Bedri Rahmi Eyüboğlu, Üç Dil adlı şiirinde “(…) Birisi ana dilin/Elin ayağı kadar senin/Ana sütü gibi bedava/Ana sütü gibi tatlı/Nenniler, masallar, küfürler de caba (…)” biçiminde tanımlar anadili. Anadilimiz Türkçe tarihi çok eskilere uzanan, lehçeleriyle çok geniş bir coğrafyada konuşulan, zengin bir sözvarlığına sahip köklü bir dildir.
Önce çeşitli çevrelerde söylenegelen “Türkçe yazıldığı gibi okunan (fonetik) bir dildir” görüşünden söz etmek istiyorum. Tüm dillerde konuşma için ses, dilbilimde dilde anlam ayırt edici en küçük birim olarak tanımlanan sesbirimcikler (Phon) gereklidir. Fonetik (sesbilgisi) ise, dilbilimin sesleri inceleyen temel alanlarından biridir. Dolayısıyla yukarıdaki tümcede “fonetik” sözcüğünün kullanımı yanlıştır. Söz konusu savın “fonetik” sözcüğünün kullanılmadığı biçimi, anadili Türkçe olan birisi için doğru olabilir. Örneğin, Türkçe bilmeyen bir Alman’ın Türkçe bir metni doğru okuması olanaksızdır. En basiti, Türkçeye özgü “ç”, “ş” ve “ğ” yazı birimleri doğru seslendiremez, diğerlerinin seslemesini ise Almancadaki gibi yapar. Tüm dillerdeki metinler, ancak Uluslararası Sesçil Alfabe (international phonetic alphabet) ile yazılmışsa, bu alfabeyi bilenler tarafından okunabilir.
Türkiye Türkçesinin gelişmesinin arzu edilen düzeyde olmamasının en önemli etkenlerden biri, Cumhuriyet’in önemli kazanımlarından biri olan Harf Devrimine, dilimizdeki Arapça, Farsça ve Batı Dilleri kökenli sözcüklerin Türkçeleştirmesine karşı çıkan kesimdir. Bu görüşü benimseyenler, Osmanlı İmparatorluğu’nda çok dar bir çevrede kullanılan, yapay bir dil olan Osmanlıcanın sürdürülmesinden yana olmuşlardır. Oysa Osmanlı İmparatorluğu döneminde halkın tümü Türkçe ya da kendi dillerini konuşuyordu. Türkçe konuşulan Anadolu’da Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Köroğlu vd. gibi halk ozanları Türkçe yazıyor ve söylüyorlardı. Bu kesim, üç temel sesi e (a), i, u’yu harekelerle oluşturan ve Türkçedeki ı, o, ö, ü ünlülerine sahip olmayan Arap Alfabesinin yazıbirimlerinin (harflerinin) ünlü açısından zengin Türkçenin yazılmasına ve okunmasına getirdiği büyük güçlüğü, bu alfabenin öğrenilmesinin çok zor olduğu gerçeğini göz ardı eder. Bu alfabenin kullanıldığı dönemde okuma yazma oranının son derece düşük ve yayımlanan kitap sayısının da Batı ülkelerine oranla çok daha az olması da, sırf matbaanın ülkemize geç gelmesinden değil, bu alfabenin güçlüğünden ve okul sayısının çok az olmasından kaynaklanır. Nitekim Latin Alfabesinin kabulünden sonra ülkemizde okuma yazma oranı hızla artmıştır.
Türk Dil Kurumu
Harf Devrimini izleyen yıllarda Türkiye’de Türkçe konusunda yoğun bir çalışma dönemi başladı. 1934’de Atatürk önderliğinde Türkçeyi zenginleştirme, yabancı kökenli sözcüklere Türkçe karşılıklar bulmak amacıyla Türk Dil Kurumu kuruldu. Halk dilindeki Türkçe sözcükleri derlemek amacıyla çok kapsamlı bir çalışma başlatılarak Türkçe Derleme Sözlükleri ile kitap ve elyazmalarının taramasıyla Türkçe Tarama Sözlükleri ile Alan Dilleri Sözlükleri ve Lehçe Sözlükleri yayımlandı. Geniş kapsamlı Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzları vd. gibi kitaplar kurumun dilimize önemli katkıları arasında sayılabilir.
1980 darbesiyle de kurumun özerk yapısı kaldırılarak hükümete bağlı bir kuruluş haline getirildi ve bazı Türkçe sözcüklerin kullanımı yönergelerle yasaklandı. TDK’ya alternatif olarak kurulan Dil Derneği de kısıtlı mali olanaklarıyla dilimize katkılarını sürdürüyor. Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu ve Dil Dergisi derneğin önemli yayınlarındandır. Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü de, birçok bilim alanının terimlerinin anlamının yanı sıra Almanca, İngilizce ve Fransızca karşılıklarının verildiği önemli bir çalışmadır.
Kurumun çalışmalarına karşı yukarıda belirtilen kesimlerin olumsuz tepkileri sürdü. Bu kesim, Kurum’un “hostes” karşılığı olarak “gökkonuksal avrat”ı, “otobüs” karşılığı olarak “çok oturgaçlı götürgeç”i önerdiği gibi asılsız haberler yayarak Kurum’un çalışmalarını halkın gözünden düşürmeye çalışmışlardır.
Elbette ki, Cumhuriyetin 100. yılına yaklaştığımız bu günlerde yukarıda belirtilen kurumların, üniversitelerimizin, dil konusuna çalışan bilim insanlarının dilimizin gelişmesine, sözvarlığının genişlemesine ve bir bilim dili haline gelmesine olan değerli katkıları yadsınamaz.
Cumhuriyet döneminde Türk Edebiyatı da büyük bir gelişim sürecine girerek her edebi türde sayısız yapıt verilmiş, birçok yazarımızın yapıtları çeşitli yabancı dillere çevrilmiş ve biri Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış, tüm dünyada tanınan yazarlarımız yetişmiştir.
Her alandan bilim insanımız çok sayıda Türkçe makale ve kitap yayımlamıştır.
Üzerinde düşünmemiz ve çözümler üretmemiz gereken, dillimizin geliştirilmesine, zenginleştirilmesine yönelik daha yoğun çalışmaların nasıl gerçekleştirilebileceği ve daha önce yapılan yanlışların yinelenmemesi için ne yapılması gerektiği.
Türkçe sözlükler, yazım kılavuzları ve Grimm Kardeşler
Yukarıda günümüzde kullanılan bazı önemli Türkçe Sözlükler belirtilmekle yetinilmiştir. Bu sözlükler, iletişimde, eğitim ve öğretimde Türkçenin kullanılmasına ve geliştirilmesine önemli katkıda bulunsalar da, bazı eksiklik ve tutarsızları açısından sık sık eleştirilerle karşı karşıya gelirler. Yayın piyasamızda tek bir yazarın hazırlamış olduğu Türkçe Sözlüklerin bulunması da şaşırtmıştır beni. Aynı konu yazım kılavuzları için de geçerlidir.
Bir genel sözlüğün dil uzmanlarının yanı sıra fen ve sosyal bilimlerin her alanından bilim insanlarının ve uzmanların katılacağı, nesnel bir tutumu benimseyen bir bilimsel kurulda hazırlanması gerekir. Bu süreçte dilbiliminin önemli alanlarından biri olan sözlük yazım bilgisinin (Lexikografie) belirlediği ilke ve kurallara uyulmalı, başta Türk Edebiyatı’ndan olmak üzere çeşitli alanlardan çok geniş bir kaynağa dayanılmalıdır.
Sözlükçülük çalışmalarına örnek olarak Alman yazar ve bilim adamları Jacob ve Wilhelm Grimm’in geniş bir ekibin yardımıyla hazırladığı Grimm Sözlüğü de denilen Almanca Sözlüğü (Das Deutsche Wörterbuch) belirtmek gerek. Yazım çalışmaları 1838’de başladı, 1838-47 arasında sözcük yazımında kullanılacak her alandan eski ve yeni belgelerle Alman Edebiyatı’ndan metinlerin geniş bir derlemesi yapıldı. Sözlüğün ilk cildi 1854 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra Grimm Kardeşler art arda vefat ettiler, ancak sözlüğün yazım çalışmaları sürdürüldü ve yüz yıldan fazla bir süre sonra 1960’da 32 cilt, toplam 67 bin 744 sütun olarak ilk baskısı yayımlandı. 1971 yılında da kaynakçası 33’üncü cilt olarak eklendi. Sözlük sürekli olarak güncellenmekte olup, genel ağdan da erişime açılmıştır. Sözlükte sözcüklerin köken bilgilerinin yanı sıra Alman Edebiyatı, son yüzyılın toplumsal ve siyasal yaşamına ilişkin bilgiler de bulunmakta ve Alman Bilim Tarihi’nin en önemli çok kapsamlı yapıtlarından biri olarak görülmektedir.
Zengin dil ne demek?
Sözcüklerdeki sözcük sayısından yola çıkılarak bir dilin sözvarlığının zengin olup olmadığı konusunda karar verme eğilimi yaygındır. Tüm alanlarda yüzyıllardan beri gerçekleşen gelişmeleri yapılarına yansıtabilen, genel ve özel kavramlarla bir eğitim-öğretim dili oluşturabilen dillerin sözvarlığının zengin olduğu söylenebilir. Bugün kültür dili, bilim dili olarak nitelendirilen Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca gibi diller, soyut kavramlar ve eşanlamlı öğeler açısından geniş bir sözvarlığına sahiptir. Bu dillerden İngilizce Oxford ve Webster’s, Fransızca Larousse ile Almanca Duden – Das große Wörterbuch der deutschen Sprache vd. gibi sözlüklerde, iki yüz bin ile sekiz yüz bin arasında sözcüğün açıklaması vardır. Ancak büyük sözcükler ansiklopedik sözlük özelliği taşıdığından bu kadar geniş kapsamlıdır. Doğru yazma, okuma, konuşma ve genel kültürü bilmeye yönelik ve resmi dilde olağan iletişimi amaçlayan genel sözlüklerde ise, bu sözcük sayısı ortalama 1/5 ile 1/10 oranında düşer.
Türk Dil Kurumu’nun ilk baskısı 1945 yılında yayımlanan Türkçe Sözlük‘ün geliştirilmiş, genişletilmiş ve zenginleştirilmiş on birinci baskısında (2011) madde başı ve madde içi toplam doksan iki bin iki yüz doksan sözcük bulunmakta.
Diğer bir görüşe göre ise, bir dilin sözvarlığının zenginliği, o dilin sözlüklerindeki sözcük sayısı ile değil, dilin sahip olduğu köklerin ve türetme biçim birimlerin sayısının çokluğundan ve işlekliğinden kaynaklanır. Bu açıdan bakıldığında Türkçenin dünya dilleri arasındaki yeri en önlerdedir.
Plaza dili
Yukarıda belirtilen kültür dillerinin ve sözlüklerinde yer alan sözcüklerin kökenlerine bakıldığında, kültürel etkileşim ve başka nedenlerle bu dillere girmiş binlerce yabancı, özellikle de Latince kökenli sözcük bulunur. Hiç bir dil, başka dillerden etkilenmemiş, arı ya da katışıksız değildir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dillere çok sayıda İngilizce sözcük girmeye başlamıştır. Türkçede de durum aynıdır, bunu örneklemek için çok daha geniş bir inceleme gerek. Son yıllarda ortaya çıkan “plaza dilini” belirtmekle yetiniyorum.
Türkçenin diğer bir sorunu da, dilin yapısını ve işleyiş düzeni inceleyen Türkçeye özgü dilbilgisi kitabının olmamasıdır: “X. yüzyıldan başlayarak İslâm medeniyeti alanına girmiş olan Türk dünyasında, Araplara ve diğer yabancılara Türkçeyi öğretmek üzere yazılmış gramer veya gramer-sözlük karışımı eserlerin çoğu Arap, bazıları da Fars dilindedir. Bu eserlerde Türkçenin kuralları Arap dilinin kalıplarına göre düzenlenmiştir. Divanu Lûgat-it-Türk (M.1073), Kitâbü’l-idrâk li-Lisani’l-etrâk (M.1312), Mukaddimetü’l-edeb (13. yüzyıl), Ettuhfetü’z-Zekiyye (14. yüzyıl) gibi Türk kültürünün kaynak eserleri, bunun tipik örnekleridir. Bu tutuma paralel olarak elbette söz konusu eserlerde geçen dil olayları ve kurallar da Arapça terimlerle karşılanmıştır” (Korkmaz, 1992: VII).
Bu anlayış, Türk Dil Kurumu “gramer” çalışmalarını başlatana kadar sürmüştür. Bu dönemde hazırlanan Tahsin Banguoğlu’nun Türkçe’nin Grameri ve Zeynep Korkmaz’ın Türkiye Türkçesi Grameri başlıklı kitaplarının dilbilgisi konusundaki yayın eksikliğinin giderilmesine önemli katkısı olmuştur. Banguoğlu’nun ve Korkmaz’ın -Arap ve Fransız Gramerlerinin etkilerinin bir yana bırakıldığı belirtilse de- dilbilgileri büyük ölçüde Fransızca Dilbilgisine dayanmaktadır. Bu çerçevede Fransızca Dilbilgisinin Latince Dilbilgisine, onun da Dionysius Thrax´ın (MÖ 170-90) kendinden önceki kaynakları da inceleyerek yazmış olduğu techne grammatiké “dilbilgisi sanatı” adlı Yunanca Dilbilgisi kitabına dayandığının belirtilmesi gerek.
Thrax, sözcükleri ad, eylem, ortaç (Partizip), tanımlık (Artikel), adıl, ilgeç, belirteç ve bağlaç olmak üzere sekiz türe ayırarak sözcük türlerini betimler; tümce tanımı ise, Aristo’nun tanımı ile örtüşür.
Latince Dilbilgisi çalışmalarında sekiz sözcük türüne, sıfat da eklenmişti. Birçok Hint-Avrupa kökenli dilin de dilbilgileri hâlâ geleneksel Latince Dilbilgisi şablonuna dayandığından bu dilleri öğrenirken bir kuralın yanı sıra bir dizi de kurala uymayanı öğrenmek zorunda kalışımızın nedeni de budur aslında. Günümüzdeki Türkçe Dilbilgisi kitaplarında da terim, tanım ve izlenen yöntem konusunda tam bir birlik yoktur. Bu kitapların hazırlanmasında Türkçede öne çıkan adlaştırma özelliğinden yola çıkılmalıdır.
Doğru yazamayan kuşaklar
Çağımızdaki Dilbilim çalışmaları çerçevesinde yapısal, dolaylı bileşenler, üretimsel-dönüşümlü, durum, bağımsal, değerlilik, evrensel dilbilgileri vb. gibi çok sayıda dilbilgisi anlayışı ve kuramının ortaya çıkış nedenlerinden biri de, Latin/geleneksel dilbilgisinin diğer dillerin dilbilgilerini betimlemekte yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır.
Çok uzun bir süreden beri ülkemizde ana sınıfından lisansüstü öğretime kadar İngilizce ağırlıklı olarak, Almanca ve Fransızca öğretime rağbet artarak sürüyor. Bu da, çocuklarımızın ve gençlerimizin kültürlerinin aynası olan ve düşünmelerini sağlayan anadilleri Türkçeden uzaklaşmalarına neden oluyor.
Türkçe öğretim yapan diğer ilkokul, ortaokul ve liselerde Türkçe ve Türk Edebiyatı derslerinin birinci amacı öğrencilere okumayı sevdirmek alışkanlığı kazandırmak olmalıdır. Ancak bu derslerde kullanılan ders kitaplarında öğrencilerin ilgisini çekmeyen didaktik birtakım metinler ile anlaması uzmanlık gerektiren örneğin Divan Edebiyatı’ndan bazı örnekler yer almakta. Bu tür kitaplar da elbette öğrencilerin okuma alışkanlığı kazanmalarını sağlamıyor. Sonra da anadilinde yeterince düşünemeyen, anadilini güzel konuşamayan ve doğru yazamayan kuşaklar yetişiyor.
Bazı üniversitelerimizin yabancı dillerde öğretim yapmaları, tüm üniversitelerde yükselme ve atanmalarda yabancı dilde yayınlara daha fazla puan verilmesi Türkçenin bilim dili olarak gelişmesini yavaşlatıyor.
Radyo, televizyon ve genel ağ vd. gibi kitle iletişim araçlarında kullanılan Türkçe’ye gerekli özenin gösterilmemesi de gençlerin dilsel gelişim süreçlerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Dünyadaki kavramların büyük bir bölümünün dilsel anlatım araçlarının olmaması nedeniyle dillerin duygu ve düşünce dünyamızın kısıtlanmasını Wittgenstein (20034: Paragaf 5.6), “dilimin sınırları dünyamın sınırları demektir” biçiminde açıklamakta. Dil sorunsalı ya da dil kuşkuculuğu da denilen bu kısıtlılığa bir de Anadili yeterince bilmeme eklenirse, düşünce gücümüzün de kısıtlanmaktadır.
Kaynakça:
Aksan Doğan (1996), Türkçenin Sözvarlığı, Engin Yayınevi, Ankara.
Banguoğlu Tahsin (1990), Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Hengirmen Mehmet (1999), Türkçenin Dilbilgisi, Engin Yayınları, Ankara.
Korkmaz Zeynep (1992), Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Korkmaz Zeynep (2003), Türkiye Türkçesi Grameri, (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Toklu, Mehmet Osman (2021), Dilbilime Giriş, Akçağ, Ankara,
Tosun Cengiz (2005), “Dil Zenginliği, Yozlaşma ve Türkçe”: Journal of Language and Linguistic Studies Vol.1, No.2, October, S.136-154.
Wittgenstein, Ludwig (2003), Tractatus logica-philosophicus, Suhrkamp, Frankfurt
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 25 Kasım 2022’de yayımlanmıştır.