İdeolojiler ve inançlar, insanları hangi hareket noktasından çıktıklarına bağlı olarak, ya çok kültürlü toplum içinde karşılıklı sevgi ve saygı ile birlikte yaşamaya yönlendirir; yahut aksine insanları kendisinden saymadığı kişilere ve toplumlara karşı yabancı düşmanlığı yani “ksenefobi” aşılar.
Fakat insanları işte böyle iki farklı sonuca taşıyan hareket noktası, bizim tercihlerimize göre doğru ve yanlış olacak değildir. Bu alan kişisel zevkler alanı olmaktan uzaktır.
Aslında tek doğru temel vardır, o da “sevgi” temelidir. Sevgiyi gerçekten temel alan dinler ise aslında tektir. Ancak, bu aynı doğru temelden hareket eden dinler arasında ibadet şekillerindeki gibi farklılıklar görülebilir. Bunu da olağan görmek ve yine sevgiden kaynaklanan bir hoşgörü (tolerans) ile karşılamak gerekir. Doğru anlamı ile tolerans, katlanmak (tahammül etmek) demek değildir. Çünkü aslında tahammül etmek genelde sevgiden değil, kendisini başka insanlardan üstün görmek bencilliğinden veya menfaat hesaplarından ya da tahammül edilen kişiden duyulan korkudan da kaynaklanabilir. Bunların hiçbirinin de sevgi temeli ile ilgisi yoktur.
Ali Şeriati ve Marks’ta yabancılaşma
Sevgi temeline dayanan din yeryüzünde tebliğ edildikten sonra, insanlara seçim özgürlüğü verildiği için, bazı kişiler zekâlarını kötüye kullanarak, insanlığı sınıflı topluma doğru götüren tarihi birikimin ilk tuğlasını koymuşlardır.
Doğru anlamı ile tolerans, tahammül etmek demek değildir. Çünkü aslında tahammül etmek genelde sevgiden değil, kendisini başka insanlardan üstün görmek bencilliğinden veya menfaat hesaplarından ya da tahammül edilen kişiden duyulan korkudan da kaynaklanabilir.
Bu birikim belirli bir yoğunluğa ulaştığında, bazı insanlar kendilerini seçkin ırk ve sınıftan saydıkları kimseler karşısında, insanlık onuru açısından daha aşağıda bir konumda hissederler. Diğer bir deyimle, kişileri, kendi insanlık onurlarının bilincine yabancılaştırma (alienation) süreci tamamlanmış olur.
Bu konuda ünlü sosyolog Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” başlıklı kitabı çok önemlidir. Marks materyalist bir tarihi görüşten hareket ettiği için, konuya sadece iktisadi sömürü bağlamındaki “yabancılaştırma” açısından bakmıştır.
Ali Şeriati’nin konuya bakış açısı ise, sevgiye dayanan gerçek din karşısında yer alan batıl dinleri işaret edip, belirleyebildiği için çok daha tatmin edicidir.
Marks, sevgi temelinden hareket eden gerçek dinin varlığını kabul etmediği için dini “halkların afyonu” olarak nitelendirir. Değerler felsefesi alanında materyalist bu görüşün gerçeğe uygun olmayacağı ve sonuçta insanlığı bir çıkmaza sokacağı açıktır. Yine sevgi temelinden ve istisnasız eşitlik ilkesinden yola çıkmayan batıl bir din de değerler felsefesi alanında yanlıştan hareket eden ve kendisi de yanlış olan bir görüştür.
Sevgi, yanlışa yanlış demektir
Tekrar edelim; bu alan zevkler ve renkler alanı değildir. Doğrusu ve yanlışı olabilen bir alandır. İnsanlığın mutluluğuna ve hayrına olmayan bir görüşü yanlış olarak nitelemek sevgi ile bağdaşmayan bir tutum değildir. Tam aksine sevgi sevilenin tehlike karşısında uyarılmasını gerektirir.
Ancak, yanlış görüş sahiplerine karşı da, kendi kasdi seçimleri olmaksızın yanlış görüşe kapılmış iseler, en azından adaletli ve aynı zamanda şefkatli olmak yine sevginin bir tezahürüdür.
Yanlış görüş sahiplerine karşı da, kendi kasdi seçimleri olmaksızın yanlış görüşe kapılmış iseler, en azından adaletli ve aynı zamanda şefkatli olmak yine sevginin bir tezahürüdür.
Evrensel hukuk ve Kur’an-ı Kerim
Evrensel Hukuk (Tabiî Hukuk) ve Kur’an-i Kerim’in de bütün açıklığı ile söz ettiği üzere, 30. Sure (Rum Suresi 22. Ayet), insanların arasındaki dil ve ırk farklılıklarını “Allah’ın eserlerinden” olarak göstermektedir. Yine 49. Sure’de (Hucurat Suresi 13. Ayet) belirtildiği gibi, insanlar birbirleriyle tanışsınlar diye kavim ve kabilelere, soylara, boylara, milletlere, etnik topluluklara ayrılmışlardır, savaşsınlar, dövüşsünler diye değil.
Yine Kur’an-ı Kerim Mümtahina Suresi (60), 8. Ayeti; savaşın tek meşru sebebi yani “casus belli” olarak sadece Tabiî Hukuk anlamında meşru müdafaa belirtilmekte, meşru müdafaa hali yoksa bütün insanlara ve bireylere sevgiden kaynaklanan en yüce ahlak ile davranılması emredilmektedir.
Şu halde kasten veya yeterli bilgi birikimi olmaksızın sahip olunan “cihat” telakkilerinin temelsizliği sadece bu ayet karşısında apaçık ortaya çıkmaktadır. Esasen meşru müdafaa sebebi bulunsa bile sevgiden kaynaklanan gerçek İslam öğretisi asla teröre cevaz vermez.
Meşru sebep olmaksızın bir insan öldüren kimse Tevrat’ta yazıldığı gibi “bütün insanlığı öldürmüş” diğer bir deyişle insanlık suçu işlemi olur.
İslam’da gayenin kutsallığı bahanesi asla vasıtaları meşru kılmaz, meşru vasıtalar da belirtilmiştir ve zulüm hiçbir zaman adalete ulaşmanın vasıtası sayılamaz.
Hz. Peygamber’in en büyük öğrencisi Hz. Ali bütün hayatı boyunca “Makyavelizm” diye nitelenen davranışların en küçüğüne dahi tenezzül etmemiş, insanlığı bu yolda uyarmıştır.
Savaş halinde bile sivillere asla dokunulmaması emredilmişken, terör olayları ile günahsızların zarar görüp mağdur olmasını İslam asla meşru görmez.
Sevgiye dayanan gerçek din insanlığın barışa kavuşmanın temel şartıdır. Evrensel barış için gerekli siyasi ve kültürel şartların sağlanması ancak insanlığın evrensel değerler üzerinde uzlaşması ile olur.
Ekonomik şartlarda eşitlik yine sevgiden kaynaklanan ve Tabiî Hukuk’un en temel ilkesi olan “eşitlik ve hakkaniyet (adalet ilkesi) bilincine varılmadıkça sağlanamaz.
Ekonomik şartlarda eşitlik yine sevgiden kaynaklanan ve Tabiî Hukuk’un en temel ilkesi olan “eşitlik ve hakkaniyet” (adalet ilkesi) bilincine varılmadıkça sağlanamaz.
Gözdeki mertek
Kendilerini İslam düşüncesi dışında gören iyi niyetli insanlar da sadece Müslümanları iç gözleme ve özeleştiriye çağıracak yerde Hz. İsa’nın meşhur sözüne uyarak önce kendi gözlerindeki önyargı ve yanlış tarihi birikim merteğini çıkartmalı, daha sonra Müslüman toplumlara çifte standartsız ve sevgi ile yaklaşmalıdırlar. (Dağdaki Vaaz’daki ifadeyle, “Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği farketmezsin? Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, ‘İzin ver gözündeki çöpü çıkarayım’ dersin? Seni ikiyüzlü!” – Matta İncili, 7: 3-4)
Bu mertek nedir? Mesela, bu merteklerden etkisi hâlâ hissedilen, en tehlikeli ve endişe verici olanlarından birisi, birçok Müslümanın da gözüne saplanmış olan Hungtington’un “Medeniyetler Savaşı” görüşüdür. Bunun ardından da neredeyse 300 yıldan beri gitgide yoğunluk kazanarak devamlı tekrarlanan, İslam’ın medeniyete hiçbir katkısı olmadığı, ateş ve kılıç dini olduğu yanlış görüşüdür. Oysa Haçlı Seferleri sırasında dahi Orta Çağ Hristiyanları o dönemin iletişim imkânsızlıklarının elverişsizliğine rağmen, Müslümanlara böylesine yoğun bir güvensizlik ve kin ile bakmıyorlardı.
Bu yanlış, haksız ve acımasız önyargı bombardımanlarından Musevi ve Hıristiyan çevrelerinin bir an önce vazgeçmeleri gerekmektedir. Zira terörü harekete geçiren sebeplerden başlıcası budur. Bizde bir söz vardır; “Rüzgâr eken, fırtına biçer” denir.
İnsanlık arasında güvensizlik ve kin doğurmaya hizmet edenler, düşman olarak nitelendirdikleri kimselerden korku ve itaat beklemeden önce kendi tutumlarını düzeltmelidirler.
İnsanlık arasında güvensizlik ve kin doğurmaya hizmet edenler, düşman olarak nitelendirdikleri kimselerden korku ve itaat beklemeden önce kendi tutumlarını düzeltmelidirler.
Sağ yanağa vurana sol yanağı çevirmek ama nasıl?
Müslümanlar da bu önyargıları bilinçsiz olarak besleyenlere karşı, meşru olmayan tepkiler gösterecek yerde yine sevgi temelinden ayrılmayarak Kur’an-ı Kerim’in şu buyruğunu unutmamalıdırlar: “İyilik ve kötülük bir olmaz, sen kötülüğe en iyi şekilde karşılık ver, böyle yaparsan en zorlu düşmanın en yakın dostun olabildiğini görürsün.”
Bu buyruk İncil’e abartılı biçimde geçirildiği için uygulanamayan şu ifadenin doğru şeklidir: “Sağ yanağına vurana sol yanağını çevir.”
Bu buyruğu temel aldıklarını söyleyenler böyle yapacak yerde sağ yanağına tokat atanın yalnız kendisini değil, ailesini ve çocuklarını da ve üstelik hiç günahsız kişilerle birlikte yok etmiyorlar mı?
Dünya da bunu bir nev’i cihat olarak alkışlamıyor mu?
Tekrar aynı noktaya dönmeyelim, söylediklerimizi kısaca özetlersek; Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın ve Hz. Peygamber’in tebliğleri arasında fark yoktur. İnsanlık, bu bilince varıp çifte standarttan kurtulmadıkça nihai ve eksiksiz barış, huzur ve mutluluk bir serap gibi görünecektir. Hukuk Devleti, serap veya ütopya değildir. Gerçekleştirilmesini bekleyen bir ilahi öneridir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 23 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.