Alexandre Kojève, Rus Devrimi’nden Avrupa Birliği’nin temellerinin atıldığı Soğuk Savaş yıllarına uzanan hayatı boyunca Fransız düşünürleri üzerinde büyük etki yaratmış bir filozof ve siyasetçi. Yale Review’un yardımcı editörü ve Yale Üniversitesi öğretim görevlisi Jack Hanson, Foreign Policy internet sitesinde yayımlanan yazısında, Marco Filoni’nin kitabından yola çıkarak hem çok spesifik hem çok belirsiz, hem çok radikal hem çok temkinli olarak nitelediği filozof ve siyasetçinin hayatı ve düşüncelerinden kesitler sunuyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Siyaset bilimci Francis Fukuyama, 1989’da National Interest dergisinde Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Çin’de artan ABD etkisinin, insan yönetiminin nihai biçiminin, yani Batılı liberal demokrasi ile devlet kapitalizminin birleşiminin habercisi olabileceğini savunan bir makale yayımlamıştı. Fukuyama’nın ‘tarihin sonu’ adını verdiği bu durum, o zamandan beri sonuna yaklaşmakta olduğumuz neoliberal çağın simgesi haline geldi. Ancak bu terimi Fukuyama icat etmemiş, akıl hocası Allan Bloom aracılığıyla Rus-Fransız filozof Alexandre Kojève’den almıştı. Nitekim Fukuyama’nın makalesinin ve ardından gelen kitabın büyük bir kısmında, Kojève’in düşüncesi ve yaşamına dair yorumlara yer alıyordu.
Bunun nedenini anlamak zor değil; zira pek çok açıdan akademik bir kült figür olsa da, Kojève 20’nci yüzyılın en etkili filozofu unvanını pekâlâ hak edebilir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız düşüncesinin yönünü belirledi; Hegel okumaları, Heidegger ve Marx’ı birleştirme çabaları, psikanalitik ve postkolonyal düşünceleri kapsayan geniş bir sosyal teori yelpazesi geliştirdi. Böylesi bir miras, onu modern düşünürler listesinde zaten üst sıralara taşıyacaktır; ancak bu, Kojève’in etkisinin yalnızca bir kısmını açıklar. Zira o, savaş sonrası Fransız hükümetinde bir memur olarak Avrupa Birliği’nin öncüsü Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun gelişiminde de önemli bir rol oynamıştı.
Kojève okurları için mesele, devlet memuru olarak çalışmasının onun felsefi teorisine ne ölçüde dayandırılabileceğiydi. Alman-Amerikan siyaset felsefecisi Leo Strauss ile meşhur tartışması tam da bu noktadaydı. ‘Klasik siyasi rasyonalizm’in savunucusu ve neo-muhafazakâr hareketin babası Strauss, felsefi bir siyasetin olasılığına oldukça şüpheyle yaklaşmış, (…) Kojève ise tam tersine felsefi spekülasyonun siyasi eylemde rol oynayabileceğini savunmuştu.
Rus Devrimi’nden Soğuk Savaş’a…
Marco Filoni’nin bir süre öne David Broder tarafından İtalyancadan çevrilen ve 2008 tarihli orijinaline göre önemli ölçüde genişletilen The Life and Thought of Alexandre Kojève (Alexandre Kojève’in Hayatı ve Düşüncesi) adlı eserinde, olağanüstü hayatının ayrıntılı anlatımıyla Kojève’in felsefesi ile siyaseti arasındaki ilişki etkileyici biçimde ele alınıyor. Kojève, Rus Devrimi’nden Soğuk Savaş’ın ilk günlerine kadar her zaman kendini eylemin merkezinde konumlandırmış gibi görünüyor. Büyük belirsizlik anlarını yaşamış, bu çelişkiler üzerine derinlemesine düşünmüş ve ardından yeni bir uluslararası düzenin kurulmasına gerçek anlamda katkıda bulunmuş olması, vardığı sonuçlar hakkındaki görüşleriniz ne olursa olsun, bugün dünyanın büyük bir bölümünde yaşanan kargaşa üzerine kafa yoranlara biraz umut verebilir.
1902 yılında varlıklı Moskovalı sanayici bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kojève, küçük yaştan itibaren dönemin dünya çapındaki çalkantılarının farkındaydı. Babasının 1904 Rus-Japon Savaşı’nda ölmesinin ardından annesi, Filoni’nin iddiasına göre, 1917 devrimi sırasında Moskova ve Petersburg’daki ayaklanmalardan cesaret alan yağmacı köylülerin saldırısında arazisini korumaya çalışırken öldürülen tanınmış bir kuyumcuyla evlendi. Buna rağmen genç Kojève özellikle de liderleri başarılı teorisyenler olduğu için devrimden heyecan duyuyordu. Karaborsada sabun sattığı gerekçesiyle tutuklandıktan sonra, amcasının, Vladimir Lenin’in kişisel doktoru olması sayesinde idamdan kurtulmuştu. Onu Rusya’yı terk etmeye ve bir daha asla geri dönmemeye ikna edense eski burjuvaziyi yüksek öğrenimden meneden yeni Sovyet politikasıydı.
Doğu Avrupa’ya doğru oldukça olaylı bir yolculuğun ardından, Polonya’da bir kulübede saklandı. (…) Ardından, Rus ilahiyatçı Vladimir Solovyov üzerine yazdığı tezle doktora derecesini alacağı Almanya’nın felsefe merkezi Heidelberg’e yerleşti. 24 yaşında Paris’e gitti ve kısa sürede dönemin entelektüelleri arasında yerini aldı. 1930’larda Paris’te Hegel’in Tinin Fenomenolojisi kitabıyla ilgili konferans serisine katılanlar arasında Jacques Lacan, Georges Bataille ve Hannah Arendt gibi isimler vardı. Büyük Alman filozofun düşüncesine dair sınırlı, hatta çarpıtılmış bir bakış açısı sunduğu eleştirilerine rağmen Kojève’in Hegel’i, bugün hâlâ birçok kişinin standart olarak kabul ettiği bir okuma haline geldi.”
Yazar, Kojève’in Rus Devrimi’ne ve liderlerine olan hayranlığını hiçbir zaman kaybetmediğini belirtiyor: “Paris’te, Nazilerin Fransız başkentini işgalini endişeyle izleyen bir yetişkin olarak Stalin’e bir mektup yazmıştı. Stalin’in bu mektubu alıp almadığı bilinmiyor. Filoni’ye göre, Kojève’in çok yönlülüğünü —kimilerine göre ikiyüzlülüğünü— kavramanın yolu, ironinin onun yaşamında ve düşüncesinde oynadığı merkezi rolü fark etmekten geçiyor. (…)
Kojève’in Hegel yorumu, 1930’lardaki Büyük Tasfiye de dahil olmak üzere Sovyet projesini tarihin rasyonel ilkelerinin bir sonucu olarak görmesine olanak tanıdı. Hem Hegel’i hem de Marx’ı izleyen Kojève, toplumun sabit idealler etrafında değil, birbirini dışlayan değerler arasında ortaya çıkan çelişkiler ve çatışmalar aracılığıyla nasıl şekillendiğiyle ilgileniyordu. Onun okumasına göre toplum, tarihsel gelişimin kaçınılmaz sonucuna ulaşmak için aşırı şiddet sürecinden geçmeliydi.
Peki bu Stalinist partizan, AB gibi devlet-kapitalizmine yaslanan bir federasyonun şartlarını belirleyen bir politika uzmanı haline nasıl gelmişti? Filoni’nin Kojève’in savaş zamanı faaliyetleri ve savaş sonrası yazılarına dair incelemesi, politik açıdan angaje filozofun çok daha karmaşık, hatta karanlık bir portresini çiziyor. Kojève, Fransız Direnişi’nin çeşitli aşamalarında rol almıştı şüphesiz: Bazı Alman askerlerini firar etmeye ikna etmeye çalışırken kısa bir süre tutuklanmış ve on yıllar sonra kendisine çok fayda sağlayacak olan müzakere becerileriyle kurşuna dizilmekten kurtulmayı başarmıştı. (…)
Savaş sonrası dönemde Kojève, Fransız Direnişi’nin, özellikle de Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi angaje yazarların yüceltilmesini açıkça küçümsedi. Camus’nün savaş sırasındaki sadece siyasi değil güçlü ahlaki duruşu ona hem naif hem de çıkarcı geliyordu. Ayrıca eski Vichy dönemi düşünür ve yetkililerinin itibarının iade edilmesini savunarak şöyle yazmıştı: ‘Ancak ‘Ulusal Devrim’e inanan ve buna uygun hareket eden herkesi göz ardı etmeye çalışmak haksız ve tehlikeli olacaktır.’
Böylesi bir pragmatizm, Kojève’in savaş sonrası kariyerinde işine yaramıştı. Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı’nda giderek daha önemli danışmanlık pozisyonlarında bulundu; genç filozoflar ve ekonomi bakanları “gölge güce” saygılarını sunmak için birbiri ardında ziyaretler yaptıkça bu ortam cazibe kazandı. Aynı zamanda son derece yetenekli bir müzakereci ve ittifak kurucuydu; dostluklarını ve profesyonel bağlantılarını hem ekonomi-politika yapımının merkezinde konumlandırmak hem de Avrupa ve Batı dünyasının yeniden inşasını evrensel bir devlete doğru yönlendirme yönündeki iddialı siyasi programını ilerletmek için kullanıyordu.
Filoni’ye göre, Kojève’nin çok yönlülüğünü (kimilerine göre ikiyüzlülüğünü) anlamanın yolu, ironinin hayatında ve düşüncesinde oynadığı merkezi rolü anlamaktan geçiyor. Şaka yapıp yapmadığını asla belli etmeyen tuhaf bir mizah anlayışına sahipti ve bu değişkenliği felsefi yöntemine dahil etmişti. (…) Savaş sonrasında izleyeceği siyaset, galipler kadar mağlupları da bir araya getiriyordu; ancak yeni ve sentetik bir biçimde. (…)
Kojève’in düşünce merkezinin net sınırlarla çizilmemiş olması, birçoğu siyasi düşünür olan filozofların onun eserlerinden çok şey öğrenmesini sağlamış olabilir. Bunun dikkate değer bir örneği, Kojève’in efendi-köle diyalektiği okumasında sömürge sonrası devrim ve kültürel benlik davasının kavramsal taslağını gören Martinikli siyaset teorisyeni Frantz Fanon’dur.
Fanon’un aktif olduğu dönemde, Kojève sadece sömürge sonrası durum hakkında düşünmekle kalmıyor, aynı zamanda bu durumun gelişiminde de etkin bir rol oynuyordu. Hem Havana Şartı hem de Roma Antlaşması ve müteakip gümrük yapılarının geliştirilmesi müzakerelerine katılmıştı. Temel kaygısı ise Avrupa’nın eski sömürgeleriyle nasıl ilişki kuracağıydı.
Yeni küresel toplum
Kojève, bir gün küresel bir topluma dönüşecek, kendi içinde çeşitli ancak idari ve bir anlamda manevi olarak birleşik bir uluslararası düzen öngörmüştü. Şimdiye kadar oldukça teknokratik görünse de, Kojève’e göre tarihin sonunu getirecek, toplumun rasyonel yapılarının nihai sonucu olacak bu küresel toplumdu.
Son yıllarda tuhaf ve inatçı düşünürleri yeniden saygınlaştırma modası her şeyi mümkün kılsa da, modern dünyamızı derinden etkilemiş Kojève’in düşüncesinin bugün biri tarafından ciddiyetle ele alınacağını hayal etmek güç. O hem çok spesifik hem çok belirsiz, hem çok radikal hem çok temkinli, her şeyden önce çok fazla kendisiydi. Yine de günümüzdeki sayısız kabahat, ikilem ve kriz karşısında ne düşüneceğini merak etmemek elde değil.
Elbette Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Avrupa’nın hâlihazırda yeniden silahlanması hakkında düşünceleri olurdu, ancak örneğin toplumsal cinsiyet politikaları üzerine bitmek bilmeyen tartışmalarımızı da yakından takip ederdi. (…) Filoni’nin biyografisinin sonunda açıkça kendini gösteren, aslında modern entelektüel tarihin baş döndürücü bir ironisi: Nereye dönersek dönelim, Kojève orada, ulaşamayacağımız kadar uzakta olacaktır.”
Bu yazı ilk kez 6 Kasım 2025’te yayımlanmıştır.




