Ferdi Tayfur – Sen gidince huzurumuz kalmadı, ama hatıran yeter

Kahvelerde çay getirip çay götürdü. Pavyonda çalıştı. Bağlama çalmayı bir astsubaydan öğrendi. İlk plağı tutmadı. Traktör kullandı. Çiftlikte çalıştı. İnatla söyledi. Çeşme’yle yer yerinden oynadı. Gazinolarda, turnelerde, sinemalarda esti. Ve sessizce çekip gitti. Murat Batmankaya yazdı.

Onunla birlikte alelade bir şarkıcı eksilmedi dünyamızdan; uğruna cinayet işlenen bir fenomen kaydı arabeskin göğünden. Meziyet sahibi kişinin acılarla yoğrulmuş bir hayattan zirveye tırmanabileceğinin son örneklerinden biriydi o. Onca ihanet, dolandırma ve haksızlığa rağmen aşka ve umuda tutunandı… Vefanın, dostluğun adresiydi. 79 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Ona pek ‘baba’ denmezdi; baba daha çok Müslüm Gürses ve Erkin Koray için geçerliydi. Ferdi Tayfur ‘kral’dı. Arabeskin kralı… Belli bir çoğunluk için de insanlığın kralı…

Arabesk deyince biraz durmalı. Çünkü onun temsil ettiği arabesk, biraz kendi gibiydi.

Biz de ona ayak uydurup bir patchwork, yani kırk yama misali uzanalım hatıralarına…

İlk hayal: Üç tekerlekli bisiklet

Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Taşçı köyünde doğar. Babası Cumali Bey, o dönemin ünlü taklit üstadı ve dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur’un hayranıdır. Adı buradan gelir: Ferdi Tayfur Turanbayburt.

Kader ağlarını erken örer. Babası pavyon çıkışı öldürülür. Yetim kalır. Yoksul oldukları için de okulu bırakır. Okuma yazmayı ilerleyen yıllarda, iş hayatında öğrenir.

Annesi uzun süre yalnız kalmaz. Evlenir. Üvey baba ilkin terzinin yanına sokar ‘sanat’ öğrensin diye. Ardından da bir şekerci dükkânında iş bulur.

Lakin Ferdi Tayfur çıraklıkla yetinecek biri değildir. Düğünlerde şarkı söyler. Bir yerel gazetede Adana Radyosu’nun açtığı müzik yarışması ilanını görür. Yarışmaya katılır. Ancak ikinci olur. Umudu kırılsa da vazgeçmez.

Çıraklığı döneminde işe gidip gelirken cadde üzerinde bir bisiklet görür; üç tekerlekli… İçi gider. Ama yoksulluk işte; alamaz. Yetmiş yaşına geldiğinde dahi o bisiklet vardır aklında; asla unutmaz.

Kahvede garson, pavyonda şarkıcı

Bir sebeple Side’ye gider. Gençtir. İş ararken bir kadınla tanışır. “Konya’da beni bekle” demiştir. İnanır. Tutup yolunu Konya’ya düşürür. Ancak kadını bulamaz.

Açtır, açıktadır; iş aramaya koyulur. Genelev yanındaki bir kahvede garson olarak çalışmaya başlar. Günde yedi buçuk lira kazanır, iki buçuk lirasını otele öder.

Hayali şarkıcılık olan çay taşıyarak mutlu olur mu hiç! İki hafta kadar tahammül eder işe. Ancak burada tanıdığı insanlardan çok şey öğrenir.

Bu arada Teksas adlı bir pavyonda şarkı söyleme fırsatı bulur. Yevmiyesi de fena değildir.

Daha önce sazı eline almışlığı varsa da, tıngırdatmaktan öteye gitmemiştir. Konya’da, kaldığı otelde tanıştığı bir astsubay, ona bağlama çalmayı öğretir. Üstelik bağlama kendisinin de değildir. Astsubay gecenin geç bir vakti işten dönen Ferdi Tayfur’u bekler, ona bildiği türküleri ezberletir.

Evet; daha önce Siverek’te, bir kahvehanede çıkmıştır ilk kez sahneye… Turneye gelen ekipte eksik vardır… Adeta itilir; bir anda seyirciyi karşısında bulur… ‘Çaya İner Ağlarım’ ile ‘Zalim Avcı’yı okur. Henüz 11 yaşındadır. Ama, ağabey olarak gördüğü astsubayın öğrettikleri, ilk farkındalıktır müziğe dair… Siverek’ten farklı bir deneyimdir.

İlk 45’lik: ‘Leyla’

Amcası Muhittin zaman zaman çağırsa da pek ikna olmaz. Çünkü nenesinden kaçtığı dönemde sığındığı amcaları inşaat sektöründedir. Ve bu iş, pek kendine göre değildir.

Öte yandan üvey babası da bir an önce para kazanmasını istemektedir. Zira şarkıcılık hayal avcılığıdır, karın doyurmaz.

Ama asidir Ferdi Tayfur. Konya’dan sonra soluğu İstanbul’da alır. Bir Lunapark gazinosunda iş bulur. Nurten İnnap’ın ekibine girer. Bağlama çalmaya başlar.

Nurten İnnap, TRT ve radyo kökenli Türk halk müziği sanatçısı, sinema oyuncusudur.

Sene 1968. Artık hayal kurmakla yetinemeyeceğini anlar. Çevresinin de desteğiyle bir yapımcı (Seda Plak) ikna edilir. İki plaklık sözleşme imzalanır. Önce ‘Derdim Nedir Sormuyorlar / Melekler Güler Yüze’ , ardından ‘Leyla / Aşkınla Beni Öldürdün’ adlı ilk 45’liğini doldurur. Bu plaktan 500 lira kazanır.

Bu, aman aman bir para değildir. Yapımcı da tatmin olmamıştır satışlardan… İster istemez Adana’ya döner. Çiftlikteki işlerin başına geçer.

‘Huzurum Kalmadı’ – 1971, 1972, 1973 ve 1977

Üç yıl çiftlikte traktör sürer. Araba tamir eder. Eniştesi Mustafa Usta’dan araba tamirini öğrenir. Yaylaya çıkar. Kendini oyalar. Lakin baskılamaya çalıştığı aşk hiç sönmez.

Yine şartları zorlayıp soluğu İstanbul’da alır. ‘Huzurum Kalmadı’yı söyler.

Bu parçanın ilginç bir hikâyesi vardır. Yalnız Ferdi Tayfur tarafından söylenmediği gibi, Ferdi Tayfur da bu şarkıyı farklı zamanlarda (1971, 1972, 1973 ve 1977’de), farklı şekillerde okur.

71’deki yorum yine beklentileri karşılamaz ve iki yıllık sessizlik dönemi yaşanır. 1973 yılında ise Görsev Plak adına yaptığı ‘Dur Dinle Sevgilim / Kır Çiçekleri’ adlı 45’lik ile çıkış yakalar.

Kır Çiçekleri, Ferdi Tayfur sevmeyenlerin bile sevdiği bir şarkı olarak geçer müzik tarihine…

1974 yılında yaptığı ‘Yüreğimde Yara Var / Bana Gerçekleri Söyle’ adlı 45’lik ile artık şöhret basamaklarını tırmanmaya başlar. Zorlu bir yolculuğun arifesindedir.

1975 yılında Elenor Plak’a transfer olur. Önce ‘Bırak Şu Gurbeti’, ardından ‘Çeşme’ adlı şarkısı ile tüm ezberleri bozar.

‘Çeşme’ ile gelen şöhret

Ferdi Tayfur’un besteleyip seslendirdiği bu şarkı, arabesk denen türün farklı bir açılımına örnek teşkil eder. Geleneksel türkü formlarını taşısa da bir ‘melez’dir. Ne oraya, ne buraya aittir.

İşte böylesi bir şarkıyla, Elanor Plak’ın sahibi Muhteşem Candan’ın tabiriyle söylemek gerekirse, Türkiye’de yer yerinden oynar.

Muhtemel ki, şarkının bunca beğenilmesinde Arif Sağ’ın rolü büyüktür. Çünkü düzenlemede onun adı ve katkısı vardır.

Öte yandan şarkı, köylü ile şehirli, yerleşik hayat ile gecekondu yaşamı, kır ile şehir gibi çatışmaları sentezlemektedir.

Ferdi Tayfur, bilerek yahut bilmeyerek, müthiş bir damar bulur. Halkı anlayan, halkın arzularını dile getiren konumuna yükselir. Zamanla da halk arasında şu görüş yerleşir: “Olmasaydı derdimiz, söyler miydi Ferdi’miz”…

Filiz Akın ile Avrupa turnesi

Sene 1975. Lunapark gazinosunun sahibi Osman Kavran, programın 55. gününde gazetelere ilan verip Filiz Akın’a teşekkür eder. Bu ilk kez olan bir şeydir. Zira solist altı için ilan verilmez.

Filiz Akın, Lunapark’a 21 günlük bir program için başlar. İltifat görmesi üzerine üç kez alt kadrosu değiştirilerek program üç tur daha uzatılır. Bu, bir süre sonra assolist Neşe Karaböcek’i rahatsız eder. Orada burada “Osman Kavran’ın Assolisti” diye söz eder Filiz Akın’dan… Bunun üzerine de kızağa çekilir.

Oysa pek de meraklı değildir Filiz Akın sahnelere. Türker İnanoğlu’ndan boşanınca ‘azıcık’ kazanmak adına girer bu işe. 1980’de de son altı anlaşmasını bitirip, yeterli ekonomik birikimi yaptığı için gazinolara veda etmeye hazırlanırken, Ferdi Tayfur’la Almanya turnesi teklifi gelir. Programının dolu olduğunu söyleyip reddeder.

Ferdi Tayfur’a daha önce Müjde Ar ya da Fatma Girik teklif edilir, ama istemez. Devir, video devridir. Yeşilçam filmleri kapış kapıştır gurbette… Bu yüzden Filiz Akın’ı ister.

Üstelik o dönem peş peşe İbrahim Tatlıses, Emel Sayın, Gönül Akkor ve Bülent Ersoy’un Almanya turneleri başarısız olmuştur. Ayrıca Müjde Ar ve Fatma Girik daha önce Almanya’ya gitmiş ve seyirciyi doyurmuştur.

Bu yüzden Filiz Akın’da ısrar eder Ferdi Tayfur. Turneyi Filiz Akın’ın gazino programına göre erteletir. İkna için de ücretini astronomik rakamlara çektirir. Ve Filiz Akın 1980 sonunda Ferdi Tayfur’la Almanya turnesine çıkar.

Ferdi Tayfur’un haklılığı kısa sürede anlaşılır. Turne başarılı geçer. Sinemadaki hayranları ilk kez görecekleri Filiz Akın’a büyük ilgi gösterir. Öyle ki 1981’de turne bittiğinde Filiz Akın Türkiye’ye dönmez. Sonrasında da hiçbir gazino ve müzikal teklifini kabul etmez, Leon (Bubi) Rubinstein’la evlenip Paris’e yerleşir.

Arabeskin altın çağı

Hazır söz turne ve gazinolardan açılmışken… İlerleyelim ve İzmir Fuarı’na ulaşalım.

Fuar gazinoları, İstanbul gazinolarından hayli farklıdır. 1962’de Necdet Yazar’ın alafranga gazinodan alaturka gazinoya çevirdiği Göl ve daha kulüp boyutunda küçük birkaç mekânı dışarıda tutarsak, ekserisi servissiz büyük yazlık sinemalar gibidir.

Ve İzmir Fuarı, en büyük alaturka solistlerin boy gösterdikleri yerdir. Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses ve Mualla Gökçay, fuardaki alaturkanın ilk büyük dörtlüsüdür.

Bir de tabii alaturka solistlerle aynı seviyede muamele gören türkücü Zehra Bilir vardır. Sonra büyük assolistlere Perihan Altındağ, Sabite Tur Gülerman, Mualla Mukadder, Saime Sinan döneminin gözde alaturka solistleri olarak, fuar assolistlerine ilave olur.

Fuar gazinolarının kadroları İstanbul gazinoları kadrolarından iki kat kalabalıktır. Döneminin yıldız türkücüleri, alafrangacıları, mutlaka renk olarak Yeşilçam’dan birkaç transfer yapılır. Bornovalı Nuri, 1968’de Ajda Pekkan ve Emel Sayın’ın dört katı kaşeyle Fatma Girik’i sahnelere transfer ettiğinde, Girik şarkı söyleyemese de, o sene fuarın en iyi iş yapanı olur.

1976’da Yeşilçamlı Hülya Koçyiğit’i assolist çıkaran Hasan Ekici, 79’da da ilk defa bir arabeskçiyi, Ferdi Tayfur’u fuarda assolist çıkarır.

Tabii öyle alkışlanır, öyle beğenilir ki… Arabeskin altın çağı başlar.

“Bu başarının sırrı…”

Hiç kuşkusuz çok şey söylenebilir hakkında. Ama şu pek söylenemez: Şöhreti ve zenginliğini kullanıp kendini halktan üstün gördü.

Ferdi Tayfur, hiçbir dönem kanaat önderliğine soyunmadı. Hakkı Bulut ile girdiği polemiği saymazsak, kimseyle didişmedi. Zor durumdaki nice kişiye destek verdi de, bunu en yakınlarına bile söylemedi.

Vitrinden ağır ağır çekildiği süreçte doktoru tarafından dolandırıldı. Çek-senet mafyası canını sıktı. Üç eşiyle zaman zaman kırgınlıklar, küslükler yaşadı. Kızı Tuğçe’yle sürtüştü. İnşaat sektörüne girdi. Yılmaz Erdoğan şarkısını izinsiz kullandı. Vs. vs. Ama hiçbir zaman sesini yükseltmedi. Kalp kırmamaya özen gösterdi.

Bu egosuz olduğu anlamına gelmemeli tabii… Kaldı ki, yerinde bir başkası olsa mislini yapardı – o ayrı…

İyisi mi, sözü ona bırakıp çekilelim kenara… ‘Sevdalılar Beni Anlar’ çalsın pikapta… Şekerci Çırağı adlı kitabının önsözündeki şu satırları okuyalım:

“Hep kendime sorardım. Acaba ileride hayatımı yazsam insanların ilgisini çeker mi? diye. Sonra tekme attım kendime, çünkü saçma bir düşünceydi benimki. Bunca şarkı yazıp bestelemiş, filmler çekmiş, hasılat rekorlarını altüst etmiş, senaryolar yazmış, filmler yönetmiş, akla hayale gelmeyecek kalabalıklara konserler vermiş, kaç kişiyi sayabilirsiniz? Bunun adı düpedüz başarıydı. Başkaca tarifi olamaz, olsa olsa çekemeyenlerin tekel, tröst zihniyetlerinin uydurma yalan ve karalama kampanyaları olurdu. Çok merak ediliyorsa, bu başarının sırrı araştırılmalıdır…”

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Murat Batmankaya
Murat Batmankaya
Ankara Üniversitesi, BYYO, Radyo Televizyon Bölümü'nden 1992'de mezun oldu. Kısa bir süre TRT'de çalıştı. Yönetmenliğini Ertem Göreç'in, yapımcılığını Behlül Dal'ın üstlendiği "Birinci Meclis" belgeselinde oynadı. Attilâ İlhan'ın "Cinayet Saati" adlı şiirini kısa metraj formatında sinemaya uyarladı. Sonrasında mesleki yaşamını Almanya'da sürdürdü. Pro7 ve RTL'de kameramanlıktan program yapımcılığına yükseldi. 1996-2000 arası Hürriyet ve Sabah'ta muhabirlik ve editörlük; 1 Numara Hearst grubu adına çıkardığı üç dergide de yayın yönetmenliği yaptı. Üç yıl Radikal Kitap'a "Geçmiş Zaman Tesellileri", 2 yıl da Aydınlık Kitap'a "Cümle Kapısı" üst başlığıyla denemeler yazdı. Halen Çizmeli Kedi Yayınları'nın sahibi...

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Ferdi Tayfur – Sen gidince huzurumuz kalmadı, ama hatıran yeter

Kahvelerde çay getirip çay götürdü. Pavyonda çalıştı. Bağlama çalmayı bir astsubaydan öğrendi. İlk plağı tutmadı. Traktör kullandı. Çiftlikte çalıştı. İnatla söyledi. Çeşme’yle yer yerinden oynadı. Gazinolarda, turnelerde, sinemalarda esti. Ve sessizce çekip gitti. Murat Batmankaya yazdı.

Onunla birlikte alelade bir şarkıcı eksilmedi dünyamızdan; uğruna cinayet işlenen bir fenomen kaydı arabeskin göğünden. Meziyet sahibi kişinin acılarla yoğrulmuş bir hayattan zirveye tırmanabileceğinin son örneklerinden biriydi o. Onca ihanet, dolandırma ve haksızlığa rağmen aşka ve umuda tutunandı… Vefanın, dostluğun adresiydi. 79 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Ona pek ‘baba’ denmezdi; baba daha çok Müslüm Gürses ve Erkin Koray için geçerliydi. Ferdi Tayfur ‘kral’dı. Arabeskin kralı… Belli bir çoğunluk için de insanlığın kralı…

Arabesk deyince biraz durmalı. Çünkü onun temsil ettiği arabesk, biraz kendi gibiydi.

Biz de ona ayak uydurup bir patchwork, yani kırk yama misali uzanalım hatıralarına…

İlk hayal: Üç tekerlekli bisiklet

Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Taşçı köyünde doğar. Babası Cumali Bey, o dönemin ünlü taklit üstadı ve dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur’un hayranıdır. Adı buradan gelir: Ferdi Tayfur Turanbayburt.

Kader ağlarını erken örer. Babası pavyon çıkışı öldürülür. Yetim kalır. Yoksul oldukları için de okulu bırakır. Okuma yazmayı ilerleyen yıllarda, iş hayatında öğrenir.

Annesi uzun süre yalnız kalmaz. Evlenir. Üvey baba ilkin terzinin yanına sokar ‘sanat’ öğrensin diye. Ardından da bir şekerci dükkânında iş bulur.

Lakin Ferdi Tayfur çıraklıkla yetinecek biri değildir. Düğünlerde şarkı söyler. Bir yerel gazetede Adana Radyosu’nun açtığı müzik yarışması ilanını görür. Yarışmaya katılır. Ancak ikinci olur. Umudu kırılsa da vazgeçmez.

Çıraklığı döneminde işe gidip gelirken cadde üzerinde bir bisiklet görür; üç tekerlekli… İçi gider. Ama yoksulluk işte; alamaz. Yetmiş yaşına geldiğinde dahi o bisiklet vardır aklında; asla unutmaz.

Kahvede garson, pavyonda şarkıcı

Bir sebeple Side’ye gider. Gençtir. İş ararken bir kadınla tanışır. “Konya’da beni bekle” demiştir. İnanır. Tutup yolunu Konya’ya düşürür. Ancak kadını bulamaz.

Açtır, açıktadır; iş aramaya koyulur. Genelev yanındaki bir kahvede garson olarak çalışmaya başlar. Günde yedi buçuk lira kazanır, iki buçuk lirasını otele öder.

Hayali şarkıcılık olan çay taşıyarak mutlu olur mu hiç! İki hafta kadar tahammül eder işe. Ancak burada tanıdığı insanlardan çok şey öğrenir.

Bu arada Teksas adlı bir pavyonda şarkı söyleme fırsatı bulur. Yevmiyesi de fena değildir.

Daha önce sazı eline almışlığı varsa da, tıngırdatmaktan öteye gitmemiştir. Konya’da, kaldığı otelde tanıştığı bir astsubay, ona bağlama çalmayı öğretir. Üstelik bağlama kendisinin de değildir. Astsubay gecenin geç bir vakti işten dönen Ferdi Tayfur’u bekler, ona bildiği türküleri ezberletir.

Evet; daha önce Siverek’te, bir kahvehanede çıkmıştır ilk kez sahneye… Turneye gelen ekipte eksik vardır… Adeta itilir; bir anda seyirciyi karşısında bulur… ‘Çaya İner Ağlarım’ ile ‘Zalim Avcı’yı okur. Henüz 11 yaşındadır. Ama, ağabey olarak gördüğü astsubayın öğrettikleri, ilk farkındalıktır müziğe dair… Siverek’ten farklı bir deneyimdir.

İlk 45’lik: ‘Leyla’

Amcası Muhittin zaman zaman çağırsa da pek ikna olmaz. Çünkü nenesinden kaçtığı dönemde sığındığı amcaları inşaat sektöründedir. Ve bu iş, pek kendine göre değildir.

Öte yandan üvey babası da bir an önce para kazanmasını istemektedir. Zira şarkıcılık hayal avcılığıdır, karın doyurmaz.

Ama asidir Ferdi Tayfur. Konya’dan sonra soluğu İstanbul’da alır. Bir Lunapark gazinosunda iş bulur. Nurten İnnap’ın ekibine girer. Bağlama çalmaya başlar.

Nurten İnnap, TRT ve radyo kökenli Türk halk müziği sanatçısı, sinema oyuncusudur.

Sene 1968. Artık hayal kurmakla yetinemeyeceğini anlar. Çevresinin de desteğiyle bir yapımcı (Seda Plak) ikna edilir. İki plaklık sözleşme imzalanır. Önce ‘Derdim Nedir Sormuyorlar / Melekler Güler Yüze’ , ardından ‘Leyla / Aşkınla Beni Öldürdün’ adlı ilk 45’liğini doldurur. Bu plaktan 500 lira kazanır.

Bu, aman aman bir para değildir. Yapımcı da tatmin olmamıştır satışlardan… İster istemez Adana’ya döner. Çiftlikteki işlerin başına geçer.

‘Huzurum Kalmadı’ – 1971, 1972, 1973 ve 1977

Üç yıl çiftlikte traktör sürer. Araba tamir eder. Eniştesi Mustafa Usta’dan araba tamirini öğrenir. Yaylaya çıkar. Kendini oyalar. Lakin baskılamaya çalıştığı aşk hiç sönmez.

Yine şartları zorlayıp soluğu İstanbul’da alır. ‘Huzurum Kalmadı’yı söyler.

Bu parçanın ilginç bir hikâyesi vardır. Yalnız Ferdi Tayfur tarafından söylenmediği gibi, Ferdi Tayfur da bu şarkıyı farklı zamanlarda (1971, 1972, 1973 ve 1977’de), farklı şekillerde okur.

71’deki yorum yine beklentileri karşılamaz ve iki yıllık sessizlik dönemi yaşanır. 1973 yılında ise Görsev Plak adına yaptığı ‘Dur Dinle Sevgilim / Kır Çiçekleri’ adlı 45’lik ile çıkış yakalar.

Kır Çiçekleri, Ferdi Tayfur sevmeyenlerin bile sevdiği bir şarkı olarak geçer müzik tarihine…

1974 yılında yaptığı ‘Yüreğimde Yara Var / Bana Gerçekleri Söyle’ adlı 45’lik ile artık şöhret basamaklarını tırmanmaya başlar. Zorlu bir yolculuğun arifesindedir.

1975 yılında Elenor Plak’a transfer olur. Önce ‘Bırak Şu Gurbeti’, ardından ‘Çeşme’ adlı şarkısı ile tüm ezberleri bozar.

‘Çeşme’ ile gelen şöhret

Ferdi Tayfur’un besteleyip seslendirdiği bu şarkı, arabesk denen türün farklı bir açılımına örnek teşkil eder. Geleneksel türkü formlarını taşısa da bir ‘melez’dir. Ne oraya, ne buraya aittir.

İşte böylesi bir şarkıyla, Elanor Plak’ın sahibi Muhteşem Candan’ın tabiriyle söylemek gerekirse, Türkiye’de yer yerinden oynar.

Muhtemel ki, şarkının bunca beğenilmesinde Arif Sağ’ın rolü büyüktür. Çünkü düzenlemede onun adı ve katkısı vardır.

Öte yandan şarkı, köylü ile şehirli, yerleşik hayat ile gecekondu yaşamı, kır ile şehir gibi çatışmaları sentezlemektedir.

Ferdi Tayfur, bilerek yahut bilmeyerek, müthiş bir damar bulur. Halkı anlayan, halkın arzularını dile getiren konumuna yükselir. Zamanla da halk arasında şu görüş yerleşir: “Olmasaydı derdimiz, söyler miydi Ferdi’miz”…

Filiz Akın ile Avrupa turnesi

Sene 1975. Lunapark gazinosunun sahibi Osman Kavran, programın 55. gününde gazetelere ilan verip Filiz Akın’a teşekkür eder. Bu ilk kez olan bir şeydir. Zira solist altı için ilan verilmez.

Filiz Akın, Lunapark’a 21 günlük bir program için başlar. İltifat görmesi üzerine üç kez alt kadrosu değiştirilerek program üç tur daha uzatılır. Bu, bir süre sonra assolist Neşe Karaböcek’i rahatsız eder. Orada burada “Osman Kavran’ın Assolisti” diye söz eder Filiz Akın’dan… Bunun üzerine de kızağa çekilir.

Oysa pek de meraklı değildir Filiz Akın sahnelere. Türker İnanoğlu’ndan boşanınca ‘azıcık’ kazanmak adına girer bu işe. 1980’de de son altı anlaşmasını bitirip, yeterli ekonomik birikimi yaptığı için gazinolara veda etmeye hazırlanırken, Ferdi Tayfur’la Almanya turnesi teklifi gelir. Programının dolu olduğunu söyleyip reddeder.

Ferdi Tayfur’a daha önce Müjde Ar ya da Fatma Girik teklif edilir, ama istemez. Devir, video devridir. Yeşilçam filmleri kapış kapıştır gurbette… Bu yüzden Filiz Akın’ı ister.

Üstelik o dönem peş peşe İbrahim Tatlıses, Emel Sayın, Gönül Akkor ve Bülent Ersoy’un Almanya turneleri başarısız olmuştur. Ayrıca Müjde Ar ve Fatma Girik daha önce Almanya’ya gitmiş ve seyirciyi doyurmuştur.

Bu yüzden Filiz Akın’da ısrar eder Ferdi Tayfur. Turneyi Filiz Akın’ın gazino programına göre erteletir. İkna için de ücretini astronomik rakamlara çektirir. Ve Filiz Akın 1980 sonunda Ferdi Tayfur’la Almanya turnesine çıkar.

Ferdi Tayfur’un haklılığı kısa sürede anlaşılır. Turne başarılı geçer. Sinemadaki hayranları ilk kez görecekleri Filiz Akın’a büyük ilgi gösterir. Öyle ki 1981’de turne bittiğinde Filiz Akın Türkiye’ye dönmez. Sonrasında da hiçbir gazino ve müzikal teklifini kabul etmez, Leon (Bubi) Rubinstein’la evlenip Paris’e yerleşir.

Arabeskin altın çağı

Hazır söz turne ve gazinolardan açılmışken… İlerleyelim ve İzmir Fuarı’na ulaşalım.

Fuar gazinoları, İstanbul gazinolarından hayli farklıdır. 1962’de Necdet Yazar’ın alafranga gazinodan alaturka gazinoya çevirdiği Göl ve daha kulüp boyutunda küçük birkaç mekânı dışarıda tutarsak, ekserisi servissiz büyük yazlık sinemalar gibidir.

Ve İzmir Fuarı, en büyük alaturka solistlerin boy gösterdikleri yerdir. Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Hamiyet Yüceses ve Mualla Gökçay, fuardaki alaturkanın ilk büyük dörtlüsüdür.

Bir de tabii alaturka solistlerle aynı seviyede muamele gören türkücü Zehra Bilir vardır. Sonra büyük assolistlere Perihan Altındağ, Sabite Tur Gülerman, Mualla Mukadder, Saime Sinan döneminin gözde alaturka solistleri olarak, fuar assolistlerine ilave olur.

Fuar gazinolarının kadroları İstanbul gazinoları kadrolarından iki kat kalabalıktır. Döneminin yıldız türkücüleri, alafrangacıları, mutlaka renk olarak Yeşilçam’dan birkaç transfer yapılır. Bornovalı Nuri, 1968’de Ajda Pekkan ve Emel Sayın’ın dört katı kaşeyle Fatma Girik’i sahnelere transfer ettiğinde, Girik şarkı söyleyemese de, o sene fuarın en iyi iş yapanı olur.

1976’da Yeşilçamlı Hülya Koçyiğit’i assolist çıkaran Hasan Ekici, 79’da da ilk defa bir arabeskçiyi, Ferdi Tayfur’u fuarda assolist çıkarır.

Tabii öyle alkışlanır, öyle beğenilir ki… Arabeskin altın çağı başlar.

“Bu başarının sırrı…”

Hiç kuşkusuz çok şey söylenebilir hakkında. Ama şu pek söylenemez: Şöhreti ve zenginliğini kullanıp kendini halktan üstün gördü.

Ferdi Tayfur, hiçbir dönem kanaat önderliğine soyunmadı. Hakkı Bulut ile girdiği polemiği saymazsak, kimseyle didişmedi. Zor durumdaki nice kişiye destek verdi de, bunu en yakınlarına bile söylemedi.

Vitrinden ağır ağır çekildiği süreçte doktoru tarafından dolandırıldı. Çek-senet mafyası canını sıktı. Üç eşiyle zaman zaman kırgınlıklar, küslükler yaşadı. Kızı Tuğçe’yle sürtüştü. İnşaat sektörüne girdi. Yılmaz Erdoğan şarkısını izinsiz kullandı. Vs. vs. Ama hiçbir zaman sesini yükseltmedi. Kalp kırmamaya özen gösterdi.

Bu egosuz olduğu anlamına gelmemeli tabii… Kaldı ki, yerinde bir başkası olsa mislini yapardı – o ayrı…

İyisi mi, sözü ona bırakıp çekilelim kenara… ‘Sevdalılar Beni Anlar’ çalsın pikapta… Şekerci Çırağı adlı kitabının önsözündeki şu satırları okuyalım:

“Hep kendime sorardım. Acaba ileride hayatımı yazsam insanların ilgisini çeker mi? diye. Sonra tekme attım kendime, çünkü saçma bir düşünceydi benimki. Bunca şarkı yazıp bestelemiş, filmler çekmiş, hasılat rekorlarını altüst etmiş, senaryolar yazmış, filmler yönetmiş, akla hayale gelmeyecek kalabalıklara konserler vermiş, kaç kişiyi sayabilirsiniz? Bunun adı düpedüz başarıydı. Başkaca tarifi olamaz, olsa olsa çekemeyenlerin tekel, tröst zihniyetlerinin uydurma yalan ve karalama kampanyaları olurdu. Çok merak ediliyorsa, bu başarının sırrı araştırılmalıdır…”

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Murat Batmankaya
Murat Batmankaya
Ankara Üniversitesi, BYYO, Radyo Televizyon Bölümü'nden 1992'de mezun oldu. Kısa bir süre TRT'de çalıştı. Yönetmenliğini Ertem Göreç'in, yapımcılığını Behlül Dal'ın üstlendiği "Birinci Meclis" belgeselinde oynadı. Attilâ İlhan'ın "Cinayet Saati" adlı şiirini kısa metraj formatında sinemaya uyarladı. Sonrasında mesleki yaşamını Almanya'da sürdürdü. Pro7 ve RTL'de kameramanlıktan program yapımcılığına yükseldi. 1996-2000 arası Hürriyet ve Sabah'ta muhabirlik ve editörlük; 1 Numara Hearst grubu adına çıkardığı üç dergide de yayın yönetmenliği yaptı. Üç yıl Radikal Kitap'a "Geçmiş Zaman Tesellileri", 2 yıl da Aydınlık Kitap'a "Cümle Kapısı" üst başlığıyla denemeler yazdı. Halen Çizmeli Kedi Yayınları'nın sahibi...

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x