Sosyal yardım: “Vermek” ile “paylaşmak” arasındaki fark

Sosyal yardımlar hangi ilkelere göre düzenlenmeli? Depremden sonra sosyal yardımların ve dayanışmanın sürekliliği nasıl sağlanabilir? Mahremiyet odaklı yardım nasıl olmalı? Dr. Nergis Dama yazdı.

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen deprem, hepimizin hayatını depremden önce ve depremden sonra iki zaman dilimi şeklinde ayırdı. 11 ilde yaklaşık 14 milyon insanın etkilendiği, vefat sayısının 40 bini aştığı depremin anlaşılmasının yanı sıra sonuçlarına dayanmanın da oldukça zor olduğu bir süreç yaşıyoruz. Dayanma gücünü arttıracak ve yeniden başlamayı sağlayacak olan ise dayanışma duygumuz. Depremin ilk gününden başlayarak bölgeye tabir-i caizse yağan yardımlar, toplumun yardımlaşma duygusunun kutuplaşma iddialarına rağmen hâlâ çok güçlü olduğunu gösteriyor. Fakat sosyal yardımlarda vermek ile paylaşmak arasındaki farkı gözetmek zorundayız.

Yardım, “muhtaç, ihtiyaç duyan” kişiyle kendi sosyal ve ekonomik varlığının paylaşılması demek. Ancak “paylaşmaktan” “vermeyi veya bahşetmeyi anladığımız takdirde dayanışmadan değil, hiyerarşik bir ilişkiden bahsediyoruz demektir. Bu durumun sürdürülebilir olması mümkün olmadığı gibi yardımın bireysel ve toplumsal faydasının da azalması riskini beraberinde getirir.

“İkinci el eşya lütfen göndermeyin”

Deprem, sel, heyelan, vb. afetlerde öncelikli olarak kişinin güvenliğinin sağlanması gerekir. Can güvenliğinden sonra ise temel ihtiyaçların karşılanması aşaması başlar. Tam bu noktada sosyal koruma sistemindeki acil ve kısa dönemli müdahale aracı olarak sosyal yardımlara başvurulur. Barınma ve gıda ihtiyacının karşılanması, afet sonrasındaki başlıca yardım kalemlerini oluşturur. Ancak yardımın “vermek” anlayışına göre şekillenmesi hem barınma hem gıda yardımını niceliksel olarak karşılansa bile niteliksel olarak standardın altında kalmasına sebep oluyor.

Kahramanmaraş merkezli depremden etkilenen illere ulaşan ilk yardımlardan sonra ilgili kurum ve kuruluşların “İkinci el eşya lütfen göndermeyin” çağrısı tam da bu niteliğin yansımasıdır. Çünkü buradaki “yardım” genel olarak giyilmeyen, eskimiş kıyafetlerin verilmesi pratiğinde gerçekleşiyor. Aslında “yardım” adı altında evimizde yer açmak için, ihtiyacı olan kişinin muhtaçlığını ortadan kaldırmayan aksine kendi ihtiyacımız olan alanın açılması için dolap düzenlemesinden söz ediyoruz. Dolayısıyla bu yardım, bir dayanışmadan ziyade kendi ihtiyacımızı karşılayan bir çabanın tezahürü, üstelik yardım ettik diye, vicdan rahatlığını da beraberinde getiriyor. Depremden sonraki ilk iki haftada görülen kıyafet yardımlarının bir kısmı, bu alışılageldik pratiğimizin devam ettiğini gösterdi, ama asıl ihtiyaç duyulan kışlık kıyafet, bot, iç çamaşırı taleplerini de tam olarak karşılamadı.

Barınma yardımının niteliği

Barınma yardımında ise mevcut durumda çadır, konteynır ihtiyacının devam ettiğini görüyoruz. Bireysel yardımlarda bir evden çadır gönderilmesi çok alışılagelmiş bir yardım türü değil. Ayrıca evlerdeki çadırlar genelde oyun veya kamp çadırları niteliğinde. Oysa barınma için kullanılacak çadırda soba kurulabilmesi, belirli oda tarzında bölümlerinin olması, yatak konulabilmesi, tabanının tahta veya beton desteklerle kaplanması gibi özelliklerin olması gerekiyor.

Çadırın yardım aracı olarak arz edilme oranı düşük iken, çadır talebi mevcut şartlardan dolayı oldukça yüksek. Çadır gönderilemediği durumda yardım yapmak isteyenler “çadır alma” koşuluyla nakdi yardım yapabilir. Böylelikle hem uygun özellikte çadırlar ihtiyaç sahiplerine ulaşabilir hem de yardım “dayanışma” duygusuyla gerçekleşir.

Barınmanın yalnızca başını sokacak bir yer olarak algılanması ise, yardımın niteliğiyle ilgili soruları yine karşımıza çıkarıyor. Çadırların ısınması, yani soba veya ısıtıcıların yer alması, evde olduğu gibi oda şeklinde yani insanın önemli ihtiyaçlarından biri olan mahremiyeti sağlayacak şekilde dizaynı, barınma yardımının niteliğini arttırır.

Kırılganlık seviyesine göre önceliklendirme

Barınmayla ilgili diğer bir mesele, kalıcı konutlara geçiş için en az bir yıllık sürenin beklenmesi zorunluğu. Bu zorunluluk, çadır kent olarak isimlendirilen yerleşim alanlarında barınma niteliğinin sürekliliğinin sağlanması anlamına geliyor. Özelikle kadın ve kız çocuklar için güvenliğin ve mahremiyetin büyük ölçüde azaldığı bu tip yerleşim yerlerinde koruma sisteminin güçlendirilmesini gerekiyor.

Konteynır yapılarına geçişte öncelikler hane yapısına göre belirlenmeli. Yalnız ve çocukları olan kadınlar, engelli çocuğu olan kadınlar ve aileler, bakıma muhtaç yaşlıların olduğu aileler, kırılganlık seviyesine göre öncelikli olarak konut ve konteynır imkânlarından faydalanmalıdır. Aksi durumda, farklı sorunlarla karşılaşabileceğimizi, ne yazık ki kırılganlığın ve korunmasızlığın arttığı bir süreçte suç oluşturan suiistimal veya istismar vakalarının yaşanabileceği göz ardı edilmemelidir.

Sosyal yardımlarla ilgili üzerinde durulması gereken konulardan birisi barınma yardımındaki mahremiyetin yanı sıra çocuk ve kadınların yardımlara erişiminde de mahremiyet odaklı bir hizmet sunumunun gerekliliğidir. Özellikle kadınlar için tuvalete gitme, giyinme ve hijyen konuları, mahremiyet duygusu bakımından zorlayıcı olabilir.

Muhtaçlık durumu, sadece temel ihtiyaç veya ekonomik temelli olarak değerlendirilmemelidir. Deprem öncesinde kendi özel alanına sahiplik duygusu, deprem sonrasında da talep edilen bir ihtiyaçtır. Özellikle hijyen paketlerinin dağıtımında “talep” odaklı olmaktan ziyade “arz” odaklı bir yaklaşım, kadınların mahremiyet duygusunun ihlal edilmesini önleyecektir.

Hijyen maddelerinin ihtiyacının yanı sıra kadınlar için talep edilen diğer bir yardım materyali kadın iç çamaşırıdır. Bu ihtiyacın depremden etkilenen vatandaşlar tarafından dile getirilmesi zor olabilir. Bu çekinceyi eleştirmekten ziyade, mahremiyetini koruma adına sosyal yardımların tasarlanması ve sunulması gerekir.

Önce kadınlar ve çocuklar

Deprem öncesinde Türkiye’de barınma, gıda, eğitim, sağlık, istihdam, afet ve acil durumlar gibi farklı başlıklarda 53 farklı sosyal yardım uygulaması vardı. Bu yardımlarda başlıca hedef kitle kadınlar ve çocuklardı. Böyle bir hedefleme mekanizmasının yapılması rastgele bir seçimle ilgili değil. Çocuk ve kadınların özellikleri, fiziksel, sözlü veya psikolojik şiddete maruz kalma riskinin yüksek olması, sosyal koruma sisteminde kadın ve çocuklar için daha fazla alanın açılmasını gerektiriyor.

Savaş, afet ve kriz durumlarında da önce kadınlar ve çocuklar koruma altına alınır. Çünkü bu gruba yönelik sosyal ve ekonomik destekler, uzun dönemde güçlü bir toplumun oluşmasının temelidir.

Depremin ilk 21 gününü geride bırakırken, sosyal yardımların tek tip olarak, günü kurtarmak adına, sadece barınma ve gıda odaklı değil, gerçek manasıyla bireyin yeniden toplum içinde kendi yeterliliğini sağlama amacının benimseyerek verilmesi elzem.

Çocuklar ve kadınlar ise yeterliliğin sağlanmasında toplumun en önemli aktörü. Dolayısıyla sosyal yardımların ihtiyaç odaklı, sürdürülebilir, mahremiyete uygun ve kalıcı bir iyileşmeye hizmet etmesi, büyük bir kaybın yaralarını sararken bu kaybın daha da artmasını önleyebilir.

Sosyal yardımların sürekliliği

Sosyal yardımların geçici bir çözümden ziyade, bireyin yeniden kendi başına yeterliliğini sağlayacak şekilde verilebilmesi, bu yardımların devamlılığını da zorunlu kılıyor. 11 şehrin yeniden inşa edilmesi ve şehir sakinlerinin ekonomik ve sosyal hayata katılımı, ancak ve ancak sosyal yardımların sürekliliğiyle mümkün.

Deprem sonrasında Türkiye’deki yardım alışkanlığına dar ümit veren yoğunluğun hız kesmeden devam etmesi gerekli. Çünkü uzun zaman isteyen ve akla gelebilecek her eşyanın ve hizmetin “yokluğu” gerçeğiyle yardım faaliyetlerini sürdürmeliyiz. Nasıl ki bir üniversite öğrencisi lisans eğitimine başladığı zaman 4 yıllık bir dönem için eğitim desteği veriliyorsa, 11 şehir yeniden inşa edilene kadar ve hayat “normal”e yaklaşana kadar yardımların da devam etmesi gerekiyor.

Kahramanmaraş depremi sonrasında normale dönüş için uzun bir zamana ihtiyaç olduğu gerçeğini dikkate alarak, kısa dönemde şahit olduğumuz yardım seferberliğini uzun dönemde yardım alışkanlığına dönüştürmeliyiz.

Son olarak, yardım insani bir değer olmanın yanı sıra, paylaşmaktan ziyade alma-verme ilişkisi üzerinde kurgulandığı için suiistimal edilmeye de oldukça açık. Son yıllarda “kimsenin kimseye el uzatmadığı”, bunun sebebinin de güvensizlik olduğuna dair neredeyse ortak bir kabul vardı. Deprem sonrasındaki yardım isteği, bu kabulün geçersiz olduğunu gösterdi.

Yardımlaşma ve muhtaç olanla sahip olduklarımızı paylaşma alışkanlığının yeniden kazanılabilmesi için yardımların devamlılığı, toplumsal dayanışmanın kalıcılığını ve güçlü olmasını da sağlayacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Nergis Dama
Nergis Dama
Dr. Nergis Dama - 2008 yılında Kocaeli Üniversitesi Matematik Bölümü’nden lisans, 2012 yılında ekonomi dalında yüksek lisans derecesini aldı. 2016’da Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Politika Anabilim Dalı’nda “Türkiye’de Sosyal Yardımların Sosyal Refah Üzerindeki Etkisi” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Halen Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü’nde öğretim üyesi olan Dr. Nergis Dama sosyoekonomik eşitsizlikler, refah politikaları, istihdam ve gelir eşitsizliği konularında çalışmalarını sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sosyal yardım: “Vermek” ile “paylaşmak” arasındaki fark

Sosyal yardımlar hangi ilkelere göre düzenlenmeli? Depremden sonra sosyal yardımların ve dayanışmanın sürekliliği nasıl sağlanabilir? Mahremiyet odaklı yardım nasıl olmalı? Dr. Nergis Dama yazdı.

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen deprem, hepimizin hayatını depremden önce ve depremden sonra iki zaman dilimi şeklinde ayırdı. 11 ilde yaklaşık 14 milyon insanın etkilendiği, vefat sayısının 40 bini aştığı depremin anlaşılmasının yanı sıra sonuçlarına dayanmanın da oldukça zor olduğu bir süreç yaşıyoruz. Dayanma gücünü arttıracak ve yeniden başlamayı sağlayacak olan ise dayanışma duygumuz. Depremin ilk gününden başlayarak bölgeye tabir-i caizse yağan yardımlar, toplumun yardımlaşma duygusunun kutuplaşma iddialarına rağmen hâlâ çok güçlü olduğunu gösteriyor. Fakat sosyal yardımlarda vermek ile paylaşmak arasındaki farkı gözetmek zorundayız.

Yardım, “muhtaç, ihtiyaç duyan” kişiyle kendi sosyal ve ekonomik varlığının paylaşılması demek. Ancak “paylaşmaktan” “vermeyi veya bahşetmeyi anladığımız takdirde dayanışmadan değil, hiyerarşik bir ilişkiden bahsediyoruz demektir. Bu durumun sürdürülebilir olması mümkün olmadığı gibi yardımın bireysel ve toplumsal faydasının da azalması riskini beraberinde getirir.

“İkinci el eşya lütfen göndermeyin”

Deprem, sel, heyelan, vb. afetlerde öncelikli olarak kişinin güvenliğinin sağlanması gerekir. Can güvenliğinden sonra ise temel ihtiyaçların karşılanması aşaması başlar. Tam bu noktada sosyal koruma sistemindeki acil ve kısa dönemli müdahale aracı olarak sosyal yardımlara başvurulur. Barınma ve gıda ihtiyacının karşılanması, afet sonrasındaki başlıca yardım kalemlerini oluşturur. Ancak yardımın “vermek” anlayışına göre şekillenmesi hem barınma hem gıda yardımını niceliksel olarak karşılansa bile niteliksel olarak standardın altında kalmasına sebep oluyor.

Kahramanmaraş merkezli depremden etkilenen illere ulaşan ilk yardımlardan sonra ilgili kurum ve kuruluşların “İkinci el eşya lütfen göndermeyin” çağrısı tam da bu niteliğin yansımasıdır. Çünkü buradaki “yardım” genel olarak giyilmeyen, eskimiş kıyafetlerin verilmesi pratiğinde gerçekleşiyor. Aslında “yardım” adı altında evimizde yer açmak için, ihtiyacı olan kişinin muhtaçlığını ortadan kaldırmayan aksine kendi ihtiyacımız olan alanın açılması için dolap düzenlemesinden söz ediyoruz. Dolayısıyla bu yardım, bir dayanışmadan ziyade kendi ihtiyacımızı karşılayan bir çabanın tezahürü, üstelik yardım ettik diye, vicdan rahatlığını da beraberinde getiriyor. Depremden sonraki ilk iki haftada görülen kıyafet yardımlarının bir kısmı, bu alışılageldik pratiğimizin devam ettiğini gösterdi, ama asıl ihtiyaç duyulan kışlık kıyafet, bot, iç çamaşırı taleplerini de tam olarak karşılamadı.

Barınma yardımının niteliği

Barınma yardımında ise mevcut durumda çadır, konteynır ihtiyacının devam ettiğini görüyoruz. Bireysel yardımlarda bir evden çadır gönderilmesi çok alışılagelmiş bir yardım türü değil. Ayrıca evlerdeki çadırlar genelde oyun veya kamp çadırları niteliğinde. Oysa barınma için kullanılacak çadırda soba kurulabilmesi, belirli oda tarzında bölümlerinin olması, yatak konulabilmesi, tabanının tahta veya beton desteklerle kaplanması gibi özelliklerin olması gerekiyor.

Çadırın yardım aracı olarak arz edilme oranı düşük iken, çadır talebi mevcut şartlardan dolayı oldukça yüksek. Çadır gönderilemediği durumda yardım yapmak isteyenler “çadır alma” koşuluyla nakdi yardım yapabilir. Böylelikle hem uygun özellikte çadırlar ihtiyaç sahiplerine ulaşabilir hem de yardım “dayanışma” duygusuyla gerçekleşir.

Barınmanın yalnızca başını sokacak bir yer olarak algılanması ise, yardımın niteliğiyle ilgili soruları yine karşımıza çıkarıyor. Çadırların ısınması, yani soba veya ısıtıcıların yer alması, evde olduğu gibi oda şeklinde yani insanın önemli ihtiyaçlarından biri olan mahremiyeti sağlayacak şekilde dizaynı, barınma yardımının niteliğini arttırır.

Kırılganlık seviyesine göre önceliklendirme

Barınmayla ilgili diğer bir mesele, kalıcı konutlara geçiş için en az bir yıllık sürenin beklenmesi zorunluğu. Bu zorunluluk, çadır kent olarak isimlendirilen yerleşim alanlarında barınma niteliğinin sürekliliğinin sağlanması anlamına geliyor. Özelikle kadın ve kız çocuklar için güvenliğin ve mahremiyetin büyük ölçüde azaldığı bu tip yerleşim yerlerinde koruma sisteminin güçlendirilmesini gerekiyor.

Konteynır yapılarına geçişte öncelikler hane yapısına göre belirlenmeli. Yalnız ve çocukları olan kadınlar, engelli çocuğu olan kadınlar ve aileler, bakıma muhtaç yaşlıların olduğu aileler, kırılganlık seviyesine göre öncelikli olarak konut ve konteynır imkânlarından faydalanmalıdır. Aksi durumda, farklı sorunlarla karşılaşabileceğimizi, ne yazık ki kırılganlığın ve korunmasızlığın arttığı bir süreçte suç oluşturan suiistimal veya istismar vakalarının yaşanabileceği göz ardı edilmemelidir.

Sosyal yardımlarla ilgili üzerinde durulması gereken konulardan birisi barınma yardımındaki mahremiyetin yanı sıra çocuk ve kadınların yardımlara erişiminde de mahremiyet odaklı bir hizmet sunumunun gerekliliğidir. Özellikle kadınlar için tuvalete gitme, giyinme ve hijyen konuları, mahremiyet duygusu bakımından zorlayıcı olabilir.

Muhtaçlık durumu, sadece temel ihtiyaç veya ekonomik temelli olarak değerlendirilmemelidir. Deprem öncesinde kendi özel alanına sahiplik duygusu, deprem sonrasında da talep edilen bir ihtiyaçtır. Özellikle hijyen paketlerinin dağıtımında “talep” odaklı olmaktan ziyade “arz” odaklı bir yaklaşım, kadınların mahremiyet duygusunun ihlal edilmesini önleyecektir.

Hijyen maddelerinin ihtiyacının yanı sıra kadınlar için talep edilen diğer bir yardım materyali kadın iç çamaşırıdır. Bu ihtiyacın depremden etkilenen vatandaşlar tarafından dile getirilmesi zor olabilir. Bu çekinceyi eleştirmekten ziyade, mahremiyetini koruma adına sosyal yardımların tasarlanması ve sunulması gerekir.

Önce kadınlar ve çocuklar

Deprem öncesinde Türkiye’de barınma, gıda, eğitim, sağlık, istihdam, afet ve acil durumlar gibi farklı başlıklarda 53 farklı sosyal yardım uygulaması vardı. Bu yardımlarda başlıca hedef kitle kadınlar ve çocuklardı. Böyle bir hedefleme mekanizmasının yapılması rastgele bir seçimle ilgili değil. Çocuk ve kadınların özellikleri, fiziksel, sözlü veya psikolojik şiddete maruz kalma riskinin yüksek olması, sosyal koruma sisteminde kadın ve çocuklar için daha fazla alanın açılmasını gerektiriyor.

Savaş, afet ve kriz durumlarında da önce kadınlar ve çocuklar koruma altına alınır. Çünkü bu gruba yönelik sosyal ve ekonomik destekler, uzun dönemde güçlü bir toplumun oluşmasının temelidir.

Depremin ilk 21 gününü geride bırakırken, sosyal yardımların tek tip olarak, günü kurtarmak adına, sadece barınma ve gıda odaklı değil, gerçek manasıyla bireyin yeniden toplum içinde kendi yeterliliğini sağlama amacının benimseyerek verilmesi elzem.

Çocuklar ve kadınlar ise yeterliliğin sağlanmasında toplumun en önemli aktörü. Dolayısıyla sosyal yardımların ihtiyaç odaklı, sürdürülebilir, mahremiyete uygun ve kalıcı bir iyileşmeye hizmet etmesi, büyük bir kaybın yaralarını sararken bu kaybın daha da artmasını önleyebilir.

Sosyal yardımların sürekliliği

Sosyal yardımların geçici bir çözümden ziyade, bireyin yeniden kendi başına yeterliliğini sağlayacak şekilde verilebilmesi, bu yardımların devamlılığını da zorunlu kılıyor. 11 şehrin yeniden inşa edilmesi ve şehir sakinlerinin ekonomik ve sosyal hayata katılımı, ancak ve ancak sosyal yardımların sürekliliğiyle mümkün.

Deprem sonrasında Türkiye’deki yardım alışkanlığına dar ümit veren yoğunluğun hız kesmeden devam etmesi gerekli. Çünkü uzun zaman isteyen ve akla gelebilecek her eşyanın ve hizmetin “yokluğu” gerçeğiyle yardım faaliyetlerini sürdürmeliyiz. Nasıl ki bir üniversite öğrencisi lisans eğitimine başladığı zaman 4 yıllık bir dönem için eğitim desteği veriliyorsa, 11 şehir yeniden inşa edilene kadar ve hayat “normal”e yaklaşana kadar yardımların da devam etmesi gerekiyor.

Kahramanmaraş depremi sonrasında normale dönüş için uzun bir zamana ihtiyaç olduğu gerçeğini dikkate alarak, kısa dönemde şahit olduğumuz yardım seferberliğini uzun dönemde yardım alışkanlığına dönüştürmeliyiz.

Son olarak, yardım insani bir değer olmanın yanı sıra, paylaşmaktan ziyade alma-verme ilişkisi üzerinde kurgulandığı için suiistimal edilmeye de oldukça açık. Son yıllarda “kimsenin kimseye el uzatmadığı”, bunun sebebinin de güvensizlik olduğuna dair neredeyse ortak bir kabul vardı. Deprem sonrasındaki yardım isteği, bu kabulün geçersiz olduğunu gösterdi.

Yardımlaşma ve muhtaç olanla sahip olduklarımızı paylaşma alışkanlığının yeniden kazanılabilmesi için yardımların devamlılığı, toplumsal dayanışmanın kalıcılığını ve güçlü olmasını da sağlayacak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Nergis Dama
Nergis Dama
Dr. Nergis Dama - 2008 yılında Kocaeli Üniversitesi Matematik Bölümü’nden lisans, 2012 yılında ekonomi dalında yüksek lisans derecesini aldı. 2016’da Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Politika Anabilim Dalı’nda “Türkiye’de Sosyal Yardımların Sosyal Refah Üzerindeki Etkisi” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Halen Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü’nde öğretim üyesi olan Dr. Nergis Dama sosyoekonomik eşitsizlikler, refah politikaları, istihdam ve gelir eşitsizliği konularında çalışmalarını sürdürüyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x