Bir aydın örneği olarak Doğan Cüceloğlu

16 Şubat 2021’de aramızdan ayrılan Doğan Cüceloğlu ömrünü bilgiyi anlaşılır kılmaya, psikoloji bilgisini toplumun her kesimine ulaştırmaya, hem zihin hem gönül diliyle anlatmaya adadı. ‘Stand-up’cı psikolog oldu’ eleştirilerine kulak asmadı. Yıldız Hacıevliyagil C. yazdı.

Yıl 1993, bahar ayları. Kızım Umay doğalı yedi ay olmuş. O dönem Türkiye’de çocuk gelişimi ile ilgili kitap bulmak oldukça zor. Ne bulursam alıp okuyorum. Bir gün İçimizdeki Çocuk[1] adlı kitap dikkatimi çekiyor. İlgi alanımı bilen kitapçı “Bu ebeveynlik kitabı değil” diyor.  Ama yine de alıyorum. İşte, Doğan Cüceloğlu ile okur-yazar olarak ilk tanışmam böyle başlıyor.

İşten ve annelikten arta kalan zamanlarda başka kitaplar da okumaya çalışıyorum. Birkaç yıl sonra biri Doğan Cüceloğlu olmak üzere kitaplarını zevkle okuduğum iki yazarın imza günlerine katılıyorum. İki farklı insan, iki farklı yaklaşım.

Doğan Cüceloğlu, kalabalığa rağmen kimseyi geçiştirmiyor. Her bir okurunun gözünün içine bakıyor, gülümsüyor, bazılarıyla kısa da olsa sohbet ediyor. Tam olarak okuduğum kitaplarını yazdığını hayal ettiğim kişi; kendi gibi olan, -mış gibi yapmayan, sahici bir insan. Onun aksine diğer yazar asık suratlı, okurla göz göze gelmek ona pek bir şey ifade etmiyor gibi.

Gönül dostu ve eşi olarak yaşamına tanıklık ettiğim ilerideki yıllar, imza kuyruğunda yaptığım o ilk gözlemleri doğruluyor. Bugün “Bir aydın olarak Doğan Cüceloğlu’nu farklı kılan neydi?” diye düşündüğümde, ilk gözlemlerim hâlâ anlamlı geliyor. Şimdi onun aydın kimliğine dair birkaç temel noktayı daha paylaşmak istiyorum.

Olgunluğu ve dinlemesi

Doğan Cüceloğlu olgun bir insandı ve insanlarla gerçek anlamda bir sohbet oluşturabilirdi. “Sohbet etmek hepimizin yaptığı bir şey değil mi?” diye düşünebilirsiniz. Ancak onun sohbet anlayışı bambaşkaydı.

Sohbetin temel unsurlarını ele aldığı on makalelik bir dizi yazmıştı.[2] Ona göre olgun insan, olay ile olayın anlamının aynı şey olmadığını bilir. Karşısındaki kişinin düşüncelerini yargılamak yerine, onun dünyasını anlamaya çalışır. Sohbetin özü karşı tarafı tüm varlığıyla dinlemek, onun duygu ve düşüncelerine alan açmaktır.

Kendinden farklı düşünenlere en doğru düşüncenin kendi düşüncesi olduğunu kanıtlamak için yapılan “sohbetlerden” çok farklı değil mi?

Doğan Cüceloğlu sohbet içinde olduğu insanı gerçekten dinlerdi. Onunla konuşurken bunu hissederdiniz. Doğan Cüceloğlu’nun araştırma asistanı Gizem Çil de “İyi ki” kitabında onun dinleme tarzını anlatıyor:[3]

“Tahmin edersiniz ki Doğan Hoca bana ne nasihat etti ne de kendi fikirlerini “Doğrusu budur, sen yanlış yoldasın,” diye dayatmaya çalıştı. O sadece ben her ağzımı açtığımda, “Ama hocam!” diye ona her karşı çıktığımda, hatta farkına varmadan sözünü keserek kendi düşüncemi paylaştığımda beni gözlerimin ta içine bakarak dinledi. Kendimi daha fazla ifade edebilmem için bana sürekli alan açmaya çalıştı. Karşınızda sizi böylesine dinleyen biri olduğunda; hele ki bu kişi yaşça büyük, aklına, bilgisine, gönlüne inandığınız bir yetişkinse ne oluyor biliyor musunuz? Siz de ister istemez, hiç farkına varmadan, dinlemeyi -kafanızda kendi vereceğiniz cevabı hazırlama telaşına girmeden dinlemeyi- öğrenmeye başlıyorsunuz.”

Olgun insan ve iyi bir dinleyici olan Doğan Cüceloğlu, bunun doğal sonucu olarak “bilen insan” değil, “öğrenen insandı”.

“Bilen insan” değil, “öğrenen insan” olmak

Doğan Cüceloğlu’nun günlük yaşamında sıkça vurguladığı bir ayrım… “Öğrenen İnsan Olmak Kolay Değil”[4] başlıklı yazısında “bilen insan” ve “öğrenen insan” arasındaki farkları tanımlamıştı:

“’Bilen insan’ yaşama kapalıdır, bilir dolayısıyla nasihat eder, olayları değerlendirir ve yargılar.  Kendisi gibi düşünenler arar. Değişime öfkelidir ve durdurmak ister. Yaşam sürekli değiştiği için kaygılıdır, eski bilgilerinin yeni durumları anlamada ve yönetmede yetersiz kaldığını görmek istemez.”

Tanıdık geliyor mu? Var mı çevrenizde böyle insanlar? Ben arada kendimi bunların bazılarını yaparken yakalıyorum mesela…

“Öğrenen insan” ise yaşama açıktır, dinler, sohbet eder, olayları gözlemler ve anlamaya çalışır. Farklı görüşlere açıktır. Değişimle dans eder. Yaşamı hiç bitmeyen bir maceradır; her olay, her ilişki, her bakış ve her söz onun zihninde yeni bir boyut açabilir.

Doğan Cüceloğlu öğrenen insandı ve hayatı boyunca öğrenmeye devam etti. Katılaşmadı, sabit fikirli olmadı. Akademik bilgiyi yaşamın gerçekleriyle harmanlamaya özen gösterdi.

Bilgiye bakışı: “Malumat” değil, “farkındalık”

Doğan Cüceloğlu yayınlanmış kırkı aşkın bilimsel makalesi olan bir akademisyendi. Akademiden ayrıldıktan sonra bilimsel merakını koruyarak, bilgiyi halkla paylaşmanın yollarını aradı. Kırklı yaşlarında, çocuklarından ayrı kaldığı dört yıl boyunca yaşadığı acılar ona, üniversitede edindiği bilginin sınavlarda başarılı olup diploma almasını sağladığını, ancak “o bilginin gerçek anlamını kavramak” ile aynı şey olmadığını öğretti. Yaşadığı bu süreci “malumat”, “bilgi” ve “farkındalık” arasındaki farkları keşfetmek olarak tanımladı: [5]

Malumat, bir olay, nesne ya da sistem hakkında verilen enformasyon.

Bilgi, bu enformasyon parçalarının kendi aralarında ilişki kurarak anlamlı bir bütün oluşturması.

Farkındalık, bilginin yaşamla ilişkilendirilmesi ve içselleştirilmesidir.  “Malumat”, “farkındalığa” dönüştüğünde anlam kazanır.

Ona göre bir psikoloğun en önemli laboratuvarı kendi hayatıydı.[6] Yaşamın içinden öğrenmek, akademik bilgiyi insan hayatına dokunduracak şekilde yorumlamak onun en değerli özelliklerinden biriydi.

Niyetinin saflığı: “Biz bilinci”

Doğan Cüceloğlu’nun en önemli hedeflerinden biri, psikoloji bilgisini toplumun her kesimine ulaştırmaktı. Bilimsel kavramların halk tarafından anlaşılmasını istiyordu. Damdan Düşen Psikolog kitabında akademik çevrelerden gelen eleştiriler hakkında düşüncelerini paylaşmıştı:

“Ben, demokratik bir toplum oluşturabilmek için bilimsel kavramların yaygın bir kitle tarafından bilinmesi, aşina olunması, yaşamlarına girmesi vizyonunu taşıyorum. O bakımdan, bazen bana akademisyenlerden tenkit geldiğini –yüzüme karşı söylemediler ama– tenkit geldiğini duydum, ‘Bilimi ayağa düşürdü. Stand-up’cı psikolog oldu’ gibi eleştiriler geliyor. Bu eleştiriler benim hoşuma gidiyor, ‘Demek ki,’ diyorum, yapmak istediğimi yapabiliyorum hakikaten. Profesör gibi konuşmuyorum demek ki. İyi.” [7]

Onun amacı “bilen insan” olmak değil, “öğrenen insanları” çoğaltmaktı. Bilgiyi paylaşırken samimiydi, halkın anlayabileceği şekilde anlatmaya çok özen gösterirdi. Niyetinin saflığını 2015 yılında Damdan Düşen Psikolog kitabında şu sözlerle dile getirmişti:

“Hayatımın geri kalan kısmını yeni bilgi üretmek yani bilimsel araştırmalar yapmak değil, mevcut bilgileri halkın anlayabileceği şekilde açık seçik sunmakla geçirmeye programladım. Öyle bir vizyon sahibiyim. Çünkü üretilmiş çok çok güçlü bilgiler var. Yani benim ülkemdeki insanlar, insan konusunda üretilmiş bilgilerin yüzde 10’una, yüzde 15’ine sahip olmaya başlasalar karı-koca ilişkileri, çocuk yetiştirme tarzı, hayata bakış tarzları, sağlık konusu, politik eylemleri, oy verme davranışları, ekonomik davranışları, birbirleriyle ilişkileri çok iyileşir. Ve benim önceliğim orada. Öyle bir vizyonum var.” [8]

2021 yılında vefatından kısa bir süre önce yayınlanan Var mısın? söyleşi kitabında ise “Yaşadıklarımdan ve tecrübelerimden süzdüklerimle elimden gelenin en iyisini yapıyorum ve doğan her bir çocuğun çocukluğunu doya doya yaşamasına ve olabileceği en iyi insan olmasına yardımcı olmak istiyorum.” diyordu. [9]

Zihin ve gönül dilini dengelemesi

Ölümünün ve zamanın kısıtlı olduğunun bilinci içinde tek bir anını boşa geçirmemeye özen gösterirdi. Çalışmayı bildiği kadar, ara vermeyi de bilirdi. Kahvaltı sohbetlerimiz öyle keyifli ve zengindi ki arada “Keşke bunları olduğu gibi televizyona aktarabilsek,” derdi. Bir sabah kahvaltıda “Televizyon programlarına devam etmem anlamlı mı, değil mi, ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştu Umay’la bana.

Ben “Kitaplar daha kalıcı, bence onlara ağırlık vermelisin” demiştim. Kahvaltıdan sonra yürüyüşe çıkmıştı. Yolda giyiminden köyden geldiğini tahmin ettiği orta yaşlı bir kadınla karşılaşmış, kadın onu televizyondan tanıyıp, “Ana-baba diye konuşan adam sen değil misin?” diye sormuş “Evet” diye cevap verince de “Allah benim ömrümden alsın, sana versin” demişti. Bunu o sabahki sohbetimize bir cevap kabul ederek, televizyon programlarının insanlara ulaştığını düşünüp, içi rahatlamış ve programlara devam etme kararı almıştı.

Bilgiyi anlaşılır kılmak için yalnızca “zihin dili” ile anlatmak yetmezdi. İnsanların “gönül diline” de hitap etmek gerektiğini söylerdi:

“Zihin dili olayların, rakamların, malumatın anlatım dilidir. Bir de gönül dili var; o da “biz”i gerçekten hissettiğin zaman ortaya çıkan duyguların, ilişkilerin dilidir. Yani biraz Yunus Emre’ye aşinaysan, bu dili bilirsin. Bir şey söyleyeyim; işte bu, evrensel bir dildir. Altı aylık bir bebek bu dili hisseder.”[10]

O yüzden anlatımlarında hikâyelere yer verirdi. Çünkü ona göre bilgi, anlamını bir öykü içinde buluyordu. Sadece sayılar ve istatistikler değil, insanın yaşamına dokunan anlatılar kalıcı olurdu.

Bilgiyi en anlaşılır şekilde ulaştırmak için seminerlerinde, televizyon programlarında ve kitaplarında yer verdiği “onun imzası” diyebileceğim öyküleri, yaşamda görebilmenin önemine Var mısın?’da değinmişti:

“Ben olayların, malumatın değil; farkındalıkların, ilişkilerin peşindeyim. Çünkü anlam ilişkide yatıyor. Ben öğrenirken bir konunun öyküsünü öğreniyorum aslında. Bu yüzden şunu sorarım: Bir öykü yakalayabildim mi? Anlatılan malumat anlamlı ve tutarlı bir öykü oluşturuyor mu? Bu önemli; çünkü bilgi, anlamını öykü içinde buluyor. Her şey hakkında bir sürü anlamlı istatistik verebilirsin ama ortada bir öykü yoksa anlattığın sadece sıkıcı sayılardır.

Öyküler farklı… Öykü bilgilerin, deneyimlerin ve olayların anlamını bulduğu ilişkiler bütünüdür. Ben de okurken yazarın ve anlattığı konunun öyküsünü keşfetmeye özen gösteriyorum. Aslında her birimizin yaşamı bir öykü; sen bir öyküsün, ben bir öyküyüm. Farkında olsalar da olmasalar da insanlar kendi öykülerini yaşıyorlar. Ben de öyküsünü yaşayan insanlarla konuşuyorum, onları dinliyorum, öykünün öyküsünü görmeye çalışıyorum.” [11]

Ve gönlünden bunun yalnız kendi verdiği eğitimler, yazdığı kitaplarla sınırlı kalmayıp, eğitim sistemimiz tarafından da dikkate alınması geçiyordu:

“Sadece konteksi hedefleyen, ezbere dayanan eğitim sistemini hem birey hem de bireyin ait olduğu ekipler açısından, çiftler arası ilişkiler, ebeveyn-çocuk ilişkisi, meslek ilişkisi açısından hastalıklı buluyorum. Bu nedenle özümsenmemiş malumat yükleyen eğitim sisteminden vazgeçmek gerektiğini savunuyorum. Bunun yerine insanı bütünsel olarak geliştirmeyi hedefleyen bir eğitim sistemine geçmek sadece Türkiye için değil, bütün insanlık için elzemdir.”[12]

Yalnız zihnini değil, gönlünü de kattığı bu yolda gerçek aydını kendi sözlerinden okuyabiliriz:

“Gerçekte aydın olmak, bilginin bir araç olduğunu, yaşama anlam verenin gönül bağları olduğunu, ondan dolayı en iyi bilim adamı olarak, en iyi bilgiyi elde ederek bir amaç için kullanmak anlayışı. İnsan olmayı zenginleştirme ve bundan da sadece benim ülkemin insanlarını kastetmiyorum.” [13]

Onunla yol arkadaşlığı yapmış olmaktan büyük bir şükran duyuyorum. O, yalnızca bildiklerini paylaşan değil, yaşamıyla da öğreten gerçek bir aydındı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Cüceloğlu, D. (2024). İçimizdeki Çocuk. İstanbul: Kronik Kitap.

[2] İlgilenenler sohbet makalelerine Doğan Cüceloğlu’nun web sitesinden ulaşabilirler. https://dogancuceloglu.net/?s=sohbet+

[3] Hacıevliyagil Cüceloğlu, Y. İyi ki: Bir Gönül İnsanı Doğan Cüceloğlu ile Anılar. İstanbul: Kronik Kitap.  s. 49-50

[4] https://dogancuceloglu.net/ogrenen-insan-olmak-kolay-degil-ramazan-tanman-mektubu/

[5] Cüceloğlu, D. Var mısın?, 1. Baskı, İstanbul: Kronik Kitap, 2021.s.269-270

[6] Dila, C. Damdan Düşen Psikolog, 7. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2015. S. 416

[7] A.g.e., s.430

[8] A.g.e., s.432

[9] Cüceloğlu, D. Var mısın?, 1. Baskı, İstanbul: Kronik Kitap, 2021. s.103

[10] A.g.e. s.173

[11] A.g.e. s.193

[12] A.g.e. s.193

[13] Dila, C. Damdan Düşen Psikolog, 7. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2015, s.265

Yıldız Hacıevliyagil
Yıldız Hacıevliyagil
Yıldız Hacıevliyagil - Üç çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak İzmir’de doğdu. 1988 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl dava avukatı olarak başladığı hukuk kariyerine, şirketlerde hukuk departmanı yöneticisi ve 2011 tarihinden itibaren kendi ofisinde hukuk danışmanı olarak devam etti. Nisan 2020’de hukuk kariyerine son verdi. Profesyonel çalışma hayatı sürerken 2012 yılında eğitim hayatına geri döndü. Önce Galatasaray Üniversitesi’nde Felsefe yüksek lisansını tamamladı. Felsefe tezinden yola çıkarak yazdığı “İşim ve Ben: Meslek Seçiminden Önce Okunacak Kitap” adlı kitabı 2016 yılında yayınlandı. Bilgi Üniversitesi’nde psikoloji lisansı, Özyeğin Üniversitesi’nde Çift ve Aile Terapisi alanında psikoloji yüksek lisansı yaptı. Halen kurucusu olduğu İnsan İnsana Aile Danışma Merkezi’nde “çift ve aile terapisti” olarak çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Bir aydın örneği olarak Doğan Cüceloğlu

16 Şubat 2021’de aramızdan ayrılan Doğan Cüceloğlu ömrünü bilgiyi anlaşılır kılmaya, psikoloji bilgisini toplumun her kesimine ulaştırmaya, hem zihin hem gönül diliyle anlatmaya adadı. ‘Stand-up’cı psikolog oldu’ eleştirilerine kulak asmadı. Yıldız Hacıevliyagil C. yazdı.

Yıl 1993, bahar ayları. Kızım Umay doğalı yedi ay olmuş. O dönem Türkiye’de çocuk gelişimi ile ilgili kitap bulmak oldukça zor. Ne bulursam alıp okuyorum. Bir gün İçimizdeki Çocuk[1] adlı kitap dikkatimi çekiyor. İlgi alanımı bilen kitapçı “Bu ebeveynlik kitabı değil” diyor.  Ama yine de alıyorum. İşte, Doğan Cüceloğlu ile okur-yazar olarak ilk tanışmam böyle başlıyor.

İşten ve annelikten arta kalan zamanlarda başka kitaplar da okumaya çalışıyorum. Birkaç yıl sonra biri Doğan Cüceloğlu olmak üzere kitaplarını zevkle okuduğum iki yazarın imza günlerine katılıyorum. İki farklı insan, iki farklı yaklaşım.

Doğan Cüceloğlu, kalabalığa rağmen kimseyi geçiştirmiyor. Her bir okurunun gözünün içine bakıyor, gülümsüyor, bazılarıyla kısa da olsa sohbet ediyor. Tam olarak okuduğum kitaplarını yazdığını hayal ettiğim kişi; kendi gibi olan, -mış gibi yapmayan, sahici bir insan. Onun aksine diğer yazar asık suratlı, okurla göz göze gelmek ona pek bir şey ifade etmiyor gibi.

Gönül dostu ve eşi olarak yaşamına tanıklık ettiğim ilerideki yıllar, imza kuyruğunda yaptığım o ilk gözlemleri doğruluyor. Bugün “Bir aydın olarak Doğan Cüceloğlu’nu farklı kılan neydi?” diye düşündüğümde, ilk gözlemlerim hâlâ anlamlı geliyor. Şimdi onun aydın kimliğine dair birkaç temel noktayı daha paylaşmak istiyorum.

Olgunluğu ve dinlemesi

Doğan Cüceloğlu olgun bir insandı ve insanlarla gerçek anlamda bir sohbet oluşturabilirdi. “Sohbet etmek hepimizin yaptığı bir şey değil mi?” diye düşünebilirsiniz. Ancak onun sohbet anlayışı bambaşkaydı.

Sohbetin temel unsurlarını ele aldığı on makalelik bir dizi yazmıştı.[2] Ona göre olgun insan, olay ile olayın anlamının aynı şey olmadığını bilir. Karşısındaki kişinin düşüncelerini yargılamak yerine, onun dünyasını anlamaya çalışır. Sohbetin özü karşı tarafı tüm varlığıyla dinlemek, onun duygu ve düşüncelerine alan açmaktır.

Kendinden farklı düşünenlere en doğru düşüncenin kendi düşüncesi olduğunu kanıtlamak için yapılan “sohbetlerden” çok farklı değil mi?

Doğan Cüceloğlu sohbet içinde olduğu insanı gerçekten dinlerdi. Onunla konuşurken bunu hissederdiniz. Doğan Cüceloğlu’nun araştırma asistanı Gizem Çil de “İyi ki” kitabında onun dinleme tarzını anlatıyor:[3]

“Tahmin edersiniz ki Doğan Hoca bana ne nasihat etti ne de kendi fikirlerini “Doğrusu budur, sen yanlış yoldasın,” diye dayatmaya çalıştı. O sadece ben her ağzımı açtığımda, “Ama hocam!” diye ona her karşı çıktığımda, hatta farkına varmadan sözünü keserek kendi düşüncemi paylaştığımda beni gözlerimin ta içine bakarak dinledi. Kendimi daha fazla ifade edebilmem için bana sürekli alan açmaya çalıştı. Karşınızda sizi böylesine dinleyen biri olduğunda; hele ki bu kişi yaşça büyük, aklına, bilgisine, gönlüne inandığınız bir yetişkinse ne oluyor biliyor musunuz? Siz de ister istemez, hiç farkına varmadan, dinlemeyi -kafanızda kendi vereceğiniz cevabı hazırlama telaşına girmeden dinlemeyi- öğrenmeye başlıyorsunuz.”

Olgun insan ve iyi bir dinleyici olan Doğan Cüceloğlu, bunun doğal sonucu olarak “bilen insan” değil, “öğrenen insandı”.

“Bilen insan” değil, “öğrenen insan” olmak

Doğan Cüceloğlu’nun günlük yaşamında sıkça vurguladığı bir ayrım… “Öğrenen İnsan Olmak Kolay Değil”[4] başlıklı yazısında “bilen insan” ve “öğrenen insan” arasındaki farkları tanımlamıştı:

“’Bilen insan’ yaşama kapalıdır, bilir dolayısıyla nasihat eder, olayları değerlendirir ve yargılar.  Kendisi gibi düşünenler arar. Değişime öfkelidir ve durdurmak ister. Yaşam sürekli değiştiği için kaygılıdır, eski bilgilerinin yeni durumları anlamada ve yönetmede yetersiz kaldığını görmek istemez.”

Tanıdık geliyor mu? Var mı çevrenizde böyle insanlar? Ben arada kendimi bunların bazılarını yaparken yakalıyorum mesela…

“Öğrenen insan” ise yaşama açıktır, dinler, sohbet eder, olayları gözlemler ve anlamaya çalışır. Farklı görüşlere açıktır. Değişimle dans eder. Yaşamı hiç bitmeyen bir maceradır; her olay, her ilişki, her bakış ve her söz onun zihninde yeni bir boyut açabilir.

Doğan Cüceloğlu öğrenen insandı ve hayatı boyunca öğrenmeye devam etti. Katılaşmadı, sabit fikirli olmadı. Akademik bilgiyi yaşamın gerçekleriyle harmanlamaya özen gösterdi.

Bilgiye bakışı: “Malumat” değil, “farkındalık”

Doğan Cüceloğlu yayınlanmış kırkı aşkın bilimsel makalesi olan bir akademisyendi. Akademiden ayrıldıktan sonra bilimsel merakını koruyarak, bilgiyi halkla paylaşmanın yollarını aradı. Kırklı yaşlarında, çocuklarından ayrı kaldığı dört yıl boyunca yaşadığı acılar ona, üniversitede edindiği bilginin sınavlarda başarılı olup diploma almasını sağladığını, ancak “o bilginin gerçek anlamını kavramak” ile aynı şey olmadığını öğretti. Yaşadığı bu süreci “malumat”, “bilgi” ve “farkındalık” arasındaki farkları keşfetmek olarak tanımladı: [5]

Malumat, bir olay, nesne ya da sistem hakkında verilen enformasyon.

Bilgi, bu enformasyon parçalarının kendi aralarında ilişki kurarak anlamlı bir bütün oluşturması.

Farkındalık, bilginin yaşamla ilişkilendirilmesi ve içselleştirilmesidir.  “Malumat”, “farkındalığa” dönüştüğünde anlam kazanır.

Ona göre bir psikoloğun en önemli laboratuvarı kendi hayatıydı.[6] Yaşamın içinden öğrenmek, akademik bilgiyi insan hayatına dokunduracak şekilde yorumlamak onun en değerli özelliklerinden biriydi.

Niyetinin saflığı: “Biz bilinci”

Doğan Cüceloğlu’nun en önemli hedeflerinden biri, psikoloji bilgisini toplumun her kesimine ulaştırmaktı. Bilimsel kavramların halk tarafından anlaşılmasını istiyordu. Damdan Düşen Psikolog kitabında akademik çevrelerden gelen eleştiriler hakkında düşüncelerini paylaşmıştı:

“Ben, demokratik bir toplum oluşturabilmek için bilimsel kavramların yaygın bir kitle tarafından bilinmesi, aşina olunması, yaşamlarına girmesi vizyonunu taşıyorum. O bakımdan, bazen bana akademisyenlerden tenkit geldiğini –yüzüme karşı söylemediler ama– tenkit geldiğini duydum, ‘Bilimi ayağa düşürdü. Stand-up’cı psikolog oldu’ gibi eleştiriler geliyor. Bu eleştiriler benim hoşuma gidiyor, ‘Demek ki,’ diyorum, yapmak istediğimi yapabiliyorum hakikaten. Profesör gibi konuşmuyorum demek ki. İyi.” [7]

Onun amacı “bilen insan” olmak değil, “öğrenen insanları” çoğaltmaktı. Bilgiyi paylaşırken samimiydi, halkın anlayabileceği şekilde anlatmaya çok özen gösterirdi. Niyetinin saflığını 2015 yılında Damdan Düşen Psikolog kitabında şu sözlerle dile getirmişti:

“Hayatımın geri kalan kısmını yeni bilgi üretmek yani bilimsel araştırmalar yapmak değil, mevcut bilgileri halkın anlayabileceği şekilde açık seçik sunmakla geçirmeye programladım. Öyle bir vizyon sahibiyim. Çünkü üretilmiş çok çok güçlü bilgiler var. Yani benim ülkemdeki insanlar, insan konusunda üretilmiş bilgilerin yüzde 10’una, yüzde 15’ine sahip olmaya başlasalar karı-koca ilişkileri, çocuk yetiştirme tarzı, hayata bakış tarzları, sağlık konusu, politik eylemleri, oy verme davranışları, ekonomik davranışları, birbirleriyle ilişkileri çok iyileşir. Ve benim önceliğim orada. Öyle bir vizyonum var.” [8]

2021 yılında vefatından kısa bir süre önce yayınlanan Var mısın? söyleşi kitabında ise “Yaşadıklarımdan ve tecrübelerimden süzdüklerimle elimden gelenin en iyisini yapıyorum ve doğan her bir çocuğun çocukluğunu doya doya yaşamasına ve olabileceği en iyi insan olmasına yardımcı olmak istiyorum.” diyordu. [9]

Zihin ve gönül dilini dengelemesi

Ölümünün ve zamanın kısıtlı olduğunun bilinci içinde tek bir anını boşa geçirmemeye özen gösterirdi. Çalışmayı bildiği kadar, ara vermeyi de bilirdi. Kahvaltı sohbetlerimiz öyle keyifli ve zengindi ki arada “Keşke bunları olduğu gibi televizyona aktarabilsek,” derdi. Bir sabah kahvaltıda “Televizyon programlarına devam etmem anlamlı mı, değil mi, ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştu Umay’la bana.

Ben “Kitaplar daha kalıcı, bence onlara ağırlık vermelisin” demiştim. Kahvaltıdan sonra yürüyüşe çıkmıştı. Yolda giyiminden köyden geldiğini tahmin ettiği orta yaşlı bir kadınla karşılaşmış, kadın onu televizyondan tanıyıp, “Ana-baba diye konuşan adam sen değil misin?” diye sormuş “Evet” diye cevap verince de “Allah benim ömrümden alsın, sana versin” demişti. Bunu o sabahki sohbetimize bir cevap kabul ederek, televizyon programlarının insanlara ulaştığını düşünüp, içi rahatlamış ve programlara devam etme kararı almıştı.

Bilgiyi anlaşılır kılmak için yalnızca “zihin dili” ile anlatmak yetmezdi. İnsanların “gönül diline” de hitap etmek gerektiğini söylerdi:

“Zihin dili olayların, rakamların, malumatın anlatım dilidir. Bir de gönül dili var; o da “biz”i gerçekten hissettiğin zaman ortaya çıkan duyguların, ilişkilerin dilidir. Yani biraz Yunus Emre’ye aşinaysan, bu dili bilirsin. Bir şey söyleyeyim; işte bu, evrensel bir dildir. Altı aylık bir bebek bu dili hisseder.”[10]

O yüzden anlatımlarında hikâyelere yer verirdi. Çünkü ona göre bilgi, anlamını bir öykü içinde buluyordu. Sadece sayılar ve istatistikler değil, insanın yaşamına dokunan anlatılar kalıcı olurdu.

Bilgiyi en anlaşılır şekilde ulaştırmak için seminerlerinde, televizyon programlarında ve kitaplarında yer verdiği “onun imzası” diyebileceğim öyküleri, yaşamda görebilmenin önemine Var mısın?’da değinmişti:

“Ben olayların, malumatın değil; farkındalıkların, ilişkilerin peşindeyim. Çünkü anlam ilişkide yatıyor. Ben öğrenirken bir konunun öyküsünü öğreniyorum aslında. Bu yüzden şunu sorarım: Bir öykü yakalayabildim mi? Anlatılan malumat anlamlı ve tutarlı bir öykü oluşturuyor mu? Bu önemli; çünkü bilgi, anlamını öykü içinde buluyor. Her şey hakkında bir sürü anlamlı istatistik verebilirsin ama ortada bir öykü yoksa anlattığın sadece sıkıcı sayılardır.

Öyküler farklı… Öykü bilgilerin, deneyimlerin ve olayların anlamını bulduğu ilişkiler bütünüdür. Ben de okurken yazarın ve anlattığı konunun öyküsünü keşfetmeye özen gösteriyorum. Aslında her birimizin yaşamı bir öykü; sen bir öyküsün, ben bir öyküyüm. Farkında olsalar da olmasalar da insanlar kendi öykülerini yaşıyorlar. Ben de öyküsünü yaşayan insanlarla konuşuyorum, onları dinliyorum, öykünün öyküsünü görmeye çalışıyorum.” [11]

Ve gönlünden bunun yalnız kendi verdiği eğitimler, yazdığı kitaplarla sınırlı kalmayıp, eğitim sistemimiz tarafından da dikkate alınması geçiyordu:

“Sadece konteksi hedefleyen, ezbere dayanan eğitim sistemini hem birey hem de bireyin ait olduğu ekipler açısından, çiftler arası ilişkiler, ebeveyn-çocuk ilişkisi, meslek ilişkisi açısından hastalıklı buluyorum. Bu nedenle özümsenmemiş malumat yükleyen eğitim sisteminden vazgeçmek gerektiğini savunuyorum. Bunun yerine insanı bütünsel olarak geliştirmeyi hedefleyen bir eğitim sistemine geçmek sadece Türkiye için değil, bütün insanlık için elzemdir.”[12]

Yalnız zihnini değil, gönlünü de kattığı bu yolda gerçek aydını kendi sözlerinden okuyabiliriz:

“Gerçekte aydın olmak, bilginin bir araç olduğunu, yaşama anlam verenin gönül bağları olduğunu, ondan dolayı en iyi bilim adamı olarak, en iyi bilgiyi elde ederek bir amaç için kullanmak anlayışı. İnsan olmayı zenginleştirme ve bundan da sadece benim ülkemin insanlarını kastetmiyorum.” [13]

Onunla yol arkadaşlığı yapmış olmaktan büyük bir şükran duyuyorum. O, yalnızca bildiklerini paylaşan değil, yaşamıyla da öğreten gerçek bir aydındı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Cüceloğlu, D. (2024). İçimizdeki Çocuk. İstanbul: Kronik Kitap.

[2] İlgilenenler sohbet makalelerine Doğan Cüceloğlu’nun web sitesinden ulaşabilirler. https://dogancuceloglu.net/?s=sohbet+

[3] Hacıevliyagil Cüceloğlu, Y. İyi ki: Bir Gönül İnsanı Doğan Cüceloğlu ile Anılar. İstanbul: Kronik Kitap.  s. 49-50

[4] https://dogancuceloglu.net/ogrenen-insan-olmak-kolay-degil-ramazan-tanman-mektubu/

[5] Cüceloğlu, D. Var mısın?, 1. Baskı, İstanbul: Kronik Kitap, 2021.s.269-270

[6] Dila, C. Damdan Düşen Psikolog, 7. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2015. S. 416

[7] A.g.e., s.430

[8] A.g.e., s.432

[9] Cüceloğlu, D. Var mısın?, 1. Baskı, İstanbul: Kronik Kitap, 2021. s.103

[10] A.g.e. s.173

[11] A.g.e. s.193

[12] A.g.e. s.193

[13] Dila, C. Damdan Düşen Psikolog, 7. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2015, s.265

Yıldız Hacıevliyagil
Yıldız Hacıevliyagil
Yıldız Hacıevliyagil - Üç çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak İzmir’de doğdu. 1988 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl dava avukatı olarak başladığı hukuk kariyerine, şirketlerde hukuk departmanı yöneticisi ve 2011 tarihinden itibaren kendi ofisinde hukuk danışmanı olarak devam etti. Nisan 2020’de hukuk kariyerine son verdi. Profesyonel çalışma hayatı sürerken 2012 yılında eğitim hayatına geri döndü. Önce Galatasaray Üniversitesi’nde Felsefe yüksek lisansını tamamladı. Felsefe tezinden yola çıkarak yazdığı “İşim ve Ben: Meslek Seçiminden Önce Okunacak Kitap” adlı kitabı 2016 yılında yayınlandı. Bilgi Üniversitesi’nde psikoloji lisansı, Özyeğin Üniversitesi’nde Çift ve Aile Terapisi alanında psikoloji yüksek lisansı yaptı. Halen kurucusu olduğu İnsan İnsana Aile Danışma Merkezi’nde “çift ve aile terapisti” olarak çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x