Koruyucu ailelik: Hiçbir çocuk anne sevgisinden mahrum kalmamalı

Çocuğumu ilk kez kucağıma aldığımda 2,5 yaşındaydı. Birkaç gün sonra bana “anne!” diye seslenince resmen “anne” oldum ben! O gün bugündür anneyim! İçimden taşan iyiliği güzelliği anlatamam. Fadime Özkan yazdı.

Bundan yedi sekiz yıl önce bir parkta, sokakta, uçakta yahut bir alışveriş merkezinde bir çocuk annesine “anne!” diye seslendiğinde hiç üzerime alınmazdım.

Ama artık nerede hangi koşulda olursam olayım, bulunduğum ortamda dile getirilen bütün “anne!” hitaplarını duyuyorum ben!

Ağlayanı, mızıldayanı, konuşanı, kıkırdayanı hepsini!

Farkında oluyorum varlıklarının, durumlarının, ihtiyaçlarının…

Kızım yanımda değilse bile böyle oluyor bu.

Gayri ihtiyari etrafıma bakıyorum, onları içinde bulundukları durumla beraber görüyorum! Anneleri yanlarında olmasa, hemen koşup çocuğun seslenişine cevap olacak gibi bir ruh haliyle.

Bu durumu ilk kez fark ettiğimde, içimde çok derinde bir yerde kızımın sevgisiyle beraber Rabbimin lütfuna duyduğum minneti de müşahede ettim. Şükrettim.

Anneliğime dair şüphem yok çok şükür. Hiç olmadı, ilk andan beri böyle desem yalan olmaz.

2,5 yaşında ilk tanışma

Kızımı ilk kez kucağıma aldığımda o iki buçuk yaşına erişmişti. Ama o kadar küçük, o kadar masum ve savunmasızdı ki sanki o an doğmuş da kucağıma verilmiş gibi gözyaşlarına boğuldum. Hem onun kıymetinin hem bana lütfedilen o yüce duygunun idrakine varmıştım.

Sonrası da böyle gelişti. Kızım henüz yuvadaydı. Tanışma alışma sürecindeydik. Bende duygular şelaleydi ama onun da beni benimsemesi, ilgime karşılık vermesi, beni “anne” olarak seçmesi gerekiyordu.

15 gün boyunca her sabah erkenden dayandım yuvanın kapısına. “Ama çok erken…” uyarılarına aldırış etmedim. İzin verdikleri sürelerde beraber oynadık şarkı söyledik, resim yaptık.

Birkaç gün sonra meleğim bana “anne!” diye seslenince resmen “anne” oldum ben! O gün bugündür anneyim! İçimden taşan iyiliği güzelliği anlatamam.

Eve çıktıktan, birlikte bir hayat kurduktan, sabah öğlen akşam günün her saati, her dakikası onunla olduktan, her halini, her duygusunu, sesinin her vurgusunu bildikten sonra aranızdaki ilişkinin dışarıdan bir tanımlamaya ihtiyacı olmuyor zaten.

Anne-evlat ilişkisi hücrelerinize kadar işliyor. Ying yang gibi oluyorsunuz. Birbirinizi göre biçimleniyor birbirinizle tamamlanıyorsunuz.

Kızım ortaokullu artık. Ufaktan ergenlik emareleri görülmeye başladı. Kapı çarpmalar, yok yere zıtlaşmalar falan… Şimdilik sevimli geliyor o halleri de.

Bebekliği, çocukluğu, her yaşı ayrı güzeldi kuzumun. Bakıcıya da teslim etmedim zaten, kendim baktım ve tadını da çıkarttım doğrusu.

Buna rağmen çok özlüyorum küçüklüğünü. Kucağıma kıvrılıp çenesini boynuma dayayarak uyuduğu hallerini.

Yüzünün yanaklarının ellerinin tombik tombik oluşunu. Peltek peltek konuşmalarını. Kelimeleri yanlış telaffuz edişini. Tanımlamalarını. Değerlendirmelerini.

Çocuklar neden değerlidir?

Bir gün kreşte sormuşlar mesela çocuklara. “Sizce çocuklar neden değerlidir” diye. Benim tatlı kuzum da demiş ki “Anneleri onları çok sevdiği için değerlidir”.

Bu cevap benim madalyam sayılır.

Ama bu sözün üzerimdeki asıl etkisi, hiçbir çocuğun bu sevgiden, bu dayanaktan yoksun kalmadan, biricik olduğunu, kıymetli olduğunu, sevilip sayıldığını hissederek, güven içinde büyümesi gerektiğine dair inancımı pekiştirmiş olmasıdır.

Tam da bu yüzden, ben kızıma kavuştum, gerisi beni ilgilendirmez diye düşünmedim hiç. Koruyucu ailelikle ilgili elimden geldiğince yazdım, anlattım, röportaj verdim. Bana ulaşıp fikrimi soran, durumunu anlatan, cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyan herkesi bilgilendirmeye, yüreklendirmeye çalıştım, çalışıyorum. Bu hasbıhal de bunun için zaten.

Koruyucu ailelik meselesinin iki tarafı

Öncelikle meselenin iki tarafı var. Aileler ve çocuklar.

Aileler, anneler açısından nelerin caydırıcı, korkutucu olabileceğini az çok biliyorum. Akraba arkadaş çevresinden gelebilecek tepkileri, anlatılan ürkütücü hikayeleri, “yapabilir miyim acaba, ya yapamazsam, ya şöyle olursa, ya böyle olursa…” diye çoğalıp duran gelgitleri iyi biliyorum. Kendi tecrübemden ve koruyucu anne/aile olan başka mesut insanların hikayelerinden devşirdiğim görüşümü dilim döndüğünce anlatıyorum.

İstiyorum ki bu fiziki duygusal engelleri aşsınlar. Bilsinler ki zorluklar olsa da -ki illa olacaktır, hayat bu- yaşayacakları mutluluğun yanında o zorluklar çocuk oyuncağı gibi kalacak.

Çünkü evinize hayatınıza gelecek olan yavru Allah’ın lütfudur, emanetidir, masumdur. Size çok kıymetli bir emanet bahşediyor Rabb’ül alemin. Kıymet bilmek gerekir.

Ailesiz büyüyen 15 bin çocuk

Ama meselenin diğer tarafı hepimizi alarma geçirmesi gereken taraftır. Devlet bakımında halihazırda on beş bin çocuğumuz var çünkü. Evsiz ailesiz özensiz güvensiz büyüyorlar!

Yanlış anlaşılmasın. Devlet, bakım ve koruması altındaki çocuklara hakikaten iyi bakıyor. Fiziki şartlar, ihtiyaçlar, ortamlar, takip bakımından olabildiğince iyi bir sistem var.

Lakin çocukların tek ihtiyacı iyi bir yemek, temiz bir yatak, giyim kuşam vesaire değildir. Bunu herkes bilir. Yaşlarına göre sevilmek sayılmak ve desteklenmek de en temel ihtiyaçtır onlar için.

Hele beş yaş altı çocukların göz temasına, söz temasına, ten temasına ihtiyacı hakkında uzmanlar o kadar önemli uyarılarda bulunuyorlar ki dudağınız uçuklar.

Beynin fiziki gelişiminden duyusal-duygusal gelişime kadar her çocuk için “güvenli bağlanma” denilen sürecin yaşanması gerekiyor. Üstelik o bağın kurulması için gen uyumu ya da biyolojik ebeveyn şartı da aranmıyor.

Onu sevecek, varlığını yok saymayıp bilakis güvende hissettirecek şefkatli bir kucak yeterli bunun için.

Oysa binlerce çocuk bundan mahrum ne yazık ki. Şu an benim kızım uyku için hazırlanıyor mesela. Biraz nazlanıyor, yatma saatini gevşetmeye çalıştığı için anne azarı işitiyor biraz, diş fırçalama karşılığında tablet süresini uzatmaya çalışıyor, tartışıyoruz falan. Ama nihayetinde sevildiğini korunduğunu biliyor.

Ama pazarlık yapamadan, naz yapamadan yatağına giden ve tavandaki bir noktaya bakarak uykuya geçen binlerce çocuk var halihazırda yuvalarda yurtlarda. Alınlarını öpen, terlerini silen, üstlerini örten olmayacak.

Neden yoksun olduğunu bilmeden acı çeken çocuklar

Neden yoksun olduğunu dahi bilmeden acı çekiyor çocuklar. Küçük yaş gruplarında konuşma yürüme geriliği, becerilerde yetersizlik gibi durumlar gelişebiliyor sırf bu nedenle. Ama hak ettiği sevgiyi ilgiyi gördüğü anda mucizevi biçimde bütün mesafeleri kapatıyor küçük kahramanlar.

Biyolojik ebeveynleri olduğu halde öksüz ve yetim gibiler aslında. Bir nedenle ayrı düşmüşler onlardan. Çoğunda aile bütünlüğü yok ya da kalmamış. Aile dağıldığı için ya da çocuğun o evde o kişiler yanında kalmasının bazı sakıncaları olacağı için yahut zaten maalesef travmatik bir durum geliştiği için devlet duruma el koyarak çocuğu bakım ve korumasına alıyor.

O yüzden çoğu çocuğun geri dönme ihtimali sıfıra yakın zaten. Ama biyolojik ebeveynler ebeveynlik haklarından vazgeçmedikleri için bir manada askıda kalıyor bu çocuklar. Ne evlat edinilebiliyorlar ne biyolojiklere geri dönebiliyorlar. Arafta kalıyorlar bir anlamda.

O yüzden koruyucu aile ile devlet, çocuğun sorumluluğunu birlikte üstleniyor koruyucu aile sisteminde. Çocuk aile ortamında, sıcak bir evde sevgiyle büyüsün, yoksunluk hissetmesin isteniyor.

Çocukluk insan hayatının en hassas ve mühim evresi şüphesiz. Hayatımız boyunca bir pusula gibi bize yol gösterir çocukluğumuz. Güzel anlarımızı, neşeyle oynanan oyunları, kalabalık aile sofralarını, bayram sabahlarını, mutfaktan gelen kokuları, güneşli ikindileri, bazen bir şarkıyı, kısık sesle söylenen bir ninniyi ömür boyu taşırız yanımızda. Ne zaman zorda kalsak, hasta ya da üzgün olsak zihnimiz onları çıkarır getirir hafıza sandığından. Onlara tutunup iyileşiriz. Hayata insanlara güzelliklerle inancımızı yenileriz.

Velhasıl böyle güzel çocukluk hatıralarıyla dopdolu bir sandık vermek zorundayız her çocuğa. Bunu içimiz rahat etsin diye değil, bizler çok iyi, çok süper insanlar olduğumuz için değil, bu zaten her çocuğun hakkı olduğu için vermeliyiz. Aksi hepimizin boynuna vebaldir.

Ama işte güzel Rabbim öyle cömert ki, bunu öyle sosyal sorumluluk kuruluğunda da bırakmıyor. Bu işe niyetlenenlere de öyle nimetler, öyle güzellikler bahşediyor ki anlat anlat bitmez.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Fadime Özkan
Fadime Özkan
Fadime Özkan - Eskişehir doğumlu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü mezunu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde İletişim Bilimleri dalında yüksek lisans yaptı. Kanal 7’de yapımcı-yönetmenlik, Yeni Şafak’ta kültür-sanat editörlüğü ve yazarlık yaptı, kitap eki çıkardı. 2004-2019 yılları arasında haftalık siyasi-gündem röportajları yaptı, 2016 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından röportaj dalında ödüllendirildi. Star gazetesinin uzun ömürlü fikir eki Açık Görüş’ün kurucu editörlüğünü üstlendi. Halen Star gazetesinde Ankara Temsilciliği ve köşe yazarlığının yanı sıra televizyonlarda yorum yapıyor. 2013 yılında hükümet tarafından oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti’nde yer aldı ve Çözüm Süreci kapsamında PKK terörünün sonlandırılması için çalıştı. “Yemenimde Hare Var”, “Kral Şeffaf”, “Dil Yarası-Kürt Meselesini Konuşmak”, “Deneme Bir İki”, “2007’den 2017’ye Hükümet Sistemi Tartışmaları” adında yayınlanmış kitapları bulunuyor. Vahiy sürecine eşlik eden mübarek kadınları anlatan “Kadın Oradaydı” adlı ortak kitapta Hint’in hikayesi ona ait. Bir kız çocuk annesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Koruyucu ailelik: Hiçbir çocuk anne sevgisinden mahrum kalmamalı

Çocuğumu ilk kez kucağıma aldığımda 2,5 yaşındaydı. Birkaç gün sonra bana “anne!” diye seslenince resmen “anne” oldum ben! O gün bugündür anneyim! İçimden taşan iyiliği güzelliği anlatamam. Fadime Özkan yazdı.

Bundan yedi sekiz yıl önce bir parkta, sokakta, uçakta yahut bir alışveriş merkezinde bir çocuk annesine “anne!” diye seslendiğinde hiç üzerime alınmazdım.

Ama artık nerede hangi koşulda olursam olayım, bulunduğum ortamda dile getirilen bütün “anne!” hitaplarını duyuyorum ben!

Ağlayanı, mızıldayanı, konuşanı, kıkırdayanı hepsini!

Farkında oluyorum varlıklarının, durumlarının, ihtiyaçlarının…

Kızım yanımda değilse bile böyle oluyor bu.

Gayri ihtiyari etrafıma bakıyorum, onları içinde bulundukları durumla beraber görüyorum! Anneleri yanlarında olmasa, hemen koşup çocuğun seslenişine cevap olacak gibi bir ruh haliyle.

Bu durumu ilk kez fark ettiğimde, içimde çok derinde bir yerde kızımın sevgisiyle beraber Rabbimin lütfuna duyduğum minneti de müşahede ettim. Şükrettim.

Anneliğime dair şüphem yok çok şükür. Hiç olmadı, ilk andan beri böyle desem yalan olmaz.

2,5 yaşında ilk tanışma

Kızımı ilk kez kucağıma aldığımda o iki buçuk yaşına erişmişti. Ama o kadar küçük, o kadar masum ve savunmasızdı ki sanki o an doğmuş da kucağıma verilmiş gibi gözyaşlarına boğuldum. Hem onun kıymetinin hem bana lütfedilen o yüce duygunun idrakine varmıştım.

Sonrası da böyle gelişti. Kızım henüz yuvadaydı. Tanışma alışma sürecindeydik. Bende duygular şelaleydi ama onun da beni benimsemesi, ilgime karşılık vermesi, beni “anne” olarak seçmesi gerekiyordu.

15 gün boyunca her sabah erkenden dayandım yuvanın kapısına. “Ama çok erken…” uyarılarına aldırış etmedim. İzin verdikleri sürelerde beraber oynadık şarkı söyledik, resim yaptık.

Birkaç gün sonra meleğim bana “anne!” diye seslenince resmen “anne” oldum ben! O gün bugündür anneyim! İçimden taşan iyiliği güzelliği anlatamam.

Eve çıktıktan, birlikte bir hayat kurduktan, sabah öğlen akşam günün her saati, her dakikası onunla olduktan, her halini, her duygusunu, sesinin her vurgusunu bildikten sonra aranızdaki ilişkinin dışarıdan bir tanımlamaya ihtiyacı olmuyor zaten.

Anne-evlat ilişkisi hücrelerinize kadar işliyor. Ying yang gibi oluyorsunuz. Birbirinizi göre biçimleniyor birbirinizle tamamlanıyorsunuz.

Kızım ortaokullu artık. Ufaktan ergenlik emareleri görülmeye başladı. Kapı çarpmalar, yok yere zıtlaşmalar falan… Şimdilik sevimli geliyor o halleri de.

Bebekliği, çocukluğu, her yaşı ayrı güzeldi kuzumun. Bakıcıya da teslim etmedim zaten, kendim baktım ve tadını da çıkarttım doğrusu.

Buna rağmen çok özlüyorum küçüklüğünü. Kucağıma kıvrılıp çenesini boynuma dayayarak uyuduğu hallerini.

Yüzünün yanaklarının ellerinin tombik tombik oluşunu. Peltek peltek konuşmalarını. Kelimeleri yanlış telaffuz edişini. Tanımlamalarını. Değerlendirmelerini.

Çocuklar neden değerlidir?

Bir gün kreşte sormuşlar mesela çocuklara. “Sizce çocuklar neden değerlidir” diye. Benim tatlı kuzum da demiş ki “Anneleri onları çok sevdiği için değerlidir”.

Bu cevap benim madalyam sayılır.

Ama bu sözün üzerimdeki asıl etkisi, hiçbir çocuğun bu sevgiden, bu dayanaktan yoksun kalmadan, biricik olduğunu, kıymetli olduğunu, sevilip sayıldığını hissederek, güven içinde büyümesi gerektiğine dair inancımı pekiştirmiş olmasıdır.

Tam da bu yüzden, ben kızıma kavuştum, gerisi beni ilgilendirmez diye düşünmedim hiç. Koruyucu ailelikle ilgili elimden geldiğince yazdım, anlattım, röportaj verdim. Bana ulaşıp fikrimi soran, durumunu anlatan, cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyan herkesi bilgilendirmeye, yüreklendirmeye çalıştım, çalışıyorum. Bu hasbıhal de bunun için zaten.

Koruyucu ailelik meselesinin iki tarafı

Öncelikle meselenin iki tarafı var. Aileler ve çocuklar.

Aileler, anneler açısından nelerin caydırıcı, korkutucu olabileceğini az çok biliyorum. Akraba arkadaş çevresinden gelebilecek tepkileri, anlatılan ürkütücü hikayeleri, “yapabilir miyim acaba, ya yapamazsam, ya şöyle olursa, ya böyle olursa…” diye çoğalıp duran gelgitleri iyi biliyorum. Kendi tecrübemden ve koruyucu anne/aile olan başka mesut insanların hikayelerinden devşirdiğim görüşümü dilim döndüğünce anlatıyorum.

İstiyorum ki bu fiziki duygusal engelleri aşsınlar. Bilsinler ki zorluklar olsa da -ki illa olacaktır, hayat bu- yaşayacakları mutluluğun yanında o zorluklar çocuk oyuncağı gibi kalacak.

Çünkü evinize hayatınıza gelecek olan yavru Allah’ın lütfudur, emanetidir, masumdur. Size çok kıymetli bir emanet bahşediyor Rabb’ül alemin. Kıymet bilmek gerekir.

Ailesiz büyüyen 15 bin çocuk

Ama meselenin diğer tarafı hepimizi alarma geçirmesi gereken taraftır. Devlet bakımında halihazırda on beş bin çocuğumuz var çünkü. Evsiz ailesiz özensiz güvensiz büyüyorlar!

Yanlış anlaşılmasın. Devlet, bakım ve koruması altındaki çocuklara hakikaten iyi bakıyor. Fiziki şartlar, ihtiyaçlar, ortamlar, takip bakımından olabildiğince iyi bir sistem var.

Lakin çocukların tek ihtiyacı iyi bir yemek, temiz bir yatak, giyim kuşam vesaire değildir. Bunu herkes bilir. Yaşlarına göre sevilmek sayılmak ve desteklenmek de en temel ihtiyaçtır onlar için.

Hele beş yaş altı çocukların göz temasına, söz temasına, ten temasına ihtiyacı hakkında uzmanlar o kadar önemli uyarılarda bulunuyorlar ki dudağınız uçuklar.

Beynin fiziki gelişiminden duyusal-duygusal gelişime kadar her çocuk için “güvenli bağlanma” denilen sürecin yaşanması gerekiyor. Üstelik o bağın kurulması için gen uyumu ya da biyolojik ebeveyn şartı da aranmıyor.

Onu sevecek, varlığını yok saymayıp bilakis güvende hissettirecek şefkatli bir kucak yeterli bunun için.

Oysa binlerce çocuk bundan mahrum ne yazık ki. Şu an benim kızım uyku için hazırlanıyor mesela. Biraz nazlanıyor, yatma saatini gevşetmeye çalıştığı için anne azarı işitiyor biraz, diş fırçalama karşılığında tablet süresini uzatmaya çalışıyor, tartışıyoruz falan. Ama nihayetinde sevildiğini korunduğunu biliyor.

Ama pazarlık yapamadan, naz yapamadan yatağına giden ve tavandaki bir noktaya bakarak uykuya geçen binlerce çocuk var halihazırda yuvalarda yurtlarda. Alınlarını öpen, terlerini silen, üstlerini örten olmayacak.

Neden yoksun olduğunu bilmeden acı çeken çocuklar

Neden yoksun olduğunu dahi bilmeden acı çekiyor çocuklar. Küçük yaş gruplarında konuşma yürüme geriliği, becerilerde yetersizlik gibi durumlar gelişebiliyor sırf bu nedenle. Ama hak ettiği sevgiyi ilgiyi gördüğü anda mucizevi biçimde bütün mesafeleri kapatıyor küçük kahramanlar.

Biyolojik ebeveynleri olduğu halde öksüz ve yetim gibiler aslında. Bir nedenle ayrı düşmüşler onlardan. Çoğunda aile bütünlüğü yok ya da kalmamış. Aile dağıldığı için ya da çocuğun o evde o kişiler yanında kalmasının bazı sakıncaları olacağı için yahut zaten maalesef travmatik bir durum geliştiği için devlet duruma el koyarak çocuğu bakım ve korumasına alıyor.

O yüzden çoğu çocuğun geri dönme ihtimali sıfıra yakın zaten. Ama biyolojik ebeveynler ebeveynlik haklarından vazgeçmedikleri için bir manada askıda kalıyor bu çocuklar. Ne evlat edinilebiliyorlar ne biyolojiklere geri dönebiliyorlar. Arafta kalıyorlar bir anlamda.

O yüzden koruyucu aile ile devlet, çocuğun sorumluluğunu birlikte üstleniyor koruyucu aile sisteminde. Çocuk aile ortamında, sıcak bir evde sevgiyle büyüsün, yoksunluk hissetmesin isteniyor.

Çocukluk insan hayatının en hassas ve mühim evresi şüphesiz. Hayatımız boyunca bir pusula gibi bize yol gösterir çocukluğumuz. Güzel anlarımızı, neşeyle oynanan oyunları, kalabalık aile sofralarını, bayram sabahlarını, mutfaktan gelen kokuları, güneşli ikindileri, bazen bir şarkıyı, kısık sesle söylenen bir ninniyi ömür boyu taşırız yanımızda. Ne zaman zorda kalsak, hasta ya da üzgün olsak zihnimiz onları çıkarır getirir hafıza sandığından. Onlara tutunup iyileşiriz. Hayata insanlara güzelliklerle inancımızı yenileriz.

Velhasıl böyle güzel çocukluk hatıralarıyla dopdolu bir sandık vermek zorundayız her çocuğa. Bunu içimiz rahat etsin diye değil, bizler çok iyi, çok süper insanlar olduğumuz için değil, bu zaten her çocuğun hakkı olduğu için vermeliyiz. Aksi hepimizin boynuna vebaldir.

Ama işte güzel Rabbim öyle cömert ki, bunu öyle sosyal sorumluluk kuruluğunda da bırakmıyor. Bu işe niyetlenenlere de öyle nimetler, öyle güzellikler bahşediyor ki anlat anlat bitmez.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 16 Temmuz 2024’te yayımlanmıştır.

Fadime Özkan
Fadime Özkan
Fadime Özkan - Eskişehir doğumlu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü mezunu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde İletişim Bilimleri dalında yüksek lisans yaptı. Kanal 7’de yapımcı-yönetmenlik, Yeni Şafak’ta kültür-sanat editörlüğü ve yazarlık yaptı, kitap eki çıkardı. 2004-2019 yılları arasında haftalık siyasi-gündem röportajları yaptı, 2016 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından röportaj dalında ödüllendirildi. Star gazetesinin uzun ömürlü fikir eki Açık Görüş’ün kurucu editörlüğünü üstlendi. Halen Star gazetesinde Ankara Temsilciliği ve köşe yazarlığının yanı sıra televizyonlarda yorum yapıyor. 2013 yılında hükümet tarafından oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti’nde yer aldı ve Çözüm Süreci kapsamında PKK terörünün sonlandırılması için çalıştı. “Yemenimde Hare Var”, “Kral Şeffaf”, “Dil Yarası-Kürt Meselesini Konuşmak”, “Deneme Bir İki”, “2007’den 2017’ye Hükümet Sistemi Tartışmaları” adında yayınlanmış kitapları bulunuyor. Vahiy sürecine eşlik eden mübarek kadınları anlatan “Kadın Oradaydı” adlı ortak kitapta Hint’in hikayesi ona ait. Bir kız çocuk annesi.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x