Armağan alıp vermenin hayatımızda nasıl bir yeri vardır? Soruya yanıt aramaya başka bir soruyla devam edebiliriz: Nedir armağan? Bir alma-verme eylemidir. İnsan, alan-veren bir varlıktır. Örneğin, nefes alır, nefes verir; ders alır, ders verir. Yaşam alma-vermelerle sürer gider. Belki biraz metafizik abartıyla diyebiliriz ki dünyaya doğuşumuz bir verilme, ölüşümüz bir alınmadır. Bu alma-verme dünyasında armağan nasıl bir alma-vermedir? Nasıl olmalıdır? Neden gönlümüzdeki gibi olamıyor armağan yaşantısı?
Yaşama ustalığı, bu alma vermeler sürecinin bir “hoş sedaya” dönüştürebilme becerisinde bulunur. Deyim yerindeyse, bir “armağanlaşma ustalığı” var mıdır ki, onunla insan bu gezegeni bir armağan gibi yaşasın? Bu sorulara yanıt arayışımıza önce toplumda yaygın armağan olaylarına kısaca bakarak başlayalım:
Neden armağan alıp veririz?
- Bir örf, bir töre olarak yaşanan armağan, örneğin kendini şöyle sözlerle ortaya koyar: “Bizde âdet böyledir, bunları geline armağan olarak getirdik.” Antropolojik ya da sosyolojik açıdan, ekonomik gerekçeleri de olan hemen hemen dünyanın bütün kültürlerinde yaşanan bir süreçtir, armağan alışverişi. Başka katkılarının yanında geleneğin kökleşerek toplumsal dayanışma amacına hizmet ettiği düşünülebilir.
- Sevindirme amaçlı armağan: “Çocuklara çikolata alayım da sevinsinler.”
- Yüreklendirmek için: “Sınıfını geçersen sana bisiklet alacağım.”
- Barışma, özür dileme amaçlı armağan: Çatışmaları sona erdirip, huzura ulaşma niyeti taşır.
- Başarıya verilen ödül olarak armağan: Kupalar, plaketler, madalyalar, paralar, övgüler biçiminde kendini gösterir.
- Kalbini kazanma armağanı: “Sen çok değerlisin” mesajı taşır. Bir özrü giderme, bir tutkuyu ya da duyguyu açığa vurma tarzı olabilir.
- Yem amaçlı armağan: Karşısındakini kullanmak, sömürmek, istenilen hedefe yöneltmek için verilenler bu gruba girer. Armağan biçiminde oy isteme, rüşvet verme bunun birkaç örneğidir.
- Ne kadar güçlü olduğunu belirtme amaçlı armağan: Toplumda etkin bir yer kazanma, kültürel ekonomik, siyasal açıdan iktidarını gösterme çabaları bu türden armağanlardır.
Bir armağan ne zaman gönülden yaşanan bir armağan olur?
Bu saydıklarımız şu ya da bu yorumlarla toplumda armağan olarak kabul edilenlerden bazıları. Peki, “ideal” armağanlaşmanın özellikleri ne olabilir? Bir armağan ne zaman gönülden yaşanan bir armağan olur? Yalnız veren açısından değil elbette, alan açısından da. Armağanlaşma sözcüğünü bunun için kullanmak durumundayım. “Ben gönülden verdim” demekle olmaz. Gönülden de alınmalıdır. Armağanlaşma hem sosyolojik hem de ahlak açısından “öteki” ile ilişkimizde bir mihenk taşıdır.
Gönülden armağan yaşantısı ile ilgili birkaç öneride bulunayım: Ne verenin ne de alanın kendini “zorlanmış” hissettiği, alanın da verenin de candan, gönül huzuruyla davrandığı, insanı özerk, özgür kılan bir ortamdır, gönülden armağan ortamı. Bu ortamda niyetler açıktır, içtendir, yalansızdır.
Yüce gönüllülük
Armağan ilişkisi, hep “çabası” olan, fazlalıklar, zenginlikler taşıyan ilişkidir. Kendiliğindendir. Art niyet yoktur. Sorgulama da gereksizdir, çünkü hesap yoktur. “Eyvah, nasıl kalkacağım bu armağanın altından?” kaygısı duyulmaz. Bir beklenti yoktur armağan ortamında. Bu alanı ve vereni içine alan (zaman zaman üçüncü kişileri de!) bu ortamın, neyi, ne zaman, nerede, nasıl, niçin, kime sorularına “uygun” yanıtlar verilebildiğinden dolayı, yüksek ahlak ve estetik değerlerin yaşandığı bir ortam olduğu söylenebilir. “Sen değerlisin”, “ilişkimiz değerlidir”, “ben de değerliyim”, “biz değerliyiz”, “yaşam değerlidir” mesajları taşır. Hem alan hem veren açısından yüce gönüllülük söz konusudur. Birbirlerinin varlıklarından duyulan memnuniyeti, sevinci dile getirir. Böyle bir ortamın oluşması yaratıcılık ister. Ortamdakilerin birbirlerini derinlemesine anlamalarını gerektirir. Bir anlama saygısıyla birlikte kendini anlatabilme kaygısı taşır.
Elbette böyle bir armağan ortamının varlığı, incelikler gerektirir. Armağanın anlamına ilişkin manevi değer duygusuna sahip olmayı; bir armağan duyarlılığı, “yüksek bir armağan zevki” taşımayı öngörür.
Neden gönülden armağan ortamları oluşturamıyoruz?
Gönülden armağan ortamları oluşturmak, içinde zaman zaman sürüklenip itildiğimiz acımasız yaşam koşullarında kolay kolay gerçekleşeceğe benzemiyor. İnsan gönül sahibi olamıyor çünkü. Kendi iç dünyasını birlikte yaşadığı insanların iç dünyalarına yolculuklar yapamadığı için keşfedemiyor. Böylesi gönül yitiği insanların dünyasında armağan bir hesap işi oluyor: “Ben onun kızının düğününde yarım altın takmıştım, bakalım o benim oğlumun düğününde ne takacak?” “Ona öyle bir hediye vereyim ki kıskançlıktan çatlasın.”, “Şunu armağanlarla kandırıp ayartayım.”, “Bu insanı armağanlara boğup kendime bağımlı kılayım”. Bu örnekler, deyim yerindeyse, armağan “patolojisi” olarak karşımıza çıkan niyet bozukluklarını; stratejik, taktik tuzaklarını gösteriyor.
“Beklentiler”, diğer bir “armağan durumu” sakatlığı: “Ben ona bunu vereyim, belki o bana şunu verir.”
Armağan ustalığı ve yaşama ustalığı
Armağan edeceği şeyi bilememe, armağan ederek istemeden de olsa karşı tarafı üzme, armağandan memnun olmama, armağan etmenin edene ıstırap vermesi, armağanla ilgili duygu bozukluklarından bazılarıdır. Yanlış insanlara yanlış armağanlar; armağan vermenin zamanını yerini, tarzını bilememe, ayrı bir fasıl armağan etme bozukluklarındandır.
Yaşama ustalığı, armağan ustalığı olmadan yaşanamaz. Usta olup olmadığınızın önemli ölçütlerinden biri de şu: Yaşamınızı bir gönülden armağan gibi mi yoksa bir ceza olarak mı görüyorsunuz?
Ben zaman zaman iki durumu da yaşayanlardanım. Demek ki çırak olmasam da hâlâ kalfayım demektir. Sözlerim bu hayatı bize armağan olarak anlatabilenlere armağan olsun.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Eylül 2020’de yayımlanmıştır.