Ortadoğu’nun son yirmi yılı, bölgesel dengeleri ve küresel ilişkileri köklü biçimde yeniden tanımlayan bir dönüşüme sahne oldu. Bu dönüşümde İran, siyasi ve güvenlik alanında etkili bir aktör olarak merkezî bir rol oynadı. Tahran, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de kurduğu ittifaklar ve vekil örgütlenmeler üzerinden nüfuzunu yaymaya çalıştı. Ancak son dönemde artan ekonomik yaptırımlar, içerideki toplumsal huzursuzluk, bölgesel karşı bloklaşmalar ve Arap dünyasındaki tepki, bu stratejinin sürdürülebilirliğini sınırladı.
İran’ın nüfuzundaki bu gerileme, özellikle Irak’ta dikkat çekiyor. İran, 2003 sonrası dönemde Irak siyasetinde ve devlet inşasında belirleyici bir rol oynamıştı. Şimdi geri çekilmeye başlaması Irak’ta Şii parti dengelerinden güvenlik sektörünün işleyişine, dış politika tercihinden ekonomik yönelimlere kadar pek çok başlıkta yeni kırılma ve yeniden konumlanma süreçleri gündeme getiriyor.
Askeri çatışmaları ve caydırıcılık sorunu
İran’ın bölgesel nüfuzundaki aşınma süreci, esasen Irak’ta 2019 Ekim gösterileriyle belirginleşti. Bu gösterilerde ilk kez doğrudan İran’a bağlı partilere ve “velayet/vekâlet” modeline karşı sloganlar atılması, Tahran’ın Irak iç siyasetindeki kabul sınırlarını açığa çıkardı. Yüzlerce can kaybına yol açan güvenlik güçlerinin sert müdahalesi, İran’ın stratejisinin en önemli dayanağı olan toplumsal rızayı sarstı. Ardından 3 Ocak 2020’de Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, hem sahadaki koordinasyon hem de siyasi arabuluculuk açısından İran’ın bölgesel ağında derin bir boşluk yarattı.
Bu kırılganlığın üzerine 2023 Gazze savaşıyla başlayan aşamalı tırmanış eklendi. 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran konsolosluk binasının hedef alınması ve üst düzey Devrim Muhafızları komutanlarının öldürülmesi, Tahran’ı misillemeye zorladı. 13–14 Nisan gecesi İran’ın yüzlerce füze ve SİHA ile gerçekleştirdiği saldırı, İsrail’in yanı sıra ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün’ün de katıldığı savunma kalkanı tarafından büyük ölçüde etkisizleştirildi. Bu tablo, İran’ın askerî kapasitesinin sembolik bir mesajla sınırlı kaldığını, rakiplerinin ise çok katmanlı savunma entegrasyonunu sergilediğini ortaya koydu.
Süreç Haziran 2025’te İsrail’in İran topraklarına doğrudan hava ve füze saldırıları düzenlemesiyle kritik bir dönemece girdi. İran’ın geniş çaplı roket yanıtı, iki haftayı bulan çatışmada ciddi yıkım yaratsa da nükleer programı ortadan kaldıramadı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na göre İran’ın %60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stoğu 408,6 kilograma ulaşmıştı ve bu durum nükleer eşik kapasitesine daha da yaklaştığını gösteriyordu. Yüksek düzeyli komutanların ve 11–14 nükleer bilim insanının öldürülmesi, İran açısından stratejik bir kayıp oluştururken, İsrail cephesinde de onlarca ölüm, binlerce yaralı ve ekonomik–lojistik kesinti, çatışmanın karşılıklı yıpratma dengesi yarattığını fakat kesin bir üstünlük doğurmadığını ortaya koydu.
Vekil cephelerde aşınma
Vekil cephelerde dengeler İran aleyhine dönmeye başladı. Lübnan’da Hizbullah üst düzey kadrolara yönelik suikastlar ve yoğun saldırılar sonucu binlerce militan kaybetti ve füze kapasitesinde belirgin bir aşınma yaşarken, ülke içinde silahlarının devlet denetimine alınması yönünde baskılar arttı.
Yemen’de Ocak 2024’ten itibaren yoğunlaşan Amerikan–İngiliz hava saldırıları, deniz taşımacılığına yönelik tehditleri sınırlamayı hedefledi. Mayıs 2025’te Umman arabuluculuğunda geçici bir ateşkes yapılmasına rağmen yer yer devam eden çatışmalar ve seçici saldırılar, İran’ın etkinliğini azaltmaya devam etti.
Suriye’de ise 2024–2025’te saldırılar komuta ve lojistik merkezlerini hedef alan daha derin bir boyut kazandı. Aralık 2024’te Beşar Esad rejiminin hızla çökmesi, İran’ın Levant hattındaki en önemli siyasi ve askerî dayanağını ortadan kaldırdı. Ahmed eş-Şaraa liderliğinde kurulan geçici yönetim, sınır denetimlerini sıkılaştırarak İran’ın Suriye’yi füze konuşlandırma alanı ve Lübnan’a güvenli ikmal koridoru olarak kullanma imkânını ciddi biçimde daralttı. Ardından Suriye–Lübnan sınırındaki eski kaçakçılık ağlarının üzerine gidilmesiyle İran’ın tedarik kanalları baskı altına alındı ve vekil güçlerinin hareket alanı kısıtlandı.
Ekonomik cephede askerî ve siyasi baskılar doğrudan para birimi ve finansman kapasitesi üzerinde etkisini gösterdi. Nitekim 2025’in ilk çeyreğinde İran riyali gayriresmî piyasada dolar karşısında bir milyon eşiğinin altına düştü ve bu durum iç beklentilerin daha ağır yaptırımlar ile artan maliyetlere kaydığını ortaya koydu. 2023–2024 döneminde görece denetim gevşemesiyle petrol ihracatı yükselmiş olsa da, 2025 başında yeniden sertleşen “maksimum baskı” politikası taşımacılık, finansman ve fiyat indirimlerinde ciddi artışlar getirdi. Bu da Tahran’ın enerji gelirlerini siyasal araç olarak kullanma kapasitesini zayıflattı. İran’ın yerli füze ve insansız hava aracı üretiminde belirli bir sanayi altyapısını koruduğu açık olsa da, her yeni tırmanışın maliyeti doğrudan devlet hazinesine daha ağır yansıdı ve genişleme stratejilerini sınırladı.
Buna rağmen, İran’ın güç unsurlarının ortadan kalktığını söylemek mümkün değil. Son 20 yılda kurduğu çok katmanlı nüfuz ağı, balistik füze kapasitesi, düşük maliyetli ve kolay ölçeklenebilir SİHA üretimi ile Tahran, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü üyeliğini ekonomik avantajlara dönüştürdü; Rusya ve Çin’le geliştirdiği stratejik ilişkiler sayesinde çeşitlendirilmiş bir tedarik ve pazarlama alanı oluşturdu. Batılı araştırma raporları, “Şahed” tipi insansız hava araçları için kullanılan geniş parça tedarik zincirlerini belgeliyor. Bu da teknik kapasitenin halen sürdüğünü, ancak aynı zamanda yaptırımlar ve lojistik kurutma girişimleri için açık hedefler barındırdığını gösteriyor. Öte yandan, Mart 2023’te Pekin arabuluculuğunda Riyad ile yeniden tesis edilen diplomatik temas, sembolik görülse de Körfez’deki tansiyonu düşürmüş ve İran’a geçici de olsa bölgesel manevra alanı kazandırmıştı.
Bu tabloya paralel olarak, anlatı ve söylem boyutu da giderek önem kazandı. Nitekim askerî sahada olduğu kadar medya ve siyasi iletişimde de “galibiyet” söylemi öne çıktı. Aslında tarafların performansını “stratejik zafer” olarak pazarladığı bu süreç, sahada daha çok karşılıklı yıpratma dengesiyle sonuçlandı. Arap medyasında yer alan son analizler de bu durumu teyit ediyor. Kazanım vurgusu, gerçek tabloyu gölgelerken “yorum” giderek bir silah olarak kullanılmaya başlandı. Sonuçta bölge halkı, kesin bir sonuca varmayan çatışmaların ortasında, füze rampaları kadar kamera ve psikolojik göstergeler üzerinden yürütülen bir “sembolik güç” dönemine tanıklık ediyor.
Irak’ın önemi ve dönüşen dengeler
Irak sahnesine dönüldüğünde tablo daha karmaşık görünüyor. 2019 Ekim gösterileri ve Süleymani’nin öldürülmesinden sonra İran’ın etkisi “genişleme hamlesi” pozisyonundan “koruma kabuğu”na çekildi. Öncelik, mevcut siyasi–kurumsal blokun güvenliğini sağlamaya ve riskleri azaltmaya kaydı.
Ancak 2025’in gidişatı, bu kabuğun artık Irak devletinin içinden delindiğini ortaya koyuyor. 27 Temmuz 2025’te Bağdat’ta polis ile Haşdi Şaabi’ye bağlı bir grubun çatışması, ardından gelen sert gözaltılar, disiplin süreçleri, komutanların görevden alınması ve dosyaların yargıya sevk edilmesi, devletin kendi otoritesini paralel silah yapılanmalarına dayatma iradesini gösterdi.
Uluslararası boyutta ise Eylül 2025 itibarıyla Uluslararası Terörle Mücadele Koalisyon güçlerinin Bağdat ve Ayn el-Esed’den çekilmesi yönünde kesinleşen takvim, güvenlik sorumluluğunun tamamen Bağdat’a devredilmesi ve ilişkinin danışmanlık–eğitim eksenine taşınması anlamına geliyor. Bu da zor kullanma yetkisinin devlet tekeline indirgenmesi ve İran’a bağlı grupların manevra alanlarının daralması yönünde güçlü bir baskı yaratıyor.
Enerji alanında da İran’ın uzun süredir Bağdat üzerindeki baskı aracını oluşturan “kritik tedarikçi” rolü yeniden şekillendiriliyor. Mart 2025’te Washington’un İran elektrik ithalatına yönelik muafiyetleri sona erdirmesi, Irak’ı sıvılaştırılmış gaz, bölgesel enterkonneksiyon projeleri ve tedarik sözleşmelerinin revizyonu gibi alternatif arayışlara yöneltti. İran gazı kısmen kullanılmaya devam etse de, Tahran artık “vazgeçilmez tedarikçi” değil, “sepet içindeki seçeneklerden biri” haline geliyor. Katar, Umman, Körfez entegrasyonu ve Türkiye ile yürütülen projeler ilerledikçe, İran’ın elektrik dosyasındaki ağırlığı azalıyor. Bu da hem Tahran’ın gelirlerini hem de Bağdat üzerindeki siyasi baskı kapasitesini sınırlıyor.
Buna rağmen İran, Irak içinde küçümsenmeyecek denge unsurlarını koruyor. Köklü parti ilişkileri, devlet kurumlarının kıyılarında edinilmiş manevra deneyimi ve toplumsal–hizmet ağları, Tahran’ın siyasi varlığını esnek tutuyor. Ancak bu unsurlar üç yeni gelişmeyle çakışıyor: silahı disipline etme yönünde ortaya çıkan resmî irade, koalisyonun çekilmesiyle güvenlik kararlarının tüm sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalan Bağdat’ın konumu ve Ekim gösterilerinden bu yana derinleşen toplumsal meşruiyet kaybı. Bu üç dinamik birleştiğinde İran’ın Irak’taki nüfuzu tamamen ortadan kalkmayacak, ancak devlet kurumlarının çatısı altında sınırlanacak. Geçmişte olduğu gibi onların üstünde ya da paralelinde hareket etme imkânı giderek daralacak.
Bölgesel cephelerde genel görünüm
İran artık geleneksel nüfuz alanlarında hızlı ve kesin bir sonuç elde edebilecek durumda değil. Lübnan’da insan kayıpları ve altyapı yıkımı, merkezî müttefik olan Hizbullah’ın omuzlarına ağır bir yük bindiriyor ve siyasal–ekonomik toparlanma sürecini uzun ve zahmetli kılıyor.
Suriye’de önce ardı ardına gelen hava saldırıları, üslerini ve komutanlarını hedef alarak Suriye topraklarını istikrarlı bir füze platformuna dönüştürme imkânını engelledi, daha sonra ise yıllarca İran’ın projelerine siyasal ve askerî şemsiye sağlayan rejimin çöküşü, Tahran’ın en güçlü dayanağını ortadan kaldırdı.
Yemen’de devam eden çatışmalar, deniz hatlarına yönelik ağır baskının dahi karşı operasyonlarla kısmen dengelenebildiğini gösterdi.
Ortaya çıkan tablo, merkezde varlığını koruyan ama çevrelerinde delikler açılmış, Haziran 2025’ten sonra iç derinliği de giderek daha fazla açıkta kalan bir İran nüfuz haritası sunuyor.
Bununla birlikte, Tahran hâlen göz ardı edilemeyecek bir güç unsuruna sahip: düşük maliyetli ama yüksek etki üreten bir yerli silah sanayisi. Füze ve SİHA üretimi, yoğun yaptırımlar altında dahi yenilenebilir kapasite sağlıyor. Ayrıca karmaşık tedarik zincirleri aracılığıyla kritik parçaların ithali sürdürülüyor ve bu ağların tamamen boğulması kolay değil. İşte bu nedenle hiçbir taraf kapsamlı bir savaşa yönelmiyor. Çünkü böyle bir çatışmanın maliyeti herkes için ağır olurken, İran’ın ciddi hasar verme kapasitesi—tüm baskılara rağmen—gerçekliğini koruyor.
Ancak burada “zarar verme” ile “kesin sonuç alma” arasındaki ayrım belirginleşiyor. İlki hâlen mümkün, fakat ikincisi teknoloji, finansman ve ittifaklar düzleminde rakiplerin sahip olduğu geniş üstünlükler nedeniyle Tahran için oldukça uzak görünüyor.
İran’ı Irak’ta ne bekliyor?
Önümüzdeki dönemde İran’ı Irak’ta nelerin beklediği merak konusu…
En yakın senaryo, nüfuzun tamamen ortadan kalkması değil, fakat giderek daha kısıtlı ve savunmacı bir forma bürünmesi.
Tahran, siyasal sahneyi doğrudan “mühendislik” etme kapasitesinden “cepheleri koruma” stratejisine kaymak zorunda kalacak. Milislerin davranışlarını devlet kurumlarıyla çatışma riskini göze almadan disiplin altında tutmak ve enerji dosyasında tek belirleyici olmaktan çıkarak paylaşılmış bir konumda varlığını sürdürmek durumunda kalacak.
Eğer Bağdat, zor kullanma araçlarını tek elde toplama, enerji ve finansman için çeşitlendirilmiş alternatifler geliştirme ve bölgesel gerilimleri iç siyasal karar mekanizmalarından uzak tutma sürecinde başarılı olursa, İran’ın rolü “egemenliği zorlayan” bir nüfuz olmaktan çıkarak “komşuluk ilişkisi çerçevesinde seyreden” bir etkiye dönüşebilir.
Ancak bu süreçte aksaklık yaşanırsa, Tahran yine boşluklardan yararlanmayı, baskı araçlarını yeniden dolaşıma sokmayı başarabilir. Fakat bunu 2019 öncesindeki maliyetlerin çok üzerinde ve daha düşük bir tempo ile yapabilir. 2024–2025 denklemine bakıldığında ise, bu ilişkinin uzun vadede de “kazananı olmayan bir mücadele”ye benzeyeceği öngörülebilir: hesaplı çatışma turları, kolaylıkla engellenebilen ateşli mesajlar ve birbirine rakip anlatılar. Devletler açısından asıl kazanım ise, iç dengeleri esas alan ve vekillerin değil ulusal kurumların rotasına bağlanan politikaların inşası olacaktır.
Irak, İran’ın bölgesel nüfuz kaybının en görünür sahalarından biri olarak öne çıkıyor, çünkü artık 2003 sonrası ilişkiyi belirleyen “merkez–vekil” denkleminden giderek sıyrılıyor.
İçerdeki yeni güç dengeleri, gerçek bir reform talep eden toplumsal basınç ve değişen bölgesel ortam, Bağdat’ı İran hegemonyasından uzaklaşarak seçeneklerini çeşitlendirmeye yöneltiyor. Bu gerileme tek bir nedene indirgenemez. Aksine farklı değişkenlerin birikimli etkisinin sonucu olarak şekillendi. Yeni kuşağın bağımlılığı reddeden yaklaşımı, Şii güçler arasındaki İran yanlısı ve ulusalcı ayrışma, ayrıca Tahran’ın ağırlaşan yaptırımlar ve bölgesel dosyalar nedeniyle yaşadığı ekonomik–siyasi baskılar, Irak’ta manevra alanını genişletti.
İran hâlâ ağırlıklı bir aktör olarak kalmaya devam etse de, son yılların seyrinde Bağdat üzerindeki mutlak belirleyiciliği açık biçimde zayıfladı. Bu durum da Tahran’ın bölgesel gerileyişinin Irak yansıması olarak okunmalı.
Irak ne yapmalı?
Böylesi bir tabloda Irak’ın yapması gerekenler açık:
– Her şeyden önce mevcut momentumu kullanarak sivil ve askerî kurumları güçlendirmek ve “çifte egemenlik” yapısını kalıcı olarak çözmek gerekir.
– İkinci olarak, İran’ın ya da başka herhangi bir dış aktörün söylem üstünlüğünü belirlemesine izin verilmemeli; Suriye ya da Lübnan gibi sahalar üzerinden yürüyen vekâlet hesaplarının aksine, Irak kendi manevra alanını doğrudan devlet kurumları üzerinden inşa etmelidir.
– Son olarak, ekonomik çeşitlendirme hızlandırılmalı; Körfez ve Türkiye ile entegrasyon projeleri, şeffaf enerji ve gaz anlaşmalarıyla desteklenmelidir. Bu adımlar hem dış baskı araçlarını sınırlayacak hem de Irak’ın bağımsız siyasal karar alma kapasitesini pekiştirecektir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 10 Eylül 2025’te yayımlanmıştır.