşu bu nadir kitaplardandır. Okuyup bitirdiğim zaman edebiyatımızın bu uyuşuk havası içinde böyle bir kitabın nasıl olup da yazılabildiğine hayret ettim.  Nasıl olup da bir romancı kısır ve kopyeci muhayyilenin tabii malikânesi olan cicili biçili salonları, otomobil gezintilerini, kıranta bekârla muhteris kızların aşklarını bir tarafa bırakıp da, alil ve sakattan, hastaneden bahsedebiliyor. Bu sayfalarda ne ay ışığında buse, ne zarif ve kibar çay âlemleri, ne baygın gözlü âşık ve ne de gurbette hâtıra defteri tutan afif ve sadık sevgili vardı…”

Matmazel Noraliya’nın Koltuğu ise birtakım parapsikolojik olayların merkezinde yer alan Ferit adlı bir gencin fikren ve ruhen dönüşümünü ele alır. Her ne kadar bu roman da Safa’nın fikriyatına uygun bir sonla bitse de roman boyunca kişilerin ruhsal tahlilleri oldukça başarılıdır. İki romanda da dil zenginliği ve bu zenginliğin tezahürü olan mükemmel bir üslup göz doldurur.

Server Bedi ve Cingöz Recai

Peyami Safa, hayatını idame etmek için, annesi Server Bedia’nın isminden yola çıkıp Server Bedi müstearını kullanarak halkın ilgisini çekecek hikâye dizileri kaleme alır.

1924’te yazmaya başladığı bir polisiye dizi olan Cingöz Recai’nin Harikulâde Sergüzeştleri büyük ilgi görür. Safa, Cingöz Recai tipini Maurice Leblanc’ın Arsene Lüpen’inden kotarmıştır. Yaman bir hırsız olan Cingöz Recai, sevimliliği ve keskin zekâsı ile okurun sempatisini kazanır. 10’ar kitaplık iki dizi hâlinde basılan serinin son kitabı Cingöz’ün Akıbeti’nde Cingöz Recai hapsi boylar. Böylece dizi sona erer.

Ancak Safa boş durmaz. Cıva Necati, Çekirge Zehra, Tilki Leman adlarında yeni karakterler yaratarak polisiye diziler yazmaya devam eder. Fakat bu tiplemeler Cingöz Recai kadar tutmaz.

Harf İnkılâbı’ndan sonra on bir kitaplık Cıva Necati’nin Harikulâde Sergüzeştleri adlı seriden Cıva Necati ismini kaldırıp yerine Cingöz Recai’yi koyarak yeniden yayımlatır. Okurun isteği üzerine Cingöz’ün Esrarı başlıklı yeni bir macera yazar. Daha sonra da Sherlock Holmes’e Karşı Cingöz Recai adını verdiği on beş kitaptan oluşan bir seriye başlar. Onun ardından Arsene Lüpen İstanbul’da adlı kitap gelir. Bu macerada Cingöz Recai’nin kurnazlığı Arsen Lüpen’i alt eder.

Ahmet Mithat’la başlayan yerli polisiye roman furyasının ilk örnekleri arasında yer alması dışında pek bir önemi olmayan Cingöz Recai romanları, edebi değerden yoksunluğu ve kurgudaki zayıflığı ile kendi zamanının düşük profilli okurlarına yönelik çalakalem yazılmış özensiz metinlerdir. Buna rağmen yerli polisiye denince akla gelen ilk isimlerdendir Cingöz Recai. Ayrıca birkaç kez senaryolaştırılıp filme de çekilmiştir.

Evet. Peyami Safa’nın, Server Bedi müstearıyla yazdığı romanların geneli halka yönelik, günün furyasına uygun işlerdir. Fakat bu imza ile yazdığı Selma ve Gölgesi adlı romanı bana göre mühim eserlerindendir. Bir Server Bedi polisiyesi olan roman 1938-1939 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir. Güçlü karakter yapısı, gerilimi yüksek kurgusuyla bugünün yerli polisiye yazarlarını kıskandırdığına eminim. Kıskanmalılar da! Ancak Peyami Safa her romanında yaptığını yapar, Avrupa görmüş, kültürlü, iyi eğitim almış bir kadın olan Selma’ya cinayet işleterek onun ve işlediği suçların nezdinde okurun bilinçaltına sızıp Doğu-Batı kıyaslamalarına devam eder.

Babıali’nin en üretken yazarı

Henüz çocuk sayılacak yaşta yazmaya başlayan Safa, Son Telgraf, Akşam, Tasvir-i Efkâr, Ulus, Tan, Cumhuriyet, Milliyet gibi dönemin önde gelen gazetelerinde yazdı. Kültür Haftası, Türk Düşüncesi ve Hafta adlı dergileri çıkardı. Birçok türde eser verdi; bunlar içinde bir döneme damga vuran polemik yazıları dikkat çekiciydi. En önemlisi de Nâzım Hikmet’le giriştiği kavga yazılarıdır. Kendi imkânlarıyla öğrenip geliştirdiği Fransızcası ile çeviriler yaptı. Düşüncelerini, Türk İnkılâbına Bakışlar ve Doğu Batı Sentezi gibi kitaplarda dile getirdi. Geçimini kalemiyle sağlayan, çalışkan bir yazardı.

Peyami Safa’yı anlamak demek, sadece bir yazarın edebi yolculuğunu değil; aynı zamanda bir dönemin sancılarını, fikir çatışmalarını, kültürel kimlik arayışlarını da anlamak demektir. O, kalemini sadece roman kahramanlarının kaderini çizmek için değil, içinde yaşadığı toplumun pusulasını tartmak için de kullandı. Üslubu kadar çelişkileriyle de dikkat çeken bu müstesna yazar, yazdıklarıyla hâlâ tartışılıyor, okunuyor, hatırlanıyor. Ve belki de bu yüzden, on iki yaşında bir çocuğun kalbinde iz bırakmaya başlayan sesi, bugün hâlâ bizlere bir şeyler söylemeye devam ediyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Haziran 2025’te yayımlanmıştır.

Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz
Süleyman Kaymaz – Yazar, araştırmacı ve sahaf. 1975’de Gaziosmanpaşa (İstanbul) doğdu. Varlık, Ihlamur ve Telgraf dergilerinde yazıları yayınlandı. Bursa’da Öykü Kitabevi’ni işletiyor. Osmanlıca biliyor, amatör olarak müzikle ilgileniyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x