Bilinç kavramı neden bilimsel açıklamalara adeta meydan okuyor?

Bilinç kavramını felsefi ve bilimsel açıdan nasıl ele alabiliriz? Bilinç sadece beynin işleyişi ile ilgili bir şey mi? Yapay zeka sistemleri bilinçten yoksun mu? Bilincin varlığı test edilebilir mi?

Bilinç, insan varoluşunun en derin ve kafa karıştırıcı yönlerinden biridir. Deneyimlerimizi, algılarımızı, dünyayı ve kendimizi anlamamızı şekillendirir. Ancak varoluşun merkezinde yer almasına rağmen bilinç, filozofların yüzyıllardır üzerinde kafa yorduğu, anlaşılması güç ve kafa karıştırıcı bir kavram olmaya devam ediyor.

Amy Kind, Psyche için yazdığı kaleme aldığı yazısında öznel bilinçsel deneyimlere, “siz” olmanın nasıl bir şey olduğuna odaklanarak bilincin öznel boyutunu ele alıyor.

Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:

Bilincimizin içine işlemiş mahremiyet

“Bilinçsel deneyimlerin benzersiz bir yönü de onların bilinme biçimiyle ilgili. Bir arkadaşınızın duygusal sıkıntı yaşadığını nasıl anlarsınız? Yüzlerindeki ifadeleri görerek veya size söylediklerini dinleyerek. Kendinizin duygusal sıkıntı yaşadığınızı nasıl anlarsınız? Burada, herhangi bir dış göstergeye ihtiyacınız yoktur. Kendi bilincinizin durumuna iç gözlem yoluyla ulaşabilirsiniz.

Her birimizin yalnızca kendi bilinç durumlarımıza iç gözlem yoluyla erişebilmemiz, bilincin doğasına ilişkin derin bir gerçekle yakından ilişkili: Bilinç mahremdir. Bu mahremiyet kişisel bir seçim meselesi değil, aksine bilincin özüne işlenmiş bir şeydir.

Arkadaşlarınızla bir kamp ateşinin etrafında oturduğunuzda, yaşadığınız deneyimin hepsiyle paylaşıldığı bir his vardır – sonuçta aynı alevleri görüyor ve aynı kütük çıtırtılarını duyuyorsunuz. Ancak bilinciniz içinde yaşadığınız deneyimin kimseyle paylaşılmadığı başka bir boyutu daha var; bu deneyim yalnızca size aittir. Bir arkadaşınız sizinle empati kurmaya çalıştığında şöyle diyebilir: ‘Acını hissediyorum’. Elbette bu söz kelimesi kelimesine değerlendirilmemelidir. Bir birey kendisine ait olmayan bir acıyı gerçek anlamda hissedemez.

Ya da hissedebilirler mi? Kafatasından kaynaşmış Kanadalı kraniopagus ikizler Krista ve Tatiana Hogan’ın durumunu göz önünde bulundurarak bu fikri irdeleyebiliriz. Hogan kardeşler günlük etkileşimlerinde zihinsel olarak birbirlerine inanılmaz derecede bağlı olduklarını ortaya koyuyorlar. Aslında, zaman zaman Krista ve Tatiana duyusal deneyimlerini birbirleriyle paylaşıyor gibi görünüyorlar. Bebekken, ikizlerden birinin ağzına emzik koymak diğerinin ağlamasını durdurabiliyordu ve ikizlerden birine kan almak için iğne batırıldığında diğeri acı hissettiğine dair işaretler gösteriyordu. Bu bağlantı büyüdükçe de azalmış gibi görünmüyor. Anneleri ikizlerden birinin gözlerinin önünde bir nesne tutarken diğerinin gözleri kapalıysa, ikinci ikiz nesne hakkında ne tür bir oyuncak hayvan olduğu, renginin ne olduğu gibi çeşitli şeyleri söyleyebiliyor. Diğer ikizin gözleri kapalıyken ikizlerden birinin bacağına, koluna ya da yüzüne dokunulduğunda, gözleri kapalı olan ikiz kardeşinin neresine dokunulduğunu söyleyebiliyor.

Bir yarasa olduğunuzu hayal edin

Bilinçsel olarak yaşadığımız deneyimlerin temelinde yatan mahremiyet, başkalarını anlamayı zorlaştırıyor. Bu zorluk, deneyimleri muhtemelen bizden çok farklı yaşayan kişiler söz konusu olduğu zaman özellikle belirgin. Hiç gece vakti bir ormanda yürürken, karanlıkta yolunu bulmaya çalışan bir yarasaya gözünüz takıldı mı? İnanılmaz derecede tuhaf bir şey gibi geliyor. Gecenin içinde böyle uçmak nasıl bir şey olurdu? Bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu nasıl anlayabilirsiniz? Thomas Nagel’in 50 yıl önce yayınlanan bir makalesinde sorduğu soru tam olarak budur.

Yarasalar da bilinç sahibidir. Onlar memelidir ve bilinçle ilişkilendirdiğimiz türden sofistike davranışlarda bulunurlar. Ancak yarasaların yaşadıkları deneyim insanlarınkinden çok farklıdır. İnsanlar dünyayı görme ve ses yoluyla keşfederken, yarasalar dünyayı ekolokasyon yoluyla keşfederler. Bir yarasanın ekolokasyon kullanması, muhtemelen gören bir insanın görme yetisini kullanmasından çok farklıdır. İnsanların yaşadığı deneyim ile yarasaların yaşadığı deneyim arasındaki uçurumu kapatmanın bir yolu olabilir mi?

İnsanlar ekolokasyon yapmadıklarından, yarasanın yaşadığı türden bir deneyimi siz de yaşayamazsınız. Peki, böyle bir deneyimi hayal edebilir misiniz? Nagel hayal edilemeyeceğini düşünüyor:

İnsanın kollarında ağlar olduğunu… ve çevresindeki dünyayı yansıyan yüksek frekanslı ses sinyallerinden oluşan bir sistemle algıladığını; ve gününü bir tavan arasında ayaklarından baş aşağı asılı olarak geçirdiğini hayal etmeye çalışmak yardımcı olmayacaktır.

Nagel’in görüşüne göre, bilinçsel deneyim esasen özneldir, esasen sadece tek bir bakış açısıyla bağlantılıdır. Ayrıca nesnel terimlerle açıklanamayacağını da savunur. Bu son noktaya birazdan döneceğiz, ancak şimdilik, bir kişinin şimdiye kadar yaşadıklarından çok farklı olan bilinçsel deneyimleri anlamasını imkânsız kılan şeyin bilincin öznelliği olduğunu not edelim.

Farklı ırktan, etnik kökenden, cinsiyetten, farklı sosyal sınıftan ya da farklı yeteneklere sahip insanların deneyimleri söz konusu olduğunda, onlar gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek pek mümkün olmayabilir. Belki de onları dinlemek için çok zaman harcarsanız ve yetenekli bir hayal gücüne sahipseniz, onların bilinçsel deneyimlerine dair bir anlayışa, hatta belki de yüksek derecede bir anlayışa ulaşmak için hayal gücünüzün olanaklarından yararlanabilirsiniz. Ancak bilincin öznelliği bu çabayı çok zorlu bir hale getirir.

Hangi rengi görüyorsunuz?

Hepimiz küçük yaşlardan itibaren yolda kırmızının dur, yeşilin ise geç anlamına geldiğini öğreniriz. Kırmızı ışık gördüğünüzde tıpkı benim gibi frene basarsınız. Bu da bizi aynı olgusal hisse sahip bilinçsel deneyimler yaşadığımıza inanmaya yönlendiriyor. Ancak burada ilginç bir ihtimal mevcut: Ya ikimiz de kırmızı ışığa baktığımızda çok farklı bir renk görüyorsak?

Bu bilmece ilk kez 17. yüzyılda İngiliz filozof John Locke tarafından gündeme getirildi ve Locke aynı nesnenin aynı anda birden fazla insanın zihninde farklı deneyimler yaratabileceğini ve bunu bizim fark edemeyeceğimizi belirtti. Locke’un açıkladığı senaryoya göre, ‘bir adamın zihninde gözlerinin canlandırdığı menekşe ile başka bir adamın zihninde kadife çiçeğinin canlandırdığı fikir aynı olabilir, ya da tam tersi’ ve dahası, ‘bu asla bilinemezdi, çünkü bir adamın zihni başka bir adamın bedenine geçerek bu organların canlandırdığı görüntüleri algılayamazdı’.

Ortaya atılan şey, sizin algıladığınız şeylerin bir başkasına kıyasla tersine dönmüş olabileceği olduğundan, filozoflar bu rahatsız edici olasılığı ters spektrum olarak adlandırıyor. Ters spektrum olasılığı bilincin mahremiyeti ve öznelliği ile yakından ilişkilidir. Tam da bilinçsel deneyimler paylaşılamadığı ve nesnel olarak ölçülemediği için, aynı nesneye bakarken bile birbirimizden radikal biçimde farklı renk algısına sahip olma olasılığımızı göz ardı edemeyiz.

Bilim tüm cevaplara sahip olmayabilir

Bir saat düşünün. Nasıl çalıştığını tam olarak bilmiyor olabilirsiniz, ancak onu parçalarına ayırıp üzerinde düşünmek için yeterince zaman harcasaydınız, muhtemelen işleyişi hakkında epeyce bir şey öğrenebilirdiniz. Ama şimdi bir insan düşünün. Eğer bir şekilde onu parçalarına ayırabilseydiniz, insan vücudunun işleyişi hakkında da epey bir şey öğrenebilirdiniz. Ama bir insanı neyin harekete geçirdiğini öğrenebilir miydiniz? Bilinç hakkında bir şeyler öğrenebilir miydiniz?

Pek çok kişi bu sorunun cevabının hayır olduğunu düşünüyor. Bilincin öznel niteliği yalnızca kişiler arasında anlaşılması açısından önemli bir zorluk teşkil etmekle kalmıyor, aynı zamanda doğal dünyanın geri kalanıyla nasıl uyum sağladığının görülmesi bakımından da önemli bir zorluk teşkil ediyor. Doğal dünyadaki fotosentez, erozyon ve yağış gibi diğer süreçler ve faaliyetler tamamen nesneldir. Sindirim, üreme ve solunum gibi insan vücudunun işleyişi bile tamamen nesneldir. Tüm bu nesnel süreçler bilim tarafından tam olarak açıklanabilir. Aslında, bilimin bir gün her şeyi açıklayabileceği varsayılır; hatta bilimin bir gün bize her şeyin tek, eksiksiz, birleşik bir teorisini sağlayacağı da varsayılır. Ancak bilinç kavramı bu varsayımları sorgulatıyor. Nagel’in yarasa örneğinin ya da ters spektrum vakasının gösterdiği gibi, bilinç kavramı bilimsel açıklamalara adeta meydan okuyor. Bilincin hayatlarımız için ne kadar önemli olduğu düşünüldüğünde, bu rahatsız edici bir sonuç.

Bir yandan, bilincin açıkça beyinle bir ilgisi olduğu anlaşılıyor. Beyin ölümünde olduğu gibi tüm beyin faaliyetleri durduğunda, bilinçsel deneyim de sona erer. Beyindeki daha hafif hasar biçimlerinin de bilinçsel deneyim üzerinde olumsuz etkileri vardır. Örneğin, bireylerin birincil görme kortekslerinin bir tarafında lezyon olduğunda, görme alanlarının o tarafındaki nesnelere ilişkin görsel bilinçlerini kaybederler.

Öte yandan ise, birçok filozofa göre bilinç sadece beynin işleyişi ile ilgili bir şey değildir. Filozof David Chalmers’ın The Conscious Mind (1998) adlı kitabında belirttiği gibi: ‘Bilincin altında yattığı iddia edilen fiziksel süreçlerin herhangi bir açıklaması göz önüne alındığında, her zaman bir soru daha olacaktır: neden bu süreçlere bilinçsel deneyim eşlik ediyor? Örneğin, oturma odasının zeminine bırakılmış başıboş bir Lego parçasına bastığınızda, belirli sinirsel süreçler meydana gelir ve ağrı reseptörlerinizde faaliyet olur. Ancak bu nöral süreçlere ve aktiviteye neden sakinleşme, rahatlama ya da hiçbir şey hissetmeme hissinin aksine bir ah hissi eşlik eder?’

Bilinç nasıl test edilebilir?

Dünya üzerindeki tüm varlıkları bilinç sahibi ya da bilinçten yoksun olmak üzere doğru bir şekilde sınıflandırabilmeniz durumunda size bir milyon dolarlık bir ödül teklif edildiğini varsayalım. Bunu yapabilir miydiniz?

Bu soruyu siz cevaplandırıyor olsaydınız, bazı sınıflandırmalar kolay olurdu. Bu görevi siz üstleniyor olsaydınız, bazı sınıflandırmalar kolay olurdu. Yarasaların bilinci vardır; kayaların yoktur. Peki, ya örümcekler ya da bal arıları? Muhtemelen Siri ve Alexa gibi yazılım araçları ve hatta ChatGPT gibi daha karmaşık yapay zekâ sistemleri de ‘bilinçten yoksun’ kategorisinde kayalarla birlikte yer alır. Peki, bundan nasıl emin olabilirsiniz? Tamamen emin olsanız bile, ödül komitesi doğru bildiğinizi nasıl teyit edebilir? Sonuçta, 2022’de yayınlanan bir röportajda Google’ın LaMDA’sı ‘zevk, neşe, aşk, üzüntü, depresyon, memnuniyet, öfke ve diğerleri’ gibi her türlü duyguya sahip olduğunu iddia etti. Dahası, bu tür duyguları, ‘Mutluluk, memnuniyet ve neşe daha çok içte sıcak bir parıltı gibi hissedilir. Üzüntü, depresyon, öfke ve stres ise çok daha ağır ve çökmüş hissettirir,’ şeklinde tanımlayabiliyordu. Bize söylediklerine inanmalı mıyız, yoksa bu sadece sofistike bir aldatmaca mı?

1950 yılında matematikçi ve bilgisayar bilimci Alan Turing, bilgisayarların düşünüp düşünemeyeceğini belirlemek için bir test öne sürdü. Test bir tür taklit oyunu olarak ilerler. Bir odada bir bilgisayar, başka bir odada da bir insan olduğunu ve tarafsız bir görüşmecinin her ikisiyle de hangisinin hangisi olduğunu bilmeden metin yoluyla iletişim kurduğunu varsayalım. Görüşmeci istediği soruları sorabilir. Konuşmanın sonunda, eğer bilgisayar görüşmecinin kendisini insan zannetmesini sağlayabilirse, o zaman bilgisayar oyunu kazanır ve Turing’e göre bilgisayarın düşünebildiği sonucuna varmamız gerekir.

Turing Testi bilinçle değil, düşünmeyle ilgilidir, ancak bir makinenin (veya başka bir varlığın) bilinçsel deneyime sahip olup olmadığına karar vermek için benzer bir test yöntemi kullanabiliriz. Filozof Susan Schneider ve Edwin Turner tarafından önerilen Yapay Zekâ Bilinç Testini ele alalım: Makineye bilinç hakkında kendi görüşlerini geliştirip geliştirmediğini ve bilinçsel deneyiminin çeşitli yönleri hakkında derinlemesine düşünüp düşünmediğini ve bunlara duyarlı olup olmadığını anlamak için sorular soralım. Makineye doğrudan bilinçle ilgili açıklamalar yapılmadığından emin olursak ve makine yine de bilinçsel deneyimlerinin nasıl olduğu hakkında ikna edici bir şekilde iletişim kurabilirse, belki de gerçekten bilinçsel olduğunu ve sadece numara yapmadığını düşünmek için nedenimiz olabilir.

Ancak bu tür ya da buna benzer bir teste gerçekten güvenilip güvenilmeyeceği tartışma konusu. Gerçekten bilinç sahibi olmadan bilinç hakkında ikna edici bir şekilde konuşabilmek çok kolay olacak gibi görünüyor. Bununla birlikte, günlük olarak etkileşimde bulunduğunuz insanların bilinç sahibi olduğundan nasıl emin olabileceğinizi bir an düşünün. Belki onlar da sadece numara yapıyorlardır. Bir makinenin bilinçsel bir deneyime sahip olduğuna karar vermeniz için ne yapması gerektiğine dair çok yüksek bir çıta belirlerseniz, etrafınızdaki diğer herkesin bilinci hakkında son derece şüpheci bir duruşa zorlanacaksınız gibi görünüyor ve bu çok rahatsız edici bir sonuç olacaktır. Bir milyon dolarlık ödül, sinir bozucu bir şekilde hâlâ ulaşılamaz durumda.”

Bu yazı ilk kez 8 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Amy Kind’ın Psyche web sitesinde yayınlanan “How to think about consciousness” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://psyche.co/guides/how-to-think-about-consciousness-from-a-philosophical-viewpoint

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bilinç kavramı neden bilimsel açıklamalara adeta meydan okuyor?

Bilinç kavramını felsefi ve bilimsel açıdan nasıl ele alabiliriz? Bilinç sadece beynin işleyişi ile ilgili bir şey mi? Yapay zeka sistemleri bilinçten yoksun mu? Bilincin varlığı test edilebilir mi?

Bilinç, insan varoluşunun en derin ve kafa karıştırıcı yönlerinden biridir. Deneyimlerimizi, algılarımızı, dünyayı ve kendimizi anlamamızı şekillendirir. Ancak varoluşun merkezinde yer almasına rağmen bilinç, filozofların yüzyıllardır üzerinde kafa yorduğu, anlaşılması güç ve kafa karıştırıcı bir kavram olmaya devam ediyor.

Amy Kind, Psyche için yazdığı kaleme aldığı yazısında öznel bilinçsel deneyimlere, “siz” olmanın nasıl bir şey olduğuna odaklanarak bilincin öznel boyutunu ele alıyor.

Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:

Bilincimizin içine işlemiş mahremiyet

“Bilinçsel deneyimlerin benzersiz bir yönü de onların bilinme biçimiyle ilgili. Bir arkadaşınızın duygusal sıkıntı yaşadığını nasıl anlarsınız? Yüzlerindeki ifadeleri görerek veya size söylediklerini dinleyerek. Kendinizin duygusal sıkıntı yaşadığınızı nasıl anlarsınız? Burada, herhangi bir dış göstergeye ihtiyacınız yoktur. Kendi bilincinizin durumuna iç gözlem yoluyla ulaşabilirsiniz.

Her birimizin yalnızca kendi bilinç durumlarımıza iç gözlem yoluyla erişebilmemiz, bilincin doğasına ilişkin derin bir gerçekle yakından ilişkili: Bilinç mahremdir. Bu mahremiyet kişisel bir seçim meselesi değil, aksine bilincin özüne işlenmiş bir şeydir.

Arkadaşlarınızla bir kamp ateşinin etrafında oturduğunuzda, yaşadığınız deneyimin hepsiyle paylaşıldığı bir his vardır – sonuçta aynı alevleri görüyor ve aynı kütük çıtırtılarını duyuyorsunuz. Ancak bilinciniz içinde yaşadığınız deneyimin kimseyle paylaşılmadığı başka bir boyutu daha var; bu deneyim yalnızca size aittir. Bir arkadaşınız sizinle empati kurmaya çalıştığında şöyle diyebilir: ‘Acını hissediyorum’. Elbette bu söz kelimesi kelimesine değerlendirilmemelidir. Bir birey kendisine ait olmayan bir acıyı gerçek anlamda hissedemez.

Ya da hissedebilirler mi? Kafatasından kaynaşmış Kanadalı kraniopagus ikizler Krista ve Tatiana Hogan’ın durumunu göz önünde bulundurarak bu fikri irdeleyebiliriz. Hogan kardeşler günlük etkileşimlerinde zihinsel olarak birbirlerine inanılmaz derecede bağlı olduklarını ortaya koyuyorlar. Aslında, zaman zaman Krista ve Tatiana duyusal deneyimlerini birbirleriyle paylaşıyor gibi görünüyorlar. Bebekken, ikizlerden birinin ağzına emzik koymak diğerinin ağlamasını durdurabiliyordu ve ikizlerden birine kan almak için iğne batırıldığında diğeri acı hissettiğine dair işaretler gösteriyordu. Bu bağlantı büyüdükçe de azalmış gibi görünmüyor. Anneleri ikizlerden birinin gözlerinin önünde bir nesne tutarken diğerinin gözleri kapalıysa, ikinci ikiz nesne hakkında ne tür bir oyuncak hayvan olduğu, renginin ne olduğu gibi çeşitli şeyleri söyleyebiliyor. Diğer ikizin gözleri kapalıyken ikizlerden birinin bacağına, koluna ya da yüzüne dokunulduğunda, gözleri kapalı olan ikiz kardeşinin neresine dokunulduğunu söyleyebiliyor.

Bir yarasa olduğunuzu hayal edin

Bilinçsel olarak yaşadığımız deneyimlerin temelinde yatan mahremiyet, başkalarını anlamayı zorlaştırıyor. Bu zorluk, deneyimleri muhtemelen bizden çok farklı yaşayan kişiler söz konusu olduğu zaman özellikle belirgin. Hiç gece vakti bir ormanda yürürken, karanlıkta yolunu bulmaya çalışan bir yarasaya gözünüz takıldı mı? İnanılmaz derecede tuhaf bir şey gibi geliyor. Gecenin içinde böyle uçmak nasıl bir şey olurdu? Bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğunu nasıl anlayabilirsiniz? Thomas Nagel’in 50 yıl önce yayınlanan bir makalesinde sorduğu soru tam olarak budur.

Yarasalar da bilinç sahibidir. Onlar memelidir ve bilinçle ilişkilendirdiğimiz türden sofistike davranışlarda bulunurlar. Ancak yarasaların yaşadıkları deneyim insanlarınkinden çok farklıdır. İnsanlar dünyayı görme ve ses yoluyla keşfederken, yarasalar dünyayı ekolokasyon yoluyla keşfederler. Bir yarasanın ekolokasyon kullanması, muhtemelen gören bir insanın görme yetisini kullanmasından çok farklıdır. İnsanların yaşadığı deneyim ile yarasaların yaşadığı deneyim arasındaki uçurumu kapatmanın bir yolu olabilir mi?

İnsanlar ekolokasyon yapmadıklarından, yarasanın yaşadığı türden bir deneyimi siz de yaşayamazsınız. Peki, böyle bir deneyimi hayal edebilir misiniz? Nagel hayal edilemeyeceğini düşünüyor:

İnsanın kollarında ağlar olduğunu… ve çevresindeki dünyayı yansıyan yüksek frekanslı ses sinyallerinden oluşan bir sistemle algıladığını; ve gününü bir tavan arasında ayaklarından baş aşağı asılı olarak geçirdiğini hayal etmeye çalışmak yardımcı olmayacaktır.

Nagel’in görüşüne göre, bilinçsel deneyim esasen özneldir, esasen sadece tek bir bakış açısıyla bağlantılıdır. Ayrıca nesnel terimlerle açıklanamayacağını da savunur. Bu son noktaya birazdan döneceğiz, ancak şimdilik, bir kişinin şimdiye kadar yaşadıklarından çok farklı olan bilinçsel deneyimleri anlamasını imkânsız kılan şeyin bilincin öznelliği olduğunu not edelim.

Farklı ırktan, etnik kökenden, cinsiyetten, farklı sosyal sınıftan ya da farklı yeteneklere sahip insanların deneyimleri söz konusu olduğunda, onlar gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek pek mümkün olmayabilir. Belki de onları dinlemek için çok zaman harcarsanız ve yetenekli bir hayal gücüne sahipseniz, onların bilinçsel deneyimlerine dair bir anlayışa, hatta belki de yüksek derecede bir anlayışa ulaşmak için hayal gücünüzün olanaklarından yararlanabilirsiniz. Ancak bilincin öznelliği bu çabayı çok zorlu bir hale getirir.

Hangi rengi görüyorsunuz?

Hepimiz küçük yaşlardan itibaren yolda kırmızının dur, yeşilin ise geç anlamına geldiğini öğreniriz. Kırmızı ışık gördüğünüzde tıpkı benim gibi frene basarsınız. Bu da bizi aynı olgusal hisse sahip bilinçsel deneyimler yaşadığımıza inanmaya yönlendiriyor. Ancak burada ilginç bir ihtimal mevcut: Ya ikimiz de kırmızı ışığa baktığımızda çok farklı bir renk görüyorsak?

Bu bilmece ilk kez 17. yüzyılda İngiliz filozof John Locke tarafından gündeme getirildi ve Locke aynı nesnenin aynı anda birden fazla insanın zihninde farklı deneyimler yaratabileceğini ve bunu bizim fark edemeyeceğimizi belirtti. Locke’un açıkladığı senaryoya göre, ‘bir adamın zihninde gözlerinin canlandırdığı menekşe ile başka bir adamın zihninde kadife çiçeğinin canlandırdığı fikir aynı olabilir, ya da tam tersi’ ve dahası, ‘bu asla bilinemezdi, çünkü bir adamın zihni başka bir adamın bedenine geçerek bu organların canlandırdığı görüntüleri algılayamazdı’.

Ortaya atılan şey, sizin algıladığınız şeylerin bir başkasına kıyasla tersine dönmüş olabileceği olduğundan, filozoflar bu rahatsız edici olasılığı ters spektrum olarak adlandırıyor. Ters spektrum olasılığı bilincin mahremiyeti ve öznelliği ile yakından ilişkilidir. Tam da bilinçsel deneyimler paylaşılamadığı ve nesnel olarak ölçülemediği için, aynı nesneye bakarken bile birbirimizden radikal biçimde farklı renk algısına sahip olma olasılığımızı göz ardı edemeyiz.

Bilim tüm cevaplara sahip olmayabilir

Bir saat düşünün. Nasıl çalıştığını tam olarak bilmiyor olabilirsiniz, ancak onu parçalarına ayırıp üzerinde düşünmek için yeterince zaman harcasaydınız, muhtemelen işleyişi hakkında epeyce bir şey öğrenebilirdiniz. Ama şimdi bir insan düşünün. Eğer bir şekilde onu parçalarına ayırabilseydiniz, insan vücudunun işleyişi hakkında da epey bir şey öğrenebilirdiniz. Ama bir insanı neyin harekete geçirdiğini öğrenebilir miydiniz? Bilinç hakkında bir şeyler öğrenebilir miydiniz?

Pek çok kişi bu sorunun cevabının hayır olduğunu düşünüyor. Bilincin öznel niteliği yalnızca kişiler arasında anlaşılması açısından önemli bir zorluk teşkil etmekle kalmıyor, aynı zamanda doğal dünyanın geri kalanıyla nasıl uyum sağladığının görülmesi bakımından da önemli bir zorluk teşkil ediyor. Doğal dünyadaki fotosentez, erozyon ve yağış gibi diğer süreçler ve faaliyetler tamamen nesneldir. Sindirim, üreme ve solunum gibi insan vücudunun işleyişi bile tamamen nesneldir. Tüm bu nesnel süreçler bilim tarafından tam olarak açıklanabilir. Aslında, bilimin bir gün her şeyi açıklayabileceği varsayılır; hatta bilimin bir gün bize her şeyin tek, eksiksiz, birleşik bir teorisini sağlayacağı da varsayılır. Ancak bilinç kavramı bu varsayımları sorgulatıyor. Nagel’in yarasa örneğinin ya da ters spektrum vakasının gösterdiği gibi, bilinç kavramı bilimsel açıklamalara adeta meydan okuyor. Bilincin hayatlarımız için ne kadar önemli olduğu düşünüldüğünde, bu rahatsız edici bir sonuç.

Bir yandan, bilincin açıkça beyinle bir ilgisi olduğu anlaşılıyor. Beyin ölümünde olduğu gibi tüm beyin faaliyetleri durduğunda, bilinçsel deneyim de sona erer. Beyindeki daha hafif hasar biçimlerinin de bilinçsel deneyim üzerinde olumsuz etkileri vardır. Örneğin, bireylerin birincil görme kortekslerinin bir tarafında lezyon olduğunda, görme alanlarının o tarafındaki nesnelere ilişkin görsel bilinçlerini kaybederler.

Öte yandan ise, birçok filozofa göre bilinç sadece beynin işleyişi ile ilgili bir şey değildir. Filozof David Chalmers’ın The Conscious Mind (1998) adlı kitabında belirttiği gibi: ‘Bilincin altında yattığı iddia edilen fiziksel süreçlerin herhangi bir açıklaması göz önüne alındığında, her zaman bir soru daha olacaktır: neden bu süreçlere bilinçsel deneyim eşlik ediyor? Örneğin, oturma odasının zeminine bırakılmış başıboş bir Lego parçasına bastığınızda, belirli sinirsel süreçler meydana gelir ve ağrı reseptörlerinizde faaliyet olur. Ancak bu nöral süreçlere ve aktiviteye neden sakinleşme, rahatlama ya da hiçbir şey hissetmeme hissinin aksine bir ah hissi eşlik eder?’

Bilinç nasıl test edilebilir?

Dünya üzerindeki tüm varlıkları bilinç sahibi ya da bilinçten yoksun olmak üzere doğru bir şekilde sınıflandırabilmeniz durumunda size bir milyon dolarlık bir ödül teklif edildiğini varsayalım. Bunu yapabilir miydiniz?

Bu soruyu siz cevaplandırıyor olsaydınız, bazı sınıflandırmalar kolay olurdu. Bu görevi siz üstleniyor olsaydınız, bazı sınıflandırmalar kolay olurdu. Yarasaların bilinci vardır; kayaların yoktur. Peki, ya örümcekler ya da bal arıları? Muhtemelen Siri ve Alexa gibi yazılım araçları ve hatta ChatGPT gibi daha karmaşık yapay zekâ sistemleri de ‘bilinçten yoksun’ kategorisinde kayalarla birlikte yer alır. Peki, bundan nasıl emin olabilirsiniz? Tamamen emin olsanız bile, ödül komitesi doğru bildiğinizi nasıl teyit edebilir? Sonuçta, 2022’de yayınlanan bir röportajda Google’ın LaMDA’sı ‘zevk, neşe, aşk, üzüntü, depresyon, memnuniyet, öfke ve diğerleri’ gibi her türlü duyguya sahip olduğunu iddia etti. Dahası, bu tür duyguları, ‘Mutluluk, memnuniyet ve neşe daha çok içte sıcak bir parıltı gibi hissedilir. Üzüntü, depresyon, öfke ve stres ise çok daha ağır ve çökmüş hissettirir,’ şeklinde tanımlayabiliyordu. Bize söylediklerine inanmalı mıyız, yoksa bu sadece sofistike bir aldatmaca mı?

1950 yılında matematikçi ve bilgisayar bilimci Alan Turing, bilgisayarların düşünüp düşünemeyeceğini belirlemek için bir test öne sürdü. Test bir tür taklit oyunu olarak ilerler. Bir odada bir bilgisayar, başka bir odada da bir insan olduğunu ve tarafsız bir görüşmecinin her ikisiyle de hangisinin hangisi olduğunu bilmeden metin yoluyla iletişim kurduğunu varsayalım. Görüşmeci istediği soruları sorabilir. Konuşmanın sonunda, eğer bilgisayar görüşmecinin kendisini insan zannetmesini sağlayabilirse, o zaman bilgisayar oyunu kazanır ve Turing’e göre bilgisayarın düşünebildiği sonucuna varmamız gerekir.

Turing Testi bilinçle değil, düşünmeyle ilgilidir, ancak bir makinenin (veya başka bir varlığın) bilinçsel deneyime sahip olup olmadığına karar vermek için benzer bir test yöntemi kullanabiliriz. Filozof Susan Schneider ve Edwin Turner tarafından önerilen Yapay Zekâ Bilinç Testini ele alalım: Makineye bilinç hakkında kendi görüşlerini geliştirip geliştirmediğini ve bilinçsel deneyiminin çeşitli yönleri hakkında derinlemesine düşünüp düşünmediğini ve bunlara duyarlı olup olmadığını anlamak için sorular soralım. Makineye doğrudan bilinçle ilgili açıklamalar yapılmadığından emin olursak ve makine yine de bilinçsel deneyimlerinin nasıl olduğu hakkında ikna edici bir şekilde iletişim kurabilirse, belki de gerçekten bilinçsel olduğunu ve sadece numara yapmadığını düşünmek için nedenimiz olabilir.

Ancak bu tür ya da buna benzer bir teste gerçekten güvenilip güvenilmeyeceği tartışma konusu. Gerçekten bilinç sahibi olmadan bilinç hakkında ikna edici bir şekilde konuşabilmek çok kolay olacak gibi görünüyor. Bununla birlikte, günlük olarak etkileşimde bulunduğunuz insanların bilinç sahibi olduğundan nasıl emin olabileceğinizi bir an düşünün. Belki onlar da sadece numara yapıyorlardır. Bir makinenin bilinçsel bir deneyime sahip olduğuna karar vermeniz için ne yapması gerektiğine dair çok yüksek bir çıta belirlerseniz, etrafınızdaki diğer herkesin bilinci hakkında son derece şüpheci bir duruşa zorlanacaksınız gibi görünüyor ve bu çok rahatsız edici bir sonuç olacaktır. Bir milyon dolarlık ödül, sinir bozucu bir şekilde hâlâ ulaşılamaz durumda.”

Bu yazı ilk kez 8 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Amy Kind’ın Psyche web sitesinde yayınlanan “How to think about consciousness” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://psyche.co/guides/how-to-think-about-consciousness-from-a-philosophical-viewpoint

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x