Dijitalleştikçe sosyal ilişkilerimizi hem kurma hem de sürdürme biçimimiz dramatik bir dönüşüm geçirdi. Hayatımıza hız ve kolaylık getiren bu yeni teknolojik değişim, bir paradoksun tohumlarını da beraberinde taşıyor. Artan dijital bağlantılarımız, bizi sosyal iletişimden uzaklaştırarak yalnızlık hissimizi derinleştiriyor. 1970’lerden bu yana insan ve teknoloji ilişkisi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan MIT profesörlerinden Sherry Turkle, 2011 yılında teknolojinin görünmez iplerle ördüğü dijital ağlarımızın bizi nasıl daha izole hale getireceğini birlikte yalnızlık kavramıyla tanımlamıştı.
Turkle, yıllar önce teknolojiyi bir çocuğun oyuncakla ilişkisine benzetip; rahatlatıcı ve eğlendirici yanlarını kabul ederken rehberliğini sorgulamamız gerektiğini vurgulamıştı. Çünkü teknolojinin rehberliğinde yaşamayı öğrenmek, bireyin kendi iç dünyasıyla bağ kurma yetisini ve yalnız olabilme kapasitesini zayıflatabilir. Buradaki asıl mesele, teknolojinin sunduğu kolaylıkları tamamen reddetmek değil, onun bir araç olarak sınırlarını belirleyip insan ilişkilerimizin derinliğini koruyacak bir dengeyi yakalamak.
Yalnızlıkla toplumsal boyutta mücadele: Dijital detoks kampları
Dijital ağlar ve sosyal ağlar arasında dengeyi kuramamak, yalnızca bireysel değil, toplumsal empati ve detaylı düşünme becerilerimizi de riske atabilir. Turkle’ın uyardığı gibi, teknolojinin bizi sürekli bağlantıda tutma vaadi, yalnızca yüzeysel bir iletişim biçimi sunarak sosyal bağlarımızı zayıflatabiliyor.
Japonya gibi bazı ülkelerin yalnızlığı toplumsal bir mesele olarak ele alması, bu durumun sadece bireysel bir duygu değil, toplum sağlığını tehdit eden bir gerçeklik olduğunu gösteriyor. Güney Kore çoklu oyun bağımlılığını bir halk sağlığı sorunu olarak tanımlıyor ve buna yönelik bir mücadele başlatmış durumda. Dijital detoks kampları, dijital detoks uygulamaları bu mücadele yöntemlerinden sadece bazıları. Bu kamplarda, gençler 12 gün boyunca akıllı telefonlarından uzak kalarak çeşitli sosyal ve fiziksel aktivitelerle meşgul ediliyor. Böylelikle, yalnızca teknolojiden uzaklaşmayı değil, yüz yüze iletişimi yeniden keşfetmeyi ve bireyler arası bağları güçlendirmeyi amaçlıyor. Aile programlarında ise dijital detoks süreci boyunca ebeveynler ve çocukları arasında iletişim kurma egzersizleriyle bağların iyileştirilmesi hedefleniyor.
Dijital iletişim, kolaylıklarıyla hayatımızın her anına nüfuz ederken, aynı zamanda güçlü ilişkilerin yerini yüzeyselliğe bırakabiliyor. Bu yüzeysellik, yalnızca bireysel ruhsal sağlığımızı değil, empati ve toplumsal dayanışma gibi temel insani değerlerimizi eritiyor. Ötesinde yalnızlık, uzun süreli stresin tetikleyicisi olarak vücut üzerinde doğrudan zararlı etkiler yaratabiliyor. Bu durum, bilişsel ve sosyal nörolog John Cacioppo ve sosyal psikolog William Patrick’in 2008 yılında yürüttükleri çalışmada açıkça ortaya konulmuştu. Çalışma, yalnızlığın duygusal bir durum olmaktan çok daha fazlası olduğunu, kronik stres seviyesini artırarak bağışıklık sistemini zayıflattığını ve kardiyovasküler sorunlar gibi ciddi sağlık problemlerine yol açabileceğini gösterdi.
Mesajlaşma ekosistemi ve yüz yüze iletişim krizi
Dijital araçlar, kullanıcıları sürekli daha fazla bağlantı kurma yükünü taşımaya zorluyor, ancak bu çaba, gerçek anlamda tatmin sağlayacak sıkı bağlara asla ulaşamıyor. Her yeni bağlantı, yalnızlık hissini bir anlığına hafifletiyor gibi görünse de aslında Sisifos’un kaderi gibi döngüyü başa sarıyor ve kişiler kendilerini tekrar aynı yalnızlık noktasında buluyor.
İletişim biçimlerimiz değişirken, yaşamın her alanında kalabalıklaşırken yalnızlaşıyoruz. Bunun en baskın alanlarından biri ise mesajlaşma uygulamalarına taşıdığımız iş ekosistemimiz. Daha fazla kişiyle bağlantı kuruyor, ancak problem çözme ve ekip içerisinde aidiyet duygusunu besleyen bağ olanağını da kaçırmış oluyoruz.
Nitekim Amerikalı bilim insanları tarafından yapılan çalışmanın sonuçları yüz yüze iletişim yerine geçen dijital iletişimin sosyal destek hissini azalttığını, sosyal izolasyonu arttırdığını gösteriyor ve iletişim çağında yalnızlığın karmaşıklığını anlamak açısından kritik bir bulgu olarak öne çıkıyor. Çünkü sosyal izolasyon ile yaşam süresi arasında da bir bağ olduğu öngörülüyor.
Dijital yalnızlığın yeni boyutu: Yetersizlik hissi
İletişim çağında ilginç olan bir diğer durum da gençlerin yalnızlaşması. 2018 yılında gençlerin dijital medya kullanımındaki artış ile yalnızlık seviyeleri arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılar, sosyal medyada geçirilen sürenin yalnızlık hissini artırdığını ortaya koydu.
Özellikle ergenlik dönemindeki gençler, sosyal medyada sürekli kıyaslama döngüsüne girerek, yaşıtlarına göre yetersiz hissetme eğilimindeler. Bu durum, yalnızlığın yeni bir boyutunu, yani yetersizlik hissinin artmasını beraberinde getiriyor. Tıpkı Narcissus’un kendi yansımasına hayranlıkla bakarken gerçeklikten kopması gibi, sosyal medyada idealize edilmiş yaşamların yansımasında kendilerini kaybediyorlar.
Hayatımıza dair anları, sosyal medya üzerinden beğenilmesi arzusuyla paylaşırken toplumun sosyal normlarına uygun davranma baskısını hissediyor, kısıtlanarak dönüşüyoruz. Gençlerle gerçekleştirilen bir başka araştırma, özellikle gençlerin sosyal medyada kabul görmek için gerçek düşüncelerini ifade etmekten çekindiklerine işaret ediyor. İçe kapanma ve genelin sanal fikrini benimsemeye alışma ritüeli, kişinin kendi ile iletişimini de zayıflatarak fiziksel ortamdaki iletişim becerilerine de olumsuz yansıyabiliyor.
Dijital oyunlarda izolasyon: Sosyal bağların erozyonu
Sosyal medya platformlarının bireyleri yüzeysel bağlantılar içinde yalnızlığa sürüklemesi gibi, dijital oyun dünyası da benzer bir tehlike barındırıyor. Ancak burada yalnızlık hissi, bireysel bir deneyimden öteye geçerek, grup dinamikleri içinde dışlanma ve izole edilme gibi daha karmaşık bir hale bürünüyor.
Rekabetçi çoklu oyunculu oyunlarda yerini kaybetmemek için günlerce kendini oyuna adayan ergenlerin yaşadığı yalnızlık ise bir diğer tehlike. Zamanla iletişim becerileri erozyona uğrayan ergen sosyal iyilik halini kaybedebiliyor. Sosyal çevresindeki ilişkilerin zayıflaması kendini daha fazla oyuna adamasına yol açabiliyor. Dijital oyunların bireyler üzerinde yarattığı yalnızlık etkisi, yüz yüze iletişim becerilerinin erozyonuna neden olarak daha geniş bir iletişim krizine yol açıyor. Birçok çalışma halihazırda aşırı oyun oynamanın neticesinde görülen beden sağlığı bozukluklarını da ortaya koydu. Tüm bu etkilerin ışığında Dünya Sağlık Örgütü bu durumu Oyun Oynama Bozukluğu (ICD-11) olarak sınıflandırdı.
Daha ötesi, küçük yaş çocukların grupça oynadığı çoklu dijital oyun ortamlarında dışlayarak yalnızlaştırma bir cezalandırma yöntemine dönüşebiliyor. 2014 yılındaki bir araştırma, çevrimiçi oyun oynayan çocukların, grup içi çatışmalarda bir tür sosyal dışlama stratejisi uyguladığını gösterdi. Benzer şekilde, 2017 yılındaki bir çalışma, grup oyunlarında, dışlama davranışının nasıl özendirildiğini ortaya koydu. Örneğin, oyuncular bir kale inşa ederken belirli bir çocuğu gruba uymadığı gerekçesiyle dışlayabiliyor ve oyunun kuralları dahilinde bu kişiyi kaleye girmesini engelleyen bariyerler kurabiliyorlar. Bu tür sahneler, yalnızca dijital dünyada değil, gerçek hayatta da dışlanma korkusunu artırıyor ve kalabalıkta kalmaya kendilik feda ediliyor.
Dijital yalnızlık: Karmaşık bir meydan okuma
İletişim, sosyal çevremizle ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri sürdürmeye yönelik bir süreç ve iyilik halimizle yakından ilişkili bir ihtiyacımız. Ancak dijital iletişimde geçirdiğimiz zaman gerçek iletişim alanımızı izole etmeye başladığında alarma geçmeliyiz. Çünkü gerçek zamanlı sosyal iletişimden uzaklaştıkça dayanışma ile sorun çözme, zihinsel gelişim için gerekli bilgi alışverişi gibi zihinsel iletişim becerilerimizi kaybetmeye başlıyoruz. Bu durum stresle başa çıkmakta zorlanma ve yeni bağlar kurmaya çekinmemize yol açabiliyor.
Dijital yalnızlık, birey ve toplum için karmaşık ve derin bir meydan okuma. Bu meydan okumayı aşmak, yalnızca teknolojiyi daha bilinçli kullanmakla değil, aynı zamanda unutulan toplumsal dayanışmayı yeniden canlandırmakla mümkün. Gerçek bağlarımızı korumak, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk.
Peki, dijital dünyadaki varlığımız, gerçek iletişim ve dayanışma becerilerimizi nasıl güçlendirebilir?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 7 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.