Kahve ve sömürgeciliğin kısa tarihi

Starbucks gibi büyük kahve alıcıları üreticilerle nasıl pazarlık yapıyor? Sömürgecilik tarihi kahve ticaretinde hâlâ nasıl görünür olabiliyor? Kahve ile demokrasinin başlangıcı arasında nasıl bir bağlantı var?

Günümüzde her köşe başında rastladığımız kafelerde, farklı çeşitlerde ikram edilen kahveye olan talep artarken, küresel fiyatlar da rekor kırıyor. Foreign Policy yardımcı editörü Cameron Abadi, Foreign Policy köşe yazarı ve Columbia Üniversitesi Avrupa Enstitüsü Müdürü Adam Tooze ile yaptığı sohbette, sömürgecilikten demokrasinin doğuşuna kadar uzanan konuları tarihsel bir perspektifle ele alıyor.

Yazıdan önce çıkan bölümlerini aktarıyoruz:

“Uluslararası emtia piyasalarında yaklaşık yarım kilo Arabica kahve çekirdeğinin güncel fiyatı 3,84 dolar. Bu, tüm zamanların en yüksek seviyesi ve kahve üreticileri için bir nimet. Ancak bu fiyatlar yakında dünya çapındaki kahveseverlerin fincanlarına yansıyabilir.

Starbucks gibi büyük kahve alıcıları üreticilerle nasıl pazarlık yapıyor? Sömürgecilik tarihi kahve ticaretinde hâlâ nasıl görünür olabiliyor? Kahve ile demokrasinin başlangıcı arasında nasıl bir bağlantı var? Bunlar, ortak sunuculuğunu yaptığımız Ones and Tooze podcast’inde Adam Tooze ile yaptığım sohbette ortaya çıkan sorulardan sadece birkaçı. (…)

Cameron Abadi (CA): Öncelikle kahveyi küresel bir emtia haline getiren nedir?

Adam Tooze (AT): Genel olarak konuşursak, bir emtia, diğer malları üretmek için kullanılan, satın alınan ve satılan herhangi bir maldır. Yani tüketicilere satılan mamul mallar, özellikle de marka adı taşıyanlar yerine, diğer mal ve hizmetlerin üretiminde girdi olarak kullanılır. (…) Petrol pazarından en devasa emtia olarak bahsettiğimizde, tüm petrol uzmanları size aslında Venezüella petrolünün Teksas’tan, Teksas’ın da Brent’ten tamamen farklı olduğunu söyleyecektir. Ancak bunların her biri ticareti yapılan bir emtiadır ve hangi sondaj platformundan geldiğini sorgulamanıza gerek yoktur. (….)

Tarihsel olarak konuşursak, efsaneye göre kahve ilk olarak Etiyopya’da, kahvenin enerji verici etkisini keşfeden bir keçi çobanı tarafından kullanıldı. Yemen’deki Sufi rahipler de onu kullandı. Afrika Boynuzu’ndan geliyor. Yemen ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde temel bir gıda haline geldi ve ardından Osmanlı İmparatorluğu’na ve oradan da erken modern Avrupa’ya yayıldı. Başlangıçta tartışmalara konu oldu. Katolik Kilisesi 1500’lerin sonlarında bu konu hakkında büyük bir tartışma yapmak zorunda kaldı. Papa VII. Clement, kahvenin tüketiminin caiz olup olmadığı konusunda bir karar verdi. Bu nedenle, İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi ve Mormonlar gibi bazı Hristiyan mezhepleri kahve içmekten kaçınır; çünkü kahveyi yasaklanmış bir uyarıcı olarak görürler. 17’nci yüzyıla gelindiğinde, İtalya, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Doğu Hint Adaları ve Batı Avrupa’ya ulaştı. Kahvehaneler 1650’lerde Londra’da açılmaya başladı. İlki, 1652’de açılan Pasqua Rosée’s Head’dir. Bu ilk kahvehaneyi, bir Türk kahve ithalatçısının Yunan hizmetlisi açtı. Kahve 1800’lerde Amerika’ya ulaştı. Bu işin tüketim tarafı.

Emtianın bir diğer yüzü de toplu üretimdir. Kahve üretimi 1690’larda Hollandalı sömürgeciler tarafından Doğu Afrika’dan, Java’dan, ardından Fransızlar tarafından Martinik, Saint-Domingue’ye (şimdiki Haiti) ve daha sonra 1840-50’lerde dünyanın en büyük kahve üreticisi haline gelen ve üretimin yaklaşık yüzde 40’ını gerçekleştiren Brezilya’ya yayıldı. Ve bu, kahve endüstrisinin köleliğe olan bağımlılığı sayesinde mümkün olmuştu. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında, Brezilya kahve üretiminde yaklaşık 1,5 milyon köle kullanılıyordu. Yabancı köle ticareti yasaklandığında, kölelik Brezilya’da nihayet kaldırılana kadar (ki bu gerçekten geç bir tarih, 1888’dir) Brezilya plantasyonları yerli nüfustan köle emeği kullanmaya devam etti.

Bugün, Brezilya, yüzde 37’lik payıyla en büyük üretici olmaya devam ediyor. İkinci sırada ise Vietnam var; küresel üretimdeki payı yüzde 17. Kolombiya’nın veya Endonezya’nın ikinci sırada olduğunu düşünebilirsiniz, ancak durum böyle değil. Kolombiya yüzde 7 ve Endonezya yüzde 8. Kahvenin anavatanı Etiyopya’nın payı ise sadece yüzde 4. Bu aslında şu anda Avrupa Birliği (AB) ile ilgili büyük bir sorun, çünkü kahve Etiyopya’da küçük ölçekli bir köylü üretimi ve AB onlara yük olan arazi kullanım kuralları dayatıyor.

CA: Starbucks gibi büyük kahve alıcıları bu emtia pazarıyla nasıl etkileşime giriyor? Starbucks, tedarikçileri üzerinde bir şekilde nüfuz sahibi oluyor mu?

AT: Starbucks, 30’dan fazla ülkede 400 bin çiftçiden kahve satın alıyor. Yani Starbucks ile onu tedarik eden insanlar arasında büyüklük, kurumsal güç vb. açılardan büyük bir eşitsizlik var. (…) Ancak kahve pazarında kakao pazarının aksine satın alma nispeten dağınık. Yani dünya çapında en büyük kahve alıcısı olan Starbucks, küresel kahve hacminin yalnızca yüzde 3’ünü satın alır. Ve bu yüzden Starbucks operasyonları, daha çok büyük bir finansal pazara benzeyen bir şirketi andırır. Yani Starbucks, küresel kahve fiyatındaki büyük dalgalanma riskine karşı kendini korumak zorundadır. (…)

Starbucks şu anda korunma programını azaltıyor ve bu nedenle bu pazarda daha fazla risk almaya istekli. (…) Çok büyük, çok sofistike bir şirket. Ancak kahve pazarındaki tek baskın oyuncu değil. Kendini riske karşı korumak zorunda. Bu yüzden Starbucks’ın giderek daha büyük ölçekte yaptığı aslında fiziksel kahve mağazaları açmak. Yani bunu sözleşmeler yoluyla yapmak yerine, spot piyasa oynaklığına karşı bir tampon olarak kullanılmaya hazır yaklaşık 920 milyon dolar değerinde yeşil ve kavrulmuş kahve bulunduruyor.

Yüksek fiyatlar hakkındaki haberler tüm dünyadaki kahve çiftçileri için iyi. Sorun, aradaki küçük tüccarlarda. Yani bir kahve çiftliğiniz var, bir ihracatçınız var, büyük bir alıcınız var ve ihracatçı arada kalmış durumda. Starbucks sabit bir fiyat talep etmeye çalışırken çiftçiler fiyatları yükseltiyor. Aradaki kahve ihracatçıları büyük bir baskı altında, çünkü çiftçilere ödeme yapmak için borçlanmak zorundalar ve pazara satış yaptıklarında bunu her zaman geri alamıyorlar. Yani büyük bir baskı altında olan bir pazar söz konusu ve bu pazarın en büyük oyuncusu bunun yüzde 3’ünü oluşturuyor.

CA: Sömürgecilik tarihi, günümüz kahve ticaretinde hâlâ görünür halde mi?

AT: Aslında tüm dünya ekonomisi hâlâ önemli ölçüde sömürge döneminin bir aynası değil mi? Dünyanın en zengin ülkeleri emperyal oyuncular ve en fakir ülkeler de sömürge politikalarının kurbanları. Bu kesin ve çok çarpıcı. Cep telefonları gibi bazı emtialar için bu etkiler dengelendi. Biliyorsunuz, Sahra-altı Afrika’da artık çok kapsamlı cep telefonları var. Üstelik dünyanın en fakir insanlarına ev sahipliği yapmasına ve küresel işbölümünde ihtiyaç duyduğu yeri bulamamasına rağmen. Belirli alanlarda, sınırlı teknoloji alanlarında yarıştalar. Ancak temel sermaye ekipmanı ve farklı tüketim türleri açısından (örneğin kahve tüketimi) yarışta değiller. İşte sömürgeciliğin mirasının hâlâ görünür olduğu yer burası.

Kahvenin esas olarak kültürel kalıplarla ilgili olduğu düşünülür. Dolayısıyla özellikle Kuzey Avrupa’da inanılmaz derecede yüksek kahve tüketimi var. Mesela Finlandiya kişi başına yılda yaklaşık 13 kilo kahve ile dünya rekoruna sahip. (…) Brezilya kişi başına 6 kilo ile 14’üncü sırada. ABD ise 4 kilo ile 25. Ancak kahvenin yayılmasının sınırı, kahvenin gençler için bir statü sembolü haline geldiği Çin. (…) Bu nedenle, kahve işindeyseniz, bu pazara girip giremeyeceğinizi görmek devasa bir imkân sunuyor. (…)

CA: Alman filozof Jürgen Habermas, kahvenin Batı’da siyasi liberalizmin yükselişiyle yakından bağlantılı olduğunu, kahvehanelerin insanların bir araya gelip siyaset hakkında konuşmaya başladığı yerler olduğunu yazmıştır. Kahvenin bu hikâyede oynadığı rol nedir?

AT: Bu, Habermas’ın ünlü ikinci tezi, yani Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü. Habermas için bu, aslında Marksist argümanın önemli bir yayılımıydı, çünkü modern ve kapitalist kalkınmanın demokratik açık söyleme vaatlerde bulunduğunu ve bunları yerine getirmede başarısız olduğunu göstermek istiyordu. Argümanı, erken modern kapitalizmin, kahve ticareti yoluyla söylem alanlarını açtığıydı ki bununla kastettiği 17’nci yüzyılın ortalarından itibaren Londra’da yaygınlaşan kahvehanelerdi. (…) Yeni buluşma yerleriydi bunlar, aristokratların yeni ticari burjuvazi ile kaynaştığı yerlerdi. (…)

18’inci yüzyılın ilk 10 yılında, Britanya genelinde 3.000 kahvehane açılmıştı. İngiliz hükümeti bundan çok endişeliydi. 1675’te, İngiliz devriminden sonra yeniden tahta çıkan Kral II. Charles, babasının kafasını kesmişti, Londra’ya döndüğünde yaptığı şeylerden biri de kahvehanelerde muhalif konuşmalara karşı bir ferman çıkarmaktı. Bunun bir sebebi vardı elbet. 100 yıl sonra Britanya ile Kuzey Amerika’daki sömürgeleri arasındaki çatışmada, kahvehane yine çok önemli bir rol oynayacaktı. İnsanlar elbette çayın ve çay üzerindeki vergilendirmenin, New England’daki sömürgecilerin Londra’ya öfkesini yönlendiren temel sorunlardan biri haline geldiğini biliyordu. Ve sonuç olarak Kıta Kongresi, İngiliz vergilendirmelerine karşı protesto amacıyla kahveyi Amerika’nın ulusal içeceği ilan etti. Philadelphia’da, Boston’da, Williamsburg’daki kahvehaneler, 18’inci yüzyılda ABD’deki siyasi kargaşanın merkezleriydi. Birkaç on yıl sonra Fransız Devrimi’nde de aynı rolü oynayacaklardı. ABD’nin sömürge tarihi ve devrimci tarihi de doğrudan kahveyle bağlantılıdır. Yani 18’inci yüzyılın liberal devriminin tarihinde kahve çok önemli bir rol oynamıştır.”

Bu yazı ilk kez 20 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.

Cameron Abadi’nin Foreign Policy’de yayımlanan “A Brief History of Coffee and Colonialism” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2025/02/14/coffee-colonialism-history-global-commodity-price/?tpcc=recirc_latest062921

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kahve ve sömürgeciliğin kısa tarihi

Starbucks gibi büyük kahve alıcıları üreticilerle nasıl pazarlık yapıyor? Sömürgecilik tarihi kahve ticaretinde hâlâ nasıl görünür olabiliyor? Kahve ile demokrasinin başlangıcı arasında nasıl bir bağlantı var?

Günümüzde her köşe başında rastladığımız kafelerde, farklı çeşitlerde ikram edilen kahveye olan talep artarken, küresel fiyatlar da rekor kırıyor. Foreign Policy yardımcı editörü Cameron Abadi, Foreign Policy köşe yazarı ve Columbia Üniversitesi Avrupa Enstitüsü Müdürü Adam Tooze ile yaptığı sohbette, sömürgecilikten demokrasinin doğuşuna kadar uzanan konuları tarihsel bir perspektifle ele alıyor.

Yazıdan önce çıkan bölümlerini aktarıyoruz:

“Uluslararası emtia piyasalarında yaklaşık yarım kilo Arabica kahve çekirdeğinin güncel fiyatı 3,84 dolar. Bu, tüm zamanların en yüksek seviyesi ve kahve üreticileri için bir nimet. Ancak bu fiyatlar yakında dünya çapındaki kahveseverlerin fincanlarına yansıyabilir.

Starbucks gibi büyük kahve alıcıları üreticilerle nasıl pazarlık yapıyor? Sömürgecilik tarihi kahve ticaretinde hâlâ nasıl görünür olabiliyor? Kahve ile demokrasinin başlangıcı arasında nasıl bir bağlantı var? Bunlar, ortak sunuculuğunu yaptığımız Ones and Tooze podcast’inde Adam Tooze ile yaptığım sohbette ortaya çıkan sorulardan sadece birkaçı. (…)

Cameron Abadi (CA): Öncelikle kahveyi küresel bir emtia haline getiren nedir?

Adam Tooze (AT): Genel olarak konuşursak, bir emtia, diğer malları üretmek için kullanılan, satın alınan ve satılan herhangi bir maldır. Yani tüketicilere satılan mamul mallar, özellikle de marka adı taşıyanlar yerine, diğer mal ve hizmetlerin üretiminde girdi olarak kullanılır. (…) Petrol pazarından en devasa emtia olarak bahsettiğimizde, tüm petrol uzmanları size aslında Venezüella petrolünün Teksas’tan, Teksas’ın da Brent’ten tamamen farklı olduğunu söyleyecektir. Ancak bunların her biri ticareti yapılan bir emtiadır ve hangi sondaj platformundan geldiğini sorgulamanıza gerek yoktur. (….)

Tarihsel olarak konuşursak, efsaneye göre kahve ilk olarak Etiyopya’da, kahvenin enerji verici etkisini keşfeden bir keçi çobanı tarafından kullanıldı. Yemen’deki Sufi rahipler de onu kullandı. Afrika Boynuzu’ndan geliyor. Yemen ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde temel bir gıda haline geldi ve ardından Osmanlı İmparatorluğu’na ve oradan da erken modern Avrupa’ya yayıldı. Başlangıçta tartışmalara konu oldu. Katolik Kilisesi 1500’lerin sonlarında bu konu hakkında büyük bir tartışma yapmak zorunda kaldı. Papa VII. Clement, kahvenin tüketiminin caiz olup olmadığı konusunda bir karar verdi. Bu nedenle, İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi ve Mormonlar gibi bazı Hristiyan mezhepleri kahve içmekten kaçınır; çünkü kahveyi yasaklanmış bir uyarıcı olarak görürler. 17’nci yüzyıla gelindiğinde, İtalya, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Doğu Hint Adaları ve Batı Avrupa’ya ulaştı. Kahvehaneler 1650’lerde Londra’da açılmaya başladı. İlki, 1652’de açılan Pasqua Rosée’s Head’dir. Bu ilk kahvehaneyi, bir Türk kahve ithalatçısının Yunan hizmetlisi açtı. Kahve 1800’lerde Amerika’ya ulaştı. Bu işin tüketim tarafı.

Emtianın bir diğer yüzü de toplu üretimdir. Kahve üretimi 1690’larda Hollandalı sömürgeciler tarafından Doğu Afrika’dan, Java’dan, ardından Fransızlar tarafından Martinik, Saint-Domingue’ye (şimdiki Haiti) ve daha sonra 1840-50’lerde dünyanın en büyük kahve üreticisi haline gelen ve üretimin yaklaşık yüzde 40’ını gerçekleştiren Brezilya’ya yayıldı. Ve bu, kahve endüstrisinin köleliğe olan bağımlılığı sayesinde mümkün olmuştu. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında, Brezilya kahve üretiminde yaklaşık 1,5 milyon köle kullanılıyordu. Yabancı köle ticareti yasaklandığında, kölelik Brezilya’da nihayet kaldırılana kadar (ki bu gerçekten geç bir tarih, 1888’dir) Brezilya plantasyonları yerli nüfustan köle emeği kullanmaya devam etti.

Bugün, Brezilya, yüzde 37’lik payıyla en büyük üretici olmaya devam ediyor. İkinci sırada ise Vietnam var; küresel üretimdeki payı yüzde 17. Kolombiya’nın veya Endonezya’nın ikinci sırada olduğunu düşünebilirsiniz, ancak durum böyle değil. Kolombiya yüzde 7 ve Endonezya yüzde 8. Kahvenin anavatanı Etiyopya’nın payı ise sadece yüzde 4. Bu aslında şu anda Avrupa Birliği (AB) ile ilgili büyük bir sorun, çünkü kahve Etiyopya’da küçük ölçekli bir köylü üretimi ve AB onlara yük olan arazi kullanım kuralları dayatıyor.

CA: Starbucks gibi büyük kahve alıcıları bu emtia pazarıyla nasıl etkileşime giriyor? Starbucks, tedarikçileri üzerinde bir şekilde nüfuz sahibi oluyor mu?

AT: Starbucks, 30’dan fazla ülkede 400 bin çiftçiden kahve satın alıyor. Yani Starbucks ile onu tedarik eden insanlar arasında büyüklük, kurumsal güç vb. açılardan büyük bir eşitsizlik var. (…) Ancak kahve pazarında kakao pazarının aksine satın alma nispeten dağınık. Yani dünya çapında en büyük kahve alıcısı olan Starbucks, küresel kahve hacminin yalnızca yüzde 3’ünü satın alır. Ve bu yüzden Starbucks operasyonları, daha çok büyük bir finansal pazara benzeyen bir şirketi andırır. Yani Starbucks, küresel kahve fiyatındaki büyük dalgalanma riskine karşı kendini korumak zorundadır. (…)

Starbucks şu anda korunma programını azaltıyor ve bu nedenle bu pazarda daha fazla risk almaya istekli. (…) Çok büyük, çok sofistike bir şirket. Ancak kahve pazarındaki tek baskın oyuncu değil. Kendini riske karşı korumak zorunda. Bu yüzden Starbucks’ın giderek daha büyük ölçekte yaptığı aslında fiziksel kahve mağazaları açmak. Yani bunu sözleşmeler yoluyla yapmak yerine, spot piyasa oynaklığına karşı bir tampon olarak kullanılmaya hazır yaklaşık 920 milyon dolar değerinde yeşil ve kavrulmuş kahve bulunduruyor.

Yüksek fiyatlar hakkındaki haberler tüm dünyadaki kahve çiftçileri için iyi. Sorun, aradaki küçük tüccarlarda. Yani bir kahve çiftliğiniz var, bir ihracatçınız var, büyük bir alıcınız var ve ihracatçı arada kalmış durumda. Starbucks sabit bir fiyat talep etmeye çalışırken çiftçiler fiyatları yükseltiyor. Aradaki kahve ihracatçıları büyük bir baskı altında, çünkü çiftçilere ödeme yapmak için borçlanmak zorundalar ve pazara satış yaptıklarında bunu her zaman geri alamıyorlar. Yani büyük bir baskı altında olan bir pazar söz konusu ve bu pazarın en büyük oyuncusu bunun yüzde 3’ünü oluşturuyor.

CA: Sömürgecilik tarihi, günümüz kahve ticaretinde hâlâ görünür halde mi?

AT: Aslında tüm dünya ekonomisi hâlâ önemli ölçüde sömürge döneminin bir aynası değil mi? Dünyanın en zengin ülkeleri emperyal oyuncular ve en fakir ülkeler de sömürge politikalarının kurbanları. Bu kesin ve çok çarpıcı. Cep telefonları gibi bazı emtialar için bu etkiler dengelendi. Biliyorsunuz, Sahra-altı Afrika’da artık çok kapsamlı cep telefonları var. Üstelik dünyanın en fakir insanlarına ev sahipliği yapmasına ve küresel işbölümünde ihtiyaç duyduğu yeri bulamamasına rağmen. Belirli alanlarda, sınırlı teknoloji alanlarında yarıştalar. Ancak temel sermaye ekipmanı ve farklı tüketim türleri açısından (örneğin kahve tüketimi) yarışta değiller. İşte sömürgeciliğin mirasının hâlâ görünür olduğu yer burası.

Kahvenin esas olarak kültürel kalıplarla ilgili olduğu düşünülür. Dolayısıyla özellikle Kuzey Avrupa’da inanılmaz derecede yüksek kahve tüketimi var. Mesela Finlandiya kişi başına yılda yaklaşık 13 kilo kahve ile dünya rekoruna sahip. (…) Brezilya kişi başına 6 kilo ile 14’üncü sırada. ABD ise 4 kilo ile 25. Ancak kahvenin yayılmasının sınırı, kahvenin gençler için bir statü sembolü haline geldiği Çin. (…) Bu nedenle, kahve işindeyseniz, bu pazara girip giremeyeceğinizi görmek devasa bir imkân sunuyor. (…)

CA: Alman filozof Jürgen Habermas, kahvenin Batı’da siyasi liberalizmin yükselişiyle yakından bağlantılı olduğunu, kahvehanelerin insanların bir araya gelip siyaset hakkında konuşmaya başladığı yerler olduğunu yazmıştır. Kahvenin bu hikâyede oynadığı rol nedir?

AT: Bu, Habermas’ın ünlü ikinci tezi, yani Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü. Habermas için bu, aslında Marksist argümanın önemli bir yayılımıydı, çünkü modern ve kapitalist kalkınmanın demokratik açık söyleme vaatlerde bulunduğunu ve bunları yerine getirmede başarısız olduğunu göstermek istiyordu. Argümanı, erken modern kapitalizmin, kahve ticareti yoluyla söylem alanlarını açtığıydı ki bununla kastettiği 17’nci yüzyılın ortalarından itibaren Londra’da yaygınlaşan kahvehanelerdi. (…) Yeni buluşma yerleriydi bunlar, aristokratların yeni ticari burjuvazi ile kaynaştığı yerlerdi. (…)

18’inci yüzyılın ilk 10 yılında, Britanya genelinde 3.000 kahvehane açılmıştı. İngiliz hükümeti bundan çok endişeliydi. 1675’te, İngiliz devriminden sonra yeniden tahta çıkan Kral II. Charles, babasının kafasını kesmişti, Londra’ya döndüğünde yaptığı şeylerden biri de kahvehanelerde muhalif konuşmalara karşı bir ferman çıkarmaktı. Bunun bir sebebi vardı elbet. 100 yıl sonra Britanya ile Kuzey Amerika’daki sömürgeleri arasındaki çatışmada, kahvehane yine çok önemli bir rol oynayacaktı. İnsanlar elbette çayın ve çay üzerindeki vergilendirmenin, New England’daki sömürgecilerin Londra’ya öfkesini yönlendiren temel sorunlardan biri haline geldiğini biliyordu. Ve sonuç olarak Kıta Kongresi, İngiliz vergilendirmelerine karşı protesto amacıyla kahveyi Amerika’nın ulusal içeceği ilan etti. Philadelphia’da, Boston’da, Williamsburg’daki kahvehaneler, 18’inci yüzyılda ABD’deki siyasi kargaşanın merkezleriydi. Birkaç on yıl sonra Fransız Devrimi’nde de aynı rolü oynayacaklardı. ABD’nin sömürge tarihi ve devrimci tarihi de doğrudan kahveyle bağlantılıdır. Yani 18’inci yüzyılın liberal devriminin tarihinde kahve çok önemli bir rol oynamıştır.”

Bu yazı ilk kez 20 Şubat 2025’te yayımlanmıştır.

Cameron Abadi’nin Foreign Policy’de yayımlanan “A Brief History of Coffee and Colonialism” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2025/02/14/coffee-colonialism-history-global-commodity-price/?tpcc=recirc_latest062921

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x