Neden duygusal okuryazar olmalısınız?

Günümüzün elzem becerilerinden biri duygusal okuryazarlık hem ruhsal sağlığın ve dayanıklılığın önemli bir parçası hem de kişiye birçok alanda başarıyı getirir. Peki, duygusal okuryazarlık nasıl geliştirilir? Prof. Dr. Aslıhan Dönmez yazdı.

Duygusal okuryazarlık kişinin kendisinin ve başkalarının duygularını tanıyabilme ve anlayabilme, kendi duygularını ifade edebilme ve yönetebilme becerisidir. Bu beceriler kişiye hayatın birçok alanında başarının yollarını açan duygusal zekanın temelini oluşturur.

Eğer kişi kendi duygularını tanıyamaz ve anlamlandıramazsa duyguların rehberliğini kaybeder ve zorlu hayat yolculuğunda önemli bir rehberden yoksun kalır. Diğer insanların duygularını anlayamayan kişi sosyal alanda ortaya çıkması muhtemel problemleri öngöremez ve çözemez, diğerleri ile etkili bir iletişim kuramaz.

Kendi duygularını yönetemeyen kişi duyguların fırtınasına kapılıp kaybolabilir. Doğru şekilde ifade edilmeyen duygular birikerek öfke nöbetleri, ağlama krizleri ve psikosomatik hastalıklar şeklinde sağlıksız ve dolaylı ifade yolları bularak kişiye zarar verebilir.

Duygusal okuryazarlık düzeyi yüksek olan kişilerin stresle daha iyi başa çıktıkları, kişiler arası çatışmaları daha iyi çözdükleri, daha dengeli ilişkiler kurdukları, kaygı bozuklukları ve depresyon gibi hastalıklara daha az yakalandıkları, akademik ve mesleki başarılarının daha yüksek olduğu ve hayattan genel anlamda daha fazla doyum alabildikleri yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir.

Duygusal okur yazarlığı düşük olan insanlar duygusal olarak kör, sağır ve dilsiz olurlar. Kendindeki duyguları göremez, başkasının duygularını duyamaz ve duygularını ifade edemezler. Bu durum hem kendi içsel süreçlerini anlamak ve anlamlandırmakta zorlanmalarına, hem de kurdukları ilişkilerde iletişim problemleri yaşamalarına neden olur.

Duygusal okuryazarlık hem kişiye birçok alanda başarıyı getirmesi hem de ruhsal sağlığın ve dayanıklılığın önemli bir parçası olması nedeniyle ele almaya değer bir konu.

Duygular ne işe yarar?

Hayatı bir yolculuk gibi düşünelim. Duyguları da bu yolculuğu güvenli ve keyifli bir şekilde yapmamızı sağlayan trafik işaretleri gibi.

Nerede hızımızı kesmemiz gerekir, ileride karşımıza çıkacak olan bir tehlike var mı, sağa dönersek nereye, sola dönersek nereye gideriz, nerede durabiliriz nerede duramayız… Bunun gibi pek çok konuda bize yol gösteren veya neye dikkat etmemiz gerektiğini bize hatırlatan rehberlerimizdir duygular. Ve bu nedenle de aslında çok kıymetliler. Üstelik sadece olumlu olanlar değil, olumsuz duygularımız da kıymetlidir. Dolayısıyla; olumlu ve olumsuz bütün duygularımız tanımak ve bize neyi işaret ettiklerini anlamaya çalışmak hayat yolculuğunu daha güvenli ve keyifli bir şekilde yapmamıza yarar.

Birkaç duygu üzerinden duyguların rehberliği kavramını biraz daha açayım. Örneğin; neşe bir deneyimi olumlu olarak nitelendirdiğimizde ortaya çıkan bir duygudur ve amaçlarımıza ulaştığımızı ya da ulaşmak üzere olduğumuzu gösterir. Üzüntü ise bir kayıp karşısında yaşanır; bizim için neyin önemli olduğunu anlayıp onu kaybetmemeye çalışmamızı sağlar. Hayal kırıklığı bizim için önemli olan bir amacı gerçekleştiremediğimizde veya bir beklentimiz karşılanmadığında ortaya çıkar. Hayal kırıklıklarımız sayesinde ileride daha gerçekçi amaçlar edinmeyi öğreniriz.

Duygularımızı doğru okumak neden önemlidir?

Eğer duygularımızı doğru okuyamazsak bu kıymetli rehberden yoksun kalırız ve hayat yolculuğunda kaza yapma veya kaybolma olasılığımız artar. Bu nedenle duygularımızı doğru isimlendirmek ve bize ne anlatmaya çalıştığını doğru anlamak duygusal okuryazarlığın önemli basamaklarından biridir.

Bazı kişiler duygularını doğru okuyamaz. Bütün olumsuz duygularını ‘stres’ gibi genel bir şemsiye altında toplamaya çalışır. Üzüntüye kaygı, meraka heyecan der. Bu okuma beceriksizliğinin birçok nedeni olabilir. Bu durum bazen kişinin duygularla ilgili sözcük dağarcığının çok kısıtlı olmasından kaynaklanabilir. Duygularımızı tanımaya ve isimlendirmeye çocukluk çağında başlarız ve bu dönemde çevremizde bu konuda becerikli bir model yoksa duyguları okumayı öğrenmemiz gecikebilir. Nasıl bir paragraftaki kelimeleri doğru okumazsak paragraf bütünlüğünü ve anlamını yitirir, aktarmak istediği fikir anlaşılmazsa, duygularımızı doğru okuyup adlandıramazsak zihinsel süreçlerimiz de birbirine karışır. Bu durum net kararlar verememize ve kendimizde şüphe duymamıza yol açabilir. Davranışlarımızdaki tutarlılık kaybolabilir.

Bazı kişiler ise duyguları, özellikle de olumsuz duyguları okumak istemez. Bu kişiler için olumsuz duygular yaşanmaması gereken hatta tehlikeli kavramlardır.  Olumsuz duygulardan kaçarlar, onları yaşamak ve görmek istemezler. Bu nedenle onları halı altına süpürürler, ruhlarını bodrum katına tıkarlar. Oysa bodruma tıkılan duygular yok olmaz; orada barfiks çalışıp daha da güçlenerek kişinin karşısına çıkarlar. Örneğin; öfke patlamalarına veya ağlama krizlerine dönüşürler. Veya psikosomatik hastalıklara dönüşüp dolaylı yoldan ifade edilme yolları bulurlar. Kişi konuşmazsa bedeni konuşur.

Başkalarının duygularını nasıl anlarız? Bu bize ne sağlar?

Duygusal okuryazarlığın “okuma” kısmı sadece kendi duygularımızı okumakla sınırlı değildir. Diğer insanların duygularını okumak da duygusal okuryazarlığın önemli bir parçasıdır. Diğer insanların duygularını doğru okumak insanları anlayabilmek ve onlarla sağlıklı ilişkiler kurabilmek için çok önemli bir beceridir.

Diğer insanların zihinsel durumlarını (düşünceler, inançlar, niyetler ve duygular) anlama ve bu durumları doğru tahmin edebilme yetisine Zihin Kuramı denir.   Genellikle 3-5 yaşlarında gelişmeye başlayan bu yeti duygusal okuryazarlığın bilişsel temelini oluşturur. Zihin Kuramı sayesinde başkalarının duygusal durumlarını anlar ve kendimizi onun yerine koyabiliriz yani empati yapabiliriz. Empati yapabilme becerimiz sayesinde çeşitli sosyal durumlarda uygun tepkiler verebiliriz. Örneğin; her zamankinden daha sessiz ve düşünceli görünen bir arkadaşımızın üzgün olduğunu ve yalnız kalmak istediğini okuyup ona saçma sapan şakalar yapmayız. Dolayısıyla Zihin Kuramı becerilerimizin iyi gelişmiş olması sosyal zekamızın ve becerilerimizin de iyi gelişmesi açısından elzemdir.

Duygusal okuryazarlık dahilinde diğer kişilerin duygularını doğru okuma becerimizin nörobiyolojik temelinde ayna nöronları yer alır. Ayna nöronları başkalarının davranışlarını ve duygularını gözlemlediğimizde bizim beynimizde de benzer bir aktivasyon gösteren özel nöronlardır ve başkalarının hissettiklerini aynı şekilde hissetmemize olanak tanır. Örneğin; sevdiğimiz birinin gülümsediğini gördüğümüzde mutlu hissetmemiz ya da ağladığını gördüğümüzde içimizi bir hüzün kaplaması ayna nöronların devreye girmesi sayesindedir. Ayna nöronları diğer kişilerin yüz ifadelerini ve beden dilini algılayarak duygusal okuryazarlığın daha otomatik hale gelmesini sağlar. Bu katkı, sözel olmayan ipuçlarını fark etmede kritik bir mekanizmadır. Ayna nöronları duygusal ifadeleri öğrenmek ve taklit etmek için de nörobiyolojik bir temel sunar. Örneğin; çocuklar ebeveynin yüz ifadesini ayna nöronları sayesinde yansıtarak sevgi ve öfke gibi duyguları tanımayı ve ifade etmeyi öğrenirler.

Zihin Kuramı ve ayna nöronları duygusal okuryazarlığın bilişsel ve nörobiyolojik temelleri olarak birlikte çalışır. Ayna nöronları başkalarının duygularını sezgisel olarak algılamamızı sağlarken, zihin kuramı bu sezgiyi bilişsel düzeye taşır. Örneğin; bir kişinin yüzündeki üzgün ifadeyi ayna nöronları algılar, Zihin Kuramı ise o kişinin neden üzgün olduğunu tahmin etmemizi sağlar. Böylelikle insanlarla daha derin bağlar kurmamıza ve sosyal becerilerimizi arttırmamıza katkıda bulunurlar. Olası bir çatışmayı önceden sezmemize yardımcı olur sosyal problemleri çözme becerimizi arttırırlar. Zihin Kuramı ve ayna nöronlarının işlevlerindeki aksaklıklar otizm spektrum bozuklukları gibi duygusal okuryazarlık becerilerinin zayıf olduğu psikiyatrik tablolara yol açabilir.

Duygularımızı ifade etmek neden önemli?

Duygusal okuryazarlığın “yazarlık” kısmı da duygularımızı ifade etmeyi içerir.

Duygularımızı ifade etmediğimiz veya uygun olmayan şekilde ifade ettiğimiz takdirde rehberimizin gösterdiği yoldan gitmemiş oluruz. Yukarıda da belirttiğim gibi olumsuz duygularını görmezden gelmeye çalışan ve dolayısıyla ifade etmeyen kişilerde bu duygular ortadan kaybolmaz. Zamanla bedensel belirtiler, psikosomatik hastalıklar, ağlama krizleri ve öfke patlamaları gibi dolaylı ve sağlıksız yollardan ifade edilme yolu bulurlar.

Üstelik duygularımızı ifade etmek çevremiz tarafından doğru şekilde anlaşılmamız için önemlidir. Bazı kişiler duygularını göstermenin ve paylaşmanın bir güçsüzlük göstergesi olduğunu, başkalarının eline koz vermeye neden olacağını düşünür. Oysa duygularımızı paylaşmak başkalarının bizi anlamasına ve empati kurmasına aracılık eder. İnsanlar duygusal paylaşımları sayesinde diğerleriyle bağ kurarlar. Kurulan bağlar sayesinde kişinin sosyal destek sistemi gelişir. Duygularını hiç yansıtmayan bir insanla sohbet etmek bir yapay zekayla konuşmak gibidir; her ne kadar arada bir bilgi paylaşımı olsa da konuşma derinlikten ve samimiyetten yoksundur.

Duyguları açık ve net bir şekilde ifade etmek yanlış anlaşılmamızı önler. İnsanların zihnimiz okumalarını beklemek yerine istek ve ihtiyaçlarımızı samimi duygularımızı da katarak ifade ettiğimizde karşıdaki kişinin bizi anlama ve ihtiyaçlarımızı karşılama olasılığı artar. Kendini ifade etmeden anlaşılmayı beklemek Godot’yu beklemek gibidir. Üstelik kişi beklerken içten içe ve gereksiz yere kırılabilir. “Beni anlamıyor, bana değer vermiyor” gibi gerçekçi olmayan düşüncelere kapılabilir.

Duygusal okuryazarlık nasıl geliştirilebilir?

Duygusal okuryazarlık aslında ilk yaşlarımızda gelişmeye başlar. Bir bebek ayna nöronları sayesinde kendine bakım veren kişilerin yüz ifadelerini taklit etme becerisi geliştirir. Zihin Kuramı becerileri geliştikçe yavaş yavaş bu yüz ifadelerinin ne anlama geldiğini çözmeye başlar ve yüz ifadesiyle karşıdakinin zihinsel durumunu zihninde eşleştirir yani duygusal okuryazarlığın “okuma” aşamasını gerçekleştirmiş olur. Sosyal öğrenme yoluyla bu duyguların nasıl ifade edildiğini öğrenir ve kendi duygularını çevreye benzer şekilde iletir. Böylelikle duygusal okuryazarlığın bu sefer de “yazarlık” kısmını deneyimler. Bu nedenle çocuk gelişimi sırasında çevrede bulunan ve bakım veren kişilerin duygusal okuryazarlığının seviyesi çocuğun bu becerisinin gelişme seviyesini de doğrudan etkiler.

Erken yaşlarda duygusal okuryazarlık becerilerini edinememiş kişilerin erişkin yaşta bu becerileri geliştirmesi zor ama mümkündür. Duyguları okumak için duygu yönetimi teknikleri, duyguları ifade etmek içinse iletişim becerileri teknikleri uygulanabilir.

Duygu yönetimi için önce kişinin duygusal durumunda bir değişiklik olduğunu fark etmesi gerekir. Bu duygusal değişiklik bazen bir beden belirtisi şeklinde ortaya çıkabilir. Örneğin; öfkelenmekte olan bir kişi boğazında bir düğüm hissetmeye başlayabilir veya kaygılanmakta olan bir kişi kalp atımının hızlandığını fark edebilir. Duygudurumdaki bu değişiklik sinyallerini fark eden kişi önce kendisine “Ben şu anda ne hissediyorum?” sorusunu sorarak duygusunun adını koyması gerekir. Bu noktada duygu sözcüklerine dair dağarcığı düşük olan kişiler duygu listesi, duygu çarkı gibi kaynaklardan yardım alabilirler. Duygunun adını koyduktan sonra kişinin kendisine soracağı doğru soru “Peki neden böyle hissediyorum?” sorusudur. Bu sorunun yanıtını bulmak için kişi kendisine şu ek soruları sorabilir: “Böyle hissetmeye başlamadan önce ne oldu? Ben de yaşadım?” ve “Peki bu yaşadığım olay benim için ne anlama geldi? Bu olayı nasıl yorumladım?”. Bu sorular sayesinde kişi o duygunun ona neyi göstermeye çalıştığını anlayabilir, yani duygunun rehberliğine izin vermiş olur.

İletişim becerileri yaşadığımız duyguyu karşı tarafa doğru ve uygun bir şekilde aktarmayı ve karşıdaki kişinin cevabını etkin bir şekilde dinlemeyi içerir. Günlük hayatta farkında olmadan birçok iletişim engelleri kullanırız. Öğüt verme, konuyu saptırma, teselli etme, teşhis koyma, yargılama, ahlak dersi verme bu iletişim engellerinden bazılarıdır. Kendi duygularımızı ifade ederken kullanacağımız uygun dil ‘ben dili’ dir. Ben dili öznesi ‘ben’ olan cümleleri kullanmayı içerir. “Geç geleceğini bana haber vermediğin için işlerim aksadı ve sana kızdım” veya “Senden istediğim işleri yapmadığın için hayal kırıklığına uğradım” gibi ben dili cümleleriyle karşıdaki kişinin hangi davranışının sizde nasıl bir etki yarattığına dair bilgi verebilirsiniz.

Birkaç ‘ben dili’ cümlesiyle kendinizi ifade ettikten sonra karşıdaki kişide bu söylediklerinizin nasıl bir etki yarattığını anlamak için etkin dinlemeye geçmekte fayda vardır. Etkin dinleme iyi iletişimin önemli bir parçasıdır. Beden dilinin doğru kullanılmasını, kapı aracılarının varlığını ve yansıtmalı dinlemeyi içerir. Karşıdaki kişiyi anlamaya çalışın. Neler hissediyor? Neden böyle hissediyor olabilir? Size kodlayarak gönderdiği ifadeler var mı? Sözel ifadeleri neler içeriyor? Sözel olmayan ifadeleri yani beden dili, yüz ifadesi neler söylüyor? Eğer sen dili ifadelerini çok fazla kullanıyor ve sizi suçluyorsa, söylediklerini yansıtmalı dinleme cümleleri ile “göğsünüzde yumuşatarak” ona geri gönderin. Yansıtmalı dinleme karşıdaki kişinin bunları söylerken neler hissetmiş olabileceğine dair tahmininizi içeren ifadelerdir. Örneğin; “Bu söylediklerim sanırım seni üzdü” gibi bir cümle yansıtmalı dinleme cümlesidir.  Onu yeterince anladığınızı düşünüyorsanız ve kendinizi yeniden açıklamanız gereken durumlar ortaya çıktıysa, tekrar vites değiştirin ve ben diline tekrar başvurun. 3-4 ben dili cümlesinden sonra tekrar geri vitese geçin ve etkin dinleme yapın. Bu vites değiştirmeleri birbirinizi tam olarak anladığınıza emin olana kadar sürdürün.

Duygusal okuryazarlık becerileriniz arttırmak için duygularınızı ifade ettiğiniz günlükler tutabilir, gün içinde notlar alabilirsiniz. Eğer sanatla uğraşmaktan keyif alan biriyseniz duygularınızı sanat aracılığıyla (örneğin bir resim veya dansla) ifade etmeyi deneyebilirsiniz. Nefes egzersizleri, farkındalık egzersizleri ve meditasyon teknikleri de yoğun duyguları yatıştırmak için kullanabileceğiniz gevşeme tekniklerdir. Yine bu becerileri arttırmak için özellikle duygu yönetimi ve iletişim becerileri hakkında açılan eğitimlere katılıp bu konuyla ilgili kitapları okuyabilirsiniz. Bu amaçla sizlere bir okuma önerisi listesi sunuyorum.

Duygusal okuryazarlığı arttırmak için okuma önerilerim:

A. Kadir Özer. İletişimsiz Becerisi. Aura Kitapları, 2021.

Daniel Goleman. Duygusal Zekâ. Varlık Yayınları, 2000.

Russ Harris. Gerçeğin Tokadı. Diyojen Yayıncılık, 2024.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Neden duygusal okuryazar olmalısınız?

Günümüzün elzem becerilerinden biri duygusal okuryazarlık hem ruhsal sağlığın ve dayanıklılığın önemli bir parçası hem de kişiye birçok alanda başarıyı getirir. Peki, duygusal okuryazarlık nasıl geliştirilir? Prof. Dr. Aslıhan Dönmez yazdı.

Duygusal okuryazarlık kişinin kendisinin ve başkalarının duygularını tanıyabilme ve anlayabilme, kendi duygularını ifade edebilme ve yönetebilme becerisidir. Bu beceriler kişiye hayatın birçok alanında başarının yollarını açan duygusal zekanın temelini oluşturur.

Eğer kişi kendi duygularını tanıyamaz ve anlamlandıramazsa duyguların rehberliğini kaybeder ve zorlu hayat yolculuğunda önemli bir rehberden yoksun kalır. Diğer insanların duygularını anlayamayan kişi sosyal alanda ortaya çıkması muhtemel problemleri öngöremez ve çözemez, diğerleri ile etkili bir iletişim kuramaz.

Kendi duygularını yönetemeyen kişi duyguların fırtınasına kapılıp kaybolabilir. Doğru şekilde ifade edilmeyen duygular birikerek öfke nöbetleri, ağlama krizleri ve psikosomatik hastalıklar şeklinde sağlıksız ve dolaylı ifade yolları bularak kişiye zarar verebilir.

Duygusal okuryazarlık düzeyi yüksek olan kişilerin stresle daha iyi başa çıktıkları, kişiler arası çatışmaları daha iyi çözdükleri, daha dengeli ilişkiler kurdukları, kaygı bozuklukları ve depresyon gibi hastalıklara daha az yakalandıkları, akademik ve mesleki başarılarının daha yüksek olduğu ve hayattan genel anlamda daha fazla doyum alabildikleri yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir.

Duygusal okur yazarlığı düşük olan insanlar duygusal olarak kör, sağır ve dilsiz olurlar. Kendindeki duyguları göremez, başkasının duygularını duyamaz ve duygularını ifade edemezler. Bu durum hem kendi içsel süreçlerini anlamak ve anlamlandırmakta zorlanmalarına, hem de kurdukları ilişkilerde iletişim problemleri yaşamalarına neden olur.

Duygusal okuryazarlık hem kişiye birçok alanda başarıyı getirmesi hem de ruhsal sağlığın ve dayanıklılığın önemli bir parçası olması nedeniyle ele almaya değer bir konu.

Duygular ne işe yarar?

Hayatı bir yolculuk gibi düşünelim. Duyguları da bu yolculuğu güvenli ve keyifli bir şekilde yapmamızı sağlayan trafik işaretleri gibi.

Nerede hızımızı kesmemiz gerekir, ileride karşımıza çıkacak olan bir tehlike var mı, sağa dönersek nereye, sola dönersek nereye gideriz, nerede durabiliriz nerede duramayız… Bunun gibi pek çok konuda bize yol gösteren veya neye dikkat etmemiz gerektiğini bize hatırlatan rehberlerimizdir duygular. Ve bu nedenle de aslında çok kıymetliler. Üstelik sadece olumlu olanlar değil, olumsuz duygularımız da kıymetlidir. Dolayısıyla; olumlu ve olumsuz bütün duygularımız tanımak ve bize neyi işaret ettiklerini anlamaya çalışmak hayat yolculuğunu daha güvenli ve keyifli bir şekilde yapmamıza yarar.

Birkaç duygu üzerinden duyguların rehberliği kavramını biraz daha açayım. Örneğin; neşe bir deneyimi olumlu olarak nitelendirdiğimizde ortaya çıkan bir duygudur ve amaçlarımıza ulaştığımızı ya da ulaşmak üzere olduğumuzu gösterir. Üzüntü ise bir kayıp karşısında yaşanır; bizim için neyin önemli olduğunu anlayıp onu kaybetmemeye çalışmamızı sağlar. Hayal kırıklığı bizim için önemli olan bir amacı gerçekleştiremediğimizde veya bir beklentimiz karşılanmadığında ortaya çıkar. Hayal kırıklıklarımız sayesinde ileride daha gerçekçi amaçlar edinmeyi öğreniriz.

Duygularımızı doğru okumak neden önemlidir?

Eğer duygularımızı doğru okuyamazsak bu kıymetli rehberden yoksun kalırız ve hayat yolculuğunda kaza yapma veya kaybolma olasılığımız artar. Bu nedenle duygularımızı doğru isimlendirmek ve bize ne anlatmaya çalıştığını doğru anlamak duygusal okuryazarlığın önemli basamaklarından biridir.

Bazı kişiler duygularını doğru okuyamaz. Bütün olumsuz duygularını ‘stres’ gibi genel bir şemsiye altında toplamaya çalışır. Üzüntüye kaygı, meraka heyecan der. Bu okuma beceriksizliğinin birçok nedeni olabilir. Bu durum bazen kişinin duygularla ilgili sözcük dağarcığının çok kısıtlı olmasından kaynaklanabilir. Duygularımızı tanımaya ve isimlendirmeye çocukluk çağında başlarız ve bu dönemde çevremizde bu konuda becerikli bir model yoksa duyguları okumayı öğrenmemiz gecikebilir. Nasıl bir paragraftaki kelimeleri doğru okumazsak paragraf bütünlüğünü ve anlamını yitirir, aktarmak istediği fikir anlaşılmazsa, duygularımızı doğru okuyup adlandıramazsak zihinsel süreçlerimiz de birbirine karışır. Bu durum net kararlar verememize ve kendimizde şüphe duymamıza yol açabilir. Davranışlarımızdaki tutarlılık kaybolabilir.

Bazı kişiler ise duyguları, özellikle de olumsuz duyguları okumak istemez. Bu kişiler için olumsuz duygular yaşanmaması gereken hatta tehlikeli kavramlardır.  Olumsuz duygulardan kaçarlar, onları yaşamak ve görmek istemezler. Bu nedenle onları halı altına süpürürler, ruhlarını bodrum katına tıkarlar. Oysa bodruma tıkılan duygular yok olmaz; orada barfiks çalışıp daha da güçlenerek kişinin karşısına çıkarlar. Örneğin; öfke patlamalarına veya ağlama krizlerine dönüşürler. Veya psikosomatik hastalıklara dönüşüp dolaylı yoldan ifade edilme yolları bulurlar. Kişi konuşmazsa bedeni konuşur.

Başkalarının duygularını nasıl anlarız? Bu bize ne sağlar?

Duygusal okuryazarlığın “okuma” kısmı sadece kendi duygularımızı okumakla sınırlı değildir. Diğer insanların duygularını okumak da duygusal okuryazarlığın önemli bir parçasıdır. Diğer insanların duygularını doğru okumak insanları anlayabilmek ve onlarla sağlıklı ilişkiler kurabilmek için çok önemli bir beceridir.

Diğer insanların zihinsel durumlarını (düşünceler, inançlar, niyetler ve duygular) anlama ve bu durumları doğru tahmin edebilme yetisine Zihin Kuramı denir.   Genellikle 3-5 yaşlarında gelişmeye başlayan bu yeti duygusal okuryazarlığın bilişsel temelini oluşturur. Zihin Kuramı sayesinde başkalarının duygusal durumlarını anlar ve kendimizi onun yerine koyabiliriz yani empati yapabiliriz. Empati yapabilme becerimiz sayesinde çeşitli sosyal durumlarda uygun tepkiler verebiliriz. Örneğin; her zamankinden daha sessiz ve düşünceli görünen bir arkadaşımızın üzgün olduğunu ve yalnız kalmak istediğini okuyup ona saçma sapan şakalar yapmayız. Dolayısıyla Zihin Kuramı becerilerimizin iyi gelişmiş olması sosyal zekamızın ve becerilerimizin de iyi gelişmesi açısından elzemdir.

Duygusal okuryazarlık dahilinde diğer kişilerin duygularını doğru okuma becerimizin nörobiyolojik temelinde ayna nöronları yer alır. Ayna nöronları başkalarının davranışlarını ve duygularını gözlemlediğimizde bizim beynimizde de benzer bir aktivasyon gösteren özel nöronlardır ve başkalarının hissettiklerini aynı şekilde hissetmemize olanak tanır. Örneğin; sevdiğimiz birinin gülümsediğini gördüğümüzde mutlu hissetmemiz ya da ağladığını gördüğümüzde içimizi bir hüzün kaplaması ayna nöronların devreye girmesi sayesindedir. Ayna nöronları diğer kişilerin yüz ifadelerini ve beden dilini algılayarak duygusal okuryazarlığın daha otomatik hale gelmesini sağlar. Bu katkı, sözel olmayan ipuçlarını fark etmede kritik bir mekanizmadır. Ayna nöronları duygusal ifadeleri öğrenmek ve taklit etmek için de nörobiyolojik bir temel sunar. Örneğin; çocuklar ebeveynin yüz ifadesini ayna nöronları sayesinde yansıtarak sevgi ve öfke gibi duyguları tanımayı ve ifade etmeyi öğrenirler.

Zihin Kuramı ve ayna nöronları duygusal okuryazarlığın bilişsel ve nörobiyolojik temelleri olarak birlikte çalışır. Ayna nöronları başkalarının duygularını sezgisel olarak algılamamızı sağlarken, zihin kuramı bu sezgiyi bilişsel düzeye taşır. Örneğin; bir kişinin yüzündeki üzgün ifadeyi ayna nöronları algılar, Zihin Kuramı ise o kişinin neden üzgün olduğunu tahmin etmemizi sağlar. Böylelikle insanlarla daha derin bağlar kurmamıza ve sosyal becerilerimizi arttırmamıza katkıda bulunurlar. Olası bir çatışmayı önceden sezmemize yardımcı olur sosyal problemleri çözme becerimizi arttırırlar. Zihin Kuramı ve ayna nöronlarının işlevlerindeki aksaklıklar otizm spektrum bozuklukları gibi duygusal okuryazarlık becerilerinin zayıf olduğu psikiyatrik tablolara yol açabilir.

Duygularımızı ifade etmek neden önemli?

Duygusal okuryazarlığın “yazarlık” kısmı da duygularımızı ifade etmeyi içerir.

Duygularımızı ifade etmediğimiz veya uygun olmayan şekilde ifade ettiğimiz takdirde rehberimizin gösterdiği yoldan gitmemiş oluruz. Yukarıda da belirttiğim gibi olumsuz duygularını görmezden gelmeye çalışan ve dolayısıyla ifade etmeyen kişilerde bu duygular ortadan kaybolmaz. Zamanla bedensel belirtiler, psikosomatik hastalıklar, ağlama krizleri ve öfke patlamaları gibi dolaylı ve sağlıksız yollardan ifade edilme yolu bulurlar.

Üstelik duygularımızı ifade etmek çevremiz tarafından doğru şekilde anlaşılmamız için önemlidir. Bazı kişiler duygularını göstermenin ve paylaşmanın bir güçsüzlük göstergesi olduğunu, başkalarının eline koz vermeye neden olacağını düşünür. Oysa duygularımızı paylaşmak başkalarının bizi anlamasına ve empati kurmasına aracılık eder. İnsanlar duygusal paylaşımları sayesinde diğerleriyle bağ kurarlar. Kurulan bağlar sayesinde kişinin sosyal destek sistemi gelişir. Duygularını hiç yansıtmayan bir insanla sohbet etmek bir yapay zekayla konuşmak gibidir; her ne kadar arada bir bilgi paylaşımı olsa da konuşma derinlikten ve samimiyetten yoksundur.

Duyguları açık ve net bir şekilde ifade etmek yanlış anlaşılmamızı önler. İnsanların zihnimiz okumalarını beklemek yerine istek ve ihtiyaçlarımızı samimi duygularımızı da katarak ifade ettiğimizde karşıdaki kişinin bizi anlama ve ihtiyaçlarımızı karşılama olasılığı artar. Kendini ifade etmeden anlaşılmayı beklemek Godot’yu beklemek gibidir. Üstelik kişi beklerken içten içe ve gereksiz yere kırılabilir. “Beni anlamıyor, bana değer vermiyor” gibi gerçekçi olmayan düşüncelere kapılabilir.

Duygusal okuryazarlık nasıl geliştirilebilir?

Duygusal okuryazarlık aslında ilk yaşlarımızda gelişmeye başlar. Bir bebek ayna nöronları sayesinde kendine bakım veren kişilerin yüz ifadelerini taklit etme becerisi geliştirir. Zihin Kuramı becerileri geliştikçe yavaş yavaş bu yüz ifadelerinin ne anlama geldiğini çözmeye başlar ve yüz ifadesiyle karşıdakinin zihinsel durumunu zihninde eşleştirir yani duygusal okuryazarlığın “okuma” aşamasını gerçekleştirmiş olur. Sosyal öğrenme yoluyla bu duyguların nasıl ifade edildiğini öğrenir ve kendi duygularını çevreye benzer şekilde iletir. Böylelikle duygusal okuryazarlığın bu sefer de “yazarlık” kısmını deneyimler. Bu nedenle çocuk gelişimi sırasında çevrede bulunan ve bakım veren kişilerin duygusal okuryazarlığının seviyesi çocuğun bu becerisinin gelişme seviyesini de doğrudan etkiler.

Erken yaşlarda duygusal okuryazarlık becerilerini edinememiş kişilerin erişkin yaşta bu becerileri geliştirmesi zor ama mümkündür. Duyguları okumak için duygu yönetimi teknikleri, duyguları ifade etmek içinse iletişim becerileri teknikleri uygulanabilir.

Duygu yönetimi için önce kişinin duygusal durumunda bir değişiklik olduğunu fark etmesi gerekir. Bu duygusal değişiklik bazen bir beden belirtisi şeklinde ortaya çıkabilir. Örneğin; öfkelenmekte olan bir kişi boğazında bir düğüm hissetmeye başlayabilir veya kaygılanmakta olan bir kişi kalp atımının hızlandığını fark edebilir. Duygudurumdaki bu değişiklik sinyallerini fark eden kişi önce kendisine “Ben şu anda ne hissediyorum?” sorusunu sorarak duygusunun adını koyması gerekir. Bu noktada duygu sözcüklerine dair dağarcığı düşük olan kişiler duygu listesi, duygu çarkı gibi kaynaklardan yardım alabilirler. Duygunun adını koyduktan sonra kişinin kendisine soracağı doğru soru “Peki neden böyle hissediyorum?” sorusudur. Bu sorunun yanıtını bulmak için kişi kendisine şu ek soruları sorabilir: “Böyle hissetmeye başlamadan önce ne oldu? Ben de yaşadım?” ve “Peki bu yaşadığım olay benim için ne anlama geldi? Bu olayı nasıl yorumladım?”. Bu sorular sayesinde kişi o duygunun ona neyi göstermeye çalıştığını anlayabilir, yani duygunun rehberliğine izin vermiş olur.

İletişim becerileri yaşadığımız duyguyu karşı tarafa doğru ve uygun bir şekilde aktarmayı ve karşıdaki kişinin cevabını etkin bir şekilde dinlemeyi içerir. Günlük hayatta farkında olmadan birçok iletişim engelleri kullanırız. Öğüt verme, konuyu saptırma, teselli etme, teşhis koyma, yargılama, ahlak dersi verme bu iletişim engellerinden bazılarıdır. Kendi duygularımızı ifade ederken kullanacağımız uygun dil ‘ben dili’ dir. Ben dili öznesi ‘ben’ olan cümleleri kullanmayı içerir. “Geç geleceğini bana haber vermediğin için işlerim aksadı ve sana kızdım” veya “Senden istediğim işleri yapmadığın için hayal kırıklığına uğradım” gibi ben dili cümleleriyle karşıdaki kişinin hangi davranışının sizde nasıl bir etki yarattığına dair bilgi verebilirsiniz.

Birkaç ‘ben dili’ cümlesiyle kendinizi ifade ettikten sonra karşıdaki kişide bu söylediklerinizin nasıl bir etki yarattığını anlamak için etkin dinlemeye geçmekte fayda vardır. Etkin dinleme iyi iletişimin önemli bir parçasıdır. Beden dilinin doğru kullanılmasını, kapı aracılarının varlığını ve yansıtmalı dinlemeyi içerir. Karşıdaki kişiyi anlamaya çalışın. Neler hissediyor? Neden böyle hissediyor olabilir? Size kodlayarak gönderdiği ifadeler var mı? Sözel ifadeleri neler içeriyor? Sözel olmayan ifadeleri yani beden dili, yüz ifadesi neler söylüyor? Eğer sen dili ifadelerini çok fazla kullanıyor ve sizi suçluyorsa, söylediklerini yansıtmalı dinleme cümleleri ile “göğsünüzde yumuşatarak” ona geri gönderin. Yansıtmalı dinleme karşıdaki kişinin bunları söylerken neler hissetmiş olabileceğine dair tahmininizi içeren ifadelerdir. Örneğin; “Bu söylediklerim sanırım seni üzdü” gibi bir cümle yansıtmalı dinleme cümlesidir.  Onu yeterince anladığınızı düşünüyorsanız ve kendinizi yeniden açıklamanız gereken durumlar ortaya çıktıysa, tekrar vites değiştirin ve ben diline tekrar başvurun. 3-4 ben dili cümlesinden sonra tekrar geri vitese geçin ve etkin dinleme yapın. Bu vites değiştirmeleri birbirinizi tam olarak anladığınıza emin olana kadar sürdürün.

Duygusal okuryazarlık becerileriniz arttırmak için duygularınızı ifade ettiğiniz günlükler tutabilir, gün içinde notlar alabilirsiniz. Eğer sanatla uğraşmaktan keyif alan biriyseniz duygularınızı sanat aracılığıyla (örneğin bir resim veya dansla) ifade etmeyi deneyebilirsiniz. Nefes egzersizleri, farkındalık egzersizleri ve meditasyon teknikleri de yoğun duyguları yatıştırmak için kullanabileceğiniz gevşeme tekniklerdir. Yine bu becerileri arttırmak için özellikle duygu yönetimi ve iletişim becerileri hakkında açılan eğitimlere katılıp bu konuyla ilgili kitapları okuyabilirsiniz. Bu amaçla sizlere bir okuma önerisi listesi sunuyorum.

Duygusal okuryazarlığı arttırmak için okuma önerilerim:

A. Kadir Özer. İletişimsiz Becerisi. Aura Kitapları, 2021.

Daniel Goleman. Duygusal Zekâ. Varlık Yayınları, 2000.

Russ Harris. Gerçeğin Tokadı. Diyojen Yayıncılık, 2024.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Aslıhan Dönmez
Aslıhan Dönmez
Prof. Dr. Aslıhan Dönmez - Psikiyatri uzmanı ve nörobilim doktoru. Çalışma alanları kaygı bozuklukları, depresyon ve yeme bozuklukları. Uzmanlık alanı Bilişsel Davranışçı Terapi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde misafir öğretim üyesi olarak dersler veriyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x