Romanlar, 9. yüzyıldan itibaren Hindistan’dan farklı ülkelere göç eden topluluklardan oluşuyor. O zamandan beri de Anadolu’da varlar. Zira, Türkiye, Romanların göç yolları üzerindeydi. Üstelik üç ana “Roman grubu” olan Rom, Dom ve Lomları bünyesinde barındıran tek ülke. Bu gruplardan batıya göç edenlere Rom, kuzeye göç edenlere Lom, doğuya göç edenlere Dom deniyor. Bir de İç Anadolu’da Romanlar gibi yaşayan Abdallar var.
Saydığımız grupların dışında birçok milletin bu topraklarda bir arada yaşaması göz önüne alınarak, ülkenin bir mozaik olduğuna vurgu yapmak amacıyla Anadolu’da kullanılan “72 buçuk millet” tabiri, bugün hâlâ kullanılıyor. Bu tabirin hangi yıl, kim tarafından ortaya atıldığı bilinmemekle birlikte, buçuk millet ifadesinin “Çingeneler”, bugün daha kabul gören tanımıyla “Romanlar” olduğuna yönelik güçlü rivayetler mevcut. Toplumun büyük bir kısmı, Romanları kültürel ve toplumsal farklılıklarından dolayı tam görmüyor veya görmek istemiyor. 72 buçuk millet tabiri, dilden dile ve nesiller arası dolaşmakla kalmadı, bir toplumun varlığını tehdit etti, hatta temel haklara erişimlerini engelleyecek ayrımcı davranışların, yasaların, mevzuatın alt yapısını oluşturdu.
Örneğin, düzenlemelerden önce 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı İskan Kanunu’nun 4. maddesi şöyle: “Türk kültürüne bağlı olmayan, anarşistler, göçebe çingeneler, casuslar ve memleket dışına çıkartılmış olanlar Türkiye’ye muhacir göçmen olarak kabul edilemezler.” denilerek çingeneler açıkça hedef gösterilmiş.
Ayrımcı pratikler mevzuatta, yasada bu madde ile sona ermemiş, bir diğer örnek, ‘Yabancıların İkamet ve Seyahati Hakkında Kanun’dur: “Tabiiyetsiz veya yabancı devlet tebaası olan Çingenelerin ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancı göçebelerin sınır dışı edilmelerine İçişleri Bakanlığı salahiyetlidir.” Görüldüğü üzere, kanunun ifadesiyle etnik kökenleri nedeniyle çingeneler, sınır dışı edilebileceklerdir.
Yine başka bir genelge İçişleri Bakanlığı’nın vatandaşlığa alma ile ilgili 23.10.2003 tarihli genelgesi. Genelgenin 12. maddesinde vatandaşlığa başvuran kişilerin “Dilencilik veya çingenelikle ilişkilerinin bulunup bulunmadığı…” bakımından incelenmesi söz konusu.
Ayrımcılık örnekleri elbette bu yasa ve mevzuatlarla sınırlı değil. Bu somut örnekler dünden bugüne “buçuk” tabirini besleyen, beslenen bu ayrımcı ve ötekileştiren söylemlerin küçük bir yansıması belki de.
Dünden bugüne kamu politikalarında Romanlar
Osmanlı Devleti’nde çingenelerin Mısır’dan geldiği düşünüldüğü için çingeneler, Mısır’ın yerli halkına verilen Kıbti ismiyle anıldılar.
Resmî belgelerde Kıbti-i Müslim ya da Kıbti-i Hristiyan gibi bir ayrıma tabii tutuluyor ve devletle olan ilişkileri bu ayrım üzerinden tanımlanıyordu. Bununla birlikte çingenelere özgü farklı uygulamalara da rastlanabiliyordu. Tarih profesörü Kemal Karpat, Osmanlı vergilerinin tanzimi için 1828/1829’da yapılan ilk nüfus sayımında, nüfusun Müslüman, Hristiyan, Ermeni, Yahudi ve Kıbti gibi gruplara ayrıldığına değiniyor. Bu örnek bize, Osmanlı döneminde çingenelerin bazen bağlı bulundukları milletin dışında, bağımsız bir kategoride ele alındığı söylüyor.
Vatandaşın devletle bağının seküler bir bağ olan yurttaşlık kavramı üzerinden kurulmasının amaçlandığı yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde ise, uzun yıllar boyunca, çingeneler nüfus cüzdanlarında Kıpti Müslüman olarak adlandırıldılar. Türkiye’de yaşayan başka hiçbir Müslüman etnik grup için geçerli olmayan bu uygulama neredeyse yarım yüzyıl boyunca devam etti. Çingene araştırmaları uzmanı Adrian Marsh, çingenelerin kimlik kartına “K” işareti konulması uygulamasının 1950’lerde sona erdiğini ifade ediyor. Araştırmacı Ali Mezarcıoğlu da bu durumun 1970’lere kadar devam ettiğini teyit ediyor.
Bu uygulamaya bakarak devletin, çingeneleri Müslüman halklar arasında ayrıştırdığını ve nüfus cüzdanları aracılığıyla çingeneleri uzun yıllar boyunca fişlediğini söylemek mümkün.
Sözlüklerde Çingene
Sadece kanun ve mevzuatlarda veya kamu politikalarında değil, sözlüklerde de ayrımcı yaklaşımlar söz konusu.
5 Ekim 2011 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı “çingene” kelimesinin sözlükteki karşılığını yeniden düzenleme kararı aldı. Buna göre, “esmer vatandaş, cimri, arsız, hırsız” gibi tanımlamaların çıkarılmasına karar verildi ve yayımlanan bir genelgeyle “Örnekleriyle Türkçe Sözlük” adlı eserde çingene kelimesinin birinci anlamı “İlk yurtları Hindistan’ın kuzey kesimi olan, bugün başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde yerleşik veya göç ederek yaşayan, yaşadıkları ülkenin ana dilini ve çingene (Romani) dilini konuşan topluluk” şeklinde değiştirildi. Tüm okul, kütüphane ve benzeri kurumlara gerekli değişikliklerin yapılması için talimat verildi.
Türk Dil Kurumu 22 Aralık 2003 tarihinde gerçekleştirdiği “Güncel Türkçe Sözlük Çalışma Grubu” çalışmaları neticesinde; “göz alıcı, çiğ pembe renk” anlamına gelen ‘çingene pembesi’nin anlam karşılığı “göz alıcı pembe” olarak; “palamut balığının yavrusu” olan ‘çingene palamudu’nun anlam karşılığı “palamut balığının eti lezzetli olan küçüğü” olarak değiştirdi. Yine Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu 4 Temmuz 2008 tarihinde tüm valiliklere gönderdiği 005173 Sayılı Genelge ile tüm okullarda bulunan sözlüklerde gerekli güncelleştirmelerin yapılması için talimat verdi.
Türkiye’deki romanların temel haklara erişimi
Roman gruplarının büyük çoğunluğu niteliksiz, herhangi bir beceri gerektirmeyen çoğunlukla toplumun yapmadığı ve düşük gelirli işlerde çalışarak geçimini sağlamaya çalışıyor.
Bu durum, var olan yoksulluğun gelecek nesillere aktarılarak bir kısır döngüye girmesine sebep oluyor. Hem yoksulluk hem yoksunluk içinde yaşayan Roman çocuklarının bu koşullarda sağlıklı bir şekilde büyümeleri, eğitime katılmaları ilerleyen zamanlarda nitelikli işe erişmeleri oldukça zorlaşıyor.
Nitekim çocukların yaşadıkları ekonomik zorluklar, önyargılar ve ayrımcılık, okula uyum sağlayamaması, okulda ihtiyaç duyulan araç gereçlerin ebeveynler tarafından karşılanamaması, tek odalı evlerde yaşam sürmeleri ve ders çalışacak ortamlarının olmaması, Roman okulları ve sınıflarının olması gibi konular nedeniyle birçok çocuk nitelikli eğitime erişemiyor.
Okuldan kopan ya da hiç okula erişemeyen çocuklar, çok küçük yaşta aile ekonomisine katkıda bulunmak için çalışma hayatına atılmak zorunda kalıyor. Bu durum çocukların ruhsal ve bedensel gelişimi adına çok ciddi sorunlar doğuruyor.
Romanların kötü barınma koşulları, çok küçük yaşta çalışma hayatına atılmaları, ağır şartlarda çalışmaları, erken evlilik ve erken gebelik gibi yaygın sağlık durumları, temel gıdaya ve temiz içme suyuna erişim sıkıntısı, toplumun yaşam ortalamasını da etkiliyor.
Romanlar yaşadıkları olumsuz koşulların yarattığı astım, bronşit, yüksek tansiyon gibi kronik sağlık sorunlarıyla mücadele ediyorlar. (Bunlara ek olarak özellikle gençler, uyuşturucu bağımlılığı sorunuyla baş başalar!) Sağlık hizmetlerine erişebildikleri zaman etnik kökenleri, ekonomik durumları, ikamet ettikleri yer veya dilleri üzerinden ayrımcı muameleye maruz kalabiliyorlar.
Göçebelikten yerleşik hayata
Romanların büyük çoğunluğu 1960’lara kadar icra ettikleri meslekler nedeniyle göçebe ve yarı göçebe konumundaydılar.
1960’lı yıllarda yerleşik hayata geçilmesi, 80’li yıllarda yavaş yavaş yaptıkları geleneksel mesleklerin değer kaybetmesi, yerleştirmeye yönelik devlet politikaları, Romanların şehir kenarlarına gecekondu ve barakalarla yerleşmesiyle sonuçlandı.
Çoğunluğu tapusuz olan bu evler, altyapıdan yoksun, şehrin çeperinde, tapusuz barakalardan oluşuyordu. Ailelerin büyümesiyle iki üç odadan oluşan evleri, zamanla tek odalı yerleşim alanlarına dönüştü.
Şehirlerin büyümesiyle birlikte gecekondu alanı ya da çöküntü alanı olarak tabir edilen bu yerler, kentsel dönüşümü gündeme getirdi. Roman grupların yaşadığı yerleşkeler yıkımlara ve kentsel dönüşüme en açık alanlar haline geldi. Kentsel dönüşüm ise ilave bir sıkıntı katmanı oluşturdu, Romanların genelde ihtiyaçları dikkate alınmaksızın şehir merkezlerinden uzakta yapılan sosyal konutlar beraberinde birçok sorun getirdi.
Gelir dağılımı bozukluğu pandemide de ortaya çıktı
Nisan 2020’den itibaren hükümet bir dizi ekonomik tedbirle pandemiden ve pandemiye karşı alınan önlemlerden etkilenen kesimlere yönelik sosyal politika uygulamaları başlattı ve bu tedbirler 2021 yazına kadar sürdürüldü.
İşten çıkartma yasağı, kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izinlilere destek, yoksul kesime para transferi dikkat çeken önlemlerin başında geldi.
Pandeminin ekonomik anlamda alt kesimleri daha kuvvetli vurduğu gerçeği Romanlarla bir kez daha karşımıza çıktı. Genelde Romanların kayıt dışı alanlarda istihdam imkânı bulabildikleri bilindiğinden, pandemiden son derece olumsuz etkilenmiş̧ olmalarını öngörmek şaşırtıcı değil.
‘Türkiye’de Roman Toplulukları ve Yoksulluk Araştırması’nda görüşülen ve anket çalışması yapılan 600 Roman vatandaştan pandemi sürecinde en az bir kere işsiz kaldığını belirten kişilerin oranı yüzde 65,9. Aynı çalışmada, pandemi döneminde kişisel gelirinde azalma yaşandığını ve gelirinin sıfırlandığını belirten kişilerin toplam oranı ise yüzde 88,9.
Politika önerileri
Yıllardır Romanların eğitim, istihdam, sağlık ve barınma hakkına erişmesine yönelik hak mücadelesi veren Sıfır Ayrımcılık Derneği olarak Şubat ayında yayımladığımız COVID – 19’un Türkiye’deki Roman Toplulukları Üzerindeki Sosyo-ekonomik Etki Araştırması, Romanların toplumun en dezavantajlı topluluklarından biri olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Toplum sosyal ve kültürel alanda ayrımcılık ve dışlanma; ekonomik alanda kayıtdışılık, işsizlik ve yoksulluk; siyasi alanda temsiliyet sorunu gibi birçok sorun ile karşı karşıya. Bu da Romanların sağlık, barınma, eğitim, çalışma ve benzeri temel haklarından yeterince faydalanamadıklarını, bölüşüm, tanınma ve katılım adaletsizlikleri yasadıklarını gösteriyor.
Tüm bu mevcut adaletsizlikler, Romanların kriz anlarında ortaya çıkan sosyal ve ekonomik hasarlardan kendilerini sakınma ve uğranılan hasarları onarma kapasitelerini düşük kılıyor. Bu araştırmanın bulguları, COVID-19 pandemisinin ekonomik ve sosyal etkileri hâlihazırda kırılganlığı yüksek olan Romanların yaşamlarında yıkıcı etkiler yarattığını, yaşadıkları eşitliksiz ve adaletsizlikleri derinleştirdiğini doğruluyor.
Romanların pandeminin uğradığı hasarların iyileştirilmesi ve gelecekteki benzer krizler karşısında dayanıklılığının artırılması için uygulanması gereken politikaların başlıkları araştırmamızda şöyle sıralanıyor:
Kayıt dışı ekonominin kayıtlı hale dönüştürülmesi, eğitim ve sağlıkta hak-temelli yaklaşımın gerçek anlamda uygulanması, vatandaşlık geliri uygulamasının başlatılması, hanelerde gider düşürücü önlemlerin alınması, mahallelerde öğrenci etüt merkezlerinin kurulması, yetişkin eğitimi programlarının yaygınlaştırılması, mahalle topluluk merkezlerinin kurulması, eğitim teşvik mekanizmalarının oluşturulması, kreş/okul öncesi eğitime önem verilmesi, krizlere yönelik direncin arttırılması, STK’lar ve yerel yönetimlerle işbirliklerinin tesis edilmesi, yerelde katılımcılık mekanizmalarının güçlendirilmesi…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 21 Haziran 2022’de yayımlanmıştır.