2025’te ruh hâli: Yalnızlık, dijital yorgunluk ve anlam krizi

Modern hayat bizden çok şey istiyor, ama az şey veriyor: Bağlantı içinde yalnızlaşıyoruz, dijitalleşmeyle tükeniyoruz ve en derinlerde bir anlam arayışına giriyoruz. Peki, bu ruh hâli ne anlatıyor? Klinik Psikolog Gülbin Kıran yazdı.

2025’in en belirgin psikolojik tablolarından biri, iletişimin artmasına rağmen yakınlığın azalması. Sosyal medya, mesajlaşma uygulamaları, online buluşmalar derken hayatımız sürekli bir “çevrim içi” olma haliyle geçiyor. Ancak paradoks şu ki: Bu yoğun iletişim trafiği, gerçek bağ kurma yetimizi törpülemeye başladı.

Kendimizi “ulaşılabilir” hissetsek de, çoğu zaman anlaşılmamış oluyoruz. Ekranların ışığında yüz yüze gelmeden kurduğumuz bağlar, güven, şefkat ve aidiyet gibi duyguların yerini dolduramıyor. Belki de bu yüzden, dijital çağın ortasında bu kadar çok kişi kendini yalnız, yorgun ve “eksik” hissediyor.

Yalnızlık: Yeni yüzyılın sessiz salgını

Yalnızlık duygusu eskiden daha çok ileri yaştaki insanlarla ilişkilendirilirdi. Ancak bugün, bu duygu her yaş grubunu etkisi altına almış durumda. Kalabalık şehirlerde yaşayan genç profesyoneller, üniversite öğrencileri, hatta aile içinde olan bireyler bile yalnız hissedebiliyor.

Bu yalnızlık sadece sosyal ilişkilerin azlığı değil; anlaşılmama, paylaşamama, içsel kopukluk gibi çok boyutlu bir ruh hâli. Ve bu hâl, günümüz dünyasında her geçen gün daha yaygın hâle geliyor.

Sosyal bilimciler, yalnızlığın bireysel bir duygu olmanın çok ötesinde, toplumsal bir meseleye dönüştüğünü vurguluyor. Dünya Sağlık Örgütü, yalnızlığı halk sağlığı açısından küresel bir tehdit olarak değerlendiriyor. Çünkü yalnızlık, sadece duygusal sağlığı değil, fiziksel sağlığı da derinden etkiliyor. Kronik yalnızlık, kalp-damar hastalıklarından bağışıklık sisteminin zayıflamasına kadar birçok sağlık sorunuyla bağlantılı.

Bu noktada dijital yaşam tarzı da önemli bir faktör. Birbirimize çok “yakın” görünsek de, çoğu zaman birbirimize çok “uzak” yaşıyoruz. Çevrim içi paylaşımlar, gerçek yakınlığın yerini tutmuyor. Anlık bildirimler, derin sohbetlerin önüne geçiyor.

Dijitalleşme: Kolaylık mı, kapan mı?

Dijitalleşme, hayatımızı birçok açıdan kolaylaştırdı. Özellikle pandemi sonrasında uzaktan eğitim, çevrim içi terapi, evden çalışma gibi modeller yaygınlaştı. Ancak bu kolaylıklar, zamanla bizi doğrudan ilişkilerden biraz daha uzaklaştırdı.

Çevrim içi terapi, bugün psikolojik destek hizmetlerine erişimi kolaylaştırıyor. Bu çok önemli; ancak ekran üzerinden kurulan ilişkilerde duygu aktarımı sınırlanabiliyor. Sessizliği paylaşmak, bir göz temasında rahatlamak gibi derin deneyimler, çoğu zaman ekran arkasında zayıflıyor. Bu da bazı kişilerde, destek almasına rağmen “eksik bir şey var” hissine neden olabiliyor.

Diğer yandan, sürekli çevrim içi olma hâli dijital tükenmişlik sendromunu da beraberinde getiriyor. Bildirimler, e-postalar, yapılacaklar listesi hiç bitmiyor. Çoğu kişi gün sonunda yalnızca fiziksel değil, zihinsel olarak da tükenmiş hissediyor. Bu “sürekli uyarılma” hâli, bizi gerçek dinlenme durumundan mahrum bırakıyor.

Bu yorgunluk sadece işle ilgili değil; sosyal medya kullanımı bile bir yarışa dönüşmüş durumda. Kim daha mutlu, kim daha üretken, kim daha çok beğeni almış… Tüm bunlar, farkında olmadan zihinsel yük oluşturuyor.

Anlam kaybı: Sahip olmak değil, anlamlandırmak istiyoruz

Daha önce hiçbir çağda bu kadar çok imkâna sahip olmadık. Ancak belki de hiçbir çağda bu kadar çok insan, “Neden yaşıyorum?” sorusunu bu kadar derinden sormadı. Maddi refah, başarı ya da sosyal onay tek başına yeterli gelmiyor. Birçok insan, “Her şeyim var ama bir boşluk hissediyorum” demeye başladı.

Bu, aslında çağımızın en belirgin ruhsal meselelerinden biri: anlam eksikliği. Kendini işe yarar hissetme, bir amaca hizmet etme, bir yere ait olma gibi ihtiyaçlar karşılanmadığında bireyin psikolojisinde derin bir tatminsizlik baş gösteriyor.

Bu da depresyon ve tükenmişliğe giden yolun kapısını aralıyor. Modern dünyada ruhsal yorgunluğun altında, çoğu zaman “anlam bulamama” hâli yatıyor. İş sadece işle ilgili değil; hayatla ilgili bir mesele hâline geliyor.

İnsan sadece çalışan, tüketen ya da başaran bir varlık değil. İnsan aynı zamanda anlam üreten, değer yaratan ve bağ kurmak isteyen bir varlık. Bugünlerde bu bağları kurmak zorlaştıkça, yaşama duyduğumuz aidiyet de zayıflıyor.

Peki, çözüm nerede?

Bu tablo karamsar gibi görünse de, aslında umut verici bir yönü de var: farkındalık artıyor. Ruh sağlığı artık bir tabu değil. İnsanlar psikolojik destek almayı daha normal karşılıyor, yalnızlıklarını daha rahat dillendirebiliyor, duygularını paylaşma ihtiyacı duyuyor.

İlk adım, kendimize dönmek. “Ben gerçekten nasılım?” sorusunu dürüstçe sormak. Yorgun muyum, yalnız mıyım, anlam mı arıyorum? Cevaplar belki hemen gelmeyebilir ama bu soruları sormaya başlamak bile büyük bir değişimin habercisi olabilir.

İkinci adım, bağlantı kurmak. Gerçekten dinlemeyi ve dinlenilmeyi içeren, yargısız, açık kalpli sohbetlere yer açmak. Bu, bazen eski bir arkadaşı aramak, bazen mahalledeki biriyle kahve içmek kadar basit olabilir.

Üçüncü ve belki de en önemli adım, yardım istemekten çekinmemek. Terapiye gitmek, bir destek grubuna katılmak, duygusal ihtiyaçlarını ifade etmek… Bunlar zayıflık değil, insan olmanın doğal yansımalarıdır.

Son söz: Bu ruh hâli hepimizin aynası

2025’in ruh hâli bireysel bir mesele değil, kolektif bir deneyim. Yalnızlık, dijital tükenmişlik ve anlam krizi; birbirine bağlı, iç içe geçmiş sorunlar. Bu sorunlarla baş etmenin yolu da yine ilişkilerden, dayanışmadan, yüzleşmeden geçiyor.

Çünkü bazen ruhumuzu iyileştirmek için bir dostun “Gerçekten nasılsın?” sorusu yeterli olabiliyor. Ve bu basit ama samimi sorunun ardından gelen içten bir sessizlik bile, kalbin bir yerinde yeniden bağ kurmanın mümkün olduğunu hatırlatıyor. Belki de iyileşme dediğimiz şey, tam da burada başlıyor.

Yararlanılan kaynaklar

  • World Health Organization. (2023). Report of the WHO Commission on Social Connection. https://www.who.int/publications/i/item/9789240072450
  • American Psychological Association. (2021). Stress in America 2021: Pandemic Impacts. https://www.apa.org/news/press/releases/stress/2021/impact-pandemic
  • Twenge, J. M., & Campbell, W. K. (2018). The Narcissism Epidemic: Living in the Age of Entitlement. Atria Books.
  • Frankl, V. E. (1946). Man’s Search for Meaning. Beacon Press.
  • Pew Research Center. (2023). Teens, Social Media and Mental Health. https://www.pewresearch.org/internet/2023/04/26/teens-social-media-and-mental-health
  • The Lancet Public Health. (2023). Digital health interventions for loneliness: opportunities and limitations. https://www.thelancet.com/journals/lanpub/article/PIIS2468-2667(23)00110-9/fulltext

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.

Gülbin Kıran
Gülbin Kıran
Gülbin Kıran - Lisans eğitimini TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Psikoloji bölümünde onur derecesiyle tamamladıktan sonra, lisansüstü eğitimini Üsküdar Üniversitesi Klinik Psikoloji programında yüksek onur derecesiyle tamamladı. Mesleki yaşamı boyunca, çeşitli terapi yaklaşımları ve psikolojik değerlendirme yöntemleri üzerine eğitimler alarak; farklı kurumlarda, geniş bir danışan yelpazesiyle çalışma deneyimi edindi. Klinik çalışmalarının yanı sıra; Acıbadem Üniversitesi Ezcacılık Fakültesi’nde öğretim görevliliğinde bulunarak lisans öğrencilerine yabancı dilde psikoloji dersleri verdi. İyi Hissetmek dergisinde yazarlık yaptı. Kısa yazı ve şiirlerinden oluşan bir kitap yayımladı. Antalya’da, Uzman Klinik Psikolog olarak mesleğini sürdürüyor, yetişkin psikoterapilerinde ağırlıklı olarak şema terapi ekolü ile çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2025’te ruh hâli: Yalnızlık, dijital yorgunluk ve anlam krizi

Modern hayat bizden çok şey istiyor, ama az şey veriyor: Bağlantı içinde yalnızlaşıyoruz, dijitalleşmeyle tükeniyoruz ve en derinlerde bir anlam arayışına giriyoruz. Peki, bu ruh hâli ne anlatıyor? Klinik Psikolog Gülbin Kıran yazdı.

2025’in en belirgin psikolojik tablolarından biri, iletişimin artmasına rağmen yakınlığın azalması. Sosyal medya, mesajlaşma uygulamaları, online buluşmalar derken hayatımız sürekli bir “çevrim içi” olma haliyle geçiyor. Ancak paradoks şu ki: Bu yoğun iletişim trafiği, gerçek bağ kurma yetimizi törpülemeye başladı.

Kendimizi “ulaşılabilir” hissetsek de, çoğu zaman anlaşılmamış oluyoruz. Ekranların ışığında yüz yüze gelmeden kurduğumuz bağlar, güven, şefkat ve aidiyet gibi duyguların yerini dolduramıyor. Belki de bu yüzden, dijital çağın ortasında bu kadar çok kişi kendini yalnız, yorgun ve “eksik” hissediyor.

Yalnızlık: Yeni yüzyılın sessiz salgını

Yalnızlık duygusu eskiden daha çok ileri yaştaki insanlarla ilişkilendirilirdi. Ancak bugün, bu duygu her yaş grubunu etkisi altına almış durumda. Kalabalık şehirlerde yaşayan genç profesyoneller, üniversite öğrencileri, hatta aile içinde olan bireyler bile yalnız hissedebiliyor.

Bu yalnızlık sadece sosyal ilişkilerin azlığı değil; anlaşılmama, paylaşamama, içsel kopukluk gibi çok boyutlu bir ruh hâli. Ve bu hâl, günümüz dünyasında her geçen gün daha yaygın hâle geliyor.

Sosyal bilimciler, yalnızlığın bireysel bir duygu olmanın çok ötesinde, toplumsal bir meseleye dönüştüğünü vurguluyor. Dünya Sağlık Örgütü, yalnızlığı halk sağlığı açısından küresel bir tehdit olarak değerlendiriyor. Çünkü yalnızlık, sadece duygusal sağlığı değil, fiziksel sağlığı da derinden etkiliyor. Kronik yalnızlık, kalp-damar hastalıklarından bağışıklık sisteminin zayıflamasına kadar birçok sağlık sorunuyla bağlantılı.

Bu noktada dijital yaşam tarzı da önemli bir faktör. Birbirimize çok “yakın” görünsek de, çoğu zaman birbirimize çok “uzak” yaşıyoruz. Çevrim içi paylaşımlar, gerçek yakınlığın yerini tutmuyor. Anlık bildirimler, derin sohbetlerin önüne geçiyor.

Dijitalleşme: Kolaylık mı, kapan mı?

Dijitalleşme, hayatımızı birçok açıdan kolaylaştırdı. Özellikle pandemi sonrasında uzaktan eğitim, çevrim içi terapi, evden çalışma gibi modeller yaygınlaştı. Ancak bu kolaylıklar, zamanla bizi doğrudan ilişkilerden biraz daha uzaklaştırdı.

Çevrim içi terapi, bugün psikolojik destek hizmetlerine erişimi kolaylaştırıyor. Bu çok önemli; ancak ekran üzerinden kurulan ilişkilerde duygu aktarımı sınırlanabiliyor. Sessizliği paylaşmak, bir göz temasında rahatlamak gibi derin deneyimler, çoğu zaman ekran arkasında zayıflıyor. Bu da bazı kişilerde, destek almasına rağmen “eksik bir şey var” hissine neden olabiliyor.

Diğer yandan, sürekli çevrim içi olma hâli dijital tükenmişlik sendromunu da beraberinde getiriyor. Bildirimler, e-postalar, yapılacaklar listesi hiç bitmiyor. Çoğu kişi gün sonunda yalnızca fiziksel değil, zihinsel olarak da tükenmiş hissediyor. Bu “sürekli uyarılma” hâli, bizi gerçek dinlenme durumundan mahrum bırakıyor.

Bu yorgunluk sadece işle ilgili değil; sosyal medya kullanımı bile bir yarışa dönüşmüş durumda. Kim daha mutlu, kim daha üretken, kim daha çok beğeni almış… Tüm bunlar, farkında olmadan zihinsel yük oluşturuyor.

Anlam kaybı: Sahip olmak değil, anlamlandırmak istiyoruz

Daha önce hiçbir çağda bu kadar çok imkâna sahip olmadık. Ancak belki de hiçbir çağda bu kadar çok insan, “Neden yaşıyorum?” sorusunu bu kadar derinden sormadı. Maddi refah, başarı ya da sosyal onay tek başına yeterli gelmiyor. Birçok insan, “Her şeyim var ama bir boşluk hissediyorum” demeye başladı.

Bu, aslında çağımızın en belirgin ruhsal meselelerinden biri: anlam eksikliği. Kendini işe yarar hissetme, bir amaca hizmet etme, bir yere ait olma gibi ihtiyaçlar karşılanmadığında bireyin psikolojisinde derin bir tatminsizlik baş gösteriyor.

Bu da depresyon ve tükenmişliğe giden yolun kapısını aralıyor. Modern dünyada ruhsal yorgunluğun altında, çoğu zaman “anlam bulamama” hâli yatıyor. İş sadece işle ilgili değil; hayatla ilgili bir mesele hâline geliyor.

İnsan sadece çalışan, tüketen ya da başaran bir varlık değil. İnsan aynı zamanda anlam üreten, değer yaratan ve bağ kurmak isteyen bir varlık. Bugünlerde bu bağları kurmak zorlaştıkça, yaşama duyduğumuz aidiyet de zayıflıyor.

Peki, çözüm nerede?

Bu tablo karamsar gibi görünse de, aslında umut verici bir yönü de var: farkındalık artıyor. Ruh sağlığı artık bir tabu değil. İnsanlar psikolojik destek almayı daha normal karşılıyor, yalnızlıklarını daha rahat dillendirebiliyor, duygularını paylaşma ihtiyacı duyuyor.

İlk adım, kendimize dönmek. “Ben gerçekten nasılım?” sorusunu dürüstçe sormak. Yorgun muyum, yalnız mıyım, anlam mı arıyorum? Cevaplar belki hemen gelmeyebilir ama bu soruları sormaya başlamak bile büyük bir değişimin habercisi olabilir.

İkinci adım, bağlantı kurmak. Gerçekten dinlemeyi ve dinlenilmeyi içeren, yargısız, açık kalpli sohbetlere yer açmak. Bu, bazen eski bir arkadaşı aramak, bazen mahalledeki biriyle kahve içmek kadar basit olabilir.

Üçüncü ve belki de en önemli adım, yardım istemekten çekinmemek. Terapiye gitmek, bir destek grubuna katılmak, duygusal ihtiyaçlarını ifade etmek… Bunlar zayıflık değil, insan olmanın doğal yansımalarıdır.

Son söz: Bu ruh hâli hepimizin aynası

2025’in ruh hâli bireysel bir mesele değil, kolektif bir deneyim. Yalnızlık, dijital tükenmişlik ve anlam krizi; birbirine bağlı, iç içe geçmiş sorunlar. Bu sorunlarla baş etmenin yolu da yine ilişkilerden, dayanışmadan, yüzleşmeden geçiyor.

Çünkü bazen ruhumuzu iyileştirmek için bir dostun “Gerçekten nasılsın?” sorusu yeterli olabiliyor. Ve bu basit ama samimi sorunun ardından gelen içten bir sessizlik bile, kalbin bir yerinde yeniden bağ kurmanın mümkün olduğunu hatırlatıyor. Belki de iyileşme dediğimiz şey, tam da burada başlıyor.

Yararlanılan kaynaklar

  • World Health Organization. (2023). Report of the WHO Commission on Social Connection. https://www.who.int/publications/i/item/9789240072450
  • American Psychological Association. (2021). Stress in America 2021: Pandemic Impacts. https://www.apa.org/news/press/releases/stress/2021/impact-pandemic
  • Twenge, J. M., & Campbell, W. K. (2018). The Narcissism Epidemic: Living in the Age of Entitlement. Atria Books.
  • Frankl, V. E. (1946). Man’s Search for Meaning. Beacon Press.
  • Pew Research Center. (2023). Teens, Social Media and Mental Health. https://www.pewresearch.org/internet/2023/04/26/teens-social-media-and-mental-health
  • The Lancet Public Health. (2023). Digital health interventions for loneliness: opportunities and limitations. https://www.thelancet.com/journals/lanpub/article/PIIS2468-2667(23)00110-9/fulltext

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 3 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.

Gülbin Kıran
Gülbin Kıran
Gülbin Kıran - Lisans eğitimini TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Psikoloji bölümünde onur derecesiyle tamamladıktan sonra, lisansüstü eğitimini Üsküdar Üniversitesi Klinik Psikoloji programında yüksek onur derecesiyle tamamladı. Mesleki yaşamı boyunca, çeşitli terapi yaklaşımları ve psikolojik değerlendirme yöntemleri üzerine eğitimler alarak; farklı kurumlarda, geniş bir danışan yelpazesiyle çalışma deneyimi edindi. Klinik çalışmalarının yanı sıra; Acıbadem Üniversitesi Ezcacılık Fakültesi’nde öğretim görevliliğinde bulunarak lisans öğrencilerine yabancı dilde psikoloji dersleri verdi. İyi Hissetmek dergisinde yazarlık yaptı. Kısa yazı ve şiirlerinden oluşan bir kitap yayımladı. Antalya’da, Uzman Klinik Psikolog olarak mesleğini sürdürüyor, yetişkin psikoterapilerinde ağırlıklı olarak şema terapi ekolü ile çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x