İnternet çağı tüm disiplinleri etkilediği gibi teoloji (ilahiyat) ve dinî hayatı da epey etkiledi. Din teknolojilerinin (dini öğrenme ve yaşama biçimlerinde teknolojiden faydalanılması) internet ile birlikte sosyal ağlar üzerinden dinin anlatılmasına, dini içeriklerin, dini tecrübelerin internet ortamına taşınmasına sebep oldu. “Yeni” olana genellikle mesafeli olan, kimi zaman “şeytan icadı” ya da “deccal” diyerek dışlayan, lanetleyen din adamları ise bu değişime daha fazla direnemeyerek televizyonlarda boy göstermeye, sonra da sosyal medya hesaplarından vaazlar vermeye, gündem oluşturmaya, YouTube kanalları açıp oradan abone devşirmeye, sanal cemaatlerini oluşturmaya başladı.
Online vaazlar, mukabele ve hatim törenleri, dinî mobil uygulamalar, ibadet teknolojileri hayatın bir parçası haline geldi. Artık oturduğumuz yerden üzerimizde hiçbir bağlayıcılığı olmayan sanal cemaatlerimizde kendimizi yalnız hissetmeden, ama bir sorumluluk da yüklenmeden vicdanlarımızı rahatlatabiliyoruz. İnternet ortamındaki tüm grup ve toplulukları kapsayan sanal cemaat kavramını ortaya atan iletişim profesörü Jan Van Dijk, geleneksel bir cemaatin üyesi olabilmek için kişilerin birçok ilgi alanına sahip olması gerekirken, sanal bir cemaatin üyesi olabilmek için bir tek ortak ilgi alanının yeterli olabileceğini söylüyor. Bu sanal cemaatler bizden bir bağlılık istemiyor, ama bize manevi bir arınma, aynı zamanda bir aidiyet sunuyor. Dr. Gülenay Pınarbaşı bunu Spiritüel Ağ kitabında, insanların artık inanmak isterken kurumlara bağlanmaktan, kurumsallaşmış dinlerin onlara yüklediği sorumluluktan kaçmalarına bağlıyor. Sanal cemaatler hayatlarına müdahale eden bir din değil, sorularına net cevaplar alabilecekleri, hatta kimi zaman başka inanışlarla harmanlanmış, esrarengiz inanışlarla süslenmiş bireysel inanç tecrübelerine yöneliyorlar. Bu bizim yeni nesil din anlayışımız… Allah rızası yerine bolca “like” alan…
Nasıl başladı, nasıl devam ediyor?
Müslümanların dini öğrenme biçimlerinde teknolojiyi kullanmaları tüm kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması sonrasında gerçekleşti. Vaaz kasetleri, radyo ve televizyonlar, derken artık internet vazgeçilmezler arasında yerini aldı. İbadet teknolojilerinde ise dinî uygulamalar ve aletler, dinsel yaşayışı çeşitli şekillerde değişime uğrattı. Bu değişim, “Dindarların Dinî Teknolojik Aletlerle Etkileşimi: Tekno-Dindar Pratikler” başlıklı yüksek lisans tezi ile Büşra Doğan’ın dikkat çektiği “tekno-dindar” diyebileceğimiz bir kavramı da beraberinde getirdi.
Bu doğrultuda mevcut teknolojide var olan dinî tecrübelere yönelik; Kur’an okuyan kalem, konuşan tespih, zikirmatik, namaz kıldıran kıblegâh seccade, besmele çeken bardak ve dinî mobil uygulamalar ibadet teknolojisinin birer uzantıları. Burada Kur’an okuyan kalem, konuşan kıblegâh seccade, zikirmatik, besmele çeken bardak gibi aletlerin kullanıcısı durumundaki tekno-dindarlar, tekno-kültürün taşıyıcısı konumunda yer aldı.
İbadet teknolojilerine çabucak adapte olan tekno-dindarlar dijital din dönemine geçerek teknolojinin bütün nimetlerinden sonuna kadar faydalandı; bu dönem karşımıza “sanal din” olgusunu çıkardı. 1990’lı yılların ortalarından 2000’li yılların başlarına kadarki dinî içeriklerin internet ortamıyla buluşması sürecinde, söz konusu olguyu ifade etmek için “sanal din” kavramı yaygın olarak kullanıldı. 2000’li yıllardan sonra internet ortamında interaktivite seviyesinin artmasıyla birlikte sosyolog – yazar Christopher Helland, “Online-Religion/Religion Online and Virtual Communitas” adlı makalesinde (2000), din/dinlerin internetinin bir iletişim aracı olarak kullanmasını ifade eden “Religion Online” ve din/dinlerin, interneti ve yeni medyayı bir etkileşim ortamı olarak kullanmasını ifade eden “Online Religion” şeklinde bir kavramsallaştırma yoluna gitti.
Kimi dinî ritüeller de tüm dünyada dijital ortamın getirdiği imkanlarla uygulanmaya başlandı. Televizyonlardan mevlit dinleyerek, cuma duasına iştirak ederek başlayan dinî ritüeller “bir tıkla” zekat vererek, WhatsApp ve Zoom uygulamaları üzerinden online hatim göndererek, dünyanın başka bir yerinde adak kurbanının kesilmesini FaceTime üzerinden izleyip iştirak ederek devam ediyor.
1986 yılında fırlatıldıktan kısa bir süre sonra düşen Challenger uzay mekiğinin ölen mürettebatı için bilgisayar ağları üzerinde gerçekleştirilen ve binlerce kişinin katıldığı anma töreni, bu ritüellere ilk örneklerden… Ritüelde, Kitab-ı Mukaddes’ten pasajlar, dualar ve resimler paylaşılmıştı. Dijital teknolojinin gelişmesi ile birlikte ritüellerde daha ileri gidilerek sanal hac ziyaretleri, Ağlama Duvarı’na online dua gönderme, online puja (Budizm ve Hinduizm’de bir ibadet ritüeli) ve sanal kiliselerde yapılan ayinler gibi örnekler karşımıza çıktı.
Sanal mahallelerimizin yapay zekâ imamları
Peki din, teknoloji, internet, iletişim dörtgeninde bundan sonra nelerle karşılaşabiliriz?
Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan bir haber dinin teknoloji ile olan yolculuğuna dair tüm dikkatleri çekmeyi başardı. Haberde robotların ibadethanelerde görev almasının dinî pratikleri nasıl dönüştürebileceği Japonya – Kyoto’daki bir örnek üzerinden anlatılıyordu. 400 yıllık Budist Tapınağı’nın içine silikon kullanarak insan görünümlü bir robot yerleştirilmiş ve adına Mindar denmiş; bu robot, Merhamet Tanrısı Kannon’un simgesi olarak tasarlanmış. Tapınaktaki görevlilerden biri, “Robotlar da ölmeyecek!” diyerek Tanrı’nın sonsuzluğu ile robot arasında özdeşlik kuruyor. Ayinlerin tamamı putperestliğin çağdaş versiyonu olan bu robot tarafından düzenleniyor. Tapınaktakiler robotları Budizm’i genç nesle tanıtmanın bir yolu olarak görüyorlar.
Polonya’nın başkenti Varşova’daki bir kilisede ise SanTO adlı bir robot bulunuyor. İki bin yıllık Katolik Hristiyanlığı bilgisi ile programlanan robot fikri, pandemi ile birlikte insanların kiliseye gelememesi sebebiyle ortaya çıktı. Dolayısıyla yapay zekâ artık dinî pratiklerimizin içine girdi ve bundan sonra da başka örneklerle gündemimizde olacak gibi duruyor.
Bir sonraki aşamada sosyal medyada fenomenleşen vaizlerin yerini yapay zekâ vaizlerin aldığını, sanal cemaatlerin onların etrafında toplandıklarını, yapay zekâ bir robot imamın arkasında namaz kıldığımızı görmek uzak bir ihtimal olmasa gerek. Sanal gerçeklik gözlükleriyle hac ve umre ibadetleri, müridin şeyhinin fotoğrafına bakarak değil de hologram teknolojisi kullanılarak rabıta gerçekleştirmesi gibi örneklerle karşılaşmamız sürpriz olmayacak.
Hatta daha da ileriye taşırsak kişiye özel hizmet verecek dinî rehber, imam, kanaat önderi, yaşam koçuna sadece onu şarj ederek ulaşabileceğiz belki, kim bilir…
Din simülasyonuna doğru
İnternet ve yapay zekâ çağı, adeta kendine has bir dil, kültür ve ahlak anlayışı oluşturarak, hem “gerçeklik algısı”nı hem de bireyin dinle kurduğu ilişki ve dinî bilgi edinme yöntemlerini değiştiriyor. Sanal ortama taşınan dinî bilgi İslam medeniyetinde bilginin ulaştırılmasında merkezi konumda olan insan (âlim/ârif) unsurunun devreden çıkmasıyla bilgi kaynağını ortadan kaldırıyor, bilgiyi enformasyona dönüştürüyor. Böylece tekno-dindarımız manipülasyona açık, bilgiye erişim noktasında doğru yöntem ve hakikatten uzak, kafası karışık ve yüzeysel bir dinî bilgi / yaşam tercih etmiş oluyor. Çünkü dijital dünyada maruz kaldığı enformasyon sadece gerçeği taklit ediyor ve tekno-dindar bağlamından kopuk bu içeriklerle “bilgilendiğini” sanıyor.
Hâlbuki dijitalleşme, dini gün geçtikçe daha çok tüketim malzemesi haline getiriyor. Yapay zekânın gelmesiyle birlikte, süreç iyi yönetilmezse ve toplumun rol modelleri iyi örnek olmazsa dezenformasyonun çok daha fazla olacağı aşikâr. Çünkü mesele sadece dinin tüketim malzemesi haline dönüşmesi ile bitmeyecek, kendi dijital dinini oluşturmak için bizlerin duymak istediği dinî bilgileri veren yapay zekâlı vaizler ortaya çıkacaktır. Japonya ve Polonya örneği bu akımın en masum örnekleri olarak geçmişte yerini alırken daha ciddi dezenformasyonlar bu yapay zekâ vaizlerin / imamların eliyle gerçekleşebilir.
Hatta bu yapay zekâ vaizlerin birer propaganda vesilesi olarak yapay zekâ teknolojilerini ve parasal gücünü elinde bulunduranlar tarafından kullanılması, siyasi, ideolojik, sosyolojik yönlendirmelerinde, yayılmasını istedikleri düşüncelerin alıcılara ulaşmasında etkin rol oynamaları da kuvvetli ihtimallerden biri… Çünkü din tarihin her döneminde herhangi bir dünya görüşünün propagandasının yapılması için en elverişli malzemelerden biri olarak insanlar tarafından kullanıldı. Artık propaganda araçları çok daha hızlı, kullanım alanları çok daha geniş… Bu hızlı değişim bir din simülasyonu oluşturarak hayatımızı çepeçevre sarmak üzereyken karşı önlem almak için sosyal bilimlerle uğraşan her bir kişi ya da kurumun disiplinler arası çalışmalarla geleceğin sosyolojik altyapısını planlaması gerekiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 2 Kasım 2021’de yayımlanmıştır.