Dünya siyaset sahnesi iyice kızıştı. Bu ay başındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partiler ezici bir zafer elde ederken Fransa dahil olmak üzere pek çok ülkede iktidar partiler ya istifa etti ya da erken seçim kararı almak zorunda kaldı. Bu yıl onlarca ülkede genel seçimler gerçekleştirilecek ve bunlar arasında ABD de var. Aşırı sağcı partilerin iktidarlara iyice yaklaştığı dönemde kritik seçimler öncesi özellikle sosyal ağlar üzerinden manipülasyon endişeleri arttı. Peki, bu tür manipülasyonlar gerçekten etkili mi?
Sosyal bilimciler bu konuya giderek daha fazla kafa yoruyor. Bunlardan biri olan Fransa’nın saygın yükseköğrenim kurumlarından École normale supérieure (ENS) araştırmacısı Antoine Marie, kendi araştırmalarının yanı sıra dikkate alınması gereken bazı araştırmalar üzerinden bu soruya yanıt aradı. Marie’nin The Conversation’da yayınlanan makalesinden bölümler aktarıyoruz…
“Bir zamanlar, yeni mezunlar insanları birbirine yakınlaştıracak çevrimiçi sosyal medya yaratmayı hayal ederdi. Bu hayal artık uzak bir anıdan başka bir şey değil. Bugün 2024’te sosyal ağların hemen her türlü kötülüğün kaynağı olmakla itham ediliyor. Platformlar “yalan haber” yaymakla, Rusya ve Çin’in demokrasileri istikrarsızlaştırma aracı haline gelmekle ve mikro hedefleme yoluyla dikkatimizi ele geçirip kötü niyetli tüccarlara satmakla suçlanıyor. Sosyal medyanın büyük sosyal maliyetleri olduğu iddia edilen belgesellerin ve makalelerin yakaladığı büyük beğeni de bunu gösteriyor.
Dijital platformlar ve ilgili algoritmaların çevrimiçi siyasi kutuplaşmayı ve düşmanlığı arttırdığı dile getirilen suçlamaların başında geliyor. Kimileri, çevrimiçi tartışmalarda “herkesin bir trol olabileceğini”, yani saldırgan ve alaycı bir tartışmacıya dönüşebileceğini söyleyecek kadar ileri gidiyor.
Ancak sosyal bilimler ve bilimsel psikoloji alanındaki son çalışmalar bu karamsar söyleme önemli bir nüans getiriyor.
Artan eşitsizlik ve baskıcı rejimler etkili oluyor
Her şeyden önce birçok çalışma, bireylerin çevrimiçi ortamda düzenli olarak siyasi konularda çatışmasının ardında, kısmen de olsa, dijital platformlardan bağımsız psikolojik ve sosyoekonomik faktörlerin yattığını ortaya koyuyor.
Örneğin 5 kıtada 30 ülkede 151 binden fazla kişiyle yaptığımız büyük ölçekli kültürler arası araştırmamızda, bireylerin sosyal medyada hakaret, tehdit, taciz, vb. çevrimiçi düşmanlığın en sık mağduru olduğu ülkelerin ekonomik olarak eşitsiz ve daha az demokratik ülkeler olduğu sonucuna vardık.
Bu olgu, daha baskıcı sosyal ortamlar ve siyasi rejimlerin yarattığı hayal kırıklıklarından kaynaklanıyor gibi görülüyor.
Zorba kişiliklerini sosyal medyaya taşıyorlar
Çalışmamız ayrıca, çevrimiçi husumete en çok düşkün olan bireylerin aynı zamanda statü odaklı risk almaya eğilimli kişiler olduğunu da gösteriyor. Bu kişilik özelliği, hakimiyete yönelik bir yönelimini, yani örneğin korkutma yoluyla başkalarını kendi iradesine boyun eğdirmeye çalışma eğilimini ifade ediyor. Kültürler arası verilerimize göre, bu tür baskın kişiliğe sahip bireyler eşitsiz ve demokratik olmayan ülkelerde daha fazladır. Benzer şekilde, bağımsız analizler tahakküm kurma dürtüsünün siyasi çatışma psikolojisinde kilit bir unsur olduğunu gösteriyor. Zira bu dürtüyle hareket edenler, siyasi rakiplerle alay ediyor ya da onlara hakaret edip “sahte haberlerin” daha fazla paylaştıkları gibi, çevrimdışı siyasi çatışmalara daha fazla ilgi duyuyorlar.
Ayrıca, söz konusu statü odaklı risk alma eğilimi yüksek bireylerin, çevrimiçi ortamda düşmanca davrandıklarını en çok kabul edenler olmasının yanı sıra, yüz yüze tartışmalarda saldırgan veya zehirli bir şekilde etkileşime girme olasılığı en yüksek olan kişiler olduğunu da tespit ettik.
Kısacası, çevrimiçi siyasi husumet, büyük ölçüde belirli kişilikler ve bireysel istekleri bastıran sosyal bağlamlar arasındaki etkileşimin bir ürünü gibi görünüyor. Bu insanları daha agresif yapan ve dünyayı “biz” ve “onlar” olarak görme eğilimlerini harekete geçiren, sosyal eşitsizlikle ilişkili hayal kırıklıklarıdır. Politika düzeyinde, daha uyumlu bir internet (ve sivil toplum) yaratmak istiyorsak, muhtemelen gelir eşitsizliğiyle mücadele etmemiz ve siyasi kurumlarımızı daha demokratik hale getirmemiz gerekecek.
Sosyal ağlar, var olan siyasi husumeti körüklüyor
Çalışmamız çevrimiçi siyasi düşmanlığı bir perspektife oturtsa da sosyal medya platformlarının siyasi kutuplaşma ve düşmanlığı körüklemedeki nedensel rolünü yadsımamaktadır.
Sosyal ağlar içeriği, kaçınılmaz çarpıtmaların meydana geldiği sözlü iletişimin aksine, milyonlarca insana anında aslına sadık bir şekilde yayılmasını sağlıyor. Bu nedenle, milyonlarca insanı çok az bir maliyetle yanlış bilgilendirmeyi ya da kızdırmayı mümkün kılıyor. Bu durum, yanlış ya da zehirli bilginin tıklama alması için kasıtlı olarak yaratıldığında da belirli bir siyasi grubun siyasi önyargılarının istenmeyen yan etkisi olduğunda da fark etmiyor.
Sosyal ağlardaki paylaşımlar genellikle nezaketten yoksunsa, bunun nedeni anonim veya kimliği belirsiz yabancılarla paylaşımda bulunma olanağı sunmasıdır. İnternet çağına özgü bu deneyim, artık birey olarak değil, siyasi “kabilelerin” birbirinin yerine geçebilen üyeleri olarak gördüğümüz muhataplarımıza karşı kişisel sorumluluk ve empati duygumuzu azaltıyor.
Son zamanlarda yapılan analizler de bize sosyal ağların toplumdaki görüş çeşitliliği için bir aynadan ziyade çarpıtıcı bir prizma işlevi gördüğünü hatırlatıyor.
Gerçekten de genellikle kendilerini ifade etmeye daha kararlı ve ortalama bir insandan daha radikal olan kişiler, ister bağlılıklarını belirtmek ister öfkelerini ifade etmek isterse başkalarını siyasi amaçlara katılmaları için harekete geçirmek için olsun, öfkeli ve potansiyel olarak hakaret içeren siyasi paylaşımlarda bulunuyorlar. Ahlakçı ve düşmanca paylaşımlar, ağlardaki yazılı çıktının nispeten küçük bir oranını oluşturuyor. Buna rağmen, bölücü siyasi mesajlar içerenler dahil olmak üzere dikkat çekebilecek ve tepkileri tetikleyebilecek içeriği öne çıkarmaya programlanmış algoritmalar bunları köpürtüyor.
Öte yandan, daha ılımlı ve daha az dogmatik yaklaşımlı kullanıcıların çoğunluğu, tartışmalarda iyi niyet nadiren ödüllendirildiği için, genellikle nefret patlamalarına dönüşen siyasi tartışmalara dahil olma konusunda daha isteksizdir.
Bu önyargılar, radikal ve düşmanca inançların gerçekte olduğundan daha yaygın ve ahlaki açıdan daha hoşgörülü olduğu gibi yanıltıcı bir izlenim yaratıyor.
“Karşı kampı” takip etmenin iyi yönleri
Bununla birlikte, sosyal medya kullanımı en azından bir mekanizma aracılığıyla siyasi düşmanlık ve kutuplaşmanın artmasına katkıda bulunuyor gibi görünüyor. Bu mekanizma, kişinin rakiplerinin siyasi inançlarının karikatürize versiyonlarına maruz kalmasıdır.
Yaygın inanışın aksine, sanal bağlantılarımızın çoğu tipik olarak “yankı odaları” şeklini almaz ve bizi homojen siyasi dünya görüşlerinin dar çevresine hapsetmez.
Bazı ağlar gerçekten de bu şekilde inşa edilmiş olsa da (4Chan veya bazı alt Reddit’ler), Facebook (üç milyar kullanıcı) ve X (550 milyon kullanıcı) gibi en büyük platformlar tipik olarak bize belirli bir görüş çeşitliliği sunar. Bu çeşitlilik çoğu zaman dostluklarımızın siyasi çeşitliliğinden daha fazladır. Örneğin aşırı sağa kayan okul arkadaşlarınızla düzenli iletişim kurmayabilirsiniz, ama onun Facebook gönderilerini okuyabilirsiniz.
İdeolojik ötekiliğe bu şekilde maruz kalmak teoride arzu edilen bir durumdur. Çünkü siyasi bilgi ve kanaatlerimizdeki kör noktaları keşfetmemize, ortak insanlığımızı kabul etmemize ve dolayısıyla birbirimize karşı hem daha alçakgönüllü hem de daha saygılı olmamıza yardımcı olabilir. Ne yazık ki, çoğu insanın siyasi kanaatlerini ifade etme biçimi incelikten oldukça yoksundur. Karşıt görüşleri şeytanlaştırılmış karikatürlere indirgemeyi tercih ederler. Karşı tarafı ikna etmekten ziyade belirli gruplara ya da amaçlara bağlılık mesajı vermek, zaten sizinle aynı fikirde olan insanları harekete geçirmek ve benzer düşünen arkadaşlarınızla bağlantılarınızı sürdürmekle ilgilenirler.
Ne kadar çok takip ederseniz o kadar etkilenirsiniz
Sosyolog Chris Bail, Twitter’da yapılan saha deneylerine ve Demokrat ve Cumhuriyetçi aktivistlerle yapılan görüşmelere dayanarak, “The Prism of Social Networks” adlı kitabında bize bir uyarıda bulunuyor. Bail, siyasi düşmanlarımız tarafından üretilen inandırıcı olmayan iddialara veya manşetlere (genellikle kişinin iç grubuna saldıran paylaşımlar) tekrar tekrar maruz kalmanın, paradoksal bir şekilde her iki taraftaki partizanları dünya görüşleri ve duyguları açısından birbirlerine yaklaştırmak yerine, önceden var olan tutum ve kimliklerinde güçlendirebileceğini açıklıyor.
Ancak, sosyal medya kullanımı ile siyasi kutuplaşma arasındaki bu ilişki büyük ölçüde maruz kalma süresine bağlı görünüyor. Nitekim Facebook ve Instagram kullanımının durdurulmasının etkilerini araştıran son çalışmalar, sosyal medyanın kullanıcıların siyasi görüşlerini belirgin bir şekilde kutuplaştırdığını ortaya koyamamıştır.
Toplum üzerindeki tehditlere dikkat çeken söylemlerin, zihinlerimizdeki çekicilikleri nedeniyle fikir ve etkileşim pazarında önemli bir rekabet avantajına sahip olduğunu her zaman hatırlayalım. Dolayısıyla, sosyal medya ile siyasi düşmanlık ve kutuplaşma arasındaki ilişki sorusuna, naif iyimserlik ve kolektif paniğin simetrik tuzaklarından kaçınarak yaklaşmak gerekir.”
Bu yazı ilk kez 25 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.
https://theconversation.com/is-social-media-fuelling-political-polarisation-232749