Öğrenme deneyiminin temelini güven ve merak duygusu oluşturur. Çocuk, ancak kendini güvende hissettiğinde çevresini merak etmeye, ilgi duymaya başlayabilir. Çocukların kendilerini güvende hissedebilmeleri hamilelikten itibaren anne ve babalarının onlarla tutarlı, destekleyici güven ilişkileri kurmaları ve fiziksel olduğu kadar sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını gözetmeleri ile mümkün olabilir.
Anne babaların çocuklarının duygularını savuşturmadan ve onların duygularına eşlik eden bedensel duyumsamalarına ve düşüncelerine karşı şefkatli bir merakla yaklaşmaları ve çocuklarını ayrı bir birey olarak saygıyla anlamaya, bir başka deyişle onları “öğrenmeye” çalışmaları çok önemlidir. Nitekim anne-bebek, anne/baba-çocuk arasındaki ilişki, çocukların sonraki “öğrenme ilişkilerinin”, öğretmen-öğrenci ilişkisinin temelini oluşturur. Çocuk, öğrenme yöntemini anne babasının ona karşı tutum ve davranışlarından öğrenmiş olarak okula gelir. Nitekim kavramsal bilgilerin edinilmesinde, çevre ile bedensel etkileşim aracılığıyla kazanılan duyudevinimsel (sensorimotor) deneyimlerin önemli rolü her geçen gün daha fazla anlaşılıyor ve bedenlenen biliş (embodied cognition) kavramı öne çıkıyor.
Çocuk ne zaman kendini güvende hissetmez?
Çocuk, bir yetişkin gibi hislerini/duygularını bağlama oturtamadığından derslerinde başarısız olduğunda ve/veya arkadaş edinemediğinde hissettiği çaresizlik ve umutsuzluğun nedenini anlayamayabilir. Anne babaların çocuklarının duygularına karşı yaygın yaklaşımı genellikle sevinç, mutluluk gibi duyguları olumlamak iken; kaygı, korku, üzüntü gibi olumsuz duygularını bastırma ya da savuşturma eğilimindedir. Kaygı, korku, stres gibi duygular uzaklaştırılması gereken “kötü” duygular olarak değerlendirilir. Çocuk katlanılması güç olumsuz duyguları ile başa çıkabilmek için kendisini duygusundan, dolayısıyla da kendisinden koparır. Kendisi ile bağlantısı kopuk olan bir çocuğun çevresi ile bağlantı içinde olması, öğrenmeye açık olması mümkün değildir. Bu kopuşun bir sonucu olarak çocuk kendisini güvende hissedemez.
Çocuğun çevresine ilgi duyması, canlı bir merak duygusunun gelişmesi için öncelikle kendisine ilgi ile yaklaşılmasına, duyguları, bedensel duyumsamaları ve ihtiyaçları ile bütünleşmiş olarak anne babasının ilgisinin odağına gelmesine, onlar tarafından keşfedilmek üzere merak edilmesine, kendisi ile uyumlanılmasına ihtiyacı vardır. Aksi taktirde çocuk görüldüğünü, duyulduğunu deneyimleyemez. Bu durum aynı zamanda çocuğun değersizlik duygusu yaşamasının da başlıca nedenidir. Kendisini, güvende hissetmeyen, değersiz, yetersiz bulan bir çocuğun dünyaya meraklı bir şekilde yönelmesi de beklenemez. Bilginin adeta yığılması anlamına gelen ezbere dayalı öğrenmenin gerçek bir öğrenme olmadığının da altını çizmek gerekir.
5 temel biyolojik ihtiyaç
Öğrenmenin ön koşulu olan duygusal ve fizyolojik iyi oluş için Dr. Laurence Heller, 5 temel biyolojik ihtiyaçtan söz eder. Bunlar, bağ kurma, uyumlanma, güven, özerklik, sevgi ve ileriki yaşlarda cinselliktir.
- Bağ kurma: Bedenimizle ve duygularımızla temas içinde olabilme ile başkaları ile bağ kurabilme yeterliliklerini,
- Uyumlanma: İhtiyaçlarımızla ve duygularımızla uyumlanabilme ile fiziksel ve duygusal beslenme için girişimde bulunabilme ve fiziksel ve duygusal olarak beslenebilme yeterliliklerini,
- Güven: Sağlıklı bağlanma ve ilişkili-özerk olabilme yeterliliklerini,
- Özerklik: Uygun şekilde sınır koyabilme, hayır diyebilme ve sınırları belirleyebilme, korku ve suçluluk duymadan kendimizi ifade edebilme ve ifade özgürlüğünü içselleştirme yeterliliklerini,
- Sevgi: Açık bir kalple yaşayabilme yeterliliklerini kapsar.
Çocuğun temel biyolojik ihtiyaçlarının karşılanamadığı durumlarda kendisinden, dolayısıyla çevresinden koparak kendisini koruma altına alır. Çocuk, savunmacı, kavgacı, tartışmacı, öfkeli bir tutum içinde “savaş” durumunda olabileceği gibi, dikkati dağınık ve kaygılı bir halde “kaç” durumunda ya da pasif ve kaçıngan bir tutum içinde “donma” durumunda olabilir. Tepkileri savaş veya kaç ya da donma tepkileridir. Çocuk, güven içinde, meraklı, şefkatli bir şekilde “sosyal ilişkisellik” durumunda değildir. Sinirbilimci ve psikiyatrist Prof. Stephen Porges, kişinin kendisini güvende hissetmesinin koşulunun tehdit veya tehlikenin olmaması hali değil, kişinin “sosyal ilişkisellik” durumunda yani çevresindeki insanlar ile bağlantı içinde olması hali olduğunu vurgular.
Bu sebeple de çocuğun okulda öğrenebilmesi için “bağ kurarak” kendisini güvende hissetmeye başka bir deyişle donuk, kaygılı veya savunmacı durumdan çıkıp “sosyal ilişkisellik” durumuna geçebilmesi için kendisi ile uyumlanan, onu değerli bulan yetişkinlere ihtiyacı var.
Kapsayıcı ebeveyn rolü nedir?
İşte bu noktada okul ikliminin ve öğretmenin çocuk üzerinde çok etkili bir rolü vardır. Öğretmeninin etkisi ile hayatı değişen çok sayıda insan olmasının nedeni de budur. Çocuk okula başlandığında, öğretmen onun zihinsel temsilinde “kapsayıcı ebeveyn” rolündedir. Ancak öğretmenin de bir geçmişi, çocukluğu, içselleştirdiği “öğrenme ilişkileri” vardır. Öğretmenin kendisi de “savaş”, “kaç” ya da “donma” durumunda olabilir. Böyle bir durumda çocuk kendini ve deneyimlerini daha da sınırlar ve çevreye karşı kendisini tamamen kapatabilir. Adeta çocukluğunun tutsağı olur.
Duyguları, ihtiyaçları şefkatli bir özen ile gözetilmeyen çocuklar başta anne babaları olmak üzere ya çevresindekilerin ihtiyaçlarını gözetmeyi öğrenirler ve onların ihtiyaçlarına yanıt vermeye odaklanırlar ya da çevresindeki insanlara karşı kendilerini tamamen kapatabilirler. Artık dünya merak edilmeye değer güvenli bir yer değildir. Bu sebeple de okullardaki “uyumlu”, “iyi çocuk”, “öğretmenin gözdesi” çocuklara özellikle dikkat edilmesi gerekir. Onlar belki de karşısındakini sürekli memnun etme ihtiyacı içinde hareket eden kendi ihtiyaçlarından kopuk çocuklar olabilir. Bu çocuklar gözetilmek yerine başkalarının ihtiyaçlarını gözetmeyi öğrenerek büyüyen, sevilmeme ve reddedilmenin acısını yaşamamak için erken yaşlardan itibaren kendisinden beklenildiği gibi davranmayı öğrenmiş, kendisi olmaktan uzaklaşmış çocuklardan olabilirler. Sevilmeme riskine karşı otantisitesinden1 vazgeçmiştir ve sürekli olarak kendisini tekinsiz ve güvensiz hisseder.
Uyarlanmış hayatta kalma tarzları
Dr. Laurence Heller, temel biyolojik ihtiyaçların karşılanamadığı durumlarda “uyarlanmış hayatta kalma tarzlarının” oluştuğunu ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan aşağıdaki temel güçlüklerden söz eder:
- Hayatta kalmak üzere uyarlanmış bağ kurma tarzı: Fiziksel ve duygusal benliğinden kopuktur başkaları ile ilişki kurmada zorluk yaşar.
- Hayatta kalmak üzere uyarlanmış uyumlanma tarzı: İhtiyaçlarını tespit etmekte zorluk yaşar, ihtiyaçlarının karşılanmasını hak etmediğine inanır.
- Hayatta kalmak üzere uyarlanmış güven tarzı: Sadece kendine güven duyabileceği başka kimseye güven duyulamayacağı duygusuna sahiptir. Kontrolü devamlı bir şekilde elinde tutma ihtiyacını hisseder.
- Hayatta kalmak üzere uyarlanmış özerklik tarzı: Kendisini bir yük olarak ve baskı altında hisseder, “hayır” demekte ve sınır koymada güçlük yaşar.
- Hayatta kalmak için sevgi ve cinsellik tarzı: İlerleyen yıllarda kalp ve cinselliği bütünleştirmede zorluk yaşar, dış görünüş ve performans temelli “öz güven” geliştirir.
Çocukluklarını hatırlamayan insanların ya hiçbir şey yaşamadıkları ya da çok fazla şey yaşadıkları düşünülebilir. Nitekim bastırma ve dissosiye olma, başka bir deyişle ayrılma, bölünme, kopma, çözülme gibi yoğun hisler ile başa çıkma yöntemidir.
Hafıza açısından çok kritik bir role sahip bölge “hipokampus”dur. Hipokampus hemen hemen her duygusal durumunuzdan sorumlu olan beyindeki limbik sistemin önemli parçalarından birisidir ve beynin orta bölmesi olan temporal lobun içinde bulunur. Söyleneni, görüleni, hatırlamak üzere geri çağırabilen bellek, açık bellek de denilen uzun süreli bellektir ki, bu hatırlama hipokampüsün marifetiyle gerçekleşir.
1, 1,5 yaş civarında gelişmeye başlayan uzun süreli belleğin tamamen gelişmesi 4 yaşı bulur. İlk 3 yıla ait çok az şey hatırlanmasının nedeni hipokampüsün gelişmemiş olmasından kaynaklanır. Anısız ortaya çıkan yoğun bunaltıcı duygular örtük hafıza marifetiyle olur. Örtük belleğin doğumdan 3 ay önce, sinir sisteminin ise hamileliğin 4’üncü haftasında gelişmeye başladığı biliniyor. Annenin hamileliği sırasında korku, kaygı dolu olması ve/veya hamileliğini kabullenmediği durumlarda korku çocuğa da geçer.
Stres altındayken beyin
Beynin gelişimi yetişkinlikte de devam eden bir süreçtir. Hamilelikte annenin deneyimleri, annenin başına gelenler çocuğun beyin gelişimini etkilemektedir. Bazı çocukların korkularının doğum öncesi döneme mi, yoksa doğum sonrası döneme mi ait olduğunun anlaşılması kolay değildir. Bazı insanların psikedelik2 madde etkisi altında kendileri embriyo iken anneleri tarafından reddedildiklerine dair deneyimlerini hatırlayabilmektedirler.
Hatırlayamama, çok fazla stres yaşandığı ve hipokampusun bunaldığı anlamına gelir ki bu aslında bir koruma tepkisidir. Stres altındayken beynin stres hormonlarının adeta seli altında kalması hipokampusu devre dışı bırakır. Açık bellek olgunlaştıkça daha çok şey hafızada şifrelenmektedir. Ancak bu durum hatırlamadığımız anlamına gelmez. Erken döneme ait anılar dil öncesi döneme aittir ve duygu ve beden hafızasındadır. Geçmiş, “şimdi”de örtük bir şekilde sürmektedir. Şimdiye tepki verdiğini zannederken kişi ya da çocuk adeta bir tür flashback (geri dönüş, geçmişe dönüş) yaşamakta ve aslında geçmişe ait bir duruma tepki vermektedir. Çocuk kendisi de verdiği tepkinin yoğunluğuna anlam veremez. Geçmiş her ne kadar hatırlanamasa da sürekli olarak kendisini “şimdide” göstermektedir. Şimdi’nin geçmişten çok daha önemli olduğunun hatırlanması gerekir. Yaşananlar karşısında verilen abartılı tepkilerin tamamı dil öncesi döneme ait deneyimler kaynaklıdır. Erken çocukluk döneminde olanlar hatırlanmadığı için sadece duygu ve beden hafızası devrededir. Somatik hafıza ya da beden hafızası örtük belleğin bir formudur. Bir anı ile sadece bilişsel düzeyde çalışıldığında, beden düzeyinde çalışılmadığında derinliğe inmek mümkün olmaz. Çok sık insanlardan tutum ve davranışlarının nedenlerini bildiklerini duyarız. Ancak biliş düzeyinde bilme ya da zihinle anlamlandırma hiçbir zaman yeterli olmadığından biliş düzeyinde bir farkındalık değişim için yeterli değildir. Değişim için deneyimsel farkındalığa, beden hafızası ile çalışılmasına gerek vardır. Beynin şefkat ve empatiden sorumlu bölgesi olan insuların3 ancak çocuğun/yetişkinin kendi bedensel duyumsamalarına farkındalığı arttıkça ve kendisini zihin-beden bütünlüğü içinde deneyimlediğinde kalınlaştığı bilinmektedir.
Kor inanç nedir?
Çocuğun/yetişkinin kendisine ait kor inançları erken dönemde oluşur. Eğer kişinin farkındalığı düşükse, kendisi ile bağlantısını kaybeder ve kor inançları gerçekliğini etkisi altına alır. Nitekim tepkiler “algılanan” gerçekliğe verilir. Çocuğu/yetişkin kendisini dil öncesi döneme ait kor inançları ile tanımlar. Çocuğun kendisi hakkındaki düşünceleri, kendisini nasıl gördüğü sorularına verdiği yanıtlar kor inançlarını ortaya koyar. Kor inançları kişinin kendisi ile kurduğu ilişkinin ve kendisine karşı kullandığı dilin niteliğinin keşfedilmesini sağlar. Kişi kendisini kor inançları ile yargılar.
Eğer çocuk/yetişkin kendisini kusurlu olarak görüyorsa, yetersiz buluyorsa ve kendisine karşı yargılayıcı bir tutum içinde ise tüm potansiyelini göremeyeceği için kendisi ile ne şefkatli bir bağ kurabilir ne de otantik olabilir. Kendisini bugüne kadar geliştirdiği başa çıkma mekanizmaları ile adeta “sahte benlik” üzerinden tanımlar. Herkesin kendisi hakkında kendini sınırlayıcı temel inançları vardır. Kişi kendi zannettiği kişiden çok daha fazlasıdır. Tam da bu nedenle çocukların ve yetişkinlerin sadece davranışları ve kendisi hakkındaki kor inançları ve başarısızlıkları ile değil bütün bunların arkasındaki ful potansiyeli ile bağ kurulmaya ihtiyaçları vardır. En sık karşılaşılan temel inançlar: Yetersizlik, değersizlik, “mükemmel olmalıyım”, “benim hatam” kor inançlarıdır. Travma bilgisine dayalı kapsayıcı eğitim sistemi, öğretmenler ve öğrencilerin sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını dikkate alan, öğrenme deneyimi üzerinde yaratılan kültürel atmosferin önemine okul ikliminin güçlendirilmesine dayalı bir yaklaşımdır ve öğrenme sürecini yalnız bilişsel süreçlere indirgemez. Tüm eğitim uygulamalarının okul aile işbirliği içinde çocuk ile öğretmenin birlikte desteklendiği yaratılan güvenli okul ortamında gerçekleştirilmesi yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü çok önemlidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.
- Bir nesnenin varlığını ya da tözünü (cevherini) oluşturan şey. Geçmişteki bir şeyin ‘aslına uygunluğuna’ ilişkinlik…
- Grekçe “psişe” ve “delos” kelimelerinin birleşiminden oluşur; gözle görülmeyen ruhsal dünyanın görünür hale gelmesini ifade eder.
- Insular lob ya da adası dilmik, beyinin dış yüzeyinde görünen ön lob, paryetal lob, arka lob ve şakak loblarının altında ve içeride konumlanmış ve ancak diğer loblar aralanınca görünebilen lobudur. İnsula lobu anne rahmindeki ceninin ikinci ayında, beyin gelişiminde önemli aşamaların gerçekleştiği süreçte, büyümesi kısmen daha yavaş gerçekleştiği için diğer loblar tarafından sarılmaya başlanır ve böylece daha içeride kalır. Kalbin atış düzeni, koku ve tad duyularımızda, hafıza gibi işlevlerde önemli görevleri vardır. Diğer ilgili loblarla birlikte konuşma üzerinde de görevleri olduğu biliniyor.