Müsilaj birkaç aydır denizden temizleniyor ve bir süre sonra bu sorun çözülmüş olabilir. Ancak bu sorunun bize gösterdiği net bir durum var: Atık yönetimi konusunda Türkiye’nin yavaş yavaş değil de en acil sorunlarından biriymiş gibi davranması gerekiyor. Zira, bize doğanın bir uyarısı olan müsilaj, aslında pek çok eylemin ortak ürünü.
Evde kızartma yağını lavaboya döken veya temizlik malzemelerini ölçüsüz bir şekilde bol bol kullanarak doğaya salan Ayşe Teyze’den, atık suları arıtmadan ve soğutmadan denize bırakan Fabrikatör Ahmet Bey’e, atık yönetimi konusunda yıllardır ambalaj atıklarını ayrı toplamaktan başka yeni bir iş yapmayan belediyelere kadar herkesin az ya da çok müsilaj oluşumuna katkısı var. İlgili kurumların Atık Yönetimi Eylem Planı hazırlamak ve aynı şeyleri revize ederek tekrar tekrar yazmaktan iş yapma aşamasına geçme zamanı geldi de geçiyor.
Çöpünü ayrıştırmayana ek vergi
Atık yönetimi konusunda Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Sanayileşmiş ülkelerin çoğu bu yollardan geçti, önce çok fazla üretti, sonra çevre kirlendi, zenginlik beraberinde çevre sorunlarını getirdi. Onların tecrübelerinden öğrenerek ve aynı hataları yapmadan sanayileşmenin bazı zararlı aşamalarını atlayabiliriz. Belediyelere ödenen çevre temizlik vergisinin getirisi artık sadece çöplerin karışık bir şekilde toplanması olmamalı. Bu vergi gerekirse artırılarak etkin bir atık yönetim sistemi kurulmalı.
Atık yönetiminde atıkların üretildiği noktada azaltılması ve ayrıştırılması hayati önem taşıyor. Ancak atık toplama sisteminin kurulması oldukça pahalı. Avrupa ülkelerinde gördüğümüz üzere bir kere sistemi kurduktan sonra atıklardan hem hammadde hem de enerji üretilmesi ve atıkların ekonomiye geri kazandırılması mümkün olacak. Ayrıca biyobozunur1 atıkların vahşi depolama şeklinde değil de çevre dostu yöntemlerle bertaraf edilmesi karbondioksit salınımını azaltacak ve soluduğumuz havayı organik çöpler kanalı ile çok daha az kirletmiş olacağız.
Türkiye’de İstanbul veya Marmara Bölgesi gibi sanayinin merkezi olan şehirlerden köylere kadar etkin bir atık toplama sistemi geliştirilmesi gerekli. Vatandaşlar evde atıkları ayırmaya ancak bu şekilde teşvik edilebilir. Etkin bir atık toplama sistemi kurduktan sonra da ekonomik yaptırım olan vergi devreye sokularak atıkları kaynağında uygun bir şekilde ayrıştırmayan hane halkları daha fazla çöp vergisi ödemeli ve böylece zoraki olarak atık ayrıştırmaya teşvik edilmeli. Bunun örneğini pek çok Avrupa ülkesinde görüyoruz.
Almanya veya Avusturya’da sokakta çöp konteynırı olmaz, sadece minik çöpleri atacak küçük çöp kutuları bulunur. Detaylı konteynırlar ise her binanın deposunda yer alır ve düzenli olarak gelen çöp kamyonları tarafından toplanır. Bir hane halkı eğer ayrıştırmayı güzel yapmıyor ve fazla atık üretiyorsa daha yüksek bir çöp vergisi ödeyerek bir nevi cezalandırılır. Ayrıştırmayı ve atık miktarını azaltmayı başaran hane halkları ise düşük vergi ödeyerek ödüllendirilmiş olurlar. Ayrıca bu ülkelerdeki marketlerde depozito yöntemi de çok yaygındır. Boşalan cam içecek şişeleri her zaman markete giderken geri götürülür. Market girişinde otomata atılınca da anında para karşılığı olan bir Gutschein (Kupon) alır ve bunu market alışverişinde kullanırsınız.
Avusturya’nın geri dönüşüm konusundaki başarısı ve bu konuda 50 yıldan beri gösterdiği çaba takdire şayandır. 1969 yılında çöpleri ayrıştırarak ve bir kısmını yakarak şehrin ısınma ve sıcak su ihtiyacını karşılayan ‘Heizbetriebe Wien’ firmasını kurarak işe başlayan Avusturya, başkenti Viyana’nın göbeğinde geri dönüşümü bir sanat eseri haline getirmiş ve hem göze hitap eden hem de doğayı koruyan ölümsüz bir eser ortaya koymuştur. Türkiye’de de bazı noktalarda başlatılmış olan depozito yönteminin yaygınlaştırılması atıkların geri dönüşümüne hem katkı sağlar hem de bireylere maddi bir motivasyon verir. Kişilerin plastik veya cam şişe, kâğıt gibi atıklar karşılığında ulaşım kartına para yüklemesi veya başka maddi kazanımlar elde etmesi kesinlikle teşvik edici bir yöntem.
Türkiye’de 2017 yılında başlatılan Sıfır Atık Projesine Türkiye genelinde 2019 yılında 27 bin, 2020 yılında ise 76 bin kamu kurum ve kuruluş binası dâhil oldu. Bu sayının 2021 yılında 100 bine ulaşması hedefleniyor. Ancak gerçek bir geri dönüşüm için sadece kamu kurum ve kuruluşlarında atıkların ayrıştırılması yeterli değil. Vatandaşın evinde ayrıştırdığı atıklar uygun bir sistemle toplanmadan Avrupa ülkelerinde gördüğümüz yüksek geri dönüşüm oranlarına ulaşmak bir hayalden öteye geçemez. Ayrıca, atıkları enerji, hammadde veya komposta2 dönüştüren tesisler hızla inşa edilmeli ve geri dönüşüm gelir getirecek bir yatırım alanı olarak görülmeli. Geri dönüşüm kendi istihdamını yaratan büyük bir ekosistem, ancak başlangıçta çok yüksek yatırım yapılması kaçınılmaz.
Kirleten öder
Avrupa Birliği Döngüsel Ekonomi kavramını “Recycle (geri dönüşüm)”, “Reuse (yeniden kullanım)” ve “Reduce (atığı azaltma)” kelimelerinin ilk harfinden oluşan 3R ile açıklıyor ve ülkelerin 2030 yılına kadar tüm paketlenmiş ürünlerin en az % 70’ini geri dönüştürmesini ve 2035 yılına kadar evsel atıkların geri dönüşüm oranlarının % 65’e ulaşmasını hedefliyor.
2018 yılında, çevre danışmanlık firması Eunomia tarafından yayınlanan rapora göre dünyada geri dönüşüm konusunda en iyi 5 ülke sırasıyla Almanya (Geri dönüşüm oranı % 56,1), Avusturya (% 53,8), Güney Kore (% 53,7), Galler (% 52,2) ve İsviçre (% 49,7). Bu sıralama yıldan yıla ve atık tanımına göre değişse de Almanya hep liste başında görünüyor. Bu ülkelerdeki geri dönüşüm oranının yüksek olmasının nedenlerinin başında bu işi devlet olarak sıkı tutmaları geliyor. Özellikle geri dönüşümü zor olan, çevreyi çok kirleten ürünlerin veya tek kullanımlık plastiklerin üretimine hiç izin vermedikleri görülüyor. Almanya ve Avusturya ayrıca geri dönüşüm olayını tüketici ve üreticinin insafına bırakmıyor. Üreticiyi büyük ölçüde sorumlu tutan ‘kirleten öder’ isimli yaklaşım hem Almanya hem de Avusturya tarafından benimseniyor. Alman yasalarına göre şirketler ürettikleri ambalajları tekrar tekrar kullanılabilir veya geri dönüştürülebilir hale getirmekle yükümlü ve tüm geri dönüştürülebilir ürünler herkes tarafından görünen bir yeşil noktayla işaretleniyor. Duyarlı müşteriler de alışverişte bu yeşil noktaya dikkat ediyor. Bunlara ek olarak, Almanya, sürdürülebilir ürünleri bir standart haline getirmeyi amaçlayan Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nda da yer alıyor. Almanya’da tek kullanımlık ürünler kısıtlanıyor ve ticaret bloğunda satılmayan dayanıklı malların imhası da yasak.
Geri dönüşüm konusunda çok iyi bir seviyede olan Avusturya’da bazı ürünlerin çöpe atılması veya vahşi depolama yöntemiyle doğaya bırakılması külliyen yasak. Toplam organik karbon emisyon oranı % 5’in üzerinde olan herhangi bir ürün Avusturya’da üretilemiyor, dolayısıyla doğayı bu yolla kirletmek mümkün olmuyor. Avusturya ders materyalleri, çizgi romanlar ve boyama kitapları ile geri dönüşümü yoğun şekilde okullarda işliyor.
Güney Kore’nin başkenti Seul’da 2013 yılından beri, vatandaşların yasal olarak gıda atıklarını biyolojik olarak parçalanmayı sağlayan torbalara atmaları gerekiyor. Yiyecek israfını caydırmak için torbalar ücretlendiriliyor ve bu gelir şehrin atıklarının toplanması ve işlenmesi için kullanılıyor.
Kentsel atık sular
Atık su arıtılmasını 4 ayrı aşamaya bölen Avrupa Komisyonu çalışması ve Eurostat verilerine göre Türkiye’de 2017 yılında nüfusun yüzde 19’unun atık suları herhangi bir arıtmaya maruz kalmadan tahliye ediliyor. Birincil seviyede muamele olan çökeltmeye maruz kalan oran yüzde 14; biyolojik yöntemler kullanarak, çözünmüş ve askıya alınmış organik bileşikleri azaltarak tahliye edilen oran yüzde 23; besin maddelerini azaltmak için daha katı ‘üçüncül’ bir işlem sonucu tahliye edilen atık su oranı ise yüzde 32 olarak görülüyor. Avrupa’daki tüm ülkelerde 1990 yılından bugüne kadar atık suların hangi yöntem ile tahliye edildiğini gösteren bu istatistiklere göre Türkiye şu an sıvı atık yönetiminde Almanya’nın 1995 yılındaki durumundan daha geride bulunuyor. Bu çalışmaya göre atık su arıtılmasında en iyi durumda olan Finlandiya’da nüfusun yüzde 85’inin atık suları en ileri yöntemlerle arıtılarak doğaya salınıyor veya tekrar kullanılıyor.
Geri dönüşümde başarı prensibi: Havuç ve sopa uygulaması
Günümüzün sanayileşen ülkelerine baktığımızda sanayileşmenin ileri bir evresinde çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. Sanayileşme sürecinde ülkeler önceliği genellikle üretime ve daha çok kazanmaya verirler. Ülkeler belirli bir üretim ve zenginlik seviyesine gelince çevreye verilen zarar da yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar, insanlarda çevre kirliliğinden mütevellit hastalıklar ortaya çıkar ve çevre bilinci oluşur. ABD’de hayvanların iç organlarını, kümes hayvanlarını, çöpleri, leşleri ve her türlü ölü hayvanı sokağa atmak ilk olarak 1652 yılında yasaklanmıştır. Günümüzün gelişmiş ülkelerinde uzun bir süre evsel ve endüstriyel atıklar denizlere ve nehirlere atılmıştır. 13’üncü yüzyıl sonlarında Londra’da bulunan 12 çöp arabasının çöpleri Thames Nehri’ne boşalttığı bilinir. Öyle ki Thames Nehri’nde çok fazla çöp ve cesede rastlanılması Charles Dickens’in ‘Müşterek Dostumuz’ isimli romanına da konu olmuştur.
Günümüze gelirsek, dünyada geri dönüşüm konusunda çok iyi durumda olan ülkelerin çevreyi uzun yıllar kirletecek ürünlerin üretimini daha en başta yasaklandığını görüyoruz. Bu durum üretim ve tüketimde standartları yükseltip masrafları artırsa da kirliliği henüz kaynağında önlüyor. Ayrıca, devlet ve belediyeler tarafından atıkları kaynağında ayrıştıran bir sistem kurulmasından hemen sonra, bu sisteme uymayan üretici ve tüketici ciddi bir maddi ceza görüyor (sopa), bu da çevre bilincini ister istemez artırıyor. Diğer yandan atık ayrıştırmayı çok iyi yapanlar da düşük vergi ödeyerek ödüllendiriliyor (havuç). Dünyadaki örneklerden görünen o ki, devletin atık yönetimi konusunda hukuksal mekanizmayı oluşturması, etkin bir atık toplama sistemi kurması, ileri seviye sıvı atık bertaraf yöntemleri uygulaması ve üretici başta olmak üzere ciddi yasak ve yaptırımları devreye koyması yüksek geri dönüşüm oranı ve tertemiz denizler için olmazsa olmaz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 10 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.
- Biyobozunur, bakteriler veya mantarlar gibi mikroorganizmaların biyolojik (oksijenli veya oksijensiz) hareketiyle doğal ortamda özümsenirken, parçalanma (ayrışma) yeteneğini ifade eder. Bu sürecin ekolojik açıdan bir zararı yoktur.
- Kompost, bitkisel ve hayvansal atıkların nemli-oksijenli ortamda bozularak dönüştüğü organik gübre…