Depreme dirençli yerleşimler inşa etmek mümkün mü?

Deprem gibi afetlere dirençli kentleri, yerleşimleri nasıl inşa edebiliriz? Riskler nasıl azaltılır? Deprem bölgesinin yeniden inşa sürecine nelere dikkat edilmeli? Dünyadan benzer örnekler bize ne söylüyor? Doç. Dr. Meltem Şenol Balaban yazdı.

6 Şubat 2023 Pazartesi günü art arda yaşanan Kahramanmaraş Depremleri sonrası büyük kayıplar yaşadık. Enkaz altında kalan canlarımızı kurtarmak, yaralarımızı sarmak için canla başla yürütülen çalışmalara tanıklık ediyoruz. Benzer şekilde akademik çevrelerde, konunun uzmanları arasında da bir koşturmaca hâkim. Depremlerin hemen sonrasında kısa sürede üniversiteler üstü gönüllü ekipler kuruldu, sahaya gidildi, sahaya gidenler sahada olmayanlarla beraber şu an ortak çalışmalar yürütüyorlar. Zamana karşı yürütülen tüm bu çalışmalar çok değerli. Bir yandan depremden etkilenenlere yardım eli uzatılırken, diğer yandan hasarın nasıl ve ne düzeyde olduğu bilimsel olarak çözümlenmeye ve değerlendirilmeye çalışılıyor. Benzer yıkımların bir daha yaşanmaması adına gelecek nesiller için tüm süreci kayıt altına almaya, araştırıp değerlendirmeye ve bulguları kamuoyu ile paylaşmaya çabalıyoruz. Bu çabalar; güvenli bir deprem ülkesi olabilmemiz için yakın gelecekte ne yapmamız, neleri düzeltip değiştirmemiz gerektiğine ışık tutacak. Umarız gelecekte karar verici konumunda olanlar bu bulgu ve saptamalardan faydalanırlar, böylelikle çocuklarımız depremlerin açtığı yaraların bu denli derin olmadığı bir ülkede yaşama şansına sahip olurlar.

Hepimizi derinden etkileyen onca haber akışı arasında metanetimizi koruyarak bir şeyler söylemek ya da yazmak oldukça zor. Öte yandan, konuşulması ve tartışılması gereken pek çok kritik konu da var ve bu konuları ele almanın tam da zamanı şimdi. Bu kısa yazıda, “Önümüzdeki dönemde bizleri neler bekliyor?” sorusundan hareketle, yol gösterici olması amacıyla bazı öncelikli konuları ele alacağım.

Afet yönetiminde acil müdahale aşaması

Afet kayıp ve zararlarını en aza indirmek için gereken tüm eylem ve müdahalelerin planlanıp aşamalarıyla uygulanması süreci “afet yönetimi” olarak tanımlanıyor. Afet öncesinde risklerin yönetilmesi, önlem ve hazırlıklı olma etkinlikleri aşamasından başlayıp afet sırası ve sonrasındaki etkinliklere kadar uzanan afet yönetimi, uzun soluklu ve çok boyutlu bir süreç.

Kahramanmaraş Depremleri sonrasında ülkemizde şu an, afet yönetimi sürecinin afet sonrası aşamalarından ilki olan acil müdahale aşamasını deneyimledik. Bu aşamada; arama-kurtarma, ilk yardım ve tıbbi müdahale, iaşe ve geçici barınma hizmetlerinin sağlanması yoluyla afet sonrası can kurtarma ve hayatta kalanlara acil destek götürmeye çalıştık. Bundan sonraki aşama ise hayatta kalanların kendilerini toparlamasına yardım etmek ve deprem bölgesinde gündelik yaşamın en kısa sürede normale dönmesini sağlamaktır. Tüm ülke olarak şu an bu amacı hayata geçirmeye çalışıyoruz.

Depremlerin olduğu ilk andan itibaren bölgedeki yoğun yardım taleplerinin karşılanması için farklı toplum kesimleri seferber oldular. Depremden etkilenmemiş illerde başta belediyeler ve sivil toplum örgütleri olmak üzere çeşitli aktörler öncülüğünde hızlı organizasyonlar yapılarak bölgeye yardımlar gönderildi, hâlâ da gönderilmeye devam ediyor. Sonrasında bu yardımlara uluslararası olanlar da eklendi. Bu süreçte gözlemlediğimiz şeylerden birisi de gerek yurt içi gerekse yurt dışından gelen yardımların bölgeye zamanında ulaştırılmasındaki güçlükler oldu.

Deprem bölgesi dışından gönderilen yardımların eş zamanlı nakledilmesinde ortaya çıkan yoğunluk, zaman zaman bu yoğunluğa eşlik eden koordinasyon sıkıntıları, altın saatlerde1 ve sonrasında (ilk 72 saatte) yardım ekiplerinin, iş makinelerinin ve gerekli diğer kurtarma teçhizatının alana erişmesini zorlaştırdı. Bu durum, afet yönetiminin acil müdahale aşamasının önemli bir diğer bileşeni olduğunu da gösterdi. Bu bileşen; afet bölgesindeki kritik altyapı sistemlerinin çalışır hale getirilmesidir.

Kritik alt yapıyı çalışır hale getirmek

Bölgeye erişimi sağlayan ulaşım hatlarındaki sorunların acil bir şekilde tespit edilmesi, özellikle erişim ve tahliyeyi sağlayan ana arterlerden başlamak üzere gerekli onarım çalışmalarının yapılması yaşamsal önemdeki konular. Bu depremlerden sonra da gördük ki karayollarındaki yarıklar, çökmeler, köprü hasarları, liman ve havaalanında yaşanan sorunlar, kentsel ve kırsal alanlara ilk intikallerde ciddi gecikmelere yol açabiliyor. Altın saatlerde acil yardım bölgelerine gecikmeli intikaller, maalesef enkazdan canlı çıkma ihtimallerini azalttı, azaltıyor.

Kritik altyapı sistemlerinden olan elektrik, doğalgaz ve içme suyu şebekelerinin zarar görmesi; deprem bölgesindeki yerleşimlerde ısıtma, aydınlatma ve su temininde sorun yaşanmasına yol açıyor. Bu da hayatta kalanların, yetersiz beslenme, soğuk ve yağış, hijyen yetersizliği gibi sorunlara maruz kalmalarına neden oluyor. Depremlerin üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmiş olmasına karşın hâlâ pek çok bölgede portatif tuvalet ve duş ihtiyacının yeterli düzeyde karşılanamadığını görüyoruz. Depremden etkilenen her ilde eş düzeyde olmasa da, acil barınma, tuvalet ve banyo ihtiyaçlarının hızlıca giderilmesi, salgın hastalık gibi ikincil bir afete yol açmamak için elzem.

Bu aşama kapsamındaki konulardan bir diğeri ise geçici barınma ortamlarının oluşturulması. Her ne kadar depremden etkilenen bölgelerden diğer bölgelere tahliyeler başladıysa da bunların ne kadar kalıcı olacaklarını bilemiyoruz. Depremzede ailelerin yıllardır yaşamakta oldukları kentlerine, mahallelerine dönmek isteyeceklerini önceki deneyimlerimiz gösteriyor. Dolayısıyla depremden etkilenen kentlerde, acil bir şekilde çadır alanlarının kurulması, sonrasında ise bunları prefabrik konutlardan oluşan geçici barınma alanlarının izlemesi gerekiyor. Yaralar acil bir şekilde geçici barınma alanları ile sarıldıktan sonra kalıcı konutların yapılması önem taşıyor. Ancak bu kalıcı konutlar planlanıp inşa edilirken hız yerine akılcıyı planlamayı ortaya koymak gerekiyor. Böylece oluşturulacak yeni konut alanlarının sadece depreme değil, taşkın başta olmak üzere diğer tehlikelere karşı da dayanıklı olmaları ve nitelikli yaşam çevreleri oluşturmaları güvence altına alınabilsin.

En kötü senaryoyu dikkat almak

Benzer afetler dünyanın pek çok yerinde uzun yıllardır yaşanıyor. Japonya’daki Sendai şehrinin de etkilendiği 2011 Tohoku Depremi sonrası yaşanan tsunami olayında da olduğu gibi afet yönetimi alanında örnek bir ülke olan Japonya’da da afet sonrası büyük kayıplar yaşanabiliyor. O dönem kayıpların büyük çoğunluğu depremin yarattığı sarsıntıdan ziyade tsunamiden kaynaklandı. Mevcut hazırlıklar ve senaryolar, o düzeyde tsunami dalgalarının olacağını öngörememişti. Ancak bu deprem ve sonrasında yaşanan tsunami de gösterdi ki; tehlikelerin öngörülemeyen boyutları, yeterli hazırlığı olmayan ve zarar görebilirliği yüksek olan alanlarda büyük yıkımlara yol açabiliyor, nükleer santral örneğinde olduğu gibi yıkıcı etkiler olarak ikincil tehlikelere de kapı açabiliyor. Bu afet sonrası öğrenilenlerden birisi de hazırlık çalışmaları kapsamında en kötü senaryodan kaynaklanan riskleri esas almak.

Depreme dirençli kentler için hangi tedbirler alınmalı?

2011 Tohoku Depremi’ni yerinde yaşayan birisi olarak, deprem tehlikesinin yüksek olduğu ülkelerde depreme dayanıklı yapılmış ya da güçlendirilmiş binaların ne kadar önemli olduğunu söylemem gerek. Yüksek şiddetli ve uzun süren bir depremin binalarda herhangi bir yıkıma yol açmamış olması deprem öncesi yapılan risk azaltma çalışmalarının ne denli önemli olduğunu gösteriyor.

Deprem tehlikesi söz konusu olduğunda risk azaltma stratejilerinin başında; kentsel kullanımlar için doğru yer seçimi, zemini uygun olmayan alanların yapılaşmaya kapatılması, zemin niteliği bakımından özel önlem gerektiren alanlarda yapı tipi ve kat yüksekliklerinin uygun şekilde belirlenmesi, yapılaşma öncesi zeminde ve temel sistemlerinde gerekli önlemlerin alınıp koşulların sağlanması ve yapılaşmanın plan ve projelere uygun olarak gerçekleştirilmesi gelir.

Bunlarla birlikte, kentsel alanlarda yapı yoğunluğunun yeterli açık-yeşil alanları içerecek şekilde olması, tahliye ve yardım desteğinin erişimi için gerekli olan ana yolların uygun genişlikte, süreklilik ve sağlamlıkta oluşturulması, kritik altyapı sistemlerinin dayanıklılığının güvence altına alınması da diğer önemli risk azaltım stratejileri arasında.

Yukarıda bahsettiğim şartları biraz detaylandırmak gerekirse, örneğin özellikle tahliye yollarının deprem olduğunda yıkılmayacak binalardan olması tüm mahalleliye erişilebilmek veya mahallelinin güvenli toplanma alanlarına tahliye olabilmesi için hayati önemde olduğundan buradaki binaların her şeyden önce sağlam yapılması ve güçlendirilmesi gerek. Yol genişliği konusu da çevresindeki binaların yüksekliği ile orantılı. Bütün tedbirlere rağmen yıkılırsa bırakacağı enkazla yollarda geçişi sağlayacak yeterli açıklık olmalı.

Kaynak: NAKABAYASHI, JICA Teknik Semineri (Webinar), 1.10.2020

Burada temel varsayım; risk azaltma aşamasında ne kadar başarılı olunursa, deprem gibi olayların afetlere dönüşmeyeceği, deprem olduktan sonrasındaki acil müdahale aşamasında da o kadar başarılı olunacağıdır.

Daha açık bir deyişle, depremde ne kadar az yapı yıkılırsa, kaldırılacak enkaz, sarılacak yara ya da kurtarılacak can o kadar az olur. Bu da afet sonrasında, acil müdahale için oluşturulan sistemin kapasitesini aşmayan bir iş yükü ile karşılaşmak demektir. Kahramanmaraş Depremleri sonrasında yaşadıklarımız, afet öncesi risk azaltma aşamasındaki başarısızlığımızın sonucu aslında. Afet öncesi azaltamadığımız riskler, afet sonrasında karşımıza mevcut kapasiteyi aşan bir acil müdahale bilançosu çıkardı.

Dolayısıyla, “Deprem gibi doğa kaynaklı ya da yangınlar, kazalar gibi insan kaynaklı tehlikelerin büyük ölçekli afetlere dönüşmemesi, can kayıpları ile ekonomik zararların en aza indirilmesi mümkün mü?” sorusunun yanıtını, afet sonrasında yapılacak arama, kurtarma ve yara sarma eylemlerinde değil, afet öncesinde alınacak risk azaltım önlem ve uygulamalarında aramak gerekiyor.

Örneğin; yeni yerleşim alanları seçilirken fay zonları ile akarsu yatakları, kıyı alanları, vadi tabanları gibi yumuşak zemin olabilecek alanlardan kaçınmak, yeni yerleşimleri daha uygun zeminlerde ve o zeminin koşullarına uygun bir yapılaşma düzeni ile planlamak gibi.

Bu genel planlama ilkelerini biraz daha detaylandırmak gerekirse;

– Jeolojik etütlerin gösterdiği bilgiler doğrultusunda yerleşime uygun olmayan alanlarda yapılaşma içermeyen kentsel kullanımlar önermek. Konut ve benzeri yapılaşmaya dayalı kullanımları zemin açısından yerleşmeye uygun alanlara yönlendirmek. Yerleşme önerilen alanlardaki zemin durumunun özelliklerine bağlı olarak yoğunluk, yapı tipi ve kat yüksekliği gibi yapılaşmayı yönlendiren kararları doğru belirlemek.
– Mevcut açık ve yeşil alanları korumak, yapılaşmaya uygun olmayan alanlarda yeni açık ve yeşil alan kullanımları önermek. Bu kullanımların bazılarının, gerektiğinde afet toplanma ve geçici barınma alanları olarak kullanılmasını sağlayacak plan stratejileri geliştirmek.
– Akarsu kanalları, taşkın sahaları ve kıyı alanlarını yapılaşma dışı kamusal kullanımlara ayırarak hem taşkın risklerinden kaçınmak hem de yumuşak alüvyal zeminlerde deprem riski yüksek yerleşimler oluşturmamak.
– Üretim tesisleri ve benzeri yanıcı, patlayıcı kullanımlar ile diğer kullanımlar arasında yaklaşma mesafeleri ve tampon bölgeler tanımlayarak ikincil afetleri önlemeye çalışmak.
– Çıkmaz ve dar sokaklardan kaçınarak kentsel bölgelerin erişilebilirliğini artırmak ve acil durum araçlarının afet sonrasında kesintisiz ulaşım ve dolaşımını sağlamak.
– Kentsel hizmet ve sosyal donatı alanlarının nüfus büyüklüğü ile uyumlu bir şekilde kentte dengeli dağılımını sağlayarak afet sonrasında da bu hizmetlerin çok merkezli olarak erişilebilmesini güvence altına almak.
– Üst ve altyapı tesislerinin ilgili yapı standart ve yönetmeliklerine uygun yapılmasını sağlayacak plan hükümleri geliştirmek.

Ancak bu sayılanlar yeni gelişme alanlarının planlanmasında etkili olabilirken mevcut kentsel dokudaki riskleri azaltmakta başka stratejileri de devreye sokmak gerekir. Kentlerde eski yapılaşma düzeninin hâkim olduğu alanlar ile zaman içinde nüfus ve gelişme baskıları sonucu zemin koşulları uygun olmayan yerlerde de yapılaşmalar söz konusu olabiliyor. Buralarda detaylı risk analizleri yapılarak kentsel dönüşüm, yapı güçlendirme ve yenileme ile alansal sağlıklaştırma gibi uygulamalar da öncelikli risk azaltım stratejilerini oluşturur.

Örneğin ülke genelindeki yapılaşmaya uygun alanların sınırlı olduğu Japonya’da zemin açısından sorunlu olan bölgelerde maliyetli mühendislik tedbirleriyle bir yapılaşma düzeninin oluşturulduğunu görüyoruz.

Yeniden inşa sürecinde işlevsel örnekler neler?

Son gelişmeler de gösteriyor ki, Kahramanmaraş Depremlerinden etkilenen bölgede yeniden inşa sürecine hızla başlayacak. Bu noktada bir hatırlatma yapmak gerekiyor:

Yeniden inşa süreci sadece yeni yapmak olarak algılanmamalı. Tarihi, kültürel ve sosyal özellikleri ile her biri ayrı birer kimliğe sahip yerleşimleri yeniden oluşturmak olarak görülmelidir. Bu nedenle, acele bir yapı yapma süreci yerine bilimsel bilginin yönlendiriciliğinde ve katılımcı pratikler ile yürütülen “öncekinden daha dayanıklı bir yeniden inşa” sürecini hedeflemek gerekir. Bu uluslararası düzeyde de kabul edilen “build back better” olarak ifade edilen bir yaklaşıma karşılık gelir.

Bu tür bir yeniden inşa süreci kapsayıcı bir biçimde yürütülmeli; kamu, üniversite, özel sektör ve toplum kesimlerinin yer aldığı çok disiplinli ve çok aktörlü bir konsorsiyum sürece yön vermeli. Bunun bir örneği; 2011 Tohoku Depremi sonrasında Japonya’daki yeniden inşa sürecinde deneyimlendi.2

Kahramanmaraş Depremlerinden çıkardığımız dersler

Yaşadığımız bu acı deneyim, bazı önemli dersleri de beraberinde getirdi.

Öncelikle, hazırlık aşamasında kötünün kötüsü bir senaryoyu öngörmek, hazırlıkları buna göre yapabilmek ve mutlaka bir B planına sahip olmak gerektiğini artık görüyoruz. Yapılan müdahale planlarında Kahramanmaraş ve çevresi için bu büyüklükte deprem senaryoları bulunuyor olsa da bu senaryoların öngördüğü risk tespitlerinin gerçekçi olmasına çalışmak gerekiyor. En kötüsüne hazırlık yapmanın, başta İstanbul olmak üzere ülkemizde deprem beklenen diğer kentler, hatta bölgeler için de gündemimizde olması son derece önemli.

Büyük bir bölgeyi etkileyecek depremlerde eş zamanlı yıkımlar olabileceği, acil müdahale etmesi beklenen yerel ekiplerin ve yakınlarının enkaz altında kalarak kendilerinin yardıma ihtiyaç duyabileceği, lojistik depoların yıkılabileceği, birbirine destek olacak komşu illerin planlandığı gibi yardıma gelemeyebileceği, bölgeye yakın ama etkilenmeyen illerden alana erişimde ciddi aksaklıkların olabileceği gibi hususlar, önceden çalışılacak hazırlık senaryolarının parçası olmalı.

Afet yönetimi sürecinin afet öncesindeki aşamalarına gereken önem verilip, mevcut riskleri programlı ve hızlı biçimde azaltacak uygulamaları gerçekleştirmeli, böylelikle arama ve kurtarma faaliyetlerine daha az iş düşecek bir afet sonrası ortamı sağlamalıyız.

Bu deprem ülkemizdeki son deprem olmayacak. Dolayısıyla, bir yandan bu depremden etkilenen kentlerimizi eskisinden daha güçlü bir şekilde yenilerken diğer yandan da benzer risklere sahip diğer kentlerimiz için vakit kaybetmeden gelecekteki depremlere hazırlayacak tedbirleri almalı, eylemleri hayata geçirmeliyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

  1. https://www.ahder.org/definiciones/altin-saatler-nedir Afet Yönetimi temel bilgilerine göre aslında ilk 72 saat bireylerin yalnız olduğu kabul edilerek hazırlıkların yapılması beklenir. Ancak 72 saat sonra dışarıdan yardımların geleceği varsayılır. Bu deprem sonrası 72 saatin çok aşıldığı durumlar gözlemlendi.
  2. https://www.ggi.tohoku.ac.jp/pdf/tohoku_u_fukko_action_en.pdf
    https://reliefweb.int/report/japan/recovery-and-reconstruction-works-2011-tohoku-earthquake-have-reached-successful

Meltem Şenol Balaban
Meltem Şenol Balaban
Doç. Dr. Meltem Şenol Balaban - ODTÜ - Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmasını, aynı bölümün Kentsel Tasarım Yüksek Lisans programında 2001 yılında tamamladı. 1999-2005 yılları arasında Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. Bu dönemde, çeşitli planlama stüdyolarında ve planlama projelerinde görev aldı. 2004-2005 döneminde Almanya’nın Yer Bilimleri Araştırma Merkezi’nde burslu araştırmacı olarak bulundu. İlk doktora derecesini ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 2009 yılında aldı. Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından sağlanan 3 yıllık burs ile Tokyo Üniversitesi Kent Mühendisliği Bölümü’nde ikinci doktorasını 2012 yılında tamamlayarak Türkiye’ye döndü. 2013 yılından beri ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Balaban, halen Planlama Stüdyosu dersleri ile Planlamada Coğrafi Bilgi Sistemlerine Giriş, Şehir ve Bölge Planlama Disiplininde Güncel konular derslerini derslerine giriyor. Deprem Çalışmaları Y. lisans Programında ise birkaç dönem Afet Risk Yönetimi ve Risk Azaltma Temel Prensipleri derslerini de verdi. Risk yönetimi ve sakınım planlaması, iklim değişikliği, kentsel taşkın risk yönetimi ve tahliye alanlarının mekansal dağılımının coğrafi bilgi sistemlerinde modellenmesi gibi çalışma konuları ile çeşitli ulusal ve uluslararası araştırma projelerinde yer alıyor. Ağustos 2018 tarihinden beridir ODTÜ Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü (https://dmc.metu.edu.tr/) görevini sürdürüyor. Uzmanlık konularıyla ilgili çeşitli görsel ve yazılı malzemelere https://avesis.metu.edu.tr/mbalaban/dokumanlar ve adresinden ulaşabilir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Depreme dirençli yerleşimler inşa etmek mümkün mü?

Deprem gibi afetlere dirençli kentleri, yerleşimleri nasıl inşa edebiliriz? Riskler nasıl azaltılır? Deprem bölgesinin yeniden inşa sürecine nelere dikkat edilmeli? Dünyadan benzer örnekler bize ne söylüyor? Doç. Dr. Meltem Şenol Balaban yazdı.

6 Şubat 2023 Pazartesi günü art arda yaşanan Kahramanmaraş Depremleri sonrası büyük kayıplar yaşadık. Enkaz altında kalan canlarımızı kurtarmak, yaralarımızı sarmak için canla başla yürütülen çalışmalara tanıklık ediyoruz. Benzer şekilde akademik çevrelerde, konunun uzmanları arasında da bir koşturmaca hâkim. Depremlerin hemen sonrasında kısa sürede üniversiteler üstü gönüllü ekipler kuruldu, sahaya gidildi, sahaya gidenler sahada olmayanlarla beraber şu an ortak çalışmalar yürütüyorlar. Zamana karşı yürütülen tüm bu çalışmalar çok değerli. Bir yandan depremden etkilenenlere yardım eli uzatılırken, diğer yandan hasarın nasıl ve ne düzeyde olduğu bilimsel olarak çözümlenmeye ve değerlendirilmeye çalışılıyor. Benzer yıkımların bir daha yaşanmaması adına gelecek nesiller için tüm süreci kayıt altına almaya, araştırıp değerlendirmeye ve bulguları kamuoyu ile paylaşmaya çabalıyoruz. Bu çabalar; güvenli bir deprem ülkesi olabilmemiz için yakın gelecekte ne yapmamız, neleri düzeltip değiştirmemiz gerektiğine ışık tutacak. Umarız gelecekte karar verici konumunda olanlar bu bulgu ve saptamalardan faydalanırlar, böylelikle çocuklarımız depremlerin açtığı yaraların bu denli derin olmadığı bir ülkede yaşama şansına sahip olurlar.

Hepimizi derinden etkileyen onca haber akışı arasında metanetimizi koruyarak bir şeyler söylemek ya da yazmak oldukça zor. Öte yandan, konuşulması ve tartışılması gereken pek çok kritik konu da var ve bu konuları ele almanın tam da zamanı şimdi. Bu kısa yazıda, “Önümüzdeki dönemde bizleri neler bekliyor?” sorusundan hareketle, yol gösterici olması amacıyla bazı öncelikli konuları ele alacağım.

Afet yönetiminde acil müdahale aşaması

Afet kayıp ve zararlarını en aza indirmek için gereken tüm eylem ve müdahalelerin planlanıp aşamalarıyla uygulanması süreci “afet yönetimi” olarak tanımlanıyor. Afet öncesinde risklerin yönetilmesi, önlem ve hazırlıklı olma etkinlikleri aşamasından başlayıp afet sırası ve sonrasındaki etkinliklere kadar uzanan afet yönetimi, uzun soluklu ve çok boyutlu bir süreç.

Kahramanmaraş Depremleri sonrasında ülkemizde şu an, afet yönetimi sürecinin afet sonrası aşamalarından ilki olan acil müdahale aşamasını deneyimledik. Bu aşamada; arama-kurtarma, ilk yardım ve tıbbi müdahale, iaşe ve geçici barınma hizmetlerinin sağlanması yoluyla afet sonrası can kurtarma ve hayatta kalanlara acil destek götürmeye çalıştık. Bundan sonraki aşama ise hayatta kalanların kendilerini toparlamasına yardım etmek ve deprem bölgesinde gündelik yaşamın en kısa sürede normale dönmesini sağlamaktır. Tüm ülke olarak şu an bu amacı hayata geçirmeye çalışıyoruz.

Depremlerin olduğu ilk andan itibaren bölgedeki yoğun yardım taleplerinin karşılanması için farklı toplum kesimleri seferber oldular. Depremden etkilenmemiş illerde başta belediyeler ve sivil toplum örgütleri olmak üzere çeşitli aktörler öncülüğünde hızlı organizasyonlar yapılarak bölgeye yardımlar gönderildi, hâlâ da gönderilmeye devam ediyor. Sonrasında bu yardımlara uluslararası olanlar da eklendi. Bu süreçte gözlemlediğimiz şeylerden birisi de gerek yurt içi gerekse yurt dışından gelen yardımların bölgeye zamanında ulaştırılmasındaki güçlükler oldu.

Deprem bölgesi dışından gönderilen yardımların eş zamanlı nakledilmesinde ortaya çıkan yoğunluk, zaman zaman bu yoğunluğa eşlik eden koordinasyon sıkıntıları, altın saatlerde1 ve sonrasında (ilk 72 saatte) yardım ekiplerinin, iş makinelerinin ve gerekli diğer kurtarma teçhizatının alana erişmesini zorlaştırdı. Bu durum, afet yönetiminin acil müdahale aşamasının önemli bir diğer bileşeni olduğunu da gösterdi. Bu bileşen; afet bölgesindeki kritik altyapı sistemlerinin çalışır hale getirilmesidir.

Kritik alt yapıyı çalışır hale getirmek

Bölgeye erişimi sağlayan ulaşım hatlarındaki sorunların acil bir şekilde tespit edilmesi, özellikle erişim ve tahliyeyi sağlayan ana arterlerden başlamak üzere gerekli onarım çalışmalarının yapılması yaşamsal önemdeki konular. Bu depremlerden sonra da gördük ki karayollarındaki yarıklar, çökmeler, köprü hasarları, liman ve havaalanında yaşanan sorunlar, kentsel ve kırsal alanlara ilk intikallerde ciddi gecikmelere yol açabiliyor. Altın saatlerde acil yardım bölgelerine gecikmeli intikaller, maalesef enkazdan canlı çıkma ihtimallerini azalttı, azaltıyor.

Kritik altyapı sistemlerinden olan elektrik, doğalgaz ve içme suyu şebekelerinin zarar görmesi; deprem bölgesindeki yerleşimlerde ısıtma, aydınlatma ve su temininde sorun yaşanmasına yol açıyor. Bu da hayatta kalanların, yetersiz beslenme, soğuk ve yağış, hijyen yetersizliği gibi sorunlara maruz kalmalarına neden oluyor. Depremlerin üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmiş olmasına karşın hâlâ pek çok bölgede portatif tuvalet ve duş ihtiyacının yeterli düzeyde karşılanamadığını görüyoruz. Depremden etkilenen her ilde eş düzeyde olmasa da, acil barınma, tuvalet ve banyo ihtiyaçlarının hızlıca giderilmesi, salgın hastalık gibi ikincil bir afete yol açmamak için elzem.

Bu aşama kapsamındaki konulardan bir diğeri ise geçici barınma ortamlarının oluşturulması. Her ne kadar depremden etkilenen bölgelerden diğer bölgelere tahliyeler başladıysa da bunların ne kadar kalıcı olacaklarını bilemiyoruz. Depremzede ailelerin yıllardır yaşamakta oldukları kentlerine, mahallelerine dönmek isteyeceklerini önceki deneyimlerimiz gösteriyor. Dolayısıyla depremden etkilenen kentlerde, acil bir şekilde çadır alanlarının kurulması, sonrasında ise bunları prefabrik konutlardan oluşan geçici barınma alanlarının izlemesi gerekiyor. Yaralar acil bir şekilde geçici barınma alanları ile sarıldıktan sonra kalıcı konutların yapılması önem taşıyor. Ancak bu kalıcı konutlar planlanıp inşa edilirken hız yerine akılcıyı planlamayı ortaya koymak gerekiyor. Böylece oluşturulacak yeni konut alanlarının sadece depreme değil, taşkın başta olmak üzere diğer tehlikelere karşı da dayanıklı olmaları ve nitelikli yaşam çevreleri oluşturmaları güvence altına alınabilsin.

En kötü senaryoyu dikkat almak

Benzer afetler dünyanın pek çok yerinde uzun yıllardır yaşanıyor. Japonya’daki Sendai şehrinin de etkilendiği 2011 Tohoku Depremi sonrası yaşanan tsunami olayında da olduğu gibi afet yönetimi alanında örnek bir ülke olan Japonya’da da afet sonrası büyük kayıplar yaşanabiliyor. O dönem kayıpların büyük çoğunluğu depremin yarattığı sarsıntıdan ziyade tsunamiden kaynaklandı. Mevcut hazırlıklar ve senaryolar, o düzeyde tsunami dalgalarının olacağını öngörememişti. Ancak bu deprem ve sonrasında yaşanan tsunami de gösterdi ki; tehlikelerin öngörülemeyen boyutları, yeterli hazırlığı olmayan ve zarar görebilirliği yüksek olan alanlarda büyük yıkımlara yol açabiliyor, nükleer santral örneğinde olduğu gibi yıkıcı etkiler olarak ikincil tehlikelere de kapı açabiliyor. Bu afet sonrası öğrenilenlerden birisi de hazırlık çalışmaları kapsamında en kötü senaryodan kaynaklanan riskleri esas almak.

Depreme dirençli kentler için hangi tedbirler alınmalı?

2011 Tohoku Depremi’ni yerinde yaşayan birisi olarak, deprem tehlikesinin yüksek olduğu ülkelerde depreme dayanıklı yapılmış ya da güçlendirilmiş binaların ne kadar önemli olduğunu söylemem gerek. Yüksek şiddetli ve uzun süren bir depremin binalarda herhangi bir yıkıma yol açmamış olması deprem öncesi yapılan risk azaltma çalışmalarının ne denli önemli olduğunu gösteriyor.

Deprem tehlikesi söz konusu olduğunda risk azaltma stratejilerinin başında; kentsel kullanımlar için doğru yer seçimi, zemini uygun olmayan alanların yapılaşmaya kapatılması, zemin niteliği bakımından özel önlem gerektiren alanlarda yapı tipi ve kat yüksekliklerinin uygun şekilde belirlenmesi, yapılaşma öncesi zeminde ve temel sistemlerinde gerekli önlemlerin alınıp koşulların sağlanması ve yapılaşmanın plan ve projelere uygun olarak gerçekleştirilmesi gelir.

Bunlarla birlikte, kentsel alanlarda yapı yoğunluğunun yeterli açık-yeşil alanları içerecek şekilde olması, tahliye ve yardım desteğinin erişimi için gerekli olan ana yolların uygun genişlikte, süreklilik ve sağlamlıkta oluşturulması, kritik altyapı sistemlerinin dayanıklılığının güvence altına alınması da diğer önemli risk azaltım stratejileri arasında.

Yukarıda bahsettiğim şartları biraz detaylandırmak gerekirse, örneğin özellikle tahliye yollarının deprem olduğunda yıkılmayacak binalardan olması tüm mahalleliye erişilebilmek veya mahallelinin güvenli toplanma alanlarına tahliye olabilmesi için hayati önemde olduğundan buradaki binaların her şeyden önce sağlam yapılması ve güçlendirilmesi gerek. Yol genişliği konusu da çevresindeki binaların yüksekliği ile orantılı. Bütün tedbirlere rağmen yıkılırsa bırakacağı enkazla yollarda geçişi sağlayacak yeterli açıklık olmalı.

Kaynak: NAKABAYASHI, JICA Teknik Semineri (Webinar), 1.10.2020

Burada temel varsayım; risk azaltma aşamasında ne kadar başarılı olunursa, deprem gibi olayların afetlere dönüşmeyeceği, deprem olduktan sonrasındaki acil müdahale aşamasında da o kadar başarılı olunacağıdır.

Daha açık bir deyişle, depremde ne kadar az yapı yıkılırsa, kaldırılacak enkaz, sarılacak yara ya da kurtarılacak can o kadar az olur. Bu da afet sonrasında, acil müdahale için oluşturulan sistemin kapasitesini aşmayan bir iş yükü ile karşılaşmak demektir. Kahramanmaraş Depremleri sonrasında yaşadıklarımız, afet öncesi risk azaltma aşamasındaki başarısızlığımızın sonucu aslında. Afet öncesi azaltamadığımız riskler, afet sonrasında karşımıza mevcut kapasiteyi aşan bir acil müdahale bilançosu çıkardı.

Dolayısıyla, “Deprem gibi doğa kaynaklı ya da yangınlar, kazalar gibi insan kaynaklı tehlikelerin büyük ölçekli afetlere dönüşmemesi, can kayıpları ile ekonomik zararların en aza indirilmesi mümkün mü?” sorusunun yanıtını, afet sonrasında yapılacak arama, kurtarma ve yara sarma eylemlerinde değil, afet öncesinde alınacak risk azaltım önlem ve uygulamalarında aramak gerekiyor.

Örneğin; yeni yerleşim alanları seçilirken fay zonları ile akarsu yatakları, kıyı alanları, vadi tabanları gibi yumuşak zemin olabilecek alanlardan kaçınmak, yeni yerleşimleri daha uygun zeminlerde ve o zeminin koşullarına uygun bir yapılaşma düzeni ile planlamak gibi.

Bu genel planlama ilkelerini biraz daha detaylandırmak gerekirse;

– Jeolojik etütlerin gösterdiği bilgiler doğrultusunda yerleşime uygun olmayan alanlarda yapılaşma içermeyen kentsel kullanımlar önermek. Konut ve benzeri yapılaşmaya dayalı kullanımları zemin açısından yerleşmeye uygun alanlara yönlendirmek. Yerleşme önerilen alanlardaki zemin durumunun özelliklerine bağlı olarak yoğunluk, yapı tipi ve kat yüksekliği gibi yapılaşmayı yönlendiren kararları doğru belirlemek.
– Mevcut açık ve yeşil alanları korumak, yapılaşmaya uygun olmayan alanlarda yeni açık ve yeşil alan kullanımları önermek. Bu kullanımların bazılarının, gerektiğinde afet toplanma ve geçici barınma alanları olarak kullanılmasını sağlayacak plan stratejileri geliştirmek.
– Akarsu kanalları, taşkın sahaları ve kıyı alanlarını yapılaşma dışı kamusal kullanımlara ayırarak hem taşkın risklerinden kaçınmak hem de yumuşak alüvyal zeminlerde deprem riski yüksek yerleşimler oluşturmamak.
– Üretim tesisleri ve benzeri yanıcı, patlayıcı kullanımlar ile diğer kullanımlar arasında yaklaşma mesafeleri ve tampon bölgeler tanımlayarak ikincil afetleri önlemeye çalışmak.
– Çıkmaz ve dar sokaklardan kaçınarak kentsel bölgelerin erişilebilirliğini artırmak ve acil durum araçlarının afet sonrasında kesintisiz ulaşım ve dolaşımını sağlamak.
– Kentsel hizmet ve sosyal donatı alanlarının nüfus büyüklüğü ile uyumlu bir şekilde kentte dengeli dağılımını sağlayarak afet sonrasında da bu hizmetlerin çok merkezli olarak erişilebilmesini güvence altına almak.
– Üst ve altyapı tesislerinin ilgili yapı standart ve yönetmeliklerine uygun yapılmasını sağlayacak plan hükümleri geliştirmek.

Ancak bu sayılanlar yeni gelişme alanlarının planlanmasında etkili olabilirken mevcut kentsel dokudaki riskleri azaltmakta başka stratejileri de devreye sokmak gerekir. Kentlerde eski yapılaşma düzeninin hâkim olduğu alanlar ile zaman içinde nüfus ve gelişme baskıları sonucu zemin koşulları uygun olmayan yerlerde de yapılaşmalar söz konusu olabiliyor. Buralarda detaylı risk analizleri yapılarak kentsel dönüşüm, yapı güçlendirme ve yenileme ile alansal sağlıklaştırma gibi uygulamalar da öncelikli risk azaltım stratejilerini oluşturur.

Örneğin ülke genelindeki yapılaşmaya uygun alanların sınırlı olduğu Japonya’da zemin açısından sorunlu olan bölgelerde maliyetli mühendislik tedbirleriyle bir yapılaşma düzeninin oluşturulduğunu görüyoruz.

Yeniden inşa sürecinde işlevsel örnekler neler?

Son gelişmeler de gösteriyor ki, Kahramanmaraş Depremlerinden etkilenen bölgede yeniden inşa sürecine hızla başlayacak. Bu noktada bir hatırlatma yapmak gerekiyor:

Yeniden inşa süreci sadece yeni yapmak olarak algılanmamalı. Tarihi, kültürel ve sosyal özellikleri ile her biri ayrı birer kimliğe sahip yerleşimleri yeniden oluşturmak olarak görülmelidir. Bu nedenle, acele bir yapı yapma süreci yerine bilimsel bilginin yönlendiriciliğinde ve katılımcı pratikler ile yürütülen “öncekinden daha dayanıklı bir yeniden inşa” sürecini hedeflemek gerekir. Bu uluslararası düzeyde de kabul edilen “build back better” olarak ifade edilen bir yaklaşıma karşılık gelir.

Bu tür bir yeniden inşa süreci kapsayıcı bir biçimde yürütülmeli; kamu, üniversite, özel sektör ve toplum kesimlerinin yer aldığı çok disiplinli ve çok aktörlü bir konsorsiyum sürece yön vermeli. Bunun bir örneği; 2011 Tohoku Depremi sonrasında Japonya’daki yeniden inşa sürecinde deneyimlendi.2

Kahramanmaraş Depremlerinden çıkardığımız dersler

Yaşadığımız bu acı deneyim, bazı önemli dersleri de beraberinde getirdi.

Öncelikle, hazırlık aşamasında kötünün kötüsü bir senaryoyu öngörmek, hazırlıkları buna göre yapabilmek ve mutlaka bir B planına sahip olmak gerektiğini artık görüyoruz. Yapılan müdahale planlarında Kahramanmaraş ve çevresi için bu büyüklükte deprem senaryoları bulunuyor olsa da bu senaryoların öngördüğü risk tespitlerinin gerçekçi olmasına çalışmak gerekiyor. En kötüsüne hazırlık yapmanın, başta İstanbul olmak üzere ülkemizde deprem beklenen diğer kentler, hatta bölgeler için de gündemimizde olması son derece önemli.

Büyük bir bölgeyi etkileyecek depremlerde eş zamanlı yıkımlar olabileceği, acil müdahale etmesi beklenen yerel ekiplerin ve yakınlarının enkaz altında kalarak kendilerinin yardıma ihtiyaç duyabileceği, lojistik depoların yıkılabileceği, birbirine destek olacak komşu illerin planlandığı gibi yardıma gelemeyebileceği, bölgeye yakın ama etkilenmeyen illerden alana erişimde ciddi aksaklıkların olabileceği gibi hususlar, önceden çalışılacak hazırlık senaryolarının parçası olmalı.

Afet yönetimi sürecinin afet öncesindeki aşamalarına gereken önem verilip, mevcut riskleri programlı ve hızlı biçimde azaltacak uygulamaları gerçekleştirmeli, böylelikle arama ve kurtarma faaliyetlerine daha az iş düşecek bir afet sonrası ortamı sağlamalıyız.

Bu deprem ülkemizdeki son deprem olmayacak. Dolayısıyla, bir yandan bu depremden etkilenen kentlerimizi eskisinden daha güçlü bir şekilde yenilerken diğer yandan da benzer risklere sahip diğer kentlerimiz için vakit kaybetmeden gelecekteki depremlere hazırlayacak tedbirleri almalı, eylemleri hayata geçirmeliyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 17 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

  1. https://www.ahder.org/definiciones/altin-saatler-nedir Afet Yönetimi temel bilgilerine göre aslında ilk 72 saat bireylerin yalnız olduğu kabul edilerek hazırlıkların yapılması beklenir. Ancak 72 saat sonra dışarıdan yardımların geleceği varsayılır. Bu deprem sonrası 72 saatin çok aşıldığı durumlar gözlemlendi.
  2. https://www.ggi.tohoku.ac.jp/pdf/tohoku_u_fukko_action_en.pdf
    https://reliefweb.int/report/japan/recovery-and-reconstruction-works-2011-tohoku-earthquake-have-reached-successful

Meltem Şenol Balaban
Meltem Şenol Balaban
Doç. Dr. Meltem Şenol Balaban - ODTÜ - Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 1998 yılında mezun oldu. Yüksek lisans çalışmasını, aynı bölümün Kentsel Tasarım Yüksek Lisans programında 2001 yılında tamamladı. 1999-2005 yılları arasında Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. Bu dönemde, çeşitli planlama stüdyolarında ve planlama projelerinde görev aldı. 2004-2005 döneminde Almanya’nın Yer Bilimleri Araştırma Merkezi’nde burslu araştırmacı olarak bulundu. İlk doktora derecesini ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 2009 yılında aldı. Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) tarafından sağlanan 3 yıllık burs ile Tokyo Üniversitesi Kent Mühendisliği Bölümü’nde ikinci doktorasını 2012 yılında tamamlayarak Türkiye’ye döndü. 2013 yılından beri ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Balaban, halen Planlama Stüdyosu dersleri ile Planlamada Coğrafi Bilgi Sistemlerine Giriş, Şehir ve Bölge Planlama Disiplininde Güncel konular derslerini derslerine giriyor. Deprem Çalışmaları Y. lisans Programında ise birkaç dönem Afet Risk Yönetimi ve Risk Azaltma Temel Prensipleri derslerini de verdi. Risk yönetimi ve sakınım planlaması, iklim değişikliği, kentsel taşkın risk yönetimi ve tahliye alanlarının mekansal dağılımının coğrafi bilgi sistemlerinde modellenmesi gibi çalışma konuları ile çeşitli ulusal ve uluslararası araştırma projelerinde yer alıyor. Ağustos 2018 tarihinden beridir ODTÜ Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü (https://dmc.metu.edu.tr/) görevini sürdürüyor. Uzmanlık konularıyla ilgili çeşitli görsel ve yazılı malzemelere https://avesis.metu.edu.tr/mbalaban/dokumanlar ve adresinden ulaşabilir.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x