Bugün maneviyatı nasıl anlamalıyız?

Maneviyat nedir? Din ile ilişkisi nedir? Maneviyat mı dini kapsıyor, din mi maneviyatı? Kalple akletmek neden önemli? Spritüel dünya bu ilişkinin neresinde? Konuyla ilgili çalışmalar neler söylüyor? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde, “maddi olmayan, manevi şeyler” veya “yürek gücü, moral” anlamlarına gelen “maneviyat”, etimolojik olarak Arapça “manevi” sözünün çoğul hali. “Manevi” ise, “anlama ilişkin; özellikle gizli ve derin anlama ilişkin fillerinin nispet hali” tanımlarına sahip… Kubbealtı Lügati’nde kavram biraz daha açıklanıyor: “Madde ve cisimle alâkası bulunmayan, ruh ve mana ile ilgili olan hususlar, manevi şeyler. Karşıtı: Maddiyat” deniyor, ikinci anlamı olarak da “Çeşitli güçlükler, tehlikeler karşısında inanç ve ahlâkî değerlere bağlılıktan doğan dayanma gücü, ruh kuvveti, moral” diye tarif ediliyor.

Maneviyatın tanım olarak ilk bakışta “kültür”e yakın bir anlamı var ama yakından bakıldığında anlam yakınlığı değil de olsa olsa bir anlam benzerliğinin söz konusu olduğunu görüyoruz. “Maneviyat” ve “kültür”, diğer varlıkların arasında sadece “insana has” olanı tanımlamaya çalışırken karşılaştığımız, bu çabanın ortaya çıkardığı bir benzerliğe sahipler ama oldukça farklı muhtevalara sahip iki değişik anlam öbeğini oluşturuyorlar.

“Maneviyat” kavramının çok boyutlu bir anlam katmanına sahip olması, değişik disiplinler tarafından farklı yönlerinin öne çıkarılması nedeniyle, bugün için herkes tarafından kabul edilen bir tanımı bulunmuyor. Kavramın dilimizdeki serüveni, önceden farklı olmasına rağmen son yıllarda batı dillerindeki “spirituality” veya “spiritualite” karşılığı olarak da kullanılmaya başlanması tabloyu daha da karışık bir hale getirmiş durumda…

Dilimize “ruhsallık” veya “tinsellik” diye de çevirileri olan “spiritualite” ve kökeni olan “spirit” kelimelerinin uzun bir tarihsel geçmişi var. “Spirit” kelimesinin İslam düşünce tarihinde “ruh” ve “nefs” olarak kullanımlarının ayrıntısını daha önceki çalışmalarımızda (Bakınız: “Psikiyatri ve Düşünce Dünyası Arasında Geçişler”-Vadi Yayınları) ele aldık. Oxford Collocation Dictionary’e göre bu söz, sıfat olarak (spiritual) kişinin derin düşünce, duygu ve hislerini ilgilendiren ve din ve Kilise ile bağlantılı anlamlar barındırıyor. İsim olan “spiritualizm”, ölülerin ruhlarından mesaj alınabileceği inancı; “spiritualist” ise ruhlardan mesaj alan kişi manasına geliyor.

Maneviyat artık dinî olan demek değil!

“Maneviyat” ve “din” arasında yakın bir bağlantının sadece içinde yaşadığımız İslam kültürü için değil geleneksel dünyadaki tüm dinî kültürler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Şüphesiz “maneviyat” tam tamına “din” ile aynı anlama gelmiyordu ama birbirlerinden ayırt edilmesinde güçlük çekilecek kadar da yakınlardı. Bu saptamayı şunun için yapma gereği duyduk: Batı dillerinde de son zamanlara kadar genel kullanımda “din” ve “maneviyat” arasındaki bu anlam yakınlığı ve geçişliliği söz konusuydu ama yakın zamanlarda yepyeni bir gelişme ortaya çıktı.

Batı toplumlarında yaşayan insanlar arasında Doğu dinlerine ve yeniçağ inançlarına ilginin artmasıyla birlikte çok ilginç bir durum yaşandı. “Spiritualite” kelimesi, geleneksel dinin (Hıristiyanlığın) karşısında bir anlam öbeğinde yer almaya başladı. Hatta bazı araştırmacılar, “spiritualite’ye olan ilgi artışının geleneksel dinden uzaklaşmanın sonucu olduğunu ileri sürdüler.

Araştırmacılar, günümüzde “maneviyat”a ilişkin modern yaklaşımları üçe ayırarak inceliyorlar:

1. Teolojilerdeki düşünce ve pratiğin nedeni olarak gösterilen, geniş ya da dar olarak tasavvur edilen Tanrı merkezli maneviyat…

2. Bir kimsenin ekoloji ya da doğa ile ilişkisini vurgulayan dünya merkezli bir maneviyat…

3. İnsan(ın) başarısını veya potansiyelini vurgulayan hümanist veya insan merkezli maneviyat… Bu ayrımın daha çok günümüz dünyasındaki inanç gruplaşmalarından kaynaklanan bir sınıflamaya dayandığını görmekle birlikte, ben de kabaca bu ayrımı doğru kabul ediyorum.

Ancak bu sınıflandırmanın çerçevesinin “Maneviyat, bireyin kendisinin ve varoluşunun ötesindeki güçtür” şeklindeki bir tanımla belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tanımdan hareket etmemiz halinde hem maneviyatın dinî inançla bağlantısına işaret edebilmiş hem de maneviyatı dinî inanç ve dindarlık ile sınırlayamayacağımızı, dinî inancı zayıf olan veya hiç olmadığını söyleyen hatta Tanrı’ya inanmayan bir ateist olduğunu vurgulayan bir kimsenin psikolojisinde manevi bir alandan bahsedebilme imkânı bulmuş olacağız.

Zinnbauer ve arkadaşları, maneviyat ve dindarlık arasındaki ilişkiyi incelemek için katılımcılardan şu dört seçenekten kendilerini en iyi tanımlayan ifadeyi seçmelerini istemişler.

i) Dindarım ama manevi yönden güçlü değilim.

ii) Manevi yönden güçlüyüm ama dindar değilim.

iii) Hem dindarım hem manevi yönden güçlüyüm.

iv) Dindar değilim, manevi yönden güçlü de değilim.

Geliştirildiği 1997 yılından itibaren birçok araştırmada da kullanılan bu derecelendirme şekli, bu ifadelerin hayli tanımlayıcı ve işlevsel olduğunu gösterir. Bizce de bu ifadelerin her birinin kendine uyduğunu belirten insanlar olması, “maneviyat” ve “din” kavramlarının hiç değilse günümüzde aynı anlamlara gelmediğinin ispatı niteliğinde. Üstelik bu durum sadece Batı ülkeleri için değil artık tüm ülkeler ve kültürler için geçerli gibi görünüyor.

Artık din mi maneviyat mı daha kapsayıcıdır gibi bir tartışmanın da anlamı bulunmuyor. Böyle bir tartışmada savunulan görüşler, daha ziyade insanların bu kavramların içeriklerine yükledikleri anlamlar tarafından belirleniyor ve bu durumun kendisi günümüzde din ve maneviyatın artık bir ve aynı anlama gelmediği gerçeğinin yanında tali nitelikte kalıyor. Kaldı ki merhamet, hoşgörü, affedicilik gibi erdemlerin sadece din ve dindarlıkla ilgili olduğunu söylemek, günümüz insan gerçekliğiyle örtüşmüyor.

İnsanların geneli, maneviyatın sonra kazanılan bir olgu olmayıp her insanın manevi bir potansiyel taşıdığı, hayatına bir anlam bulma ve iç huzuru arayışı içinde olduğu fikrine daha yatkın. Ahlak ve erdemlerin din ve dindarlıkla hiçbir ilişkisi olmadığı fikrini işleyen başta evrimsel psikoloji kaynaklı olmak üzere çok sayıda akademik yayın yapılıyor. Büyük Erdemler Risalesi adlı dünya çapında çok okunan bir yapıt, dinî inançtan hiç bahsetmeden erdemleri tartışabilme başarısı göstermiş durumda.

Sonuç olarak üzerinde bir anlaşma sağlanamasa da din ve maneviyatın geleneksel zamanlarda çok yakın anlamları olduğu ama modern zamanlarla birlikte başlayan ve 21. yüzyılda inanılmaz şekilde ivmelenen bir sürecin sonunda bugün, maneviyatın dinî anlamları aşan, dinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken bir içerik kazandığı söylenebilir.

Maneviyat kelimesine yüklenen anlam artık değişmeli

Bana göre tüm bu gelişmeler nedeniyle “maneviyat” kelimesine yüklediğimiz anlam da değişmek zorunda; kavramın mahiyeti hem geleneksel dinî inançları hem de Batı’da yeni zuhur eden “new age” denilen akımları hatta dinî inancı olmayanların iç dünyalarındaki tasavvurları, yani tüm kültürleri kapsamak durumunda.

Ben, “maneviyat” derken, daha ziyade “spiritualite” kelimesinin Latincedeki yaygın manası olan, “yaşamı hissetmek, yaşam boyu kazanılan bilgilerin sonucu olarak, insanın kendisini ve diğer kişilerle olan ilişkisini, hayatın anlamını ve evrendeki yerini anlaması” şeklindeki tanımı kast etmenin uygun olduğu kanaatindeyim.

Dinî olanları da Kutsal’ın her türlü öznel yaşantısını da kapsayacak biçimde insan tecrübesindeki her türlü aşkın boyut ve anlam arayışı; kişinin inancını gündelik hayatta yaşama şekli, insanın varoluşunun nihai koşullarıyla ilişki kurma ve anlamlandırma, dolayısıyla hayatına anlam verme biçimi “maneviyat” olarak tanımlanabilir.

Her insanın maneviyatı var

Bence artık maneviyatın her insanda olan hayatımızın gidişatını belirleyen yüksek bir anlam katmanı olarak görülmesi ve özellikle din adına konuşan kimselerin buna dikkat etmeleri şart.

Elbette hayat devam ediyor, geleneksel dünya ve değerleri çok radikal değişiklikler geçirse de hayatın temel aparatları ve insan, büyük ölçüde aynı kalmayı sürdürüyor. Elbette bu değişiklikler, doğrudan doğruya geleneksel inançların da değişmesi ya da onlardan taviz verilmesi manasına gelmiyor. Ama kendi adıma, yaşanılan dünyada, dinî inancı ve bundan köken alan bir bakış açısı olan kimselerin bundan böyle izleyecekleri yol haritasında, tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurmaları gerektiğini söyleyebilirim.

Maneviyatın geleneksel dünyada dinle hemen hemen özdeş olan yapısının çok değiştiği hesaba katılmalı, her insanın yaşamına yön veren, hayatına anlam katan bir manevi alanı olduğu ve bu alanın bilim-felsefe- geleneksel dinler ve doğu inançlarıyla durmaksızın harmanlandığı bilinci ve esnekliğiyle hareket edilmelidir.

Twitter (X) sayfamda sabit tweet olarak yerleştirdiğim ifade de belirttiğim gibi: “Modernlik bilginin peşinden giderken (epistemoloji) âlemin, hayatın ve insanın temel yapısını (ontoloji) unuttu. Birçok bilgi biriktirdi, onları teknolojiye döktü, hayatı öylesine karmaşıklaştırdı ki, bilgeliği imkânsız hale getirdi.”

Böyle bir hercümerçte sahici ve sahih olanın bulup çıkarılması, sanılanın aksine çok ama çok daha zordur. Dikkatle ve özenle yol alınması kaçınılmazdır. Diğer insanların da beğenelim beğenmeyelim, uygun bulalım bulmayalım, bir maneviyatları, inanç dünyaları olduğu bilinmeli ve ona göre hareket edilmelidir.

Bunlardan ayrı olarak kendi adıma bilimsel olmadığı gerekçesiyle değerden düşürülmüş olan “kalp”, “kalple akletmek” gibi geleneksel dünyanın ana kavramlarını yeniden canlandırmak gerektiği kanaatindeyim. Yine sadece akademik bir alana, “etik”e indirgenmeye çalışılan, toplumların oluşumunda ve işleyişindeki önemi reddedilen, geleneksel insan ilişkilerinin temelini oluşturan ahlak ve erdemlerin; iyiliğin, merhametin ve umudun tarihsel değil, evrensel-ontolojik hakikatler olduğunu düstur edinmemizin şart olduğunu düşünüyorum.

Aksi takdirde konuşup anlaşmamızın imkânsız olduğu, herkesin kendi maneviyatına bir başkasına zorla benimsetmeye kalktığı bir cangıl bizi bekliyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bugün maneviyatı nasıl anlamalıyız?

Maneviyat nedir? Din ile ilişkisi nedir? Maneviyat mı dini kapsıyor, din mi maneviyatı? Kalple akletmek neden önemli? Spritüel dünya bu ilişkinin neresinde? Konuyla ilgili çalışmalar neler söylüyor? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde, “maddi olmayan, manevi şeyler” veya “yürek gücü, moral” anlamlarına gelen “maneviyat”, etimolojik olarak Arapça “manevi” sözünün çoğul hali. “Manevi” ise, “anlama ilişkin; özellikle gizli ve derin anlama ilişkin fillerinin nispet hali” tanımlarına sahip… Kubbealtı Lügati’nde kavram biraz daha açıklanıyor: “Madde ve cisimle alâkası bulunmayan, ruh ve mana ile ilgili olan hususlar, manevi şeyler. Karşıtı: Maddiyat” deniyor, ikinci anlamı olarak da “Çeşitli güçlükler, tehlikeler karşısında inanç ve ahlâkî değerlere bağlılıktan doğan dayanma gücü, ruh kuvveti, moral” diye tarif ediliyor.

Maneviyatın tanım olarak ilk bakışta “kültür”e yakın bir anlamı var ama yakından bakıldığında anlam yakınlığı değil de olsa olsa bir anlam benzerliğinin söz konusu olduğunu görüyoruz. “Maneviyat” ve “kültür”, diğer varlıkların arasında sadece “insana has” olanı tanımlamaya çalışırken karşılaştığımız, bu çabanın ortaya çıkardığı bir benzerliğe sahipler ama oldukça farklı muhtevalara sahip iki değişik anlam öbeğini oluşturuyorlar.

“Maneviyat” kavramının çok boyutlu bir anlam katmanına sahip olması, değişik disiplinler tarafından farklı yönlerinin öne çıkarılması nedeniyle, bugün için herkes tarafından kabul edilen bir tanımı bulunmuyor. Kavramın dilimizdeki serüveni, önceden farklı olmasına rağmen son yıllarda batı dillerindeki “spirituality” veya “spiritualite” karşılığı olarak da kullanılmaya başlanması tabloyu daha da karışık bir hale getirmiş durumda…

Dilimize “ruhsallık” veya “tinsellik” diye de çevirileri olan “spiritualite” ve kökeni olan “spirit” kelimelerinin uzun bir tarihsel geçmişi var. “Spirit” kelimesinin İslam düşünce tarihinde “ruh” ve “nefs” olarak kullanımlarının ayrıntısını daha önceki çalışmalarımızda (Bakınız: “Psikiyatri ve Düşünce Dünyası Arasında Geçişler”-Vadi Yayınları) ele aldık. Oxford Collocation Dictionary’e göre bu söz, sıfat olarak (spiritual) kişinin derin düşünce, duygu ve hislerini ilgilendiren ve din ve Kilise ile bağlantılı anlamlar barındırıyor. İsim olan “spiritualizm”, ölülerin ruhlarından mesaj alınabileceği inancı; “spiritualist” ise ruhlardan mesaj alan kişi manasına geliyor.

Maneviyat artık dinî olan demek değil!

“Maneviyat” ve “din” arasında yakın bir bağlantının sadece içinde yaşadığımız İslam kültürü için değil geleneksel dünyadaki tüm dinî kültürler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.

Şüphesiz “maneviyat” tam tamına “din” ile aynı anlama gelmiyordu ama birbirlerinden ayırt edilmesinde güçlük çekilecek kadar da yakınlardı. Bu saptamayı şunun için yapma gereği duyduk: Batı dillerinde de son zamanlara kadar genel kullanımda “din” ve “maneviyat” arasındaki bu anlam yakınlığı ve geçişliliği söz konusuydu ama yakın zamanlarda yepyeni bir gelişme ortaya çıktı.

Batı toplumlarında yaşayan insanlar arasında Doğu dinlerine ve yeniçağ inançlarına ilginin artmasıyla birlikte çok ilginç bir durum yaşandı. “Spiritualite” kelimesi, geleneksel dinin (Hıristiyanlığın) karşısında bir anlam öbeğinde yer almaya başladı. Hatta bazı araştırmacılar, “spiritualite’ye olan ilgi artışının geleneksel dinden uzaklaşmanın sonucu olduğunu ileri sürdüler.

Araştırmacılar, günümüzde “maneviyat”a ilişkin modern yaklaşımları üçe ayırarak inceliyorlar:

1. Teolojilerdeki düşünce ve pratiğin nedeni olarak gösterilen, geniş ya da dar olarak tasavvur edilen Tanrı merkezli maneviyat…

2. Bir kimsenin ekoloji ya da doğa ile ilişkisini vurgulayan dünya merkezli bir maneviyat…

3. İnsan(ın) başarısını veya potansiyelini vurgulayan hümanist veya insan merkezli maneviyat… Bu ayrımın daha çok günümüz dünyasındaki inanç gruplaşmalarından kaynaklanan bir sınıflamaya dayandığını görmekle birlikte, ben de kabaca bu ayrımı doğru kabul ediyorum.

Ancak bu sınıflandırmanın çerçevesinin “Maneviyat, bireyin kendisinin ve varoluşunun ötesindeki güçtür” şeklindeki bir tanımla belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tanımdan hareket etmemiz halinde hem maneviyatın dinî inançla bağlantısına işaret edebilmiş hem de maneviyatı dinî inanç ve dindarlık ile sınırlayamayacağımızı, dinî inancı zayıf olan veya hiç olmadığını söyleyen hatta Tanrı’ya inanmayan bir ateist olduğunu vurgulayan bir kimsenin psikolojisinde manevi bir alandan bahsedebilme imkânı bulmuş olacağız.

Zinnbauer ve arkadaşları, maneviyat ve dindarlık arasındaki ilişkiyi incelemek için katılımcılardan şu dört seçenekten kendilerini en iyi tanımlayan ifadeyi seçmelerini istemişler.

i) Dindarım ama manevi yönden güçlü değilim.

ii) Manevi yönden güçlüyüm ama dindar değilim.

iii) Hem dindarım hem manevi yönden güçlüyüm.

iv) Dindar değilim, manevi yönden güçlü de değilim.

Geliştirildiği 1997 yılından itibaren birçok araştırmada da kullanılan bu derecelendirme şekli, bu ifadelerin hayli tanımlayıcı ve işlevsel olduğunu gösterir. Bizce de bu ifadelerin her birinin kendine uyduğunu belirten insanlar olması, “maneviyat” ve “din” kavramlarının hiç değilse günümüzde aynı anlamlara gelmediğinin ispatı niteliğinde. Üstelik bu durum sadece Batı ülkeleri için değil artık tüm ülkeler ve kültürler için geçerli gibi görünüyor.

Artık din mi maneviyat mı daha kapsayıcıdır gibi bir tartışmanın da anlamı bulunmuyor. Böyle bir tartışmada savunulan görüşler, daha ziyade insanların bu kavramların içeriklerine yükledikleri anlamlar tarafından belirleniyor ve bu durumun kendisi günümüzde din ve maneviyatın artık bir ve aynı anlama gelmediği gerçeğinin yanında tali nitelikte kalıyor. Kaldı ki merhamet, hoşgörü, affedicilik gibi erdemlerin sadece din ve dindarlıkla ilgili olduğunu söylemek, günümüz insan gerçekliğiyle örtüşmüyor.

İnsanların geneli, maneviyatın sonra kazanılan bir olgu olmayıp her insanın manevi bir potansiyel taşıdığı, hayatına bir anlam bulma ve iç huzuru arayışı içinde olduğu fikrine daha yatkın. Ahlak ve erdemlerin din ve dindarlıkla hiçbir ilişkisi olmadığı fikrini işleyen başta evrimsel psikoloji kaynaklı olmak üzere çok sayıda akademik yayın yapılıyor. Büyük Erdemler Risalesi adlı dünya çapında çok okunan bir yapıt, dinî inançtan hiç bahsetmeden erdemleri tartışabilme başarısı göstermiş durumda.

Sonuç olarak üzerinde bir anlaşma sağlanamasa da din ve maneviyatın geleneksel zamanlarda çok yakın anlamları olduğu ama modern zamanlarla birlikte başlayan ve 21. yüzyılda inanılmaz şekilde ivmelenen bir sürecin sonunda bugün, maneviyatın dinî anlamları aşan, dinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken bir içerik kazandığı söylenebilir.

Maneviyat kelimesine yüklenen anlam artık değişmeli

Bana göre tüm bu gelişmeler nedeniyle “maneviyat” kelimesine yüklediğimiz anlam da değişmek zorunda; kavramın mahiyeti hem geleneksel dinî inançları hem de Batı’da yeni zuhur eden “new age” denilen akımları hatta dinî inancı olmayanların iç dünyalarındaki tasavvurları, yani tüm kültürleri kapsamak durumunda.

Ben, “maneviyat” derken, daha ziyade “spiritualite” kelimesinin Latincedeki yaygın manası olan, “yaşamı hissetmek, yaşam boyu kazanılan bilgilerin sonucu olarak, insanın kendisini ve diğer kişilerle olan ilişkisini, hayatın anlamını ve evrendeki yerini anlaması” şeklindeki tanımı kast etmenin uygun olduğu kanaatindeyim.

Dinî olanları da Kutsal’ın her türlü öznel yaşantısını da kapsayacak biçimde insan tecrübesindeki her türlü aşkın boyut ve anlam arayışı; kişinin inancını gündelik hayatta yaşama şekli, insanın varoluşunun nihai koşullarıyla ilişki kurma ve anlamlandırma, dolayısıyla hayatına anlam verme biçimi “maneviyat” olarak tanımlanabilir.

Her insanın maneviyatı var

Bence artık maneviyatın her insanda olan hayatımızın gidişatını belirleyen yüksek bir anlam katmanı olarak görülmesi ve özellikle din adına konuşan kimselerin buna dikkat etmeleri şart.

Elbette hayat devam ediyor, geleneksel dünya ve değerleri çok radikal değişiklikler geçirse de hayatın temel aparatları ve insan, büyük ölçüde aynı kalmayı sürdürüyor. Elbette bu değişiklikler, doğrudan doğruya geleneksel inançların da değişmesi ya da onlardan taviz verilmesi manasına gelmiyor. Ama kendi adıma, yaşanılan dünyada, dinî inancı ve bundan köken alan bir bakış açısı olan kimselerin bundan böyle izleyecekleri yol haritasında, tüm bu gerçekleri göz önünde bulundurmaları gerektiğini söyleyebilirim.

Maneviyatın geleneksel dünyada dinle hemen hemen özdeş olan yapısının çok değiştiği hesaba katılmalı, her insanın yaşamına yön veren, hayatına anlam katan bir manevi alanı olduğu ve bu alanın bilim-felsefe- geleneksel dinler ve doğu inançlarıyla durmaksızın harmanlandığı bilinci ve esnekliğiyle hareket edilmelidir.

Twitter (X) sayfamda sabit tweet olarak yerleştirdiğim ifade de belirttiğim gibi: “Modernlik bilginin peşinden giderken (epistemoloji) âlemin, hayatın ve insanın temel yapısını (ontoloji) unuttu. Birçok bilgi biriktirdi, onları teknolojiye döktü, hayatı öylesine karmaşıklaştırdı ki, bilgeliği imkânsız hale getirdi.”

Böyle bir hercümerçte sahici ve sahih olanın bulup çıkarılması, sanılanın aksine çok ama çok daha zordur. Dikkatle ve özenle yol alınması kaçınılmazdır. Diğer insanların da beğenelim beğenmeyelim, uygun bulalım bulmayalım, bir maneviyatları, inanç dünyaları olduğu bilinmeli ve ona göre hareket edilmelidir.

Bunlardan ayrı olarak kendi adıma bilimsel olmadığı gerekçesiyle değerden düşürülmüş olan “kalp”, “kalple akletmek” gibi geleneksel dünyanın ana kavramlarını yeniden canlandırmak gerektiği kanaatindeyim. Yine sadece akademik bir alana, “etik”e indirgenmeye çalışılan, toplumların oluşumunda ve işleyişindeki önemi reddedilen, geleneksel insan ilişkilerinin temelini oluşturan ahlak ve erdemlerin; iyiliğin, merhametin ve umudun tarihsel değil, evrensel-ontolojik hakikatler olduğunu düstur edinmemizin şart olduğunu düşünüyorum.

Aksi takdirde konuşup anlaşmamızın imkânsız olduğu, herkesin kendi maneviyatına bir başkasına zorla benimsetmeye kalktığı bir cangıl bizi bekliyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x