Sosyal medya, günümüzde hemen herkesle “doğrudan ilişki” kurmayı olanaklı hale getirirken, siyasi liderler de bundan muaf değil. Özellikle yapay zekâ alanındaki gelişmeler, tek başına olmasa da politikaları yönlendirme gücünü beraberinde getiriyor. Princeton Üniversitesi’den öğretim üyesi Jan-Werner Müller, Foreign Policy’de yayımlanan yazısında siyaset-toplum ilişkisinde sosyal medyanın rolünü ele alıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“2024, dünya için önemli bir seçim yılı: Hindistan, Endonezya ve ABD gibi büyük, ama derinden zarar görmüş demokrasiler de dahil olmak üzere 50’den fazla ülkede genel seçimler yapılması bekleniyor. Yapay zekâyla daha da etkili hale getirilen sosyal medyanın bu seçimlerde yıkıcı bir rol oynayacağına dair endişeler de çok fazla.
Uzmanlar, Donald Trump’ın 2016’da ABD başkanlığına seçilmesinden bu yana teknolojinin demokrasinin akıbetini olumsuz yönde etkileyebileceğinden kaygı duyuyor. Sosyal medyanın otokrasi heveslilerine fayda sağlayabileceği doğru. Özellikle popülistler, internet öncesi çağda siyasi partilerin davranışlarına getirdiği sınırlamaları aşarak, insanlarla doğrudan bağlantı kurmanın bir yolu olarak bugün sosyal medyayı kullanıyor. Ayrıca, bütün bir halkın popülist bir lideri aynı şekilde desteklediği duygusunu güçlendiren yankı odalarından da faydalanabiliyorlar. (…)
Popülizmle mücadele için demokrasilerin siyasi iradeye ihtiyacı var. Yalnızca daha iyi platform tasarımı ve düzenlemesi için baskı yapmakla kalmamalı, aynı zamanda bazılarının tamamen eski moda bir kurum olarak gördüğü şeyi güçlendirmek için de çalışmalılar: Demokrasiyi tehdit eden liderleri dizginleme kapasitesine sahip siyasi partiler.
Sosyal medya ve yankı odaları
Tarihteki tüm medya devrimleri ahlaki bir paniğe yol açtı: Matbaanın din savaşlarını kışkırttığı söyleniyordu; radyo dünyaya Adolf Hitler’i verdi; TV McCarthyciliği mümkün kıldı. (…) Ancak her durumda teknolojik determinizmin yanılgısı ortaya çıktı; tıpkı yeni medyanın demagoglar tarafından baştan çıkarılmaya her zaman hazır olan irrasyonel kitleleri güçlendireceği varsayımı gibi.
İlk başta sosyal medya büyük bir iyimserlikle karşılandı. Artık farklı bir çağ olduğu düşünülen bu dönemde, demokrasiyi savunanlar, her yerde otokratlara karşı ayaklanmalara yardımcı olacak araçlar olarak Twitter’a (artık X) ve Facebook’a yöneldiler. Ancak Arap Baharı Arap Kışı’na döndüğünde coşku da karamsarlığa dönüştü. Panik, Brexit ve Trump’ın seçilmesinin yarattığı çifte şokun ardından 2016’da ortaya çıktı.
Liberal yorumcular, dünyadaki popülist felaketlerin başlıca iki suçlusunu hızlıca tespit ettiler: Sosyal medya ve bilhassa yankı odaları. (…)
Bugün sosyal bilimciler 2016’da bildiklerinden biraz daha fazlasını biliyor: Filtre balonları veya algoritmalar tarafından yönlendirilen çevrimiçi yankı odaları var, ama varsayıldığından çok daha az yaygınlar. Dezenformasyon ve propagandanın daha hızlı yayılmasına yardımcı olsalar bile, kutuplaşmanın ana nedeni bunlar değil. Çevrimdışı yaşamımız birçok açıdan çevrimiçi varoluşumuza göre daha az çeşitlilik barındırıyor.”
Sosyal medyayı benzersiz kılan
Yazar, sosyal medyayı benzersiz kılanın, siyasi liderler ve potansiyel takipçiler arasında doğrudan bir bağlantı gibi görünen şeye izin vermesi olduğunu belirtiyor: “Bu, özellikle ‘gerçek insanlar’ olarak adlandırdıkları kişileri yalnızca kendilerinin temsil edebileceğini iddia eden popülistler için elverişlidir. Bu, iktidar için yarışan diğer tüm adayların halkı temsil etmediği anlamına geliyor, çünkü alışıldık suçlamalar yozlaşmış oldukları yönünde. Bu, aynı zamanda bazı vatandaşların hiçbir şekilde ‘gerçek insanlar’a dahil olmadıkları anlamına da geliyor. (…)
Popülizm, çoğulculuğu inkâr etmek ve en sonunda yok etmekle ilgilidir; iyi işleyen partiler buna karşı çıkabilir ve popülist siyasi girişimcileri dizginleyebilir. Hatta bazı ülkeler kanunen partilerin kendi içlerinde demokratik yapılara sahip olmalarını şart koşuyor. (…)
Kuşkusuz partiler partizanları, yani yandaşlarını birleştirir. Ancak partizanlar genellikle paylaştıkları ilkelerin politikaya nasıl dönüştürülmesi gerektiği konusunda anlaşamıyorlar. Partilerin kendi liderliklerine karşı meşru bir muhalefet oluşturmalarında garip bir şey yoktur ve bunun, liderler üzerinde denetim sağlanması açısından hayati önem taşıdığı sıklıkla kanıtlanmıştır. Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban gibi popülistlerin partilerini oldukça otokratik bir şekilde yönetmelerinin bir mantığı var.
Doğrudanlık duygusu
Elbette sosyal medyanın yarattığı doğrudanlık duygusu bir yanılsamadır. Sonuçta sosyal medya bir aracıdır. Yine de filtrelenmemiş bir karşılaşma ihtimali (ne kadar yanlış yönlendirilmiş olursa olsun) bir zamanlar parti toplantısı veya kitlesel miting gibi yalnızca istisnai anlarda mümkün olan özgünlüğü ve bağlantı duygusunu vaat ediyor. (…)
İnsanları sandığa götürme işi eskiden farklı yapılıyordu. Siyaset bilimci Paul D. Kenny’nin Neden Popülizm? (Why Populism?) adlı kitabında açıkladığı gibi, sosyal medya çağından önce seferberlik, kayırmacılığa veya iyi organize olmuş (oldukça bürokratikleşmiş) bir siyasi partiye bağlıydı. Partiler ve adaylar, oy karşılığında destekçilerine maddi menfaatler ya da bürokratik ayrıcalıklar vaat ettiler. Bu maliyetliydi ve siyasi rekabet yoğunlaşırsa ya da daha fazla siyaset simsarı işin içine girerse maliyetler hızla artacaktı. (…)
Kenny’nin işaret ettiği gibi, sosyal medya, özellikle Trump gibi popüler kültür kredisinden yararlanabilen ünlü adaylar için maliyetleri azaltıyor. Basılı yayın ve televizyonun hâkim olduğu eski günlerde, propaganda geri bildirim döngüleri parti stratejistleri tarafından büyük maliyetler karşılığında oluşturulurdu; bugün ise kâr uğruna etkileşimi en üst düzeye çıkarmak isteyen şirketler tarafından ücretsiz olarak yaratılıyorlar.
Influencer’larda olduğu gibi, bir politikacının çevrimiçi varlığı da sürekli iyileştirme gerektirir, dolayısıyla tamamen maliyetsiz değildir. Trump kendi tweet’lerini, yazım hatalarıyla yazmış olabilir, ancak diğerlerinin teknoloji ekiplerine para ödemesi gerekiyor. Sosyal medya, partileri politika geliştirmek yerine bir kişiliğin pazarlanması için araç olarak görenler için en iyi sonucu verebilir. (…)
Doğrudan bağlantı yanılsamasını oluşturduktan sonra, politikacıların mesajlarını çarpıttıklarını iddia ederek profesyonel gazeteciler gibi geleneksel arabulucuları itibarsızlaştırmak popülist liderlerin kolayına geliyor. Bu, çoğulcu tartışmaların azalması ve muhabirlerin uygunsuz sorular sorabilecekleri fırsatların azalması anlamına gelebilir. Modi ve Orban yıllardır gerçek bir basın toplantısı düzenlemedi; Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu seçimlerden önce tartışmalara katılmayı reddetti. (…)
Filtre balonları
Filtre balonları bu nedenle popülistlerin temel ürünlerini satmalarına yardımcı olabilir: Popülist liderin arkasında birleşen homojen bir halk kavramı. Benzer düşüncelere sahip kullanıcılarla etkileşimi artırmak için tasarlanan algoritmik düzenleme bu dinamiği güçlendiriyor. Platformlar genellikle bir sonraki adımda ne izleneceğini veya tıklanacağını öneriyor. Örneğin X’te Orban’ı arayan herkes muhtemelen çok çeşitli aşırı sağ içerik bulacaktır. (…)
Elbette bu çevrimiçi baloncuklar boşlukta oluşmuyor. ABD’de pek çok insan, Wall Street Journal gibi merkez sağ yayın organlarıyla bile herhangi bir temas kurmadan, aşırı sağ bir balonun içinde yaşıyor. Ancak bu balon Facebook ya da X’in sonucu değil. Harvard Üniversitesi’nden sosyal bilimcilerin 2018’de yaptıkları bir araştırmada ortaya koyduğu gibi, bu politikanın ana hatları, 1990’larda sağcı haber kanalları ve izleyicilerle telefon bağlantısının kurulduğu radyo programlarının muazzam başarısı tarafından şekillendirildi. Sosyal medya da bu altyapının üzerinde oluştu. Sosyal medyanın kendisi komplo teorilerinin ve nefretin her zaman hüküm sürdüğü bir dünya için yapılmış olsaydı, her ülkede aynı sonucu görürdük, ama göremiyoruz.”
Yazar, demokrasilerin, popülistlerin platformları kendi avantajlarına kullanmasını zorlaştırmak için platformların yönetilme şeklini elden geçirmesi gerektiğini söylüyor: “Mevcut haliyle sosyal medyanın bir sorunu, birkaç kişiye çok fazla güç vermesidir. Platform gücü (başkalarıyla çevrimiçi bağlantı kurma araçlarının kontrolü) günümüzün en büyük kontrolsüz gücüdür. Sosyal bilimci Michael Seemann’ın yazdığı gibi, platformun gücü, platformlara erişim verme veya erişimi doğrudan veya çevrimiçi trollerin tacizi yoluyla engelleme kabiliyetinden kaynaklanıyor.
Elon Musk’ın Twitter’daki değişikliklerinin gösterdiği gibi, platformları ve bunların altında yatan mekanizmaları kontrol edenler çevrimiçi söylemi manipüle edebiliyor. Musk, 2022’de platformu devraldığından beri yalnızca gazetecileri keyfi olarak uzaklaştırmakla kalmadı, aynı zamanda içerik denetimi için oluşturulan kuralları zayıflattı ve personel sayısını azalttı. Musk beyaz ırk üstünlüğünü savunanları ve diğer nefret tacirlerini yeniden platforma soktukça, trans bireyler gibi azınlıklar daha korunaksız hale geliyor. (…)
Elbette popülistlerin çevrimiçi olarak kendi karşıt-kamularını oluşturmaları engellenemez; tıpkı partilerin takipçilerini bir araya getirirken engellenemeyeceği ve engellenmemesi gerektiği gibi. Toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, benzer düşüncelere sahip kişilerin, aynı taahhütleri paylaşan diğer kişilerle bir araya gelme hakkına sahip olduğu anlamına gelir. Yetkililerin, örneğin azınlıkları güçlendirmeye adanmış gruplara yönelik güvenli alanları, sırf yeterince çoğulcu olmadıkları için kapatmaya başlamasını kimse istemez. Bakış açısı çeşitliliğini çevrimiçi yaşama zerk ederek çevrimiçi homojenlikle mücadele etme fikirleri iyi olsa da uygulanabilir değildir. (…)
Ne yapılmalı?
Özellikle içerik denetimi, Musk gibi bir platform denetleyicisinin yetkisindeki bir lüks yerine, Almanya’da olduğu gibi zorunlu olmalıdır. (…) Politika yapıcıların sosyal medya platformlarının nasıl çalıştığını anlamalarına yardımcı olabilmeleri için algoritmaların ‘kara kutuları’ en azından araştırmacılara açılmalıdır. (…)
Mevzuat ve eğitim demokrasilerin önemli araçları olacaktır. Sosyal medyanın her zamankinden daha radikal içerik sunarak katılımı en üst düzeye çıkarmaya dayanan iş modelleri, siyasi düzenlemelerin ötesinde değildir. Demokrasiler aynı zamanda medya okuryazarlığının öğretilmesine de ciddi kaynaklar ayırmalıdır. (…) Demokrasiler sosyal medyayı tek başına ele almamalıdır. Yerel gazeteciliği yeniden canlandırmak ve siyasi partileri düzenlemek de dahil olmak üzere daha sağlıklı bir medya ortamını teşvik ederlerse popülistlerin başarılı olması çok daha zorlaşacaktır.”
Bu yazı ilk kez 10 Ocak 2024’te yayımlanmıştır.