“Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinde zaman hep başroldedir. Bir şiirinde “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” diyen Tanpınar, filozof Henri Bergson’un “süre” kavramından ilhamla okurlarını akıp giden zamanda kaybolmak yerine yaşanmışlıklara, deneyimlere odaklanmaya davet eder.
Peki, 21’inci yüzyılda insanın delice akan zamanın ne içinde ne dışında kalması mümkün mü? Finlandiya’daki Turku Üniversitesi’nde Biyoçeşitlilik Birimi’nde Biyoçeşitlilik ve Sürdürülebilir Gelecek alanında çalışan Yrd. Doç. Ricardo Correia, The Conversation’da yayınlanan makalesinde çeşitli araştırmalara dayanarak insanların doğada zaman geçirmeye daha fazla vakit ayırıp zamanı hiç değilse yavaşlatabileceğini söylüyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
Modern zaman, hafta hafta akıyor
“Rekabetin giderek arttığı bir dünyada zaman çok önemli. Üretkenlik ve tam zamanında yetişme kavramları çağdaş yaşam tarzlarını baş döndürücü, bazen de bunaltıcı bir hıza ulaştırdı ve teknolojiye olan bağımlılığımız da buna pek yardımcı olmuyor. Saat, yaşamın temposuna hükmetmeye başladıkça zamanın kendisi de giderek kısalıyor gibi görünüyor. Bu durum özellikle saatlerin, günlerin ve hatta haftaların bir anda geçip gittiği büyük şehirler için geçerli.
Gerçekten de giderek artan sayıda insan sürekli olarak zaman darlığı hissettiğini bildiriyor. Bu tür “zaman kıtlığı” duygusu, zamanın insanlar tarafından hem nasıl kullanıldığı hem de nasıl algılandığından kaynaklanıyor. Uzun çalışma saatleri kaçınılmaz olarak insanların diğer faaliyetler için ayırabilecekleri zamanı kısıtlıyor. Ancak gürültülü, dinamik ve kalabalık kentsel ortamlarda tempolu yaşam tarzları sürmek zihinsel olarak yorucu ve bu da zamanı nasıl algıladığımızı etkileyebiliyor.
Yakın tarihli bir yayında, doğa deneyimlerinin, çağdaş kentsel yaşam tarzlarının neden olduğu ve giderek yaygınlaşan zaman kıtlığı hissine potansiyel bir çözüm sunduğunu öne sürmüştüm. Bu, son derece öznel olan ve kendimizi kaptırdığımız deneyimler ve ortamlar tarafından şekillendirilen insan zaman algısının benzersiz doğasından kaynaklanıyor.
İnsan zamanı nasıl algılıyor?
İnsanın zaman algısı, üç temel boyuttan oluşur. Bunlardan biri zamansal ardışıklıktır, yani farklı olayların sırasını ve örtüşmesini algılama şeklimizdir. Örneğin, bir elektrik düğmesine basmak ve ışığın yanması eş zamanlı olaylar gibi görünebilir, ancak bunların gerçekleşme sırasını algılama kapasitemiz vardır ve bu da etrafımızdaki dünyayı anlamlandırmamıza yardımcı olur.
Bir diğer boyut ise zaman dilimidir ya da bir olayın süresini nasıl algıladığımız ve tahmin ettiğimizdir. Örneğin vergi dairesinde geçirilen bir öğleden sonra sonsuza kadar sürüyormuş gibi görünebilirken, arkadaşlarla geçirilen aynı süre kısa ve hızlı görünebilir. “Zaman durdu” ya da “eğlenirken zaman uçup gidiyor” gibi popüler ifadeler, zamansal süreye ilişkin incelikli algımızı yansıtır.
Üçüncü boyut zamansal perspektif olarak adlandırılır ve geçmişi, bugünü ve geleceği nasıl değerlendirdiğimizi ifade eder. İnsanlar zihinsel olarak “zaman yolculuğu” yapma ve geçmiş, şimdiki zaman ve geleceğin temsillerine odaklanma konusunda eşsiz bir kapasiteye sahip. Çoğu insan ya geçmişe ya da geleceğe odaklanarak belirli perspektiflere doğru doğal bir eğilim gösterir, ancak dengeli ve dinamik bir zaman perspektifini korumak ruhsal sağlığın bir işaretidir.
Dostlarla sohbette zaman akar gider, ama diş dolgusu bitmek bilmez
Bu boyutlar birlikte insanların zamanı anlamlandırmasına yardımcı olur. Ancak, bunları algılama şeklimiz kendi özelliklerimizden, çevremizde olup bitenlerden ve belirli bir zaman diliminde yaptıklarımızdan derinden etkilenebilir.
Örneğin, iş dikkatimizi çektiğinde, trafikte sıkışıp kaldığımızda ya da kendimizi dişçi koltuğunda acı verici bir işlemden geçerken bulduğumuzda zaman algımız büyük ölçüde değişir. Bunun aksine, doğa deneyimleri zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak onarıcı olabilir ve bu da zaman algımıza yansır.
Doğa deneyimleri insanın zaman algısını nasıl düzenler?
Psikolojik deneylerden elde edilen kanıtlar, doğal çevrenin insanın zaman algısı üzerinde en az iki şekilde olumlu bir etkiye sahip olabileceğini gösteriyor. Bir deneyde katılımcılar, bu deneyimin kendi bildirdikleri rahatlama ve zamansal yönelimlerini nasıl etkilediğini değerlendirmek amacıyla iç ve dış mekânlarda kısa bir süre (altı buçuk dakika) sessizliğe maruz bırakıldı. Katılımcılar, doğal bir ortamda bir süre sessiz kaldıktan sonra şimdiki zaman yönelimlerinin arttığını ve geçmiş yönelimlerinin azaldığını bildirdi. Yazarlar, gözlemlenen farklılıkların doğal ortamlara maruz kalmanın neden olduğu olumlu duygusal değişikliklerden veya artan farkındalık duygusundan kaynaklanabileceğini öne sürüyor.
Farkındalık, şimdiki zamanda olma hissi ve çevrenin artan bilinciyle tanımlanır. Son araştırmalar bilinçli farkındalık uygulamalarının doğal ortamlarda dikkati geri kazanma becerileriyle birleştirilmesinin psikolojik işleyişi iyileştirmeye katkıda bulunduğunu gösteriyor. Bu nedenle, doğanın dikkat kapasitesi üzerindeki onarıcı etkilerinin zamansal perspektifte bildirilen kaymaya da katkıda bulunabileceği düşünülebilir.
Bir başka çalışmada, benzer uzunluktaki bir şehir yürüyüşüne kıyasla doğada 90 dakikalık bir yürüyüşün kendi kendine bildirilen ruminasyon[1] üzerindeki etkileri değerlendirildi. Ruminasyon, geçmişin olumsuz yönlerine zamansal olarak odaklanma ve dolayısıyla olumsuz bir geçmiş perspektifi ile güçlü bir şekilde bağlantılıdır. Araştırmacılara göre, doğa yürüyüşü şehir yürüyüşüne kıyasla ruminasyonu önemli ölçüde azaltıyor. Gözlemlenen değişikliklerin ardında yattığı öne sürülen mekanizmalar yukarıda tartışılanlarla aynıdır ve doğada zaman geçirirken duygusal değişiklikleri ve bilişsel kapasitenin restorasyonunu içerir.
Doğa dürtüleri de dizginliyor
İki laboratuvar deneyi ve bir saha testini içeren birleşik bir çalışmanın sonuçları da doğaya maruz kalmanın şimdiki ve gelecek zaman perspektiflerini dengelemeye yardımcı olabileceğini belirledi. Laboratuvar çalışmasındaki katılımcılara, mevcut malların veya faydaların gelecektekilere tercih edilme derecesini test eden bir zamansal indirim oyununu tamamlamadan önce doğal veya kentsel ortamların fotoğrafları gösterildi. Saha deneyine katılanlardan, zamansal iskonto oyununa[2] katılmadan önce doğal ya da kentsel bir ortamda 5 dakikalık bir yürüyüşü tamamlamaları istendi. Çalışma, her üç durumda da doğa ortamına maruz kalan katılımcıların geleceği daha fazla önemsediğini ve şimdiki zamanın hazlarını göz ardı etmeye daha yatkın hale geldiklerini gösterdi.
Araştırmalar ayrıca doğal ortamlara maruz kalmanın zamansal perspektifleri değiştirerek dürtüsel davranışları azaltabileceğini de gösteriyor. Bir çalışma, katılımcılar sadece görsel olarak farklı ortamlara maruz kalırken, doğal görüntülere maruz kalanların dürtüsel davranışlar gösterme olasılığının, kentsel veya geometrik (kontrol) görüntülere maruz kalan katılımcılara göre daha düşük olduğunu gösterdi. Bu çalışmalar, doğa deneyimlerinin, en azından anlık olarak, zamansal odakta bir değişimi kolaylaştırabileceğine dair ikna edici kanıtlar sunuyor.
Doğaya kucak açmak esenliği artırıyor
Doğa deneyimlerinden kaynaklanan öznel zaman algısındaki değişiklikler, muhtemelen insan sağlığı ve refahı üzerinde olumlu bir etki yaratıyor. Modern yaşam tarzları büyük ölçüde ‘mekanik zaman’ yani program ve saat tarafından tanımlanan zaman tarafından yönlendiriliyor ve verimlilik kavramları tarafından düzenleniyor. Verimliliğe bu şekilde odaklanılması, zamanın sembolik değerinde bir kaymaya neden oluyor ve toplumların zamanı nasıl yapılandırdığı ve kullandığı üzerinde önemli sonuçlar doğuruyor.
Gerçekten de, çağdaş sosyal yaşamdaki temel değişikliklerden biri, teknolojik değişimin dinlenme zamanını artırması beklentisine rağmen gerçekleşen yaşam hızının artmasıdır. Bu durum özellikle yüksek nüfus yoğunluğuna sahip büyük kentsel çevreler için geçerli, çünkü çeşitli kültürel bağlamlarda bu tür koşullarda yaşam hızının arttığına dair uzun süredir kanıtlar bulunuyor.
İnsan nüfusunun büyük metropollere devam eden göçünün önemli sonuçlarından biri, doğal ritimlerden giderek uzaklaşılmasına ve yaygın ‘zaman kıtlığı’ hissine katkıda bulunan kentsel yaşamın artan hızıdır. Bu algılanan zaman baskısının fiziksel ve ruhsal sağlık üzerindeki olumsuz sonuçları giderek daha fazla kabul görüyor. Geçmişe ve bugüne dair hazcı veya kaderci görüşlere dar bir odaklanma, örneğin madde kullanımı, riskli araç kullanımı ve hatta intihar dahil olmak üzere çok çeşitli riskli davranışlarla ilişkilidir.
Bazı araştırmacılar, doğayı deneyimlemenin neden olduğu zaman algısındaki değişikliklerin, kentlilerde hâkim olan zaman baskısına ve bununla ilişkili sağlık sonuçlarına karşı koymaya yardımcı olabileceğini öne sürüyor.
Doğa ile daha içi içe kentler ihtiyaç var
Kentsel yaşam tarzlarını karakterize eden hızlı tempo da zaman perspektifinde bir kaymaya neden olabilir. Doğada zaman dilimlerini deneyimlemek, şimdiki zamana dair daha olumlu bir bakış açısına neden olabilir ve dengeli bir zaman perspektifinin temel bir özelliği olarak kabul edilen geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek zamansal çerçeveler arasındaki akışı kolaylaştırabilir. Dolayısıyla bu tür deneyimler, daha olumlu ve dengeli bir zaman perspektifini teşvik ederek insan sağlığı ve refahı üzerinde belirleyici ve olumlu bir role sahip olabilir.
Sonuç olarak, doğaya dalmanın öznel zaman deneyimimizi nasıl etkilediğine dair daha iyi bir anlayış geliştirmek, doğanın tedavi edici faydalarına dair kavrayışımızı genişletebilir ve kentsel tasarım, ulaşım planlaması ve modern günlük yaşamları etkileyen diğer alanlar için uygulanabilir kavrayışlar sağlayabilir. Bu tür içgörüler, zaman ve doğa ile bozulan ilişkimizi onarmaya yardımcı olarak, şimdi ve gelecekte insan sağlığını ve refahını iyileştirmek için etkili olabilir.”
Bu yazı ilk kez 25 Mart 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Bir konu üzerine uzun uzun ve takıntılı biçimde düşünme. (Çevirmenin notu)
[2] Deneklerin mevcut kazanımları veya faydaları gelecekteki kazanımlar veya faydalar karşısındaki tercihlerini değerlendirmek için başvurulan bir deney. (Çev. n.)