25 Mayıs’ta, ABD’nin Minneapolis kentinde George Floyd’un beyaz bir polis memuru tarafından öldürülmesinin ardından ülkenin dört bir yanında protestolar başladı. Günler geçtikçe gösteriler İngiltere, İspanya, Nijerya ve daha birçok ülkeye de yayıldı.
“Hayatımın hiçbir döneminde beyaz siyah fark etmeksizin tüm insanların omuz omuza haksızlığa karşı direndiğine şahit olmadım.” Bu sözler, en önde gelen Afrikalı yazarlardan, kitapları Türkçeye de çevrilmiş, Nijeryalı şair ve romancı Ben Okri’ye ait. Okri, Floyd’un öldürülmesinin insanlar üzerinde bu denli büyük bir etki bırakmasını onun son sözlerine bağlıyor: “Nefes alamıyorum.” Yazara göre, bu iki kelime zulmün sembolü haline gelebilir ve tüm dünyanın ihtiyaç duyduğu değişimin ilk kıvılcımını oluşturabilir.
Guardian gazetesine bu konuda bir makale yazan Okri acı olayın zamanlamasına ve salgın riskine rağmen insanların protestolar için sokaklara dökülmesine dikkat çekiyor:
“Floyd’un sözlerinin bizlerdeki pandemi korkusunun kaynağıyla benzerliği çok ilginç. Bu sözler, koronavirüsü kurumsal ırkçılığın bilindik ve acımasız yüzüyle birleştirdi. İnsanlar, siyah bir adamın boğazının sıkılarak öldürülmesini protesto etmek için koronavirüs riskini göze almaya hazırdı.
ABD’de ve hatta İngiltere’de birçok kez polis siyah insanların boğazını sıkarak öldürmüştü. Polislerin ellerinde haksızca canını verenlerin isimleri unutulup giderken, polis memurları da çoğu kez ceza almadan işin içinden sıyrıldı. George Floyd’un yaşadığı şey ilk değil. Çok değil daha üç beş yıl önce Eric Garner isimli bir diğer polis kurbanın dilinden de aynı sözler dökülmüştü: “Nefes alamıyorum”. Şimdiyse evrensel ölçekte protestolar devam ediyor. Dilin ilk korkuların temeline nüfuz ettiği, yepyeni bir zamandan geçiyoruz.”
Irkçılık ve “nefes alamama”yı anlamak
Nijeryalı dünyaca ünlü yazar Okri, insanların ırkçılığın farkında olduğunu ama bunun davranışlarına yansımadığını belirtiyor: “Karşıdakinin durumuna düştüğümüzde kelimenin tam anlamıyla empati kurabiliyoruz. ‘Nefes alamıyorum” deyimi ırkçılığı birdenbire ‘nefes almaktan mahrum olma’ haliyle özdeşleştirdi. Bundan evvel ırkçılık, bir kimsenin insaniyet ve merhametinin yok oluşu demekti. Bu tanım da bir belirsizliğe işaret ediyordu. “Nefes alamıyorum” sözü, ‘özgürlüğümü, insanlığımı, saygımı elimden alıyorsun’ demekten çok daha fazlasını ifade ediyor. Esasen şunu söylüyor: “Nefes alma hakkımı elimden alıyorsun.”
Irkçılığın özünde ne olduğunu, ancak George Floyd’un fısıldadığı “nefes alamıyorum” sözü gibi şiddetli bir ıstırap hali ifade edebilirdi. William Shakespeare, Walt Whitman, James Baldwin veya Toni Morrison’ın belagatli ifadelerinde bile “Nefes alamıyorum” sözlerinin sade ve anlamlı ruhunu bulmak mümkün değildi.
“Nefes alamıyorum” mazlumların ortak dili olabilir
Bu sözlerin zulmün sembolü olarak tüm mazlumların ortak dili olabileceğini düşünen yazar sözlerine şöyle devam ediyor:
“Belki de kadın erkek fark etmeksizin sırf siyah olduğunuz için polis arabanızı durdurduğunda “nefes alamıyorum” demelisiniz. Akşamları insanlar karşıdan karşıya geçerken seni gördüklerinde, birisi hemen “nefes alamıyorum” yazılı pankartı çıkarıp göstermeli. Belki işe alınmadığınızda, terfi ettirilmediğinizde ve tıpkı Windrush skandalının kurbanları gibi polis sizi sınır dışı etmek istediğinde, birisi “nefes alamıyorum” diyerek o anı telefonuna kaydetmeli. Belki de bu tüm üstü kapalı ve korkunç ırk ayrımcılığına karşı artık herkesin yeni bir düsturu oldu “nefes alamıyorum.”
Esas itibarıyla bu sözler, insani değerlerin sonunun geldiğine de işaret ediyor. George Floyd’un “nefes alamıyorum” sözlerine aldırış etmeden polis memurunun, boğazına diziyle bastırmaya devam etmesi insan hayatının Amerika’da hiçbir anlamı olmadığını da ilan etmiş oldu. Tam da bu nokta, insanlığın sonunun başlangıcı oldu.
“Nefes alamıyorum” zamanla toplumsal durumun bir parçası haline gelecek. İklim felaketine yönelik uyarıları hep göz ardı ettik. #Me Too (Ben de) hareketinin milyonlarca kadının ‘nefes alamadığına’ işaret eden dünya çapında gösterilerine tanık olduk. Günlerce ölüm kalım mücadelesi veren, burnundaki tüp ve oksijen desteği sayesinde yaşayabilen Boris Johnson “nefes alamıyorum” sözlerinin ne anlama geldiğini idrak etmiş olmalı. Dünyanın dört bir yanında herkes insan olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor.”
Tarih ‘renk körü’ değil, asıl problem ‘renk yoksunluğu’
Şair ve romancı Okri ırkçılık gerçeğiyle de yüzleşmemiz gerektiğine değiniyor:
“İnsanlar ırkçılık yapmadığını, ‘renk körü’ olduklarını söylerken naif bir resim çiziyor, gerçekliği ‘nazik’ bir biçimde inkâr ediyorlar. Ancak, tarih ‘renk körü’ değil; açıp köleliğin, sömürgeciliğin ve soykırımın tarihini okuyun. Aynı şekilde eğitim de. Yoksa insanların yaptıkları şeyler ve başından geçenler hakkındaki objektif gerçekliklerin de tıpkı Sokrates’in ölümü, Shakespeare’in oyunları ve temel matematik dersleri gibi müfredatta olması gerekirdi. Kültür renk körü değil. Yoksa sanat tarihinin içinde Zimbabve’nin taş heykeltıraşlığı, David Hammons’ın radikal girişimleri ve Ben Enwonwu’nun resimleri de olurdu.
Belki de asıl problem ‘renk yoksunluğudur’. Irkçılığın ne anlama geldiğini biliyoruz; nihayetinde insan ırkının tek bir ırkın geçerli olduğu gerçeğine indirgenmesi demek. Başka bir ifadeyle, insan olmanın hiyerarşisi demek; kimileri ‘daha çok insan’ iken kimileri ‘daha az insan’ demek. Bilinçsizce olsa bile bir ırkın diğerine üstün olduğunu düşündüğünüz an, cinayetin de ilk adımını atmış oluyorsunuz. Bu, soykırımın da başlangıcını oluşturuyor. Yavaş yavaş insan olma hiyerarşisinin küçük biçimleri, birilerinin bir saniye bile dayanamayacağı yaşam koşullarını bir başka grup insana layık görmesine yol açıyor.
Irkçılık, insana has bir olgu ve sorun. Elbette çözülebilecek bir problem. Çözüm aslında çoğumuzun tarih ve diğer insanların ‘insanlığı’ hakkında anlatılan yalanlarla yüzleşmesinden geçiyor. Bir anlamda bir başkasının ‘insanlığının’ azaltılmasına müsaade ettiğimizde kendi ‘insanlığımızın’ da eksildiğini kabul etmemiz gerekiyor. Evet, çözüm düşündüğümüzden çok daha basit. İnsanlığın akamete uğramasıdır ırkçılık veya ‘insan olamama’ hali. Bu empati kuramama hali dünyanın da yıkımına yol açıyor; yalnızca insanları değil, tüm türleri ve bir bütün olarak gezegeni de içine hapsediyor.
George Floyd’un boğazına diziyle basan polis memuru bir hayatı ‘söndürürken’, evrensel bir ateşi de ‘yakmış’ oldu. Tüm dünya, ‘büyük birinin’ değil, yoksul ve görünüşte önemsiz bir kimsenin öldürülmesine tepki veriyor.
Ne yapmamız gerektiğinin farkındayız. Bilinçsizce yer edinen ırkçılığı içimizden söküp atmalıyız. Tüm insanların hakları için direnmeliyiz. İnsanlara yasalar dahilinde özgürlüklerini yaşama ve istediklerini gerçekleştirme imkânı vermeliyiz. Bu, insanlık tarihi için bir dönüm noktası ve içinde değişim ihtimallerini barındıran muazzam bir zaman.
Kim bilir, belki de “nefes alamıyorum” sözleri tüm dünyanın muhtaç olduğu asıl değişimin ilk kıvılcımını oluşturacak. Hep birlikte özgürlük için ‘nefes alalım.’
Bu yazı ilk kez 11 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.