Uzaya ve uzaydaki kaynaklara erişmek için bugün artık yalnızca devletler arasında değil, özel şirketler arasında da süren bir rekabet var. Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravcı’nın uzay yolculuğu da Türkiye’nin bu rekabete girmesinin önünü açtı.
Uzay, insanlığın önünde keşfedilmeyi bekleyen ve bu rekabete katılan herkese yetecek bir sonsuzluk gibi dursa da onun nasıl paylaşılacağı şimdiden tartışma konusu. Uzaya erişim sağlayan teknolojiler geliştikçe, bu paylaşım sorununa yanıt verecek hukukun da gelişmesi gerekiyor ama henüz o noktada olduğumuzu söylemek zor.
Uzay kime ait?
Uluslararası hukukun uzayla alakadar olması, SSCB’nin 1957’deki Sputnik 1 uydusunu uzaya göndermesiyle başladı. Bunun ardından BM Genel Kurulu’nun 1963’te kabul ettiği “Uzayın Araştırılması ve Kullanımında Devletlerin Faaliyetlerini Yöneten Hukuksal İlkeler Bildirisi” uzay hukukunun ilk yazılı metni oldu.[1] O günden bugüne uzay hukukunu şekillendiren beş temel anlaşma daha yapıldı.[2]
Uzay, uluslararası hukukta res communis, yani hiçbir devletin egemenliğinde değil ve olamayacak. Bu, uluslararası uzay hukukunun en temel ilkesi olan uzayın serbestliğiyle de ilgili. Buna göre uzaya ya da gök cisimlerine girmek ve çıkmak, buralarda araştırma yapmak ya da buralardan yararlanmak eşitlik ilkesine ve uluslararası hukuka uygun olmak kaydıyla tüm devletlere açık.
Fakat buradaki güncel sorun, mevcut düzenlemenin serbestlik ilkesini devletler ve uluslararası örgütler için geçerli kılması ama SpaceX, Blue Origin gibi özel şirketlerle alakalı bir düzenlemenin henüz bulunmaması. Şirketlerin ülkesinin yükümlülük sahibi olduğunu söylemek de tam anlamıyla doğru değil ve ihtiyaca yanıt vermiyor.
Uzaydaki askerî faaliyetler hukuki mi?
Uzay faaliyetlerine ilişkin uluslararası hukukta getirilen tek sınırlama, bu faaliyetlerin barışçıl amaçlarla yapılması. Bu noktada da devletler arasında neyin barışçıl neyin barışçıl olmadığı konusunda tam bir uzlaşıdan bahsedemiyoruz.
Uzay hukukunun yeni şekillenmeye başladığı zamanlarda ABD’nin başını çektiği devletler, savunma amaçlı askerî faaliyetleri barışçıl kabul ederken SSCB’nin başını çektiği devletler ise, uzayda hiçbir askerî faaliyetin yapılmamasının barışçıl anlama geldiğini savunuyordu. Buna rağmen bugün Rusya da uzayda askerî faaliyetlerde bulunuyor. Öyle ki ABD, son günlerde Rusya’nın uydu sistemlerini hedef alabilme kapasitesini ulusal güvenlik sorunu olarak ilan etti.
Oysa mevcut hukuk düzenlemelerinde uzaydaki faaliyetlerin “bütün ülkelerin yararlarına ve çıkarlarına” uygun olma koşulu var. Bu koşul, bazı devletlerin kendi lehine ve diğerlerinin aleyhine olacak şekilde askerî faaliyetlerde bulunmasını yasakladığı şeklinde yorumlanabilir ama bu konudaki muğlaklık da devam ediyor.
Uzayda silahlar olmalı mı?
Uzay bilgisinin edinilmesi ve uzaydaki ‘barışçıl’ askerî faaliyetler, küresel adaletsizliği derinleştirmesinin yanında uzayda faaliyet gösteren devletler arasındaki rekabet açısından da ele alınmalı.
Soğuk Savaş sürecinde başlayan bu rekabet, günümüze gelindiğinde oldukça çeşitlenmiş görünüyor. Fakat devletlerin uzay çalışmalarının, istihbari boyutu gereği, büyük oranda bilinmediği söylenebilir. Uzayın ve Ay’ın Dünya’nın üzerinde ve onu gözlemleyebilen konumu, olası tehlikeleri de içerisinde barındırıyor.
Tartışmalı başka bir konu da hangi silahların uzayda olabileceği. 1963 tarihli Atmosferde, Uzayda ve Su Altında Nükleer Silah Denemelerini Yasaklayan Anlaşma, uzayda nükleer silahları yasaklıyor. Fakat bazı yazarlar[3] nükleer olmayan silahların uzayda yasaklanmadığı görüşünü savunuyor. Bu bakımdan onlara göre lazer ışını, kinetik enerji ya da geleneksel patlayıcı kullanan silahlar, kitle imha aracı kapsamına girmediği için uzaya yerleştirilebilir.
Uzay hukuku yeterli mi?
Uzay res communis olmasına rağmen, esasında ona ulaşabilenlerin faydalandığı ve ulaşamayanların da bu faydayı denetleyemediği dolayısıyla ‘eşit egemen devletler’ söyleminin anlamsızlaştığı bir ortam.
Devletlerin birbirini dengeleyemediği ve büyük devletlerin birbirini nispeten takip ettiği bu ortamın denetleyicisi olarak uluslararası hukuktan doğan kurallar olmalı. Ne var ki uzay hukuku, uzayın kendisine yönelik çalışmaların yeni olması ve bilginin de sınırlı olması nedeniyle diğer uluslararası hukuk alanlarına nispetle kısır kalıyor. Bunun doğurduğu hukuki boşluklar devlet egemenliği lehine işliyor. Elbette büyük devletlerin egemenliği lehine.
Uluslararası hukukta uzayla ya da gök cisimleriyle alakalı en son yapılan anlaşma 1979’daki Ay Anlaşması. Bu tarihten beri uzay çalışmalarında ciddi gelişmeler kaydedilmesine rağmen uzayın hukuku bunların çok gerisinden geliyor. Özellikle uzaydaki maden araştırmalarının artması ve hatta bu madenlerin dünyaya getirilmesiyle alakalı ciddi bir hukuki boşluk var.
Uzayı kirleten ödeyecek mi?
Uzay hukukun kısmen boş bıraktığı başka bir alan da uzayın kirliliği.
NASA bugün Dünya yörüngesinde 500 binden fazla uzay çöpü olduğundan bahsediyor. Bu çöplerin bazılarının hızları ve boyutları Dünya için ciddi tehdit oluşturabilecek kapasitede.
Esasında uluslararası uzay hukuku, uzayın kirlenmesini ele alıyor. Genel hükümlerin yanında 1967 Anlaşması ve 1979 Ay Anlaşması, uzayda çevrenin korunmasına dair ayrıntılı hükümler içeriyor.
Buna göre uzay hukuku iki seviyede uzaydaki kirlilikle ilgileniyor denilebilir. Birincisi, insanlara ve canlılara zarar verilmesi ikincisi de çevrenin olumsuz değişikliği.
Uzaydaki çevre kirliliğinin uzay hukukunun konularından biri olması her ne kadar önemli olsa da anlaşılacağı üzere uzay kirliliği, yoruma oldukça açık bir şekilde ele alınıyor. Oysa bugün uzayın kimsenin egemenlik sahası olmamasının verdiği keyfilikle özel şirketler ve devletler ciddi ve tehlikeli bir kirlilik oluşturuyor.
Uzayı mülk edinmek mümkün mü?
Uzayla ilgili başka bir hukuki boşluk da uzayı mülk edinmenin mümkün olup olmadığı.
Öğretide bazı yazarlar, uzay cisimlerinin bir kısmının “gök cismi” kapsamına girmediğini dolayısıyla ilgili uzay hukuku belgelerindeki gök cisimlerinin ya da uzayın mülk edinilemeyeceğine yönelik maddelerin bu kapsama girmediğini savunuyor. Gök taşlarını ve küçük gezegen denilen asteroidleri bu kapsamda değerlendiriyorlar.
Her ne kadar hukuki metinler uzayın herhangi bir bölgesinin (yerleştirilen uyduların yörüngesi dahil) mülk edinilemeyeceği yönünde gelişmiş olsa da yine sabit uyduların yörüngelerinin sahiplenilmesine dair tartışmalar da sürüyor.
Elbette tüm bu tartışmalar uzayla ilişki içerisinde olan devletler ve şirketler açısından ehemmiyet taşıyor. Uzay faaliyetleri ilerlemiş devletlerin, uluslararası uzay hukukundaki eksikliklerden faydalandığı söylemek mümkün.
Uzay hukukunu kim belirliyor?
Uzay faaliyetlerinde öne çıkan devletler, uzay hukuku alanında da öne geçiyor. Bugün uzay hukuku alanında en çok uzmana sahip ülke ABD. Birleşik Devletler’de NASA ve birçok özel uzay şirketi, uzay hukuku konusunda uzmanlaşmış avukat ve danışman istihdam ediyor.
Rusya da uzay hukuku çalışmalarının yürütüldüğü devletlerden. Ülkedeki Rusya Bilimler Akademisi Uzay Hukuku Enstitüsü, Moskova Devlet Üniversitesi Uluslararası Uzay Hukuku Merkezi ve Rusya Uzay Ajansı (Roscosmos) uzay hukukunun geliştirildiği kurumlardan.
Avrupa’da ise özellikle Fransa bu konuda öne çıkıyor. Nitekim Uluslararası Uzay Hukuku Enstitüsü’nün ve Avrupa Uzay Hukuku Enstitüsü’nün merkezi Fransa’da bulunuyor. Bu da Fransa’yı uzay hukuku araştırmaları ve eğitimi için önemli bir merkez haline getiriyor.
Anlaşılacağı üzere uzay faaliyeti gösteren devletler bunun hukukunun geliştirilmesinde de aktif rol oynuyor. Bu da başından beri değindiğimiz uzay adaletsizliğinin dünyada şekillenen hukukundaki adaletsizlikleri de beraberinde getiriyor olabilir.
Uzay çalışmalarıyla ilgili kurumlar
Uzay hukukun gelişimine katkı sağlayan uluslararası kurumlar da var. Birleşmiş Milletler Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi (UBAKK) 1959 yılı gibi erken bir tarihten itibaren uzayın barışçıl, emniyetli ve kalkınma temelinde kullanımı için çalışmalar yürütüyor. Yine BM Uzay İşleri Ofisi (UNOOSA) de uzay kapsamındaki iş birliğinden sorumlu ve bu yolla devletlerin barış içerisinde uzay bilgisini paylaşmasını sağlamayı hedefliyor.
BM’nin çalışmalarının yanında Avrupa Uzay Ajansı (ESA) gibi çeşitli bölgesel ve devlet uzay ajansları da bulunuyor. Tüm bunlar uluslararası uzay hukukunun gelişmesine katkı sağlayan oluşumlar. Özellikle uzay hukukunun teamüllerinin oluşması bakımından kıymetliler.
Uzay hukuku bir an önce geliştirilmeli
Fakat uzayın yeni bir alan olması, pek çok devletin uzayla henüz ilişki içerisinde dahi olmaması gibi gerekçeler, uzay hukuku teamüllerinin oluşmasını geciktiriyor. Uzay faaliyetlerinin artan hızına, uzay hukukunun oluşum hızı yetişemiyor.
Bu kapsamda devletleri ve şirketleri denetleyen ve iş birliğini teşvik eden uluslararası anlaşmaların yapılması ve bağlayıcı karar alabilen uluslarüstü kurumların kurulması oldukça önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2024’te yayımlanmıştır.
[1] U.N., Official Records of the Genaral Assembly, 1963, s.15-16
[2] 1967 Ay ve Gök Cisimleri Dahil Uzayın Araştırılması ve Kullanımında Devletlerin Faaliyetlerini Yönetecek İlkelere İlişkin Anlaşma, 1968 Astronotların Kurtarılması, Ger Dönmeleri ve Uzaya Atılan Cisimlerin İadesine İlişkin Anlaşma- 1972 Uzay Cisimlerinin Neden Olduğu Zararlar Konusunda Uluslararası Sorumluluğa İlişkin Sözleşme- 1975 Uzaya Atılan Cisimlerin Tesciline ilişkin Sözleşme- 1979 Ay ve Öteki Gök Cisimleri Üzerinde Devletlerin Faaliyetlerini Yönetecek Anlaşma.
[3] Ör. bkz. M.G. Marcoff, Public International Law of Outer Space, Cenevre, 1973, s.582