Günümüz dünyasında, dijital medya ve internetin hızlı gelişimiyle birlikte, yeni medya okuryazarlığı giderek daha fazla önem kazanıyor.
İnternet, sosyal medya platformları, bloglar, podcast’ler, video-görsel içerikler ve daha birçok dijital kaynakla dolup taşıyor. Bu dijital denizde kaybolmamak ve doğru yolu bulmak için yeni medya okuryazarlığına ihtiyaç var. Peki, yeni medya okuryazarlığı gerçekten de dijital dünyada hayatta kalmamızın anahtarı olabilir mi?
Araştırmalar Türkiye’de ortalama internet kullanma süresinin günde 8 saat olduğunu gösteriyor ve nüfusun %88’i internetin kendileri için önemli olduğunu belirtiyor. (We are Social, 2022)
Yani zamanımızın çoğunu dijital ortamlarda geçiriyoruz. Bu zamanın önemli bir kısmı sosyal medya platformları aracılığıyla eğlence, haberlere ya da bilgiye ulaşma, iletişim kurma gibi motivasyonlarla harcıyor.
Peki, bu kadar emek ve zaman harcadığımız bir ortamda var olmaya çalışırken aslında neler olup bittiği hakkında ne kadar doğru bilgiye sahibiz?
Yalnızca sıradan bir “kullanıcı” olarak bu sistemde yer almak, akışa kapılıp gitmemize ve bu araçların beynimizi nasıl etkilediğini fark etmemize neden oluyor.
Bu sebeple nasıl yaşamımızı verimli bir şekilde idame edebilmek ve sosyal bir varlık olarak yaşamak için matematik, fen bilimleri, ekonomi, mantık vb. alanlarda temel bilgilere sahip olmamız gerekiyorsa, dijital dünyada hayatta kalmak için de tek çözüm yolu yeni medya okuryazarlığı…
Dijital okuryazarlık nedir?
Sorumuzun cevabını verdikten sonra yeni medya okuryazarlığı hakkında bir yanlış anlamayı düzeltelim.
Bu beceriler yalnızca teknolojik araçları kullanma yetisine işaret etmiyor. Bu cihazları ve uygulamaları iyi kullanabilmek yeni medya okuryazarlığının yalnızca bir boyutu.
Diğer boyutlarıyla yeni medya okuryazarlığı, sosyal medyadaki yanıltıcı haberlerden kaçınmak, çevrimiçi özel verilerinizi korumak, siber zorbalıkla başa çıkmak, yaratıcı içerikleri değerlendirmek ve dijital etik kurallarına uymak (nefret söylemleri, trollük eylemleri vb.) gibi yetkinlikleri içeriyor.
Bu niteliklerin ortaya çıkması için ise karşılaştığımız bilgiyi ve içerikleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmek, kaynakları sorgulamak ve doğru bilgiyi ayırt edebilmek gerekli.
Peki, neden yeni medya okuryazarlığına bu kadar vurgu yapılıyor? Çünkü bu becerileri içselleştirememek, dezenformasyonlara ve algı oluşturma çabalarına karşı insanları daha savunmasız kılıyor.
Bu durumun hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sorunlar ortaya çıkarma potansiyeli var.
Dolayısıyla yeni medya okuryazarı olmak, bizler gibi vaktinin önemli kısmını dijital ortamda harcayan kullanıcıların sorumluluğunda. Çünkü artık belli oldu ki ne alınan yasal önlemler ne de bu konuda ortaya çıkmış olan sivil inisiyatifler (örn. Haber doğrulama platformları) yeterli olamıyor.
Ayrıca sosyal medya platformlarının sahte haberler, troll organizasyonları, nefret söylemleri ve yanıltıcı reklamlar gibi konularda radikal önlemler almakta çekimser olduğunu da gözlemlemekteyiz.
Zira etik değerlerden ziyade etkileşim üzerinden kazanılan ekonomik geliri önceleyen küresel sosyal medya şirketleri, kullanıcıları bir birey olarak değil ticari kazanç sağlayan bir ürün olarak görüyor. Yani dijital ortamda kullanıcıların insani duyguları etkileşime dönüşüyor ve aslında mutluluk, şefkat, korku, endişe ve merak gibi duygular metalaşıyor.
Yeni medya okuryazarlığı ne değildir?
Toplumsal olarak yaşanan her olumsuzluğun suçlusu olarak medyayı göstermek doğru değil.
Dolayısıyla medyaya saldırmanın, tamamen uzak durmanın, önyargılı şekilde yanlışı ya da kötüyü aramanın yeni medya okuryazarlığı ile bir ilgisi yok.
Bu noktada önemli olan medya içeriklerinin pasif tüketicisi olarak kalmamak için konfor alanından çıkarak, içeriklere eleştirel yaklaşma, dikkatli izleme ve sağlıklı değerlendirme reflekslerini devreye sokmak gerekiyor.
Medya metinlerinin çeşitli ticari ve ideolojik kaygılarla kurgulanarak sunulduğu zaman zaman unutulabiliyor; uzun süre kontrolsüz şekilde içerik tüketilmesi sonucu gerçek yaşam ve kurgusal medya ortamı birbirine karışabiliyor. Medyanın gücü de aslında insanların yaşantıları ve davranışlarını belirleyebilecek etkiye sahip olmasından geliyor. Ayrıca son dönemde yapay zekâ temelli çalışarak görseller, metinler ya da videolar üretebilen teknolojilerin ortaya çıkmasıyla, gerçek ile kurgunun ayırt edilebilmesinin her geçen gün zorlaştığını deneyimliyoruz.
Algoritmalar ve filtre balonları
Yeni medya araçları algoritmalar vasıtasıyla kullanıcılara kişiselleştirilmiş şekilde içerik sunuyor.
Bu kişiselleştirme bir taraftan daha fazla ilgi çekici içerikle muhatap olunmasını sağlarken diğer yandan da kullanıcıları “filtre balonlarına” hapsediyor.
Dijital ortamda farklı bakış açılarından mahrum kalan bireyler, günlük yaşamda da birbirlerinden uzaklaşmaya başlayabilir ve toplumsal kutuplaşma giderek artabilir. Bunun çıktılarını siyasetin kullandığı dilde, televizyon kanallarının tartışma programlarında ve sokak röportajlarında hissedebiliyoruz. Ancak şu da bir gerçek ki; gerçek manada demokratik bir toplumun ortaya çıkabilmesi, insanların hangi farklı ya da karşıt fikirlere maruz kaldığı ölçüde mümkün olabilir.
Lanet mi? Nimet mi?
Yeni medyanın avantajları aynı zamanda bir lanete de dönüşebilir.
Bunu özellikle kriz atmosferlerinde daha net şekilde deneyimleyebiliyoruz.
Örneğin Covid-19 pandemisi sürecinde tüm dünyada hayat evlere sıkışmışken, insanların çalıştıkları işlere ya da aldıkları eğitime kısmen de olsa devam edebilmelerini ya da dört duvar arasında vakit geçirmelerini sağlayan da yeni medya araçlarıydı. Ama aynı dönemde bu araçlar, pandemi ve aşı konusunda inanılmaz derecede komplo teorisi üretilmesine, bilgi kirliliğinin ortaya çıkmasına ve insanların daha da panik yaşamasına sebep oldu. Hatta Dünya Sağlık Örgütü sahte haberlerin bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını “İnfodemi” ifadesi ile kavramsallaştırdı.
Bir diğer örnek olarak geçtiğimiz Şubat ayında ülkemizde gerçekleşen deprem felaketinde yaşananlar gösterilebilir. Telekomünikasyon altyapısının büyük zarar görmesi sonucu göçük altında kalan depremzedelerin Twitter (yeni adıyla X) ve çeşitli sosyal mecralar aracılığı ile yerleri tespit edilmiş ve kurtarılmıştı. Ancak maalesef kimi “ilgi bağımlısı” kullanıcılar da sahte konum paylaşımları ile sanki göçük altındaymış gibi içerik paylaşabildiler. Birçok iyi niyetli insan da bu dezenformasyonu kendi hesaplarından paylaşarak istemeden de olsa sahte içeriklerin yayılmasına alet oldu.
Benzer şekilde sosyal medya üzerinden hayvanseverlerin duygularının manipüle edildiğine ya da hasta çocuklar veya engelliler için sahte yardım kampanyaları düzenlendiğine ve bu şekilde insanların dolandırıldığına şahit olduk.
Yeni medya ortamları bir yandan insanların bir araya gelerek kendi hakları için gündem belirlemesini sağlarken bir yandan da onların duygusal zaaflarından faydalanarak dolandırılmalarına ya da yanlış yönlendirilmelerine neden olabiliyor.
Ukrayna-Rusya veya Filistin-İsrail savaşlarında gördüğümüz gibi yeni medya araçları, ezilen toplumların kendilerini ifade etmelerini ve kamuoyu oluşturmalarını da sağlayabilir. Ancak diğer taraftan İsrail’in yaptığı gibi mevcut savaş suçlarını gizleyerek muhtemel yeni insan hakları ihlallerine de zemin oluşturma amacı taşıyabilir.
Bu örneklerden de anlayabileceğimiz gibi önemli olan bu teknolojileri hangi amaçlarla ve ne kadar faydalı kullanabildiğimiz.
Dijital ortamların sunduğu imkânlardan daha verimli şekilde yararlanmak ve olası tehditlerin farkında olarak kendimizi savunabilmek için biraz daha çaba sarf etmemiz lazım. Bugün bilgiye ulaşma ve değerlendirme yeteneğimiz toplumun nasıl şekilleneceğini de belirleyebilir. Dolayısıyla bu dijital denizde boğulmamak için yeni medya okuryazarlığı yalnızca bireysel bir çaba değil, toplumsal bir gereklilik.
Medya okuryazarlığı eğitimi nasıl olmalı?
Yeni medya okuryazarlığı konusunda toplumsal bir bilincin inşa edilebilmesi için öncelikle eğitim sisteminin her boyutuyla gözden geçirilmesi gerekiyor.
Türkiye’de 2008 yılından bu yana 6., 7. ve 8. sınıflarda medya okuryazarlığı seçmeli ders olarak veriliyor. Ancak dersleri veren eğitmenlerin konuya tam olarak hâkim olmaması ya da yeterli kontenjan olmadığı gerekçesi ile dersin açılamaması da ayrı bir sorun.
Çözümün yol haritası da gayet açık; Yeni medya okuryazarlığı, tüm eğitim düzeylerinde zorunlu ders haline getirilmeli.
Uzman eğitmenlerin yetiştirilmesi için ise İletişim Fakültesi ya da Eğitim Fakültelerinde Medya Okuryazarlığı Öğretmenliği Bölümü oluşturularak buradan mezun olacak gençlerin bu dersleri yürütmeleri sağlanabilir.
Aynı zamanda yeni medya okuryazarlığı eğitimi yalnızca bir ders olarak değil, her dersin altında bir yeni medya okuryazarlığı bölümü olacak şekilde de tasarlanabilir. Örneğin sağlık, tarih, ekonomi vb. derslerde işlenilen konu ile ilgili internet ortamında yanlış bilgilere maruz kalma olasılığı çok yüksektir. Dolayısıyla yanlış bilgi ile karşılaşıldığında nasıl davranılması gerektiğini tüm eğitim sistemine yaymak gerekiyor. Örnek olaylar üzerinden uygulamalı eğitimlerle geçmişte medyanın nasıl kullanıldığı anlatılabilir.
Böylesi bir eğitimin verilmesi için okullarda okutulan dersler tek başına yeterli olmayabilir. Medya kuruluşları, üniversiteler ve kamu kurumlarının birlikte organize edeceği etkinliklerle genç, yaşlı, çocuk ayırt etmeksizin eğitimlerin hayata geçirilmesi de elzem. Zira artık yaşlı nüfus da internet ortamına epeyce vakit ayırıyor. Özellikle çocuklu ailelerin sosyal medyayı bilinçsiz kullanması hem kendilerine hem de çocukların gelişimine yönelik büyük tehdit oluşturabilme potansiyeline sahip.
Teyit platformlarının RTÜK gibi devlet kurumları ve okullarla iş birliği yaparak çeşitli workshoplar ya da etkinlikler gerçekleştirmesi de medya okuryazarlığı konusunda toplumsal farkındalığımızın artmasını sağlayacaktır.
Bu farkındalığın gelişmesi, sosyal medya platformlarının içerik etkileşimini arttırmak amacıyla kullandıkları, insanları yönlendirme gücüne sahip yapay zekâ ve algoritma moderasyonlarının şeffaflaştırılmasını sağlamak için gündem yaratmak, kamuda veri bilincinin oluşturmak adına çok önemli. Algoritmaların çalışma mantığını anlamak kullanıcıların dezenformasyonlara karşı direnmelerine ve teknoloji ile etkileşime girerken kontrolü ellerinde bulundurmaya yardımcı olacaktır.
İnsanlar kimi zaman sosyal medya araçlarını kullanırken ani duygusal tepkiler vererek sonradan pişman olabilecekleri durumlara düşebilirler.
Zaten trol faaliyetleri de insanları tahrik ederek onlara duygusal tepkiler verdirmeyi amaçlar.
Dolayısıyla bu tür paylaşımlar fark edildiğinde etkileşime girmemek gerekir.
Zira troller etkileşimden beslenirler ve aldıkları etkileşimin olumlu olup olmaması mühim değildir. Bu sebeple kullanıcıların sosyal medyada bir içerik paylaşırken anlık duygusal tepkiler vermemeleri, bir dakika da olsa durup düşünüp öyle hareket etmeleri çok önemli.
Siyasetçilere ve medyaya düşen sorumluluk
Yeni medya okuryazarlığının toplum tarafından değer görmesi için siyasetçilerin, medyanın ve internet kullanıcılarının ayrı ayrı sorumlulukları var.
Siyasiler yalnızca kendileri hakkındaki yalan ya da yanlış içeriklere odaklanmamalı. Medya okuryazarlığı becerisinin eksik olduğu bir ortam, topluma fayda sağlamak isteyen hiçbir girişim için uygun değil. Siyasetçiler yeni medya üzerinden kitleler ile iletişime girerken sorumlulukla hareket ederek, toplumsal kutuplaşmaya neden olmamaya ve siyaset kurumuna olan güven duygusuna zarar vermemeye dikkat etmeli.
Siyasetçilerin yanı sıra internette haber içerikleri üretenler etkileşim alma uğruna habercilik ilkelerinden taviz vermemeli.
Özellikle “clickbate” (tık tuzağı) başlıklarla hazırlanan içerikler çoğu zaman yanıltıcı olabiliyor.
Medyanın asıl kaygısı haberin alacağı etkileşimden ziyade haberin niteliği hakkında olmalı. Ucuz haberler kolay üretilip, gelir sağlasa da uzun vadede haber üreticilerine duyulan güveni zedeliyor.
Sahte haberlerden en çok zarar gören aktör toplumun bizzat kendisi olduğu için haber tüketicileri de aynı şekilde kendi eylemlerini sorgulamalı.
Kullanıcılar ilk görev olarak yankı odalarını terk etmek için çaba göstermeye başlamalı. Sosyal medyada bir konu hakkında sansasyonel açıklamalarda bulunan ve kendi ideolojilerine saplanmış insanlardan ziyade, akl-ı selim ile davranan insanları takip etmeye çalışmak önemli.
Bunun yanı sıra aynı fikirde olunmayan insanların ne söylediklerini başkalarından duymaktansa o insanların gerçekte ne söylediğine birincil kaynaklardan bakmak farklı kesimlerin şeytanlaştırılmasını engeller.
Ayrıca kullanıcılar kendi inandıkları söylemlere de inanmadıkları söylemler kadar şüpheci yaklaşmalı. Hatta bir içeriği okurken farklı bir görüşe sahipmiş gibi düşünerek okumak ve görüşlerin değişip değişmediğini sorgulamak bu konuda yardımcı olabilir. Bu gerçekten zor gibi gözükebilir, ancak başarabilen kullanıcılar gerçekleri görebilme konusunda kendini tam anlamıyla geliştirebilir.
Yasal önlemler yeterli olur mu?
18 Ekim 2022’de Resmî Gazete’de yayınlanan 7418 no’lu Basın Kanunu’nda bazı düzenlemeler gerçekleştirildi.
Kamuoyunda “Sosyal Medya Yasası” olarak bilinen kanun gereğince internet haber siteleri Basın Kanunu kapsamına alınarak yasal zemine oturtulmuş ve bu kuruluşlarda çalışan personeller de basın kartı alma hakkına kavuştu.
Bunun yanı sıra çocukların korunmasına ilişkin de pek çok önlem alındı, dezenformasyon ürettiği tespit edilen hesapların içeriklerin ilgili siteden ya da platformdan kaldırılması mümkün hale geldi.
Söz konusu yasanın en önemli maddelerinden birisi de sosyal medya platformlarının Türkiye’de ofis açma ve temsilci bulundurma zorunluluğu getirmesi. Böylelikle sosyal medya platformlarının denetlenebilirliği ve hesap verebilirliği sağlandı.
Yasanın kamuoyunda en çok tartışılan tarafı ise Türk Ceza Kanunu’na eklenen “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun tanımlanması hususu.
Bu yasayı ihlalde bulunan kişiler 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabiliyor. Yasada belirtildiği üzere ülke güvenliğini ve kamu sağlığını ilgilendiren, halk arasında korku ve endişe oluşturma amacı taşıyan ve kamu barışını bozmaya yönelik sahte içerikler üretenlerin cezalandırılması, daha huzurlu bir internet ortamı için zaruri. Ancak burada önemli olan; yasayı uygulayanların üretilen dezenformasyonların kimin işine yaradığına bakmaksızın özgürce karar verebilecekleri bir atmosferin sağlanması. Aksi takdirde bu yasanın, gücü elinde bulunduranlar için kendi çıkarlarını koruma amaçlı kullanacakları bir enstrümana dönüşme potansiyeli vardır ki bu durum demokratik toplum açısından son derece sakıncalı.
Ayrıca medyaya bu denli maruz kalan bir toplumun eleştirel düşünme becerilerinin geliştirilmediği takdirde, alınan yasal önlemlerin de pek bir anlamı olmayacağı da çok belli.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 1 Kasım 2023’te yayımlanmıştır.