İstihbarat endüstrisi ve film/dizi sektörü ilişkisi nasıl değişti?

Günümüzde istihbarat endüstrisine ait bir film ve dizi sektörü var. Bu sektörde en başarılı ülkeler hangileri? İstihbarat endüstrisi filmleri ne amaçlıyor? Hangi mesajları veriyor? Bu filmleri izlerken neleri akılda tutmalı? Doç. Merve Seren yazdı.

İstihbarat dünyası, Soğuk Savaş Dönemi’nde çok etkili bir silah keşfetti. Bu silah, yazılı ve görsel medya araçlarının yaygın ve yoğun şekilde kullanılmasıydı. ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan hegemonya mücadelesinde, sadece nükleer silahlanma üzerine inşa edilmiş bir caydırıcılık yarışına tanıklık edilmedi.

Aksine bu iki süper güç, silah endüstrisi kadar, medya endüstrisini de birbirlerini caydırmak ve yıpratmak için önemli bir enstrüman olarak kullandılar. Böylece ABD ve Sovyetler Birliği bir taraftan kendi ideolojilerini dayatmaya; diğer taraftan birbirlerini siyasi, askerî, ticari, teknolojik ve sosyokültürel açıdan güçsüz, basiretsiz, çıkarperest ve hayalperest resmetmek üzerine hummalı bir çabanın içerisine girdiler.

Bu çabalar, “örtülü operasyon faaliyetleri” şemsiyesi altında kimi zaman “kara propaganda” kimi zaman “aktif tedbirler” olarak tarihin seyrini değiştirecek etkiler yarattılar.

“Muz Cumhuriyeti” ve medyanın kullanıldığı örtülü operasyonlar

Örneğin, pejoratif bir yaklaşımla “Muz Cumhuriyeti” kavramıyla nitelenen Guatemala, söz konusu dönemde medya araçlarının kullanıldığı birçok örtülü operasyona ev sahipliği yapmıştır.

Diktatör Jorge Ubico Dönemi’nde ABD’ye ait olan United Fruit Company (UFCO), Guatemala topraklarının %42’sini kontrolü altında tutarken, vergi ödemekten muaf kılınmıştır. Bu dönemde Guatemala’nın tüm ihracatının %77’si ve yine toplam ithalatın %65’i ABD’ye ait olmuştur. Burada dikkate çeken UFCO’nun muz ihracatının yanı sıra ülkenin telefon ve telgraf sistemi ile demiryolu hattına sahip olması ve dahası Eisenhower Yönetimi ile yakın bir bağlantısı olmasıdır. Öyle ki meşhur CIA Başkanı Allen Dulles ile aynı dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı yapan kardeşi John Foster Dulles, UFCO’nun hem Mütevelli Heyeti’nde görev yapmışlar hem şirketin hissedarları arasında yer almışlardır.[1]

Şirketin halkla ilişkiler sorumlusu Ed Whitman ise Başkan Eisenhower’ın özel sekreteri Ann Whitman’ın kocası olup; “Kremlin Muzdan Neden Nefret Ediyor (Why the Kremlin Hates Bananas)” adlı bir filmin yapımcılığını üstlenmiştir.  Filmde, UFCO’ya Soğuk Savaş’ın ön cephesinde nasıl savaştığını anlatan kritik bir rol ve önem atfedilmiştir. Ayrıca bu maksatla UFCO, Guatemala’ya giden gazetecilerin masraflarını üstlenirken; New York Times, Christian Science Monitor, New York Herald Tribune ve New Leader gibi ABD’nin en saygın yayın kuruluşları UFCO hakkında dair yazılar kaleme almışlardır.

Keza Soğuk Savaş Dönemi’nde Guatemala, CIA’in muhtelif operasyonlarına konu olmuştur. Örneğin 1954 Guatemala Darbesi’nin mimarlarından birisi olan CIA, “Operation PBSuccess” kod adlı kara propaganda operasyonu kapsamında gizli bir radyo istasyonu kurmuş ve bu radyo aracılığıyla oldukça başarılı dezenformasyon ve manipülasyon faaliyetleri icra etmiştir.

ABD’nin Afgan mücahitlere medya eğitimi

İlave bir örnek olarak, Sovyetler Birliği’nin dağılıp Soğuk Savaş’ın kapanmasına yol açan Sovyet-Afgan Savaşı esnasında ABD’nin birçok mecrada örtülü operasyon icra ettiği hatırlatılmalıdır.[2]

Zira ABD istihbaratı sadece Afgan mücahitleri eğitim, silah, istihbarat ve lojistik anlamda desteklememiş; aynı zamanda “Medya Projesi” adı altında Afgan direniş gruplarına gazetecilik, fotoğrafçılık, video-kamera çekimi gibi eğitimler vererek farklı yetenekler kazandırmıştır.

Bu sayede ABD, savaş boyunca akademi, haber ve sinema sektörünü etkin ve verimli bir şekilde kullanarak Sovyet karşıtı birçok yayın, film ve belgeselin altına imzasını atmıştır.

Sovyetler Birliği’nin ABD’ye yönelik örtülü operasyon faaliyetleri

Kuşkusuz Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyetler Birliği de örtülü operasyon faaliyetlerinden geri kalmamış; ABD’ye ilişkin üretilmiş uydurma haberleri tüm dünyaya duyurmak üzere büyük bir yarışa girmiştir.  Bu bağlamda Sovyet istihbaratı, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ‘tarafsız’ ve ‘hasmane’ tutum izleyen ülkelerin politik görüşleri üzerinde tesir ve değişiklik yaratmak amacıyla, ABD’nin aslında ‘savaş yanlısı’ ve ‘güvenilmez bir nükleer güç’ olduğu temasını işleyen ‘barış girişimleri’ kisvesi altında aktif tedbirlere başvurmuştur.

Örneğin Stalin’in son zamanlarına denk düşen Kore Savaşı boyunca, aktif tedbirlere sık sık başvurulmuş̧; ABD’yi, Çin ve Kore’de veba ve çiçek virüsü yayılmasına yardım ve yataklık eden bir ülke olarak resmeden çok sayıda asparagas haber basında yer almıştır. Keza Sovyet istihbaratı, ABD’nin AIDS virüsünü kasıtlı olarak ürettiğine dair bir senaryo kurgulamış; bu senaryo, bizatihi ABD’nin saygın gazeteci ve akademisyenlerinin (gizli finansman vd. vasıtalar sayesinde) kaleminden çıkan yazı ve makalelerde olduğu gibi birçok farklı mecrada zikredilmiştir. Sovyet istihbaratının AIDS virüsünü konu olan örtülü operasyonu, uluslararası kamuoyunun ilgilisini çekmekle kalmamış; bu hikaye, özellikle Afrika ülkelerinde ABD-karşıtlığına dair ciddi ve yerleşik bir algı oluşturmuştur.

ABD ve SSCB’nin kurgusal senaryoları

Ancak burada bir parantez açalım, ABD ve Sovyetler Birliği’nin sadece birbirlerini karalamak maksadıyla değil; kendi politika ve stratejilerini hem ulusal hem uluslararası kamuoyu nezdinde meşru ve destekleyici kılmak için de birçok kurgusal senaryoyu medyaya taşıdığı vurgulanmalıdır.

Örneğin Kruşçev Yönetimi (1953 – 1964), SSCB’nin ilk istihbarat ve güvenlik teşkilatı Çeka’ya yöneltilen eleştirilerin ortadan kaldırılması ve Çekist ruhun halk nezdinde yeniden yüceltilmesi amacıyla, film sektöründen istifade etmeyi tercih etmiştir.

1963’te “Çekist (The Chekist)” adıyla vizyona giren bir film, anti-Stalinist motifler taşımasına rağmen; Büyük Terör’ün zulümlerini gerçekleştiren ve görevlerini kötüye kullanan Çekist’lerin kınanması hususunda yapımcıların en başta planladığı içerik ve nitelikten yoksun kaldığı için arzu edilen etkiyi yaratamamıştır.

Bunun üzerine 1964 yılında “Sisteki Vuruş (A Shot in the Fog)” isimli bir film gösterime girmiştir. Yeni kurulan KGB’yi anlatan ilk Sovyet filmi olan Sisteki Vuruş’un senaryosu, bizzat KGB danışmanlarının nezaretinde hazırlanmıştır. Mosfilm şirketi tarafından çekilen ve konusu Soğuk Savaş Dönemi’nde geçen filmde; KGB’nin, Batılı istihbarat teşkilatlarının Sovyetlerin gizli teknolojik ve bilimsel araştırma projelerini çalma girişimlerini nasıl bertaraf ettiği hususu işlenmiştir. Ne var ki filmin çekildiği esnada dahi, Sanat Konseyi Başkan ve Mosfilm’in eski direktörü olan İvan Aleksandroviç Pryev; KGB danışmanlarına “sis nerede, vuruş nerede?” diyerek, filmin neyi anlatmaya çalıştığına yönelik alaycı ve sert bir eleştiride bulunmuştur. Stalinist sinemanın en kıdemli isimlerinden birisi kabul edilen ve altı kez Stalin Ödülü’ne layık görülen Pryev’in eleştirisinin arkasında yatan gerçek ise; KGB ajanlarının ‘gizli polisi’ yansıtırken, neyi ne kadar anlatabileceklerine izin verildiğini anlamakta, bizzat kendilerinin yaşadıkları zorluk ve yoksunluk olmuştur.

Tüm eleştirilere rağmen Kruşçev’in bir taraftan Stalin’in zarar verdiği Çeka mitolojisini, Sovyet kamuoyuna yönelik bir ‘algı yönetimi aracı’ olarak kullandığı film sektörüyle yeniden inşa etmeye çalışırken; diğer taraftan da Stalin’in günümüzün ‘kamu diplomasisi’ faaliyetlerini andıran “aktif tedbirler” mirasından yararlandığı not düşülmelidir.

İstihbarat endüstrisine ait bir film ve dizi sektörü zamanla nasıl değişti?

Anlaşılacağı üzere, Soğuk Savaş’tan bu yana medya ve sinema sektörü en yaygın kamu diplomasisi araçlarından birisi olarak karşımızdadır. Kaldı ki, eskiden bir iki tane devlet kanalından ibaret olan televizyon kanalları, bugün binlere ulaşmıştır. Yine, günümüzde sosyal medya platformlarında yayımlanan birçok yayın mecrası var. Şimdi düşünelim, Soğuk Savaş Dönemi’nde bile veba, çiçek virüsü, AIDS gibi hastalıkların kasıtlı olarak çıkarıldığına dair yayınlar varsa yahut bu dönemin en başından itibaren ABD ve Sovyet istihbaratı kendi propagandalarını yaymak için film sektörünü yaygın şekilde kullanıyorsa, bugün gelinenen seviye çok daha üst seviyede ve yoğun bir etkiye sahiptir.

Bu nedenledir ki artık günümüzde istihbarat endüstrisine ait bir film ve dizi sektörü oluşmuştur. Söz konusu sektörün makro perspektiften fotoğrafını çektiğimizde karşımıza çıkan değişimi şu şekilde özetleyebiliriz:

Birincisi, eskiden casusluk film/dizileri denildiğinde ABD, Sovyet/Rus ve İngiliz ağırlıklı olan sektör, günümüzde çok aktörlü bir yapıdadır. En demokratik ülkeden en diktatoryale, en yüksek teknolojiden gelişmekte olanlara değin birçok ülke artık film ve dizi endüstrisini yaygın şekilde kullanmaktadır. Her ne kadar televizyon, sinema ve dijital platformlarda en çok izlenen ve rating alan casusluk film/dizileri ABD, İngiltere, İsrail ve görece Alman, Fransız ve Hint menşeili olsa da, artık Afrika’dan Latin Amerika’ya birçok ülkenin küresel ölçekte hatırı sayılır bir izleyici kitlesine sahip olduğu görülmektedir. Bunların arasında Türkiye’nin, sektöre görece geç girmesine rağmen çok hızlı bir yükseliş grafiği çizerek dikkatleri celp ettiği not düşülmelidir. Bu bağlamda 2000 sonrasında yayımlanan “Kurtlar Vadisi”, “Behzat Ç.: Bir Ankara Polisiyesi”, “Börü” ve “Teşkilat” uzun soluklu ve dikkat çekici prodüksiyonlar olarak Türk toplumunun hem ulusal güvenlik istihbaratı hem kriminal istihbarat gibi adli ve idari kolluk kuvvetlerince icra edilen istihbari faaliyetlere olan merakını perçinlemişlerdir.

İkincisi, Soğuk Savaş Dönemi’nde istihbarat dünyası için film endüstrisi daha dar anlamlı bir misyona hizmet ederken; bugün film ve dizi sektörü savaş ve casusluk konularının çok daha ötesine geçmiş durumdadır. Daha açık bir ifadeyle, eskiden istihbarat topluluğunun film/dizi sektörüne doğrudan/dolaylı katkısı askerî ve istihbari konulu yayınlarla olurken; artık askeriyeden endüstriyel istihbarata, siber istihbarattan sosyokültürel istihbarata birçok amaca matuf hazırlanan bir sektör oluşmuştur.

Bu anlamda Netflix, Hulu, Apple TV gibi dijital platformlarda yayımlanan teknoloji merkezli/yönlendirmeli dizi, film ve belgeseller, sadece mucitlerinin hayatlarını yahut teknoloji geliştirme serüvenlerini konu almaktan ibaret görülmemelidir, aksine bunlar o teknolojinin bir (“beyaz”, “gri” yahut “kara”) propagandası olup; ticari ve endüstriyel istihbarata hizmet eden yapımlardır. Örneğin ABD’de her yıl ülkenin önde gelen teknoloji şirketleri ve kurucuları (Steve Jobs- Bill Gates, Mark Zuckerberg vb.) hakkında birçok dizi, film ve belgeselin altına imza atılır. Bu sayede inovasyon, veri toplama, depolama ve işleme, istihbarat teknolojilerinin dünyanın her bir noktasında kusursuz keşif ve gözetleme yapması, küresel etki ajanları yaratımı gibi birçok konuda Amerikan hegemonyasının devam ettiğine dair küresel bir algı kampanyası yürütülür. Örneğin Facebook, Apple ve Microsoft’un yanı sıra savaş filmlerinde gösterilen uçaklar, helikopterler, drone’lar, silahlar, dinleme, keşif ve gözetleme cihazları ve üniformalara kadar her şey aslında “markalaştırma stratejisi” ve “algı yönetim araçları”dır. Böylece ABD, sadece “istihbarat teknolojisini” değil; aynı zamanda “istihbarat kültürünü” de yönlendirir.

Bunlara ilaveten, çekilen istihbarat ve casusluk dizilerinin birçoğu realiteden uzak teknoloji adaptasyonu sergilemektedir. Elbette, istihbarat teşkilatları ileri düzey sofistike teknolojiler kullanırlar ancak bazı dizilerde tasvir edildiği kadar fütüristik değildir. Ancak izleyicinin askerî ve istihbari teknoloji okuryazarlığına göre bu dizilerin inandırıcılık oranı değişir.

Üçüncüsü; istihbarat ve casusluk film/dizilerinde yaşanan artış artık sadece halkın gizeme olan merakından ibaret değildir. Aksine istihbarat topluluğu, bu tarz film ve diziler sayesinde, istihbarat/gizli servislere olan ilgi ve sevgiyi arttırmayı hedeflemektedir. Çünkü askerlikte olduğu gibi, istihbarat da insan hayatının tehlikede olduğu yüksek sadakat ve fedakârlık gerektiren meslek grubudur. Bu nedenledir ki, casusluk dizilerinde genellikle sansyonel kurgular ve dramatize edilmiş aktörler yer alır. Ekseriyetle, yüksek aksiyon içeren bu kurgular aracılığıyla, üst düzey vatanperverlik düşüncesi ile mesleki hayranlığın özümzenmesi amaçlanır. Örneğin Homeland dizisinde olduğu gibi, aynı kahraman hem masa başı stratejik analist hem sürekli en tehlikeli sahada operatif haldedir. Bu kurgular olmasa düşünsenize, ülkesinin/dünyanın en saygın üniversitelerinden birisinde yazılım mühendisliği okuyan bir genç, neden bir teknoloji devi firmada çok yüksek maaşlara özgürce hayatını idame ettirecekken gidip devlet memuru statüsünde bir istihbarat teşkilatında çalışsın ki? İstihbarat teşkilatlarının ülkenin ‘en iyilerini’ istihdam etme arayışları nedeniyle, teşkilatların cazibelerini arttırmaları gerekir ve bu açıdan bakıldığında film/dizi sektörü başlıca cazibe merkezleridir.

Dördüncüsü; istihbarat dizi/film sektöründe değişen ahlak anlayışı tutumudur. Örneğin “Fauda”, “Inside the Mossad”, “Spy Ops”, “The Spy”, “Tahran”, “False Flag” gibi İsrail menşei dizi, film ve belgesellere baktığınızda işkence, sivil ölüm vs. her türlü gayri hukuki ve gayri ahlaki birçok kurgu ve görüntünün sergilenmesinde bir beis görülmemektedir. Keza İsrail istihbaratına ilişkin belgesellerde emekli istihbaratçıların yaptıkları açıklamalar, şaşırtıcı derecede dürüst ama bir o kadar tavizsizliğin resmidir.  Bu anlamda son dönemdeki birçok dizi ve belgeselde, “devlet ve ulusal güvenlik söz konusu olduğunda her şey mübahtır” tarzında çok realist bir yaklaşıma tanıklık edilmektedir. Bu da bir taraftan cazibe yaratıp, diğer taraftan ahlaki ve etik açıdan son derece sorgulatıcı bir ikilemi ortaya koymaktadır. Öte yandan, son yıllarda “gerçek olay ve hikayelerden esinlenmiş/uyarlanmıştır” mottosu ile giderek popülerleşen casusluk ve savaş filmlerine, sosyokültürel ve ulusal biliş yaratım sürecine yönelik “stereotipleştirme”, “tarihsizlik” ve “çarpıtma tarih” açısından son derece temkinli yaklaşılmalıdır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

[1]  ABD’nin Guatemala başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerine yönelik izlediği dış politikası bağlamında UFCO şirketine atfedilen rol ve öneme dair bkz. Jonathan Marshall, “The United Fruit Lobby: Revisiting Truman’s Guatemala Policy”, Diplomatic History, 48:1, January 2024, pp. 102–126; Stephen Kinzer, The Brothers; John Foster Dulles, Allen Dulles, and Their Secret World War, Times Books, New York, 2014; “Memorandum of Discussion at the 202d Meeting of the National Security Council on Thursday, June 17, 1954”, Foreign Relations of the United States, 1952–1954, The American Republics, Volume IV:  Office of the Historian, Foreign Service Institute, https://history.state.gov/historicaldocuments/frus1952-54v04/d57

[2] Merve Seren ve Namık Kemal Yıldız, “Bir Dış Politika Aracı Olarak Örtülü Operasyonlar: ABD’nin Sovyet-Afgan Savaşına Müdahalesi (1979-89)”, İstihbarat Çalışmaları ve Araştırmaları Dergisi, 2:2, 2023, 178-220.

Merve Seren
Merve Seren
Dr. Merve Seren - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Milli Savunma Üniversitesi’nde de misafir öğretim üyesi olarak savaş, strateji ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veriyor. Seren, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universität Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra; tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2011’de National Democratic Institute ve Freedom House tarafından yürütülen “Legislative Fellows” programına kabul edildi. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek; GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te, Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Körber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders”, 2018’de Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Taiwan International Elite Leadership” ve 2019’da IISS tarafından “Southeast Asian Young Leaders” seçildi. 2005–2015 yılları arasında TBMM’de Parlamenter Danışmanı, 2015–2017 yılları arasında SETA’da Güvenlik Araştırmacısı, 2017–2018 döneminde ise STM’de Kıdemli Danışman olarak görev yaptı. Seren güvenlik, savunma ve istihbarat konularında çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

İstihbarat endüstrisi ve film/dizi sektörü ilişkisi nasıl değişti?

Günümüzde istihbarat endüstrisine ait bir film ve dizi sektörü var. Bu sektörde en başarılı ülkeler hangileri? İstihbarat endüstrisi filmleri ne amaçlıyor? Hangi mesajları veriyor? Bu filmleri izlerken neleri akılda tutmalı? Doç. Merve Seren yazdı.

İstihbarat dünyası, Soğuk Savaş Dönemi’nde çok etkili bir silah keşfetti. Bu silah, yazılı ve görsel medya araçlarının yaygın ve yoğun şekilde kullanılmasıydı. ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan hegemonya mücadelesinde, sadece nükleer silahlanma üzerine inşa edilmiş bir caydırıcılık yarışına tanıklık edilmedi.

Aksine bu iki süper güç, silah endüstrisi kadar, medya endüstrisini de birbirlerini caydırmak ve yıpratmak için önemli bir enstrüman olarak kullandılar. Böylece ABD ve Sovyetler Birliği bir taraftan kendi ideolojilerini dayatmaya; diğer taraftan birbirlerini siyasi, askerî, ticari, teknolojik ve sosyokültürel açıdan güçsüz, basiretsiz, çıkarperest ve hayalperest resmetmek üzerine hummalı bir çabanın içerisine girdiler.

Bu çabalar, “örtülü operasyon faaliyetleri” şemsiyesi altında kimi zaman “kara propaganda” kimi zaman “aktif tedbirler” olarak tarihin seyrini değiştirecek etkiler yarattılar.

“Muz Cumhuriyeti” ve medyanın kullanıldığı örtülü operasyonlar

Örneğin, pejoratif bir yaklaşımla “Muz Cumhuriyeti” kavramıyla nitelenen Guatemala, söz konusu dönemde medya araçlarının kullanıldığı birçok örtülü operasyona ev sahipliği yapmıştır.

Diktatör Jorge Ubico Dönemi’nde ABD’ye ait olan United Fruit Company (UFCO), Guatemala topraklarının %42’sini kontrolü altında tutarken, vergi ödemekten muaf kılınmıştır. Bu dönemde Guatemala’nın tüm ihracatının %77’si ve yine toplam ithalatın %65’i ABD’ye ait olmuştur. Burada dikkate çeken UFCO’nun muz ihracatının yanı sıra ülkenin telefon ve telgraf sistemi ile demiryolu hattına sahip olması ve dahası Eisenhower Yönetimi ile yakın bir bağlantısı olmasıdır. Öyle ki meşhur CIA Başkanı Allen Dulles ile aynı dönemde ABD Dışişleri Bakanlığı yapan kardeşi John Foster Dulles, UFCO’nun hem Mütevelli Heyeti’nde görev yapmışlar hem şirketin hissedarları arasında yer almışlardır.[1]

Şirketin halkla ilişkiler sorumlusu Ed Whitman ise Başkan Eisenhower’ın özel sekreteri Ann Whitman’ın kocası olup; “Kremlin Muzdan Neden Nefret Ediyor (Why the Kremlin Hates Bananas)” adlı bir filmin yapımcılığını üstlenmiştir.  Filmde, UFCO’ya Soğuk Savaş’ın ön cephesinde nasıl savaştığını anlatan kritik bir rol ve önem atfedilmiştir. Ayrıca bu maksatla UFCO, Guatemala’ya giden gazetecilerin masraflarını üstlenirken; New York Times, Christian Science Monitor, New York Herald Tribune ve New Leader gibi ABD’nin en saygın yayın kuruluşları UFCO hakkında dair yazılar kaleme almışlardır.

Keza Soğuk Savaş Dönemi’nde Guatemala, CIA’in muhtelif operasyonlarına konu olmuştur. Örneğin 1954 Guatemala Darbesi’nin mimarlarından birisi olan CIA, “Operation PBSuccess” kod adlı kara propaganda operasyonu kapsamında gizli bir radyo istasyonu kurmuş ve bu radyo aracılığıyla oldukça başarılı dezenformasyon ve manipülasyon faaliyetleri icra etmiştir.

ABD’nin Afgan mücahitlere medya eğitimi

İlave bir örnek olarak, Sovyetler Birliği’nin dağılıp Soğuk Savaş’ın kapanmasına yol açan Sovyet-Afgan Savaşı esnasında ABD’nin birçok mecrada örtülü operasyon icra ettiği hatırlatılmalıdır.[2]

Zira ABD istihbaratı sadece Afgan mücahitleri eğitim, silah, istihbarat ve lojistik anlamda desteklememiş; aynı zamanda “Medya Projesi” adı altında Afgan direniş gruplarına gazetecilik, fotoğrafçılık, video-kamera çekimi gibi eğitimler vererek farklı yetenekler kazandırmıştır.

Bu sayede ABD, savaş boyunca akademi, haber ve sinema sektörünü etkin ve verimli bir şekilde kullanarak Sovyet karşıtı birçok yayın, film ve belgeselin altına imzasını atmıştır.

Sovyetler Birliği’nin ABD’ye yönelik örtülü operasyon faaliyetleri

Kuşkusuz Soğuk Savaş Dönemi’nde Sovyetler Birliği de örtülü operasyon faaliyetlerinden geri kalmamış; ABD’ye ilişkin üretilmiş uydurma haberleri tüm dünyaya duyurmak üzere büyük bir yarışa girmiştir.  Bu bağlamda Sovyet istihbaratı, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ‘tarafsız’ ve ‘hasmane’ tutum izleyen ülkelerin politik görüşleri üzerinde tesir ve değişiklik yaratmak amacıyla, ABD’nin aslında ‘savaş yanlısı’ ve ‘güvenilmez bir nükleer güç’ olduğu temasını işleyen ‘barış girişimleri’ kisvesi altında aktif tedbirlere başvurmuştur.

Örneğin Stalin’in son zamanlarına denk düşen Kore Savaşı boyunca, aktif tedbirlere sık sık başvurulmuş̧; ABD’yi, Çin ve Kore’de veba ve çiçek virüsü yayılmasına yardım ve yataklık eden bir ülke olarak resmeden çok sayıda asparagas haber basında yer almıştır. Keza Sovyet istihbaratı, ABD’nin AIDS virüsünü kasıtlı olarak ürettiğine dair bir senaryo kurgulamış; bu senaryo, bizatihi ABD’nin saygın gazeteci ve akademisyenlerinin (gizli finansman vd. vasıtalar sayesinde) kaleminden çıkan yazı ve makalelerde olduğu gibi birçok farklı mecrada zikredilmiştir. Sovyet istihbaratının AIDS virüsünü konu olan örtülü operasyonu, uluslararası kamuoyunun ilgilisini çekmekle kalmamış; bu hikaye, özellikle Afrika ülkelerinde ABD-karşıtlığına dair ciddi ve yerleşik bir algı oluşturmuştur.

ABD ve SSCB’nin kurgusal senaryoları

Ancak burada bir parantez açalım, ABD ve Sovyetler Birliği’nin sadece birbirlerini karalamak maksadıyla değil; kendi politika ve stratejilerini hem ulusal hem uluslararası kamuoyu nezdinde meşru ve destekleyici kılmak için de birçok kurgusal senaryoyu medyaya taşıdığı vurgulanmalıdır.

Örneğin Kruşçev Yönetimi (1953 – 1964), SSCB’nin ilk istihbarat ve güvenlik teşkilatı Çeka’ya yöneltilen eleştirilerin ortadan kaldırılması ve Çekist ruhun halk nezdinde yeniden yüceltilmesi amacıyla, film sektöründen istifade etmeyi tercih etmiştir.

1963’te “Çekist (The Chekist)” adıyla vizyona giren bir film, anti-Stalinist motifler taşımasına rağmen; Büyük Terör’ün zulümlerini gerçekleştiren ve görevlerini kötüye kullanan Çekist’lerin kınanması hususunda yapımcıların en başta planladığı içerik ve nitelikten yoksun kaldığı için arzu edilen etkiyi yaratamamıştır.

Bunun üzerine 1964 yılında “Sisteki Vuruş (A Shot in the Fog)” isimli bir film gösterime girmiştir. Yeni kurulan KGB’yi anlatan ilk Sovyet filmi olan Sisteki Vuruş’un senaryosu, bizzat KGB danışmanlarının nezaretinde hazırlanmıştır. Mosfilm şirketi tarafından çekilen ve konusu Soğuk Savaş Dönemi’nde geçen filmde; KGB’nin, Batılı istihbarat teşkilatlarının Sovyetlerin gizli teknolojik ve bilimsel araştırma projelerini çalma girişimlerini nasıl bertaraf ettiği hususu işlenmiştir. Ne var ki filmin çekildiği esnada dahi, Sanat Konseyi Başkan ve Mosfilm’in eski direktörü olan İvan Aleksandroviç Pryev; KGB danışmanlarına “sis nerede, vuruş nerede?” diyerek, filmin neyi anlatmaya çalıştığına yönelik alaycı ve sert bir eleştiride bulunmuştur. Stalinist sinemanın en kıdemli isimlerinden birisi kabul edilen ve altı kez Stalin Ödülü’ne layık görülen Pryev’in eleştirisinin arkasında yatan gerçek ise; KGB ajanlarının ‘gizli polisi’ yansıtırken, neyi ne kadar anlatabileceklerine izin verildiğini anlamakta, bizzat kendilerinin yaşadıkları zorluk ve yoksunluk olmuştur.

Tüm eleştirilere rağmen Kruşçev’in bir taraftan Stalin’in zarar verdiği Çeka mitolojisini, Sovyet kamuoyuna yönelik bir ‘algı yönetimi aracı’ olarak kullandığı film sektörüyle yeniden inşa etmeye çalışırken; diğer taraftan da Stalin’in günümüzün ‘kamu diplomasisi’ faaliyetlerini andıran “aktif tedbirler” mirasından yararlandığı not düşülmelidir.

İstihbarat endüstrisine ait bir film ve dizi sektörü zamanla nasıl değişti?

Anlaşılacağı üzere, Soğuk Savaş’tan bu yana medya ve sinema sektörü en yaygın kamu diplomasisi araçlarından birisi olarak karşımızdadır. Kaldı ki, eskiden bir iki tane devlet kanalından ibaret olan televizyon kanalları, bugün binlere ulaşmıştır. Yine, günümüzde sosyal medya platformlarında yayımlanan birçok yayın mecrası var. Şimdi düşünelim, Soğuk Savaş Dönemi’nde bile veba, çiçek virüsü, AIDS gibi hastalıkların kasıtlı olarak çıkarıldığına dair yayınlar varsa yahut bu dönemin en başından itibaren ABD ve Sovyet istihbaratı kendi propagandalarını yaymak için film sektörünü yaygın şekilde kullanıyorsa, bugün gelinenen seviye çok daha üst seviyede ve yoğun bir etkiye sahiptir.

Bu nedenledir ki artık günümüzde istihbarat endüstrisine ait bir film ve dizi sektörü oluşmuştur. Söz konusu sektörün makro perspektiften fotoğrafını çektiğimizde karşımıza çıkan değişimi şu şekilde özetleyebiliriz:

Birincisi, eskiden casusluk film/dizileri denildiğinde ABD, Sovyet/Rus ve İngiliz ağırlıklı olan sektör, günümüzde çok aktörlü bir yapıdadır. En demokratik ülkeden en diktatoryale, en yüksek teknolojiden gelişmekte olanlara değin birçok ülke artık film ve dizi endüstrisini yaygın şekilde kullanmaktadır. Her ne kadar televizyon, sinema ve dijital platformlarda en çok izlenen ve rating alan casusluk film/dizileri ABD, İngiltere, İsrail ve görece Alman, Fransız ve Hint menşeili olsa da, artık Afrika’dan Latin Amerika’ya birçok ülkenin küresel ölçekte hatırı sayılır bir izleyici kitlesine sahip olduğu görülmektedir. Bunların arasında Türkiye’nin, sektöre görece geç girmesine rağmen çok hızlı bir yükseliş grafiği çizerek dikkatleri celp ettiği not düşülmelidir. Bu bağlamda 2000 sonrasında yayımlanan “Kurtlar Vadisi”, “Behzat Ç.: Bir Ankara Polisiyesi”, “Börü” ve “Teşkilat” uzun soluklu ve dikkat çekici prodüksiyonlar olarak Türk toplumunun hem ulusal güvenlik istihbaratı hem kriminal istihbarat gibi adli ve idari kolluk kuvvetlerince icra edilen istihbari faaliyetlere olan merakını perçinlemişlerdir.

İkincisi, Soğuk Savaş Dönemi’nde istihbarat dünyası için film endüstrisi daha dar anlamlı bir misyona hizmet ederken; bugün film ve dizi sektörü savaş ve casusluk konularının çok daha ötesine geçmiş durumdadır. Daha açık bir ifadeyle, eskiden istihbarat topluluğunun film/dizi sektörüne doğrudan/dolaylı katkısı askerî ve istihbari konulu yayınlarla olurken; artık askeriyeden endüstriyel istihbarata, siber istihbarattan sosyokültürel istihbarata birçok amaca matuf hazırlanan bir sektör oluşmuştur.

Bu anlamda Netflix, Hulu, Apple TV gibi dijital platformlarda yayımlanan teknoloji merkezli/yönlendirmeli dizi, film ve belgeseller, sadece mucitlerinin hayatlarını yahut teknoloji geliştirme serüvenlerini konu almaktan ibaret görülmemelidir, aksine bunlar o teknolojinin bir (“beyaz”, “gri” yahut “kara”) propagandası olup; ticari ve endüstriyel istihbarata hizmet eden yapımlardır. Örneğin ABD’de her yıl ülkenin önde gelen teknoloji şirketleri ve kurucuları (Steve Jobs- Bill Gates, Mark Zuckerberg vb.) hakkında birçok dizi, film ve belgeselin altına imza atılır. Bu sayede inovasyon, veri toplama, depolama ve işleme, istihbarat teknolojilerinin dünyanın her bir noktasında kusursuz keşif ve gözetleme yapması, küresel etki ajanları yaratımı gibi birçok konuda Amerikan hegemonyasının devam ettiğine dair küresel bir algı kampanyası yürütülür. Örneğin Facebook, Apple ve Microsoft’un yanı sıra savaş filmlerinde gösterilen uçaklar, helikopterler, drone’lar, silahlar, dinleme, keşif ve gözetleme cihazları ve üniformalara kadar her şey aslında “markalaştırma stratejisi” ve “algı yönetim araçları”dır. Böylece ABD, sadece “istihbarat teknolojisini” değil; aynı zamanda “istihbarat kültürünü” de yönlendirir.

Bunlara ilaveten, çekilen istihbarat ve casusluk dizilerinin birçoğu realiteden uzak teknoloji adaptasyonu sergilemektedir. Elbette, istihbarat teşkilatları ileri düzey sofistike teknolojiler kullanırlar ancak bazı dizilerde tasvir edildiği kadar fütüristik değildir. Ancak izleyicinin askerî ve istihbari teknoloji okuryazarlığına göre bu dizilerin inandırıcılık oranı değişir.

Üçüncüsü; istihbarat ve casusluk film/dizilerinde yaşanan artış artık sadece halkın gizeme olan merakından ibaret değildir. Aksine istihbarat topluluğu, bu tarz film ve diziler sayesinde, istihbarat/gizli servislere olan ilgi ve sevgiyi arttırmayı hedeflemektedir. Çünkü askerlikte olduğu gibi, istihbarat da insan hayatının tehlikede olduğu yüksek sadakat ve fedakârlık gerektiren meslek grubudur. Bu nedenledir ki, casusluk dizilerinde genellikle sansyonel kurgular ve dramatize edilmiş aktörler yer alır. Ekseriyetle, yüksek aksiyon içeren bu kurgular aracılığıyla, üst düzey vatanperverlik düşüncesi ile mesleki hayranlığın özümzenmesi amaçlanır. Örneğin Homeland dizisinde olduğu gibi, aynı kahraman hem masa başı stratejik analist hem sürekli en tehlikeli sahada operatif haldedir. Bu kurgular olmasa düşünsenize, ülkesinin/dünyanın en saygın üniversitelerinden birisinde yazılım mühendisliği okuyan bir genç, neden bir teknoloji devi firmada çok yüksek maaşlara özgürce hayatını idame ettirecekken gidip devlet memuru statüsünde bir istihbarat teşkilatında çalışsın ki? İstihbarat teşkilatlarının ülkenin ‘en iyilerini’ istihdam etme arayışları nedeniyle, teşkilatların cazibelerini arttırmaları gerekir ve bu açıdan bakıldığında film/dizi sektörü başlıca cazibe merkezleridir.

Dördüncüsü; istihbarat dizi/film sektöründe değişen ahlak anlayışı tutumudur. Örneğin “Fauda”, “Inside the Mossad”, “Spy Ops”, “The Spy”, “Tahran”, “False Flag” gibi İsrail menşei dizi, film ve belgesellere baktığınızda işkence, sivil ölüm vs. her türlü gayri hukuki ve gayri ahlaki birçok kurgu ve görüntünün sergilenmesinde bir beis görülmemektedir. Keza İsrail istihbaratına ilişkin belgesellerde emekli istihbaratçıların yaptıkları açıklamalar, şaşırtıcı derecede dürüst ama bir o kadar tavizsizliğin resmidir.  Bu anlamda son dönemdeki birçok dizi ve belgeselde, “devlet ve ulusal güvenlik söz konusu olduğunda her şey mübahtır” tarzında çok realist bir yaklaşıma tanıklık edilmektedir. Bu da bir taraftan cazibe yaratıp, diğer taraftan ahlaki ve etik açıdan son derece sorgulatıcı bir ikilemi ortaya koymaktadır. Öte yandan, son yıllarda “gerçek olay ve hikayelerden esinlenmiş/uyarlanmıştır” mottosu ile giderek popülerleşen casusluk ve savaş filmlerine, sosyokültürel ve ulusal biliş yaratım sürecine yönelik “stereotipleştirme”, “tarihsizlik” ve “çarpıtma tarih” açısından son derece temkinli yaklaşılmalıdır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 30 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

[1]  ABD’nin Guatemala başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerine yönelik izlediği dış politikası bağlamında UFCO şirketine atfedilen rol ve öneme dair bkz. Jonathan Marshall, “The United Fruit Lobby: Revisiting Truman’s Guatemala Policy”, Diplomatic History, 48:1, January 2024, pp. 102–126; Stephen Kinzer, The Brothers; John Foster Dulles, Allen Dulles, and Their Secret World War, Times Books, New York, 2014; “Memorandum of Discussion at the 202d Meeting of the National Security Council on Thursday, June 17, 1954”, Foreign Relations of the United States, 1952–1954, The American Republics, Volume IV:  Office of the Historian, Foreign Service Institute, https://history.state.gov/historicaldocuments/frus1952-54v04/d57

[2] Merve Seren ve Namık Kemal Yıldız, “Bir Dış Politika Aracı Olarak Örtülü Operasyonlar: ABD’nin Sovyet-Afgan Savaşına Müdahalesi (1979-89)”, İstihbarat Çalışmaları ve Araştırmaları Dergisi, 2:2, 2023, 178-220.

Merve Seren
Merve Seren
Dr. Merve Seren - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Milli Savunma Üniversitesi’nde de misafir öğretim üyesi olarak savaş, strateji ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veriyor. Seren, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universität Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra; tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2011’de National Democratic Institute ve Freedom House tarafından yürütülen “Legislative Fellows” programına kabul edildi. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek; GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te, Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Körber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders”, 2018’de Tayvan Dışişleri Bakanlığı tarafından “Taiwan International Elite Leadership” ve 2019’da IISS tarafından “Southeast Asian Young Leaders” seçildi. 2005–2015 yılları arasında TBMM’de Parlamenter Danışmanı, 2015–2017 yılları arasında SETA’da Güvenlik Araştırmacısı, 2017–2018 döneminde ise STM’de Kıdemli Danışman olarak görev yaptı. Seren güvenlik, savunma ve istihbarat konularında çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x