Meslek seçimini de belirleyecek olan üniversite bölümü tercihi insan yaşamının en zorlu karar aşamalarından biri. İnsan bu seçimi yaparak, yaşamını idame ettirmek için gerekli maddi getiriyi nasıl sağlayacağına karar vermekle kalmıyor, üniversite hayatının ve sonrasında iş hayatının nasıl geçeceğine de büyük ölçüde karar veriyor. İş ortamının bireyin yaşam tarzı ve sosyal çevresini belirlemede de ne kadar etkili olduğu düşünülürse, bölüm seçiminin önemi daha da ortaya çıkıyor.
Genelde kişi; üniversitede aldığı eğitim ekseninde işlerde çalışarak ömrünü tamamlıyor. Bir başka deyişle, ömrünün %80’inden fazlasını1, 18 yaşında vermesi beklenen karar ile şekillendiriyor. Süreci daha da zorlu kılan mesele, meslek seçimi gibi önemli bir karar aşamasının ergenliğin hemen ardına denk gelmesi.
Meslek tercihi geçmişte de zordu. Gençlerin üzerinde ‘doktor ol, mühendis ol, avukat ol’ baskısı hep vardı, gelecekte de olacak. Çünkü her anne baba çocuğunun kendisinden daha iyi imkânlara sahip olmasını, itibarlı bir yaşam sürmesini ister. Ancak bunları elde etmenin yolu sadece doktor veya mühendis olmaktan geçmiyor. Daha da ötesi, örneğin ‘doktor ol’ baskısına boyun eğenlerin hepsi mutlu mu?
Anne babanın ‘şunu ol, bu bölümü yaz’ baskısının bir de duygusal boyutu var. Biz insanlar yaşama kendi başımıza tutunamayız. Anne babamızın koruması olmadan bilinçli canlı evresine ulaşamayız. İnsan olmayı önce anne babamızı, sonra akranlarımızı taklit ederek öğreniriz. İnsan çocukluktan itibaren en kıymetlileri listesinin tepesinde yer alan anne ve babasını mutlu etmenin yollarını arar. Ancak genellikle ergenlik ile iyice beliren, biraz hormonlara biraz da kuşak farklılığına dayalı atışmalar meslek seçimi aşamasında had safhaya ulaşır, bu koşullar altında alınan kararlar ise tepkisel olabiliyor.
“Eğitimli anne babalar son yıllarda yeni bir şey keşfetti, eğitim danışmanlığı veya daha modern jargonu ile gelecek koçluğu. Eğer ebeveynler bu mekanizmayı, kendi fikrini parasal gücü kullanarak, danışmanlık hizmeti veren üzerinden çocuğuna empoze ederse, baskının âlâsını uygulamış olmaz mı?”
Neyse ki artık bazı üniversitelerimizde, gençlerin kararlarını gözden geçirebilecekleri bir sistem var. Gelişmiş Batı ülkelerinde örneğine sıkça rastlanan; üniversitenin ilk yıllarında ortak giriş derslerinin alınıp, kişisel ilgiye ve geleceğe dair hedeflere göre bölümünü belirlemeye dayalı yükseköğretim sisteminin ülkemizdeki öncüsü Sabancı Üniversitesi oldu, bunu 20 yıldır sürdürüyor. Bu sistemi uygulayan üniversitelerin sayısı yavaş da olsa artıyor.
Ayrıca artık bölümler ve üniversiteler arası yatay geçişler de oldukça kolaylaştı. Yerleştirildiği üniversiteden veya bölümden hoşnut olmayan genç, giriş puanını dikkate alarak yapacağı yeniden yerleştirilme başvurusu ile istediği bölüme bir yıl sonra geçebiliyor2. Örneğin, mühendis olma arzusu ile üniversiteye girip tarihe yönelen, ardından da bu alanda ilerleyip şimdi okuduğu fakültede ders veren meslektaşım, bu yatay geçişlerin başarılı ve mutlu bir örneği.
Bu yenilikçi yükseköğretim ve daha esnek yerleştirme sistemi, meslek seçimi konusunda daha bilinçli bir şekilde karar vermek isteyen öğrencilerin durumuna çare olsa da aile baskısının sürmesine engel olamıyor.
Eğitimli anne baba terörü
Son 20 yılda ülkemizde üniversite sayısında çok önemli bir artış oldu. Teknoloji hayatımıza çok farklı şekilde girdi ve etkisi gün geçtikçe artıyor. Bu süreçte anne babalar da artık daha eğitimli; zorunlu temel eğitim ve üniversite sayısındaki enflasyon sonucu yükseköğretim sahibi insan artık parmakla gösterilen azlıkta değil.
Anne babaların eğitimli ve donanımlı olmasının, çocuklarının doğru mesleği bulmasına olumlu katkı sağlayacağı düşünülebilir. Ancak geçmişteki ‘anne baba baskısını’ ortadan kaldırması beklenen bu durum, ne yazık ki, ‘eğitimli anne baba terörüne’ dönüştü. Çok ağır bir benzetme olduğunun farkındayım ancak olayın boyutunu vurgulamak için daha uygun bir kelime bulana kadar bu ifadeyi kullanmaya devam edeceğim. Detaylara girmeden önce önemli bir uyarıyı yapmalıyım: Her eğitimli anne baba, çocuğunun sosyal yaşamını terörize eden aşırı baskı uyguluyor genellemesi elbette yapılamaz.
Öncelikle iki temeli ortaya koyalım: Birincisi; anne ve babalık çocuğun doğumu ile başlar. Çocuğun dünyaya merhaba demesi bir sonuç değil, bir başlangıçtır. Her anne ve baba çocuklarını kendi imkânları dâhilinde en iyi şekilde yetiştirmeye çalışır.
İkincisi ise gençler, bizim gençlerimiz, geleceğimiz. Gençlerimiz 11-12 yaşından itibaren ilk sınav girdabına yakalanıyorlar; lise giriş sınavı. Bununla eş zamanlı olarak ergenlik evresini yaşıyorlar. Buna ek olarak anne babalarının biraz yabancısı olduğu sanal dünyaları var, onlar bu sanal dünyanın da bir parçasını teşkil ettiği bir platformda yaşamayı arzu ediyor. Tüm bu faktörlerin içinde onlardan “doğru” seçim yapmaları bekleniyor.
İstatistiksel çalışmalar, ailelerin sosyal ve ekonomik düzeyleri ile ailenin temel bileşenleri olan anne babanın eğitim düzeyleri arasında sıkı bir bağımlılık bulunduğunu gösteriyor3. Genelleme yapılacak olursa, eğitim seviyesi yüksek olan bireyler daha fazla maddi olanaklara sahip olabiliyor. Bu arada iş ve sosyal yaşam insana çok önemli deneyimler kazandırıyor. İnsan sahip olduğu maddi güç ve deneyimlerini doğal olarak kendine en yakın hissettiği kişilere, çocuklarına aktarmak ister. Bunu onların yaşamının daha iyi olmasını arzu ettiği için yapar. Ancak denkleme zaman ve nesil farkı katılınca işler değişiyor.
1994’ten beri akademik hayatın içindeyim. Çeyrek asırdır bir astrofizikçi, son 15 yıldır da aynı zamanda üniversiteye yeni katılan gençlerin danışman hocalarından biri olarak. Özellikle son yıllarda, pek çok kez aileler ve çocukları arasında eğitim konusunda sağlıklı iletişimin eksikliğine ve sonuçta her iki tarafın da son derece mutsuz olduğuna şahitlik ettim.
Bazı anne babalar, çocuklarının özelliklerini ikinci plana atarak ‘ben bunu okudum, başarılı oldum’ gibi dikte eden veya ‘benim şu arkadaşım şunu okudu, çok başarılı oldu, ben o alana yönelmediğime pişmanım ama sen onu okumalısın’ gibi öz eleştiri de içeren baskıcı söylemler geliştirebiliyor. Bu arada gencin kişiliği, zevkleri, becerileri arka plana itilebiliyor. Böyle yaklaşan ebeveynler bir de eğitimli ise gencin onları arzu ettiği geleceğe ikna etmesi zorlaşıyor.
Tüm bunlara ek olarak eğitimli anne babalar son yıllarda yeni bir şey keşfetti, eğitim danışmanlığı veya daha modern jargonu ile gelecek koçluğu. Genellikle eğitimli anne babalar, belli ücretler ödeyerek üçüncü bir kişi veya kişilerin, çocuklarının gelecek kararları almasında yol gösterici olmasını arzu ediyor. Bu sürecin iyi sonuçlar doğurduğu örnekleri eminim vardır. Ancak bunda anne babanın, yani parayı verenin tutumu çok önemli. Eğer bu mekanizmayı kendi fikrini parasal gücü kullanarak, danışmanlık hizmeti veren üzerinden çocuğuna empoze etmek yoluna giderse, baskının âlâsını uygulamış olmaz mı? Böyle gelişebilen sürece alet olan danışmanın etik davranış içinde olup olmadığını konuşmaya gerek yok. Kaba tabir ile ‘parayı bastırıp’ hizmet almak anne baba sorumluluğunun yerine getirildiği anlamını taşımıyor.
Belki de sorulması gereken bir diğer soru da şu; eğitimli anne babalar çocuklarının geleceği ve meslek seçimi için her tür imkânı seferber edip bilimin ve teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanırken, acaba çocuklarının kendileri olmalarına ne kadar izin veriyor? Ne kadarı çocuklarının ailelerinin değil “kendi hayalleri” peşinde koşmasına destek olabiliyor?
En iyisi çözümü yakında aramak
Bir genci doğduğu andan itibaren en iyi gözlemleyenler şüphesiz annesidir, babasıdır. Ebeveynler yavrularının kabiliyetlerini gördükleri gibi bazı zayıf yönlerini de farkederler. Gencin zayıf yönlerini görmezden gelen veya ‘gayret edersen üstesinden gelirsin’ telkini ile kendi kafalarındaki gelecek vizyonunu evlatlarına aşılamaya çalışan annelerin ve babaların sayıları az değil. Onları mutlu bir geleceğe yönlendirme gayretlerinin meyve verebilmesi, tüm bu çabaların odağında gencin ilgi ve yeteneklerinin bulunmasına bağlı. Nihayetinde mutlu insanlar çevrelerine mutluluk yayarlar; iç dünyasında yaptığı işten ötürü çatışmalar yaşayanlar değil.
Anne babalar çocuklarının mutlu olmasından daha fazla ne arzu eder ki?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 27 Temmuz 2019’da yayımlanmıştır.
- Dünya Sağlık Örgütü 2018 verilerine göre ülkemizde beklenen ortalama yaşam uzunluğu 76,4 yıl. Bireyin bilinçli yaşamının 4 yaşında başladığı varsayımı ile 14 yıllık birikim ile verilen kararın sonrasında 58 yılı şekillendirmesinden %80 oranı elde edilmektedir.
- Yüksek Öğretim Kurulu’nun Lisans Atlası portalından bölümler bazında istatistiklere ulaşılabiliyor: https://yokatlas.yok.gov.tr/lisans-anasayfa.php
- Bu konuda ABD’deki İş İstatistiği Bürosu’nun Nisan 2018 raporu güzel bir gösterge: https://www.bls.gov/careeroutlook/2018/data-on-display/education-pays.htm