Kafiye Çağı… Yeni dünyada yeni diplomasi

Prof. Dr. Taşansu Türker’in Cumhuriyetin Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası; Kafiye Çağı isimli yeni kitabı, okuyucuya yeni dünya düzenini ve bu düzen(sizlik)de Türkiye’nin konumunu anlatmayı amaçlıyor. Yeni Normal nedir? İmparatorluklar geri mi dönüyor? Dünya beşten büyük mü? gibi pek çok soruya cevap arıyor. Dr. Orhan Gafarlı yazdı.

Dünya siyasetini okumak için gerekenler; bulunulan coğrafyada devletinin konumunu anlamak, komşularla olan tarihsel ilişkileri, tarihsel olgular ve tecrübeler sonucu oluşan rutinler ve toplumların sağduyusu olsa gerek. Çizdiğim bu çerçeve, jeopolitik satrancın “tabula rasa” olmadığını, yani hiçten var olmadığını, öncenin ve şimdinin arasında bağlantılar olduğunu gösteriyor. Bu yüzden insanlığın geçmişle olan ilişkisi ve bu geçmişi yorumlama şekli önemli olmaktadır.

Uluslararası ilişkiler, bu kadar çoklu komplikasyonlarla açıklanması gereken güncel hakikati anlamamız açısından ise elzem.

Tarihçi Prof. Dr. Taşansu Türker’in Cumhuriyetin Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası; Kafiye Çağı isimli yeni kitabı dünya siyasetini milletlerin tarihsel sağduyularını aktararak ve karmaşık terminolojileri kullanmadan, okuyucuya yeni dünya düzenini ve bu düzen(sizlik)de Türkiye’nin konumunu anlatmayı amaçlıyor.

Kitabın başlığında yer alan tanım, oldukça dikkat çekici bir metafor olarak karşımıza çıkıyor: Kafiye Çağı.

Çağımız neden bir kafiye olarak tanımlanmış?

Çağımız neden bir kafiye olarak tanımlanmış? Burada insanlığın romantikliği mi, yoksa akıl/rasyonellik yerine sağduyunun geri dönüşü mü anlatılmak isteniyor? Hayır, öyle değil. Kitabın sonuç bölümünde bu sorunun cevabı Mark Twain’in ünlü cümlesiyle verilmiş: “Tarih tekerrür etmez, fakat sıkça kafiyelenir”

Kafiyelenmek demek, sözlü ve yazılı fikirlerin yeniden üretimi mi acaba? Kaybolmayan insanlık hafızası, ontolojik güvenliğini erkin dönüşüyle tekrar mı sağlıyor? Bunun gibi sorulara cevap ararken insan doğasının realist özünü anlatan kitabın giriş kısmında Mevlâna’dan bir beyit görüyoruz: “Ey kardeş sen tamamen endişesin/arda kalanın kan ve köktür.”

Profesör Türker’in edebiyata ve sanata olan ilgisini, özne arayışını merkeze oturtarak dünya siyasetinin jeopolitik satrancını açıklamak için kullanması kitap boyunca sürüyor.

Profesör Türker, son beş yıl içindeki hadiselere dair değerlendirmelerini bir araya toplayıp yeniden gözden geçirerek ortaya koyduğu kitabında, söylem ve yorumlarındaki sürekliliği göstermek istiyor. Okuyucu, kitapta bazen bir konudan başka konuya hızlı geçişleri görebilir. Bunun, okuyucunun, bir taraftan odaklandığı konudan koparılıp ilgisinin başka tarafa çekilerek sıkılmaması ve diğer taraftan büyük resmi anlaması için teknik bir deneme olduğu düşünülebilir, fakat sonuçta okuyucuyu sanki beş yıl boyunca yanında gezdirerek sonuç bölümünde de bir bütünsel çerçeve ile buluşturduğu söylenebilir. Kitapta ortaya koyulan tarih anlatısı, istisnaların ve tarihin içinde yer alan küçük detayların büyük resme nasıl etki ettiğini göstermek amacıyla kurgulanmış.

Eserin giriş kısmında dikkat çeken “kreşendolarla ve dekreşendolarla” ya da “mikroskobik ve teleskobik” ibareleri ile büyük bir resmin detayları ile çizilmek istendiği açık bir dille ortaya konuluyor. Diğer taraftan “İçindekiler”e bakıldığında, “Karmaşa Yılı”ndan (Birinci Bölüm) “Savaş Yılı”na (Beşinci Bölüm) giden bölüm başlıklarının, 2018’den 2022’ye tarihsel bir perspektif çizdiği görülüyor. Kafiye Çağı, hangi sorulara odaklanıyor, yazar kitapta doğru sorular soruyor mu? Doğru soru sormayı nasıl öğretiyor?

Soru sormanın yol ve yordamı

Bana göre bu kitaptaki ilgi çekici noktalardan biri de soru sormanın yol/yordamıdır. “Hakikat sonrası” kavramı yerine “hakikatler arası” kavramsallaştırması da bu soruların imkan dahilinde olabilmesiyle ilgili olarak kullanılıyor. Belirsizlik ve kaygı çağından mı geçiyoruz? Yeni Normal nedir? İmparatorluklar geri mi dönüyor? Peki Faşizm? Dünya beşten büyük mü? sorularının yanı sıra neo-liberalizmin çöküşü, küreselleşmenin sonu, devletlerin dönüşüyle ilgili pek çok soruya cevap aranıyor.

Kitabın dikkatimi çeken yanlarından bir diğeri, metin altı anlatılarda verilen mesajların apokaliptik pesimist (kıyameti bekleyen karamsarlık) niteliği. Profesör Türker için Rus edebiyatının pesimist damarının önemli olduğunu, akademisyenliğinin ilk yıllarında Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’i üzerine yazdığı makalesindeki çıkarımlarından kopmadığını yeni kitabında da görmek mümkün. Keza; yazar, siyaset felsefesinde Dostoyevski’nin etkisini ve pesimist çıkmazlarını, insan ruhunun günahtan arınmayan özünü göstermeye çalışıyor sanki.

Yazarın Dostoyevski’deki smirenie (ıstırap) ve toska (karamsarlık ve hüzün) özünü de temellük ettiği, Yahya Kemal’in Kar Musikisi şiirinde bahsedilen “Islav Kederi” tanımlamasına referansıyla da sanki teyit ediliyor.

Kitapta son beş yıl içinde dünya siyasetinde yaşanmış zirveler, savaşlar ve gerginlikler değil, bunların tarihsel süreklilik içindeki mutlaklığı aktarılıyor. Sanki apokaliptik pesimist bir eğilim, kitabın soğukkanlı ve realist yaklaşımının derinliklerinden müstehzi bir ifade ile sürekli bizi izliyor. Kitapta siyasi cinayetler, anti demokratik eğilimler, popülizm, Avrupa’da faşizmin yükselişi gibi dünya siyasetiyle ilgili pek çok konu bu ana çerçeve içinden bize ulaşıyor.

Hiçbir şey iyiye gitmiyor mu?

Kitapta ilgimi en çok çeken de ‘‘faşizm’’ vurgusu… Demokratik eğilimler, halkların özgürlüğü gibi konulara yeterince girilmiyor. Keza; Profesör Türker, sonuç bölümünde yer yer Ulrich Beck’in Risk Toplumu kitabından analizlere ve atıflara yer vererek, ısrarlı bir şekilde hiçbir şeyin iyiye gitmediğini göstermeye çalışıyor. Küresel siyasette faşizm riskinin hafife alınmaması gerektiğini söylerken, Beck’in “risklerin hüküm sürdüğü, toplumsal, siyasal ve küresel bir düzen/düzensizlik ortamı” ifadesini aktararak Hobbesçu bir çağa girildiğini belirtiyor ve apokaliptik pesimist tahayyülünün detaylı bir resmini çiziyor.

Profesör Türker’in, Ukrayna siyasetini jeopolitik satranç tahtasında rekabetin sonucu olarak okuması, Rusya’da demokrasi sorununa neredeyse hiç değinmemesi, ‘‘Egemen Demokrasi’’ gibi Kremlin’de üretilmiş olan kavramları da yeterince açıklanmamış olarak bırakıyor. Rusya’yı on dokuzuncu yüzyılın aydını Alexander Herzen üzerinden okumayı önerirken, Herzen’in “Polonya’ya Bağımsızlık ve Rusya’ya Özgürlük” şiarına değinmiyor. Zira, bugün Ukrayna’nın yaptığının neredeyse hemen hemen aynısını yapmak isteyen bir Polonya vardı, Herzen’in gündeminde de. “Bugün aynı mücadeleyi Ukrayna yürütmüyor mu?” sorusuna sanki önem atfetmiyor.

Günün kurbanı olan insanlık

Yazar, son bölümde, kitabın başından beri üzerinde durduğu savaş ve arayış dilemmasına dikkat çekmek ve sorduğu sorulara çağımızı tarif eden bir cevap vermek için Braudel’den bir cümle aktarıyor: “Tarih, bu dönemlerde bir hayalet gibiydi. Kimse düne bakmak istemezdi, herkes yarına umutla bakardı; fakat insanlık eninde sonunda günün kurbanı oldu.”

Kitapta mesiyanik bir kurtuluşun reçetesi yok, zira Profesör Türker kamu kavramının tamamen bittiği bir dönem tasviri içinde siyasi bir özne bulunmadığı kanaatini aktarıyor. Belki de çıkışı/kurtuluşu bulmak, okuyucuya bırakılıyor; bizzat kendisinin özne olması gerektiğini anlaması için. Profesör Türker, evrensel değerlerin, bir yerde işlevselliğini kaybettiğini vurguluyor. Rusya’nın öz arayışını, Alman idealizminin etkisini anlatmayı seviyor; ancak özgünlük, reçetelerin farklılığı, süreçlerin içindeki özneleri bulmaya çalışması, barışı bize armağan etmiyor.

Profesör Türker, dünya barışının verili ve garantili bir durum olduğuna inanmıyor, çok sık bahsettiği Belle Époque’u da bir illüzyon olmasa bile sanki bir serap olarak tanımlıyor. Barış kavramınına olan sevgisini Sartre vurgularından çıkarsak da, yakın dönemde zor bir status quo olarak tanımladığı barışın geleceğine inanmıyor ve ısrarla hepimizi “insanın insanın kurdu olduğu” bir döneme hazırlanmamız için uyarıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Orhan Gafarlı
Orhan Gafarlı
Dr. Orhan Gafarlı - Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde ''Rus Dış Politikasında Kimlik Arayışı: Batı'dan Kopuşun Tarihsel Analizi'' başlıklı doktora tez çalışması ile tamamlamıştır. Gafarlı, Harvard Üniversitesi’nde 2017- 2018 yılları arası Davis Rusya ve Avrasya Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacıydı. The Jamestown Foundation'da Türkiye-Rusya ilişkileri, enerji politikaları üzerine analizler yazıyor. 2015 yılında “Avrasya Çıkmazı: Yeni Büyük Oyunu Kim Kazanacak?” ve 2022 yılında Rusya'nın Batı'dan Kopuşu başlıklı kitapları yayınlanmıştır. Gafarlı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kafiye Çağı… Yeni dünyada yeni diplomasi

Prof. Dr. Taşansu Türker’in Cumhuriyetin Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası; Kafiye Çağı isimli yeni kitabı, okuyucuya yeni dünya düzenini ve bu düzen(sizlik)de Türkiye’nin konumunu anlatmayı amaçlıyor. Yeni Normal nedir? İmparatorluklar geri mi dönüyor? Dünya beşten büyük mü? gibi pek çok soruya cevap arıyor. Dr. Orhan Gafarlı yazdı.

Dünya siyasetini okumak için gerekenler; bulunulan coğrafyada devletinin konumunu anlamak, komşularla olan tarihsel ilişkileri, tarihsel olgular ve tecrübeler sonucu oluşan rutinler ve toplumların sağduyusu olsa gerek. Çizdiğim bu çerçeve, jeopolitik satrancın “tabula rasa” olmadığını, yani hiçten var olmadığını, öncenin ve şimdinin arasında bağlantılar olduğunu gösteriyor. Bu yüzden insanlığın geçmişle olan ilişkisi ve bu geçmişi yorumlama şekli önemli olmaktadır.

Uluslararası ilişkiler, bu kadar çoklu komplikasyonlarla açıklanması gereken güncel hakikati anlamamız açısından ise elzem.

Tarihçi Prof. Dr. Taşansu Türker’in Cumhuriyetin Yeni Yüzyılında Yeni Dünya Politikası; Kafiye Çağı isimli yeni kitabı dünya siyasetini milletlerin tarihsel sağduyularını aktararak ve karmaşık terminolojileri kullanmadan, okuyucuya yeni dünya düzenini ve bu düzen(sizlik)de Türkiye’nin konumunu anlatmayı amaçlıyor.

Kitabın başlığında yer alan tanım, oldukça dikkat çekici bir metafor olarak karşımıza çıkıyor: Kafiye Çağı.

Çağımız neden bir kafiye olarak tanımlanmış?

Çağımız neden bir kafiye olarak tanımlanmış? Burada insanlığın romantikliği mi, yoksa akıl/rasyonellik yerine sağduyunun geri dönüşü mü anlatılmak isteniyor? Hayır, öyle değil. Kitabın sonuç bölümünde bu sorunun cevabı Mark Twain’in ünlü cümlesiyle verilmiş: “Tarih tekerrür etmez, fakat sıkça kafiyelenir”

Kafiyelenmek demek, sözlü ve yazılı fikirlerin yeniden üretimi mi acaba? Kaybolmayan insanlık hafızası, ontolojik güvenliğini erkin dönüşüyle tekrar mı sağlıyor? Bunun gibi sorulara cevap ararken insan doğasının realist özünü anlatan kitabın giriş kısmında Mevlâna’dan bir beyit görüyoruz: “Ey kardeş sen tamamen endişesin/arda kalanın kan ve köktür.”

Profesör Türker’in edebiyata ve sanata olan ilgisini, özne arayışını merkeze oturtarak dünya siyasetinin jeopolitik satrancını açıklamak için kullanması kitap boyunca sürüyor.

Profesör Türker, son beş yıl içindeki hadiselere dair değerlendirmelerini bir araya toplayıp yeniden gözden geçirerek ortaya koyduğu kitabında, söylem ve yorumlarındaki sürekliliği göstermek istiyor. Okuyucu, kitapta bazen bir konudan başka konuya hızlı geçişleri görebilir. Bunun, okuyucunun, bir taraftan odaklandığı konudan koparılıp ilgisinin başka tarafa çekilerek sıkılmaması ve diğer taraftan büyük resmi anlaması için teknik bir deneme olduğu düşünülebilir, fakat sonuçta okuyucuyu sanki beş yıl boyunca yanında gezdirerek sonuç bölümünde de bir bütünsel çerçeve ile buluşturduğu söylenebilir. Kitapta ortaya koyulan tarih anlatısı, istisnaların ve tarihin içinde yer alan küçük detayların büyük resme nasıl etki ettiğini göstermek amacıyla kurgulanmış.

Eserin giriş kısmında dikkat çeken “kreşendolarla ve dekreşendolarla” ya da “mikroskobik ve teleskobik” ibareleri ile büyük bir resmin detayları ile çizilmek istendiği açık bir dille ortaya konuluyor. Diğer taraftan “İçindekiler”e bakıldığında, “Karmaşa Yılı”ndan (Birinci Bölüm) “Savaş Yılı”na (Beşinci Bölüm) giden bölüm başlıklarının, 2018’den 2022’ye tarihsel bir perspektif çizdiği görülüyor. Kafiye Çağı, hangi sorulara odaklanıyor, yazar kitapta doğru sorular soruyor mu? Doğru soru sormayı nasıl öğretiyor?

Soru sormanın yol ve yordamı

Bana göre bu kitaptaki ilgi çekici noktalardan biri de soru sormanın yol/yordamıdır. “Hakikat sonrası” kavramı yerine “hakikatler arası” kavramsallaştırması da bu soruların imkan dahilinde olabilmesiyle ilgili olarak kullanılıyor. Belirsizlik ve kaygı çağından mı geçiyoruz? Yeni Normal nedir? İmparatorluklar geri mi dönüyor? Peki Faşizm? Dünya beşten büyük mü? sorularının yanı sıra neo-liberalizmin çöküşü, küreselleşmenin sonu, devletlerin dönüşüyle ilgili pek çok soruya cevap aranıyor.

Kitabın dikkatimi çeken yanlarından bir diğeri, metin altı anlatılarda verilen mesajların apokaliptik pesimist (kıyameti bekleyen karamsarlık) niteliği. Profesör Türker için Rus edebiyatının pesimist damarının önemli olduğunu, akademisyenliğinin ilk yıllarında Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’i üzerine yazdığı makalesindeki çıkarımlarından kopmadığını yeni kitabında da görmek mümkün. Keza; yazar, siyaset felsefesinde Dostoyevski’nin etkisini ve pesimist çıkmazlarını, insan ruhunun günahtan arınmayan özünü göstermeye çalışıyor sanki.

Yazarın Dostoyevski’deki smirenie (ıstırap) ve toska (karamsarlık ve hüzün) özünü de temellük ettiği, Yahya Kemal’in Kar Musikisi şiirinde bahsedilen “Islav Kederi” tanımlamasına referansıyla da sanki teyit ediliyor.

Kitapta son beş yıl içinde dünya siyasetinde yaşanmış zirveler, savaşlar ve gerginlikler değil, bunların tarihsel süreklilik içindeki mutlaklığı aktarılıyor. Sanki apokaliptik pesimist bir eğilim, kitabın soğukkanlı ve realist yaklaşımının derinliklerinden müstehzi bir ifade ile sürekli bizi izliyor. Kitapta siyasi cinayetler, anti demokratik eğilimler, popülizm, Avrupa’da faşizmin yükselişi gibi dünya siyasetiyle ilgili pek çok konu bu ana çerçeve içinden bize ulaşıyor.

Hiçbir şey iyiye gitmiyor mu?

Kitapta ilgimi en çok çeken de ‘‘faşizm’’ vurgusu… Demokratik eğilimler, halkların özgürlüğü gibi konulara yeterince girilmiyor. Keza; Profesör Türker, sonuç bölümünde yer yer Ulrich Beck’in Risk Toplumu kitabından analizlere ve atıflara yer vererek, ısrarlı bir şekilde hiçbir şeyin iyiye gitmediğini göstermeye çalışıyor. Küresel siyasette faşizm riskinin hafife alınmaması gerektiğini söylerken, Beck’in “risklerin hüküm sürdüğü, toplumsal, siyasal ve küresel bir düzen/düzensizlik ortamı” ifadesini aktararak Hobbesçu bir çağa girildiğini belirtiyor ve apokaliptik pesimist tahayyülünün detaylı bir resmini çiziyor.

Profesör Türker’in, Ukrayna siyasetini jeopolitik satranç tahtasında rekabetin sonucu olarak okuması, Rusya’da demokrasi sorununa neredeyse hiç değinmemesi, ‘‘Egemen Demokrasi’’ gibi Kremlin’de üretilmiş olan kavramları da yeterince açıklanmamış olarak bırakıyor. Rusya’yı on dokuzuncu yüzyılın aydını Alexander Herzen üzerinden okumayı önerirken, Herzen’in “Polonya’ya Bağımsızlık ve Rusya’ya Özgürlük” şiarına değinmiyor. Zira, bugün Ukrayna’nın yaptığının neredeyse hemen hemen aynısını yapmak isteyen bir Polonya vardı, Herzen’in gündeminde de. “Bugün aynı mücadeleyi Ukrayna yürütmüyor mu?” sorusuna sanki önem atfetmiyor.

Günün kurbanı olan insanlık

Yazar, son bölümde, kitabın başından beri üzerinde durduğu savaş ve arayış dilemmasına dikkat çekmek ve sorduğu sorulara çağımızı tarif eden bir cevap vermek için Braudel’den bir cümle aktarıyor: “Tarih, bu dönemlerde bir hayalet gibiydi. Kimse düne bakmak istemezdi, herkes yarına umutla bakardı; fakat insanlık eninde sonunda günün kurbanı oldu.”

Kitapta mesiyanik bir kurtuluşun reçetesi yok, zira Profesör Türker kamu kavramının tamamen bittiği bir dönem tasviri içinde siyasi bir özne bulunmadığı kanaatini aktarıyor. Belki de çıkışı/kurtuluşu bulmak, okuyucuya bırakılıyor; bizzat kendisinin özne olması gerektiğini anlaması için. Profesör Türker, evrensel değerlerin, bir yerde işlevselliğini kaybettiğini vurguluyor. Rusya’nın öz arayışını, Alman idealizminin etkisini anlatmayı seviyor; ancak özgünlük, reçetelerin farklılığı, süreçlerin içindeki özneleri bulmaya çalışması, barışı bize armağan etmiyor.

Profesör Türker, dünya barışının verili ve garantili bir durum olduğuna inanmıyor, çok sık bahsettiği Belle Époque’u da bir illüzyon olmasa bile sanki bir serap olarak tanımlıyor. Barış kavramınına olan sevgisini Sartre vurgularından çıkarsak da, yakın dönemde zor bir status quo olarak tanımladığı barışın geleceğine inanmıyor ve ısrarla hepimizi “insanın insanın kurdu olduğu” bir döneme hazırlanmamız için uyarıyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.

Orhan Gafarlı
Orhan Gafarlı
Dr. Orhan Gafarlı - Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde ''Rus Dış Politikasında Kimlik Arayışı: Batı'dan Kopuşun Tarihsel Analizi'' başlıklı doktora tez çalışması ile tamamlamıştır. Gafarlı, Harvard Üniversitesi’nde 2017- 2018 yılları arası Davis Rusya ve Avrasya Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacıydı. The Jamestown Foundation'da Türkiye-Rusya ilişkileri, enerji politikaları üzerine analizler yazıyor. 2015 yılında “Avrasya Çıkmazı: Yeni Büyük Oyunu Kim Kazanacak?” ve 2022 yılında Rusya'nın Batı'dan Kopuşu başlıklı kitapları yayınlanmıştır. Gafarlı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde doktor öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x