Çocuklar, ailelerine yardım etmek, üretim ve yetiştirme süreçlerine katılmak, hayatı öğrenmek ve deneyimlemek için tarihin hemen hemen her döneminde çalıştılar. Bitkisel üretimde tarlada, bahçede, hayvanların otlatılmasında, ormanda ağaç kesmede, balık avlamakta, yabani meyve ve mantar toplamada, küçük işletmelerde, el sanatlarında her zaman yer aldılar. Bu yer almalar çocuğun el becerilerinin geliştirilmesine, doğayı, toprağı tanımasına ve hayatta kalmayı öğrenmesine, genellikle anne ve babasının, yakınlarının gözetiminde, onların yanında ve çoğu zamanda yaşama dair bilgi ve beceri geliştirmesine odaklandı. Bu çalışma biçimleri işçilik olarak tanımlanmadı, yaşamın içinde olağan bir durum olarak görüldü.
Çocukların çalışmaktan işçiliğe geçişiyse 1700’lü yılların sonunda, 1800’lü yılların başında sanayi devrimi olarak adlandırılan dönemde gerçekleşti. Çocuklar yaklaşık iki yüz elli yıldır madenlerde, fabrikalarda, küçük işletmelerde pamuğun çırçırlanmasında, ipliğin hazırlanmasında, kumaşın dokunmasında, ayakkabı imalatında, tuğla yapımında üretiyor ve ailesinin geçimine katkı sağlıyor. Kimi zaman da çatışmalarda asker ve silahlı kişiler olarak görevlendirildiler, uyuşturucu taşıma ve satışında, seks ticareti gibi hayatın en acımasız alanlarında bile çalıştırılıyorlar. Öyle ki, sanayide, tarımda, hizmet sektöründe, sokakta çocukların çalışmadığı ülke, çalışmadığı ürün bulunmuyor.
Günümüzde çocuğun ailede veya kurumlarda artık daha korunaklı, bedensel ve ruhsal gelişmesine ve belirli bir yaşa kadar eğitime, akranlarıyla iletişime, oyun oynamaya hakkı ve bu hakkın da aile, devlet ve toplum tarafından korunduğu dönemleri yaşıyoruz ama çocuk işçiler bu haklarından yeterince yararlanamıyorlar.
Hemen hemen herkesin çocuk işçiliğiyle ilgili merak ettiği konuların başındaysa dünyada, ülkelerde, sektörlerde çocuk işçi sayıları var. Sürekli bunun için araştırmalar yapılıyor, araştırma sonuçlarına göre çocuk işçiliğinin azalıp azalmadığına bakılıyor. Oransal dağılımlar dikkate alınarak, çocukların sektörel, yerel veya çalıştığı alanlara göre çözümler geliştirmeye çalışılıyor. Oysa sonuçlar hiç de umduğumuz gibi olmuyor. Zaman zaman çocuk işçi sayısının azaldığına dair veriler sunulsa da; bazen bir savaşın, kuraklığın, çatışmaların yarattığı göç dalgaları veya ekonomik krizler ya da son iki yılda yaşadığımız koranavirüs salgını gibi etkiler çocuk işçi sayısını artırıyor. Böyle durumlarda önce aileler yoksullaşıyor, çocuklar eğitimden uzaklaşıyor ve hemen hemen her alanda çocuk işçi sayısı artıyor.
Ulusal sınırlar içinde aranan çözümler
Çocukların işçi olarak tanımlandığı, yetersiz bedenlerin, zihinlerin günde on saatten fazla madenlerde, fabrikalarda, tarlalarda çalıştığı yıllarda ulusal çocuk işçiliği önleme komiteleri kuruldu, sendikaların, ulus ötesi örgütlerin, sivil toplum kuruluşlarının mücadeleleriyle ülkeler kendi sınırları içinde çözümler peşinde koştu.
Bu çabala hala devam ediyor; eğitim kanunları, çocukların haklarını korumaya dayalı mevzuat düzenlemeleri, uluslararası sözleşmeler, sertifikasyonlar, denetimler, cezalar, çocuk işçiliğine hayır kampanyaları, protestolar, çocuk işçiliğiyle mücadele günleri, araştırmalar, savunu çalışmaları yapılıyor. Milyarlarca dolar program ve proje bütçelerine, sivil toplum kuruluşlarına, meslek örgütlerine, hükümetlere, çeşitli baskılara, boykot kararlarına rağmen çocuk işçiliğini maalesef önlenmiyor. Çocuklar dünyanın her yerinde kakao, çay, kahve, pamuk hasadına, tütün yaprağı kırmaya, madenlerde çalışmaya, tekstil atölyelerinde, ayakkabı imalatında, mobilyada, oto tamirinde, lokantada, berberlerde, silahlı çatışmalarda yasalara uygun olmayan koşullarda çalışmaya devam ediyor.
Türkiye’de de yaklaşık otuz yıldır çocuk işçiliğine dair düzenli araştırmalar yapılmakta, hükümetler uluslararası sözleşmeleri imzalamakta, meclis onaylamakta ve bu sözleşmeler bakanlıklar tarafından uygulamaya koymakta, özellikle eğitim mevzuatı çocukların 18 yaşına kadar eğitilmesine imkân tanımakta, çocuk işçiliğini önlemek için yüzlerce program ve proje uygulanmakta, uluslararası aktörlerin baskılarına rağmen milyonlarca çocuk sanayide, hizmet sektöründe, tarımsal üretimde ve sokakta hâlâ çalışmakta. Kimi zaman ebeveyn gözetiminden yoksun, kimi zaman geceleri, kimi zaman kabul edilemeyecek şartlarda.
Yanıtı kolay olmayan sorular
Peki, çocuk işçiliği neden önlenemiyor? Çocuklar neden hâlâ zorlu koşullarda çalışıyor? Çocuk işçiliği önlenebilir mi? Bir yandan yirmi dört aydır hayatın her alanını etkilemiş olan koronavirüs salgını, son aylarda ülkenin derin ekonomik sıkıntıları çocuk işçiliğini nasıl etkiliyor?
Bunun gibi onlarca soru sorulabilir ve bu soruların cevaplarını yanıtlamak hiç de kolay değil. Yüzlerce yıldır farkında olduğumuz ve bir türlü ortadan kaldıramadığımız, önleyemediğimiz, bunun için azaltılması, ortadan kaldırılması için sürekli mücadele edilen çocuk işçiliği galiba uzun bir süre gündemimizde yer almaya devam edecek.
Zira, yoksulluk oldukça, ekonomik krizler yoksulluğu derinleştirdikçe, ailelerin geçimleri için çocuklarının emeğine ihtiyaç duydukça, eğitim sistemleri çocukların hayatını değiştirmedikçe, sosyal koruma bu çocukları ve ailelerini kapsamadıkça, kanunlar hayata geçirilmedikçe, çocukların mesleki gelişimleri için çalışma ortamları insana yakışır hale gelmedikçe, özellikle toplumun orta sınıfının uygun fiyata gıda, uygun fiyata giysi ve tüketim ihtiyacı talebi yüksek oldukça, tüccarların, şirketlerin tedarik zincirlerindeki çocuk işçiliğinden dolayı kârları arttıkça ve bu kârların bir kısmından vazgeçmedikçe çocuk işçiliği maalesef bitmeyecek.
Tedarik zincirlerinde çocuk işçiliği
Çocuk işçiliği toplumsal duyarlılığı olan herkesi rahatsız ediyor. Çocukların üretimine katıldığı ürünleri tüketenlerin bir kısmı artık bundan rahatsızlık duymaya başlıyor. Tüketiciler markaların odağına girmeye başlıyor. Yalnızca kendi fabrikasında çocukların çalışmıyor olması markaları çocuk işçiliğinden muaf tutmuyor. Tedarik zincirinde çocuk işçiliğinin olması artık markaların da sorumluluğunda.
Bu nedenle çocuk işçiliğiyle mücadele ulus devletlerin sınırlarını aşmış, Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa Komisyonu, OECD gibi küresel aktörlerin, yerel, küresel şirketlerin, finans kurumlarının, mahkemelerin, sivil toplumun, meslek örgütlerinin, ihracatçıların, sendikaların, aktivistlerin gündemine yeniden girmiş durumda.
Çocuk işçiliğiyle mücadelede artık yeni bir dönem başlıyor; tedarik zincirinden sorumlu olma dönemi. Bu durum şirketler için adeta kırık cam üzerinde yürümek gibi.
Çocuk işçiliğiyle mücadelede küresel dönem
Veriler, araştırmalar ulus devletlerin çocuk işçiliğini önlemede yetersiz kaldığını gösteriyor. Bu nedenle küreselleşmenin de etkisiyle çocuk işçiliğiyle mücadele yakın zamanda küresel düzeye taşındı. Bunun bir sonucu olarak tedarik zincirinde çocuk işçiliğinin olmadığı; çocukların çalışsa bile eğitim amacıyla, mesleki gelişim şartlarında çalışmasının kabul görmeye başladığı bir döneme giriyoruz.
Başta Avrupa Birliği üst kurumları olmak üzere gelişmiş ülkelerde sivil toplum kuruluşları, tüketici örgütleri, sendikalar, parlamentolar yasalar, direktifler, sertifikasyonlar, denetimler, protestolar tedarik zincirlerinin en başından en sonuna kadar insan hakları ihlallerinin olmamasına ve çocuk işçiliğinden arındırılmasına odaklanıyor. Nasıl ki 1800’lü yılların başında çocuk işçiliğinin koşullarını düzenlemek amacıyla kurulan komisyonlar etkiliyse, 1900’lü yılların başında ulusal komiteler çocuk işçiliğini ortadan kaldırılması için etkin rol almışsa günümüzün paradigması tedarik zincirinin çocuk işçiliğinden temizlenmesini öngörüyor.
Ulus devletler artık küresel baskıları, düzenlemeleri takip etmek ve ulusal mevzuatlarını buna göre düzenlemek durumunda. Küresel rekabet koşulları artık buna göre şekilleniyor. Kuşkusuz bu süreçlerin işlemesinde her zaman boşluklar bulunacak, bu boşluklardan yararlanmayı çalışanlar da olacak. Bunlarla mücadele, sivil toplum kuruluşlarının hedefi olmalı. Sivil toplum kuruluşlarının da üretim süreçlerindeki insan hakları ihlâlleri ve çocuk işçiliğiyle mücadele izleme ve müdahaleye yöntemleri de değişiyor. Şirketler sivil toplum kuruluşlarıyla daha açık, işbirliğine dayalı, tedarik zincirinde çocuk işçiliğinin saptanmasından kendi kurumsal kapasitelerinin geliştirilmesine kadar yeni bir ilişki sürecine giriyor.
Yeni mücadele yöntemleri
Çocuk işçiliğiyle bu yeni dönemin mücadele yaklaşımında artık asgari ücretin değil, yaşam ücretinin gündeme geldiği, ailelerin çocuk emeğinden vazgeçebilme maliyetlerinin karşılandığı, tedarik zincirinde çocuk işçiliği saptanması durumunda şirketlerin yüksek miktarda ceza ödediği ve şirketlerin mahkemelerde savunma yaptığı süreçlere tanık oluyoruz.
Evrensel hukuk kurallarının işlediği ülkelerde tedarik zincirinde çocuk işçi bulunduran ve bunun önlemlerini almayan şirketleri mahkeme kapılarında daha fazla göreceğiz.
Türkiye bir yandan uzun süren koronavirüs salgınının etkilerini üzerinden atmaya çalışırken öte yandan derin ekonomik ve siyasi bir kriz yaşarken ve dünyanın en fazla göçmenine sahip ülke olarak çocuk işçiliğiyle mücadele yöntemlerini yeniden gözden geçirmek; mevzuatını değişen mücadele yöntemlerine göre gözden geçirmek, çocuk işçiliğinde yer alan bütün aktörlerin kurumsal kapasitelerini değerlendirmek, meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları, akademik kurumlar ve özellikle gelişmiş batı ülkelerine mal ve hizmet ihraç eden şirketlerin değişen hukuksal düzenlemelere göre yeniden pozisyon almalarını sağlamalı. Bunun merkezinde markaların, şirketlerin tedarik zincirinden sorumlu olmaları yer almalı. Ürünlere göre bazen çok karmaşık olan tedarik zinciri süreçlerini analiz etmek, sorun alanlarını belirlemek, rehberlik, denetim, gözetim ve sertifikasyon süreçlerini yeniden gözden geçirmeliyiz.
Tedarik zincirinden sorumlu olma sürecinin kolay olmadığını herkesin bilmesi gerekiyor. Şirketlerin kârlarının bir kısmından vazgeçme, tüketicilerin ucuz mal ve hizmet taleplerini azaltma, tedarik zincirlerinin kısaltılarak adil bir ticaret ve üretim sürecinin gerçekleştirilmesine dair çözümler üretme zamanı.
Fakat işe, çocuk işçiliğiyle bir ülkenin kalkınamayacağının kabul edilmesiyle başlamak gerekiyor. Bu, çocukların ailelerine geçinebilecekleri düzeyde ücret vermek, çocukların fiziksel ve ruhsal gelişimlerine imkân yaratmak birincil görev olarak görülmesi anlamına geliyor.
Yeni dönem kırık cam üzerinde yürüme hassasiyetiyle hayatımıza girecek, çocukların ruhsal ve bedensel gelişimlerine daha fazla yarar getirecek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 10 Haziran 2022’de yayımlanmıştır.