Yalnızlıkla mücadele

Yalnız yaşama eğiliminin uygarlığın yeni bir aşaması, kabul edilmesi gereken yeni bir toplumsal gerçeklik olduğu öne sürülüyor. Yalnızlık, elbette insani bir sorun, bir insan sorunudur, şu koskoca ve milyonlarca insanla dolu dünyada kendisini bir başına hissetme halidir. Ama diğer canlıları, tabiatı da unutmamak lazım gelir. Peki, yalnızlıkla mücadele için ne yapmak gerekir? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Modern zamanlarda yalnızlık hissinin ve korkusunun artacağı hakkında yıllardır birçok görüş öne sürülüyordu, ama ilk kez 1953’te sosyolog David Riesman, Batı toplumlarındaki görünümün “yalnız kalabalık” olarak formüle edilebileceğini söylemiş aynı adla bir kitap yazmıştı. Zymunt Bauman, 2011’de internet ve sosyal medyanın aslında görünenin aksine yalnızlık hissini daha da arttırdığını ifade edebilmek için Riesman’dan esinle “kalabalık yalnızlık” deyimine başvurmuştu. Ancak son yıllarda ciddi bir bakış değişikliği gündeme geldi; yalnızlığın modernlikle birlikte artan bir sorun değil de modern yaşamın kabul edilmesi gereken bir görünümü olduğu şeklindeki görüş, akademide yerleşmeye başladı.

ABD’de 1995 yılının yaz aylarında aşırı sıcaklardan evlerinde ölü bulunan ve günlerce kendilerinden haber alınamayan yoğun bir yaşlı nüfus olduğunu fark ettikten sonra konuyu irdelemeye karar veren sosyolog Eric Klinenberg, 2013 yılında “solo yaşam”a gidişle ilgili kitabı yazdı. O tarihten sonra kavram, yeni bir hayat tarzı dalgasını simgelemek üzere akademi dünyasında hızla yayıldı. Artık akademide “yalnızlık” dendiğinde Alman asıllı ABD’li sosyolog Klinenberg’in ileri sürdüğü “solo yaşam” kavramı anlaşılıyor, daha doğrusu bu anlam tercih ediliyor. Yalnız yaşama eğiliminin uygarlığın yeni bir aşaması, kabul edilmesi gereken yeni bir toplumsal gerçeklik olduğu öne sürülüyor. Yalnız yaşamayı öğretebilmek için, yalnızlığın can sıkıntısı ve depresyon gibi olumsuz yan etkilerinden korunabilmek için kurslar düzenleniyor.

Maruz kalınmış yalnızlıklar da artıyor

Dünya nüfusunun azalması gibi, yaşlanması gibi, yalnız yaşayanlar da, yani solo yaşam tercihi de artacak. Adımlarımızı buna göre atmalı, bu doğrultuda planlar, projeler yapmalıyız. Tamam, bunda bir beis yok, ama bir yandan da sadece tercih edilen değil, “maruz kalınmış yalnızlık”lar, yani hiç öyle istemediği halde yalnız kalan ve yalnızlıkla mücadele eden insanlar olduğunu da düşünmek zorundayız.

Sürgünlük, mültecilik, muhacirlik, madunluk; yalnızlığa yapı olarak yatkın psikolojiler, haller, kişilikler ve yalnızlığın kaçınılmaz olduğu kader zamanları var. Kendi hayal dünyalarıyla yetinen şizoidler, şizofrenler, otistikler, akran zulmüne maruz kalan ya da gruplara katılamayan ergenler var. Yalnızlık kuyusuna düşmüşler, depresifler, sosyal fobikler, çekingenler var. Kirli bir mendil gibi işi bitince fırlatılıp sokağaa atılanlar, terk edilenler var. Başkalarının alkışları olmadan, sahne almadan yaşayamayanların ürpertici yalnızlık hisleri var. Yakınlarını kaybedenler, tutunamayanlar, hastalar, sahipsiz yaşlılar, kâh toplumun düşkün kılarak kendisinden tecrit ettiği ya da kendi kendini toplumdan tecrit edenler var. Haydi günümüzde hayli azalmış hakikat arayıcılarının, tefekkür yolcularının, dervişlerin, düşünce insanlarının ve yalnızlığın son koruyucuları olan şairlerin yalnızlıklarını görmezden gelelim, ama tüm bu saydığım yalnızlık çeşitlerini ve bunlardan mustarip yalnız insanları da düşünmek, dertlerine çareler üretmek mecburiyetindeyiz.

Anlatmaya çalıştığımız gibi yalnızlık ve yalnızlık hissi hayli karışık, dolayısıyla mücadele yöntemleri de nasıl bir problemle karşı karşıya olduğumuzun tam olarak belirlenmesine bağlı. Yaşlı bir insanın hayatta ve evinde yapayalnız kalmasıyla, hastanedeki ya da huzur veya bakım evindeki bir insanın yalnızlığı arasında bariz farklılıklar var. Belli bir sosyal çevresi, yakınları ve akrabaları olan, ama aynı zamanda yalnızlık çeken birisinin yalnızlığıyla hiç kimsesi olmayan bir insanın yalnızlığı aynı değil. Geliri ve imkânları olan yalnızların sorunlarıyla sosyoekonomik bakımdan çok zayıf durumda olanların yalnızlıklarını aynı kefeye koyamayız, onlara karşı aynı mücadele yöntemlerini benimseyemeyiz.

Yalnızlıkla başa çıkma önerileri

Ayrıca yalnızlıkla ilgili bu belirsizlik ve sorunun karmaşıklığının yanı sıra yalnızlık hissinin başta depresyon olmak üzere psikolojik bir rahatsızlığın belirtisi olmasını da aklımızdan çıkarmamalıyız. Kişinin benlik saygısının ve kendisine güveninin de azaldığı depresif yalnızlık hissinde ve yukarıda saydığımız yalnızlığa meyyal kişiliklerde elbette ilk çare, hemen bir profesyonele başvurmaktan geçiyor.

Tüm bunları ve her bir sorunun çözümünün kendine özgü, çoğu zaman devletin, belediyelerin, ruh sağlığı profesyonellerinin ve gönüllü kuruluş ve kişilerin yardımına ihtiyaç olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak yine de yalnızlık ve yalnızlık hissiyle mücadele için bazı genel önerilerde bulunmak mümkün.

Lütfen yalnızlık çektiğimizde ya da çevremizde böyle bir dertten mustarip bir tanıdığımız bulunduğunda bu önerileri dikkate alalım ve eğer yalnızlık hissiyle mücadele edilmezse işlerin daha da kötüye gideceğini bilelim. Nasıl akamayan bir su birikintisi bir süre sonra kirlenmeye ve mikroorganizmaların üremesine uygun bir vasata dönüşürse çare bulunmayan yalnızlık hissine ileride terk edilmişlik, işe yaramazlık, suçluluk gibi olumsuz duyguların eşlik edebileceğini, sonuçta psikolojimizin işleyişini bozabileceğini yani başlangıçta depresif olmasak bile yalnızlığımızın depresyona yol açabileceğini unutmayalım.

Önce durumu tespit edin

Yalnızlık hissiyle mücadele ederken atılması gereken ilk adım, böyle bir hissi yaygın bir biçimde ve sıkça yaşıyorsanız öncelikle yalnız olduğunuzu, böyle bir dertten mustarip bulunduğunuzu kabul etmenizdir. Çevrenizde kaç kişi olursa olsun, görüntü bunu doğrulamasa bile, eğer yalnız hissediyorsanız, gerçekte yalnız olduğunuzu kabul etmeniz ve buna göre yönlenmeniz şarttır. Yalnızlık hissinizi mutlaka bir dostunuzla, ailenizden, yakınlarınızdan güvendiğiniz, yanında rahat hissettiğiniz kimselerle paylaşmanızı öneririm.  Paylaşım, çevrenizdeki insanların fikirlerini almanız, onlardan da yararlanmanızın haricinde doğrudan doğruya da size yardımcı olacaktır. Hepimizin başkalarına, insan kardeşlerimizle dertleşmeye, yaslanacak bir omuza ihtiyacımız var ve zaten yalnızlık hissiyatımızın temelinde, bir biçimde, bu ihtiyacın gideril(e)memesi bulunuyor.

Şunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız yalnızlık başka, tek başınalık başkadır. Tek başına kalsak bile hayata bağlılığımız, mücadele azmimiz sürdüğü sürece mesele yoktur, ama bu gerçek aslında öznel (subjektif) değerlendirme ve his olan hüzünlü yalnızlığı normalleştirmemeli, insan yalnızlık girdabından mutlaka çıkmaya çalışmalıdır. Çünkü insan, grup-varlıktır, toplumsal yaşamın içinde, başka insanlarla yaşar ve yeryüzünde bizim ulaşma menzilimizde olan on binlerce kişi bulunur. Biz, çevremizdeki onca insana rağmen sanki her biri tarafından reddedilmişiz, istenmiyoruz ya da onların varlığı derdimize çare olamayacak düşüncesi ve duygusu yaşıyorsak bu asla normal değildir. Böyle sağlıksız düşünce ve duygulara teslim olmamak, her fırsatta insanlarla temas içinde olmaya gayret etmek gerekir. Çevremizdeki insanlarla ilişki yolları üzerine kafa yormanın yanında gönüllü kuruluşlardan yardım almaya, interneti ve sosyal medyayı bu amaçla araştırmaya çaba göstermemiz lazım gelir.

Mücadele edilmesi gereken yalnızlık hissi, insanın istemediği halde kendisiyle baş başa kalması ve bundan hoşnut olmaması halidir. O yüzden bu halin başka bir faaliyetle, merak edilen bir alanda hobi geliştirmekle, kendini bir uğraşa vermekle, gönüllü yardım kuruluşlarına katılmakla, egzersizle, yazma çabasıyla, manevi arayış ve uğraşla değiştirilmesi elzemdir. Bu faaliyetlerin grup halinde, bir sınıfta, toplulukta gerçekleştirilmesi yalnızlık zincirinin kırılmasında çok işe yarayabilir. En nihayetinde insan insanın yurdudur; neşeli, mutlu, hayat dolu insanların, bu hallerini bize de geçirmeleri ihtimali yüksektir.

Başka dünyalara açılma, gönüllülük

“Tebdili mekânda ferahlık vardır” denir. Elbette insan gittiği her yere kendi psikolojisini de götürür ama seyahatle, mekân değişimiyle birlikte haleti ruhiyesinin ve yalnızlık hissinin ortadan kalkması da imkân dâhilindedir. Hele hele bu seyahatler, şimdilerde pek sık ve kolayca bulunan gezi grupları içinde gerçekleştirilirse ve her gidilen yerde insanlarla tanışma, görüşme, arkadaş edinme fırsatları değerlendirilebilirse, seyahat uzun sürdüğünde geride kalan tanıdıkları arayıp sorma, onlara kendisinden gezip gördüğü yerlerden haber verilirse, bu ihtimal daha da artar. Seyahatlerin sadece turistik değil belli bir amaca mesela bir gönüllü yardım kuruluşunun faaliyetine yönelik olması, yalnızlıktan mustarip kimsenin derdine adeta panzehir gibi gelecektir.

Yalnızlık, elbette insani bir sorun, bir insan sorunudur, şu koskoca ve milyonlarca insanla dolu dünyada kendisini bir başına hissetme halidir. Ama diğer canlıları, tabiatı da unutmamak lazım gelir. Hayvanlardan ve tabiattan da öğreneceğimiz birçok şey var. Evcil bir hayvanın birçok psikolojik derde deva olduğu, hayvanlarla, tabiatla dost olabilenlerin diğer insanlarla da ilişkilerinin yolunda gittiği bilinen bir gerçekti. Bu; büyük ihtimalle insanın içindeki sevgi ve merhamet pınarlarının güçlü biçimde akmaya başlaması, böylelikle kalbimizin çevremizdeki tabiatı ve insan kardeşlerimizi de algılayabilmesi ile alakalıdır.

Kendini olumlu duygulara, iyiliğe, sanata bırakmak

Hayvanlar ve tabiatın kalbimizin kurumasına mâni olduğuna kanaat getirmişsek, diğer kalplerin anahtarının açılmasına da vesile olacağını zaten anlamışızdır. Kalbimizin pasını silecek, insan ilişkilerindeki olumlu duygularımızı harekete geçirecek insani etkinliklerin başında sanat, sinema, resim, fotoğraf, müzik ve şiir gelir. Yalnız hisseden insan, buradan kurtulmak için kendisini yalnızlığın mağarasına hapsetmektense, olabildiğince sanatın, güzelliğin, dikkat ve özenin kucağına bırakmalıdır. Elbette estetik algının, dikkat ve özenin başlangıç yeri, insanın kendisidir. İnsan, öz-bakımına, fiziksel temizlik ve görünümüne dikkat ederek, daha güzel görünmek için yollar arayarak ve bunu gerçekleştirmek için çabalayarak yalnızlıkla mücadelede önemli bir adım atabilir.

Biz, onlara zaman ayırdıkça, kitaplar asla ihanet etmeyecek, biz onlara vakit ayırdıkça hayat ve insanlar, insan ilişkileri hakkında bilgimizi arttıracak eşsiz dostlarımızdır. Öğrenen insan, öğrenmenin hazzını yaşamasının yanı sıra bir süre sonra öğrendiklerini başkalarıyla sınamanın, hayata geçirmenin yollarını da aramaya başlayacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 8 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Yalnızlıkla mücadele

Yalnız yaşama eğiliminin uygarlığın yeni bir aşaması, kabul edilmesi gereken yeni bir toplumsal gerçeklik olduğu öne sürülüyor. Yalnızlık, elbette insani bir sorun, bir insan sorunudur, şu koskoca ve milyonlarca insanla dolu dünyada kendisini bir başına hissetme halidir. Ama diğer canlıları, tabiatı da unutmamak lazım gelir. Peki, yalnızlıkla mücadele için ne yapmak gerekir? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Modern zamanlarda yalnızlık hissinin ve korkusunun artacağı hakkında yıllardır birçok görüş öne sürülüyordu, ama ilk kez 1953’te sosyolog David Riesman, Batı toplumlarındaki görünümün “yalnız kalabalık” olarak formüle edilebileceğini söylemiş aynı adla bir kitap yazmıştı. Zymunt Bauman, 2011’de internet ve sosyal medyanın aslında görünenin aksine yalnızlık hissini daha da arttırdığını ifade edebilmek için Riesman’dan esinle “kalabalık yalnızlık” deyimine başvurmuştu. Ancak son yıllarda ciddi bir bakış değişikliği gündeme geldi; yalnızlığın modernlikle birlikte artan bir sorun değil de modern yaşamın kabul edilmesi gereken bir görünümü olduğu şeklindeki görüş, akademide yerleşmeye başladı.

ABD’de 1995 yılının yaz aylarında aşırı sıcaklardan evlerinde ölü bulunan ve günlerce kendilerinden haber alınamayan yoğun bir yaşlı nüfus olduğunu fark ettikten sonra konuyu irdelemeye karar veren sosyolog Eric Klinenberg, 2013 yılında “solo yaşam”a gidişle ilgili kitabı yazdı. O tarihten sonra kavram, yeni bir hayat tarzı dalgasını simgelemek üzere akademi dünyasında hızla yayıldı. Artık akademide “yalnızlık” dendiğinde Alman asıllı ABD’li sosyolog Klinenberg’in ileri sürdüğü “solo yaşam” kavramı anlaşılıyor, daha doğrusu bu anlam tercih ediliyor. Yalnız yaşama eğiliminin uygarlığın yeni bir aşaması, kabul edilmesi gereken yeni bir toplumsal gerçeklik olduğu öne sürülüyor. Yalnız yaşamayı öğretebilmek için, yalnızlığın can sıkıntısı ve depresyon gibi olumsuz yan etkilerinden korunabilmek için kurslar düzenleniyor.

Maruz kalınmış yalnızlıklar da artıyor

Dünya nüfusunun azalması gibi, yaşlanması gibi, yalnız yaşayanlar da, yani solo yaşam tercihi de artacak. Adımlarımızı buna göre atmalı, bu doğrultuda planlar, projeler yapmalıyız. Tamam, bunda bir beis yok, ama bir yandan da sadece tercih edilen değil, “maruz kalınmış yalnızlık”lar, yani hiç öyle istemediği halde yalnız kalan ve yalnızlıkla mücadele eden insanlar olduğunu da düşünmek zorundayız.

Sürgünlük, mültecilik, muhacirlik, madunluk; yalnızlığa yapı olarak yatkın psikolojiler, haller, kişilikler ve yalnızlığın kaçınılmaz olduğu kader zamanları var. Kendi hayal dünyalarıyla yetinen şizoidler, şizofrenler, otistikler, akran zulmüne maruz kalan ya da gruplara katılamayan ergenler var. Yalnızlık kuyusuna düşmüşler, depresifler, sosyal fobikler, çekingenler var. Kirli bir mendil gibi işi bitince fırlatılıp sokağaa atılanlar, terk edilenler var. Başkalarının alkışları olmadan, sahne almadan yaşayamayanların ürpertici yalnızlık hisleri var. Yakınlarını kaybedenler, tutunamayanlar, hastalar, sahipsiz yaşlılar, kâh toplumun düşkün kılarak kendisinden tecrit ettiği ya da kendi kendini toplumdan tecrit edenler var. Haydi günümüzde hayli azalmış hakikat arayıcılarının, tefekkür yolcularının, dervişlerin, düşünce insanlarının ve yalnızlığın son koruyucuları olan şairlerin yalnızlıklarını görmezden gelelim, ama tüm bu saydığım yalnızlık çeşitlerini ve bunlardan mustarip yalnız insanları da düşünmek, dertlerine çareler üretmek mecburiyetindeyiz.

Anlatmaya çalıştığımız gibi yalnızlık ve yalnızlık hissi hayli karışık, dolayısıyla mücadele yöntemleri de nasıl bir problemle karşı karşıya olduğumuzun tam olarak belirlenmesine bağlı. Yaşlı bir insanın hayatta ve evinde yapayalnız kalmasıyla, hastanedeki ya da huzur veya bakım evindeki bir insanın yalnızlığı arasında bariz farklılıklar var. Belli bir sosyal çevresi, yakınları ve akrabaları olan, ama aynı zamanda yalnızlık çeken birisinin yalnızlığıyla hiç kimsesi olmayan bir insanın yalnızlığı aynı değil. Geliri ve imkânları olan yalnızların sorunlarıyla sosyoekonomik bakımdan çok zayıf durumda olanların yalnızlıklarını aynı kefeye koyamayız, onlara karşı aynı mücadele yöntemlerini benimseyemeyiz.

Yalnızlıkla başa çıkma önerileri

Ayrıca yalnızlıkla ilgili bu belirsizlik ve sorunun karmaşıklığının yanı sıra yalnızlık hissinin başta depresyon olmak üzere psikolojik bir rahatsızlığın belirtisi olmasını da aklımızdan çıkarmamalıyız. Kişinin benlik saygısının ve kendisine güveninin de azaldığı depresif yalnızlık hissinde ve yukarıda saydığımız yalnızlığa meyyal kişiliklerde elbette ilk çare, hemen bir profesyonele başvurmaktan geçiyor.

Tüm bunları ve her bir sorunun çözümünün kendine özgü, çoğu zaman devletin, belediyelerin, ruh sağlığı profesyonellerinin ve gönüllü kuruluş ve kişilerin yardımına ihtiyaç olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak yine de yalnızlık ve yalnızlık hissiyle mücadele için bazı genel önerilerde bulunmak mümkün.

Lütfen yalnızlık çektiğimizde ya da çevremizde böyle bir dertten mustarip bir tanıdığımız bulunduğunda bu önerileri dikkate alalım ve eğer yalnızlık hissiyle mücadele edilmezse işlerin daha da kötüye gideceğini bilelim. Nasıl akamayan bir su birikintisi bir süre sonra kirlenmeye ve mikroorganizmaların üremesine uygun bir vasata dönüşürse çare bulunmayan yalnızlık hissine ileride terk edilmişlik, işe yaramazlık, suçluluk gibi olumsuz duyguların eşlik edebileceğini, sonuçta psikolojimizin işleyişini bozabileceğini yani başlangıçta depresif olmasak bile yalnızlığımızın depresyona yol açabileceğini unutmayalım.

Önce durumu tespit edin

Yalnızlık hissiyle mücadele ederken atılması gereken ilk adım, böyle bir hissi yaygın bir biçimde ve sıkça yaşıyorsanız öncelikle yalnız olduğunuzu, böyle bir dertten mustarip bulunduğunuzu kabul etmenizdir. Çevrenizde kaç kişi olursa olsun, görüntü bunu doğrulamasa bile, eğer yalnız hissediyorsanız, gerçekte yalnız olduğunuzu kabul etmeniz ve buna göre yönlenmeniz şarttır. Yalnızlık hissinizi mutlaka bir dostunuzla, ailenizden, yakınlarınızdan güvendiğiniz, yanında rahat hissettiğiniz kimselerle paylaşmanızı öneririm.  Paylaşım, çevrenizdeki insanların fikirlerini almanız, onlardan da yararlanmanızın haricinde doğrudan doğruya da size yardımcı olacaktır. Hepimizin başkalarına, insan kardeşlerimizle dertleşmeye, yaslanacak bir omuza ihtiyacımız var ve zaten yalnızlık hissiyatımızın temelinde, bir biçimde, bu ihtiyacın gideril(e)memesi bulunuyor.

Şunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız yalnızlık başka, tek başınalık başkadır. Tek başına kalsak bile hayata bağlılığımız, mücadele azmimiz sürdüğü sürece mesele yoktur, ama bu gerçek aslında öznel (subjektif) değerlendirme ve his olan hüzünlü yalnızlığı normalleştirmemeli, insan yalnızlık girdabından mutlaka çıkmaya çalışmalıdır. Çünkü insan, grup-varlıktır, toplumsal yaşamın içinde, başka insanlarla yaşar ve yeryüzünde bizim ulaşma menzilimizde olan on binlerce kişi bulunur. Biz, çevremizdeki onca insana rağmen sanki her biri tarafından reddedilmişiz, istenmiyoruz ya da onların varlığı derdimize çare olamayacak düşüncesi ve duygusu yaşıyorsak bu asla normal değildir. Böyle sağlıksız düşünce ve duygulara teslim olmamak, her fırsatta insanlarla temas içinde olmaya gayret etmek gerekir. Çevremizdeki insanlarla ilişki yolları üzerine kafa yormanın yanında gönüllü kuruluşlardan yardım almaya, interneti ve sosyal medyayı bu amaçla araştırmaya çaba göstermemiz lazım gelir.

Mücadele edilmesi gereken yalnızlık hissi, insanın istemediği halde kendisiyle baş başa kalması ve bundan hoşnut olmaması halidir. O yüzden bu halin başka bir faaliyetle, merak edilen bir alanda hobi geliştirmekle, kendini bir uğraşa vermekle, gönüllü yardım kuruluşlarına katılmakla, egzersizle, yazma çabasıyla, manevi arayış ve uğraşla değiştirilmesi elzemdir. Bu faaliyetlerin grup halinde, bir sınıfta, toplulukta gerçekleştirilmesi yalnızlık zincirinin kırılmasında çok işe yarayabilir. En nihayetinde insan insanın yurdudur; neşeli, mutlu, hayat dolu insanların, bu hallerini bize de geçirmeleri ihtimali yüksektir.

Başka dünyalara açılma, gönüllülük

“Tebdili mekânda ferahlık vardır” denir. Elbette insan gittiği her yere kendi psikolojisini de götürür ama seyahatle, mekân değişimiyle birlikte haleti ruhiyesinin ve yalnızlık hissinin ortadan kalkması da imkân dâhilindedir. Hele hele bu seyahatler, şimdilerde pek sık ve kolayca bulunan gezi grupları içinde gerçekleştirilirse ve her gidilen yerde insanlarla tanışma, görüşme, arkadaş edinme fırsatları değerlendirilebilirse, seyahat uzun sürdüğünde geride kalan tanıdıkları arayıp sorma, onlara kendisinden gezip gördüğü yerlerden haber verilirse, bu ihtimal daha da artar. Seyahatlerin sadece turistik değil belli bir amaca mesela bir gönüllü yardım kuruluşunun faaliyetine yönelik olması, yalnızlıktan mustarip kimsenin derdine adeta panzehir gibi gelecektir.

Yalnızlık, elbette insani bir sorun, bir insan sorunudur, şu koskoca ve milyonlarca insanla dolu dünyada kendisini bir başına hissetme halidir. Ama diğer canlıları, tabiatı da unutmamak lazım gelir. Hayvanlardan ve tabiattan da öğreneceğimiz birçok şey var. Evcil bir hayvanın birçok psikolojik derde deva olduğu, hayvanlarla, tabiatla dost olabilenlerin diğer insanlarla da ilişkilerinin yolunda gittiği bilinen bir gerçekti. Bu; büyük ihtimalle insanın içindeki sevgi ve merhamet pınarlarının güçlü biçimde akmaya başlaması, böylelikle kalbimizin çevremizdeki tabiatı ve insan kardeşlerimizi de algılayabilmesi ile alakalıdır.

Kendini olumlu duygulara, iyiliğe, sanata bırakmak

Hayvanlar ve tabiatın kalbimizin kurumasına mâni olduğuna kanaat getirmişsek, diğer kalplerin anahtarının açılmasına da vesile olacağını zaten anlamışızdır. Kalbimizin pasını silecek, insan ilişkilerindeki olumlu duygularımızı harekete geçirecek insani etkinliklerin başında sanat, sinema, resim, fotoğraf, müzik ve şiir gelir. Yalnız hisseden insan, buradan kurtulmak için kendisini yalnızlığın mağarasına hapsetmektense, olabildiğince sanatın, güzelliğin, dikkat ve özenin kucağına bırakmalıdır. Elbette estetik algının, dikkat ve özenin başlangıç yeri, insanın kendisidir. İnsan, öz-bakımına, fiziksel temizlik ve görünümüne dikkat ederek, daha güzel görünmek için yollar arayarak ve bunu gerçekleştirmek için çabalayarak yalnızlıkla mücadelede önemli bir adım atabilir.

Biz, onlara zaman ayırdıkça, kitaplar asla ihanet etmeyecek, biz onlara vakit ayırdıkça hayat ve insanlar, insan ilişkileri hakkında bilgimizi arttıracak eşsiz dostlarımızdır. Öğrenen insan, öğrenmenin hazzını yaşamasının yanı sıra bir süre sonra öğrendiklerini başkalarıyla sınamanın, hayata geçirmenin yollarını da aramaya başlayacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 8 Ocak 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x