Barut kokularının gölgesinin yeniden sarmaya başladığı Karadeniz, çeşitli jeopolitik risklerle karşı karşıyadır. Türkiye’nin de bu riskleri azaltmak ve hatta kendi lehine çevirmek için akılcı politikalar izlemesi gerekmektedir. Mevcut durum ve olası ihtimallerin iyi irdelenerek, Türkiye’nin yeni bir Karadeniz politikası ortaya koyması zorunluluktur.
Fakat hem risklerden kaçınmak, hem de fırsatlardan faydalanabilmek için, Karadeniz’de ne olup bittiğini gerçekçi ve rasyonel temelde analiz etmek bir zorunluluktur.
Bugüne kadar Karadeniz jeopolitiği
Karadeniz ve Türk Boğazları’nın güvenliği 18. yüzyılın başından bugüne değin dünya gündeminin temel meseleleri arasındaki yerini korumuştur.
Bunun kökeninde Çarlık Rusya’sının Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişlemesi, sıcak denizlere açılma ülküsü ve bu yayılmacılığa karşı zamanın Avrupalı büyük güçlerinin Boğazlar başta olmak üzere Karadeniz’i hâkimiyetleri altında tutma hedefi yatmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı ertesinde Stalin’in, Yalta ve Potsdam Konferanslarında ‘Boğazlar meselesini’ gündeme getirip, Türk Boğazları’nda egemenliğin Türkiye ve Sovyet Rusya arasında paylaşılmasını ve iki Doğu vilayetimizin (Kars ve Ardahan) Sovyetler Birliği’ne tekrar verilmesini taleplerini öne sürmesi tarihî hafızamızda halen yerini korumaktadır.
Montrö Anlaşması’nın önemi
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, hem Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini tescil etmiş, hem Karadeniz güvenliğini teminat altına almıştır.
İki kutuplu dünya düzeni üzerine kurulu Soğuk Savaş yıllarında Türkiye, bölgedeki yegâne NATO üyesi ülke olarak Montrö rejimini titizlikle uygulamış ve Karadeniz’de müttefik ülkeler ile Sovyetler Birliği arasında tırmanmaya meydan vermemiştir.
Soğuk Savaş ertesi dönem, Karadeniz bölgesi dahil, Batı-NATO-Rusya ilişkilerinde işbirliğine dönük anlayışın ön plana geçtiği bir zaman dilimidir.
Türkiye’nin işbirliği arayışları
Türkiye, ilişkilerde normalleşmenin başladığı bu dönemin sunduğu fırsatlardan yararlanarak, bölgede ekonomik-ticari ilişkileri genişletmek suretiyle diyalog ve işbirliği zemini tesis etmeye yönelmiştir.
Bu arayışın ilk meyvesi 1992’de Türkiye’nin öncülüğünde kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı (KEİT)’dır.
Türkiye, bununla da yetinmemiş, 1990’lı yılların sonundan itibaren Karadeniz’de deniz güvenliğini ‘bölgesel öncülük ve sahiplenme’ ilkesi ve işbirliği temelinde ilerletmeye yönelik bir dizi atılımda bulunmuştur.
Bu çerçevede, 2000’li yılların başlamasıyla birlikte tüm sahildâr ülkelerin yer aldığı Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve denizde terörle mücadeleye karşı Karadeniz Uyumu Harekâtı gibi girişimleri hayata geçirmiştir.
Türkiye’nin öncülüğünde başlayan bu girişimler, Batı dünyasının zamanında Rusya’yla işbirliğini önceleyen tutumuyla da uyum göstermiştir. Örneğin, ABD’de Obama yönetimi, 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşına rağmen, Rusya’yla ilişkilerde diyaloğa dayalı temiz bir sayfa açma politikasını (reset) yürürlüğe koymuştur.
ABD’nin Rusya’ya karşı ‘reset’ politikası uygulamaya başlaması ve NATO’nun 2010 Lizbon Liderler Zirvesi’nde Rusya’yı, ilişkilerin geliştirilmesinin stratejik önem arz ettiği bir ortak ilan etmesine karşın, 2008’de patlak veren Rusya-Gürcistan savaşı, Türkiye’nin üzerinde hassasiyetle durduğu ve önem verdiği sahildâr ülkeler arasındaki işbirliğine sekte vuran sonuçlar doğurmuştur.
Bölgedeki güven bunalımının başlangıcını ve Rusya’nın revizyonist çizgiye kaymasının dönüm noktasını bu savaş oluşturmuştur.
Rusya’nın değişen tutumu
Kırım’ın işgâl ve ilhakına sahne olan Mart 2014 ise bölgede giderek pamuk ipliğine bağlı dengeleri ve güvenliği altüst eden bir süreci tetiklemiştir.
Batı-Rusya ilişkilerini iyice geren bu gelişme, Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı üç koldan yeniden işgâl etmeye başlamasıyla sadece bölge güvenliğini değil, küresel güvenlik mimarisini de derinden sarsmıştır.
Bu bağlamda, 2008-2022 dönemini, Rusya’nın bölgede keskin hatlarla revizyonizme ve çatışmaya dayalı bir kulvara girdiği zaman dilimi olarak tanımlamak gerekir.
Bugün karşımızdaki tablonun arka plandaki esas dinamiği budur.
Bu durum, Karadeniz güvenliğini tehdit eden karanlık ve istikrarsız bir geleceği sahneye çıkarmıştır. Barut kokusu bölgeye yeniden hâkim olmuştur.
Karadeniz’de yeniden gerginlik
Nisan 2021’de Rusya’nın Ukrayna sınırı boyunca yapmaya başladığı geniş ölçekli askerî yığınaklanma iki ülke arasında gerilime yol açmakla kalmamış, NATO üyelerini de teyakkuza sürükleyen ve küresel yansımalar doğuran bir yöne meyletmiştir.
2021 Sonbaharı’nda yeniden nükseden tırmanma yeni yılla birlikte Rusya’nın Ukrayna’ya karşı, kendi deyimiyle ‘özel askerî operasyona’ başlamasıyla etkileri her geçen gün derinleşen sarsıcı bir dönüm noktası olmuştur.
Ukrayna sahnesinde çatışmaların yoğunluk kazanmasına koşut olarak ABD-Çin rekabetinin bariz şekilde su yüzüne çıkmasıyla birlikte bir yandan Avrupa-Atlantik güvenliğine, diğer taraftan Asya-Pasifik bölgesindeki dengelere olumsuz etkilerde bulunan yeni bir jeopolitik/stratejik çerçeve ortaya çıkmıştır.
İhtilaflarla bezeli bu küresel çerçevenin Karadeniz dâhil bölge güvenliğine olan yansımalarını yadsımak mümkün değildir.
Kırım’ın işgâliyle başlayan ve iki komşu ülke arasında halen devam eden çatışmalar Karadeniz güvenliğini de kapsayacak şekilde Türkiye’nin önüne zorlu bir süreç çıkarmıştır.
Türkiye’nin Karadeniz’deki önlemleri
Mayıs 2010’da varılan mutabakatla Rusya, Türkiye’nin üst düzey ortağı ilan edilmiştir. 2011’de ise Ukrayna’yla yapılan müzakereler sonucunda bu ülke Türkiye’nin stratejik ortağı olmuştur. Gelinen aşamada ise bu iki önemli ortak, savaş halindedir ve bölgedeki dengeler sarsılmış durumdadır.
Türkiye 2014’ten itibaren Karadeniz güvenliğini de içerecek şekilde NATO bünyesinde alınan caydırıcı önlemlere katılmıştır.
Bunları desteklemek üzere Romanya, Bulgaristan ve Polonya üzerindeki hava sahalarında Rus uçaklarının olası ihlâllerini önlemek üzere NATO hava polisliği için bir uçak filosunun yanı sıra Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağı’nı NATO görevleri için tahsis etmiştir. Konya’da bulunan NATO’ya tahsisli İleri Harekât Üssü’nü NATO Havadan Erken İhbar ve Kontrol uçaklarının kullanımına açmıştır.
Ayrıca, mevcut şartlarda, Karadeniz güvenliğinin Rusya’nın eylemleriyle daha fazla bozulmasına karşı bir önlem olarak Karadeniz’deki su üstü/altı unsurlarıyla varlık sergilemeye başlamış; keşif, teşhis ve istihbarat amacıyla Deniz Karakol Uçakları devriyelerini arttırmıştır.
Kendi güvenlik çıkarları doğrultusunda, deniz ve havadaki olası askerî hareketleri yakından izlemek üzere, teknik deyimiyle, ‘Tanımlanmış Hava ve Deniz Resimlerini’ güncel halde tutmaya devam etmiş, bunlardan elde edilen bilgileri NATO’nun ilgili organlarıyla da paylaşmayı sürdürmüştür.
Buna karşılık Rusya-Ukrayna savaşının şiddetlendiği, Karadeniz’i de içine alacak yönde ilerlediği bir sırada Mart 2022’de Boğazların yakınına kadar sürüklenen “serseri mayınlar”, Karadeniz deniz güvenliğinin ne derecede bozulduğunun somut bir nişanesini oluşturmuştur.
Savaş başladıktan sonra Türkiye’nin attığı en kritik adım Montrö Sözleşmesi’nin ilgili hükümlerini işleterek Türk Boğazları’nı, sahildâr olsun olmasın, tüm savaş gemilerine kapatması kararıdır.
Bu karar üzerine 2021 yılı sonundan itibaren hiçbir ülkenin savaş gemisi Karadeniz’e çıkamamıştır. Bu durum, Karadeniz’de, Türkiye’nin yanı sıra en güçlü donanmaya sahip Rusya’nın aleyhine olan bir sonuç doğurmuştur.
Gıda ve enerji güvenliği tehlikede
Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği işgâl eylemi enerji ve gıda güvenliği bağlamında küresel bir kriz çıkmasını da tetiklemiştir. Bundan Türkiye de payını almıştır. Artan enerji ve gıda fiyatları, enflasyonla birlikte gündelik yaşantıda vatandaşlarımızın karşılaştıkları çok ciddi bir zorluk olarak karşımıza çıkmıştır.
Dünyayı, özellikle az gelişmiş ülkeleri, etkisi altına alan gıda krizini hafifletmek üzere Türkiye’nin ön almasıyla BM çatısı altında Temmuz 2022’de yürürlüğe giren “Tahıl Koridoru” anlaşması yüreklere bir parça da olsa su serpmiştir.
Tahıl koridoru uygulaması, dar bir boyutta da olsa, Rusya ile Ukrayna arasında işbirliği sağladığından Batı Karadeniz’de güvenlik bağlamında olumlu bir atmosferin oluşmasına vesile olmuştur.
Öte yandan Rusya, kendi tahıl ve gübre ürünlerine dair hükümlerinin uygulanmadığı gerekçesiyle bu anlaşmayı bir yıl sonra 17 Temmuz’da sona erdirmiştir.
Anlaşmanın uzatılması hususunda 4 Eylül’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında Soçi’de yapılan görüşmeden de bir sonuç çıkmamıştır.
Görünebilir gelecekte Tahıl Anlaşmasının özgün haliyle yürürlüğe girmesini beklemek iyimserlik olur.
Tahıl Koridoru’nun alternatifleri
Tahıl Koridoru’nun çıkmaza girmesi üzerine iki ana seçenek gündeme gelmiştir:
İlki, Ukrayna tahılının Romanya-Bulgaristan-Türkiye hattından ve nehir taşımacılığı aracılığıyla Tuna Nehri’ne kıyıdaş ülkelere ulaşımını sağlayacak bir “İnsanî Koridor” açılmasıdır.
İkinci seçenek de tahılın kara/nehir/demiryolu vasıtasıyla Avrupa’ya ulaştırılmasıdır.
Tahıl Anlaşmasının son bulmasının hemen ertesinde Rusya, Ukrayna tahılını taşıyacak tüm deniz araçlarının hedef alınacağını açıklamış, bu çerçevede bir Türk kuru yük gemisine karşı askerî unsurlarıyla bordolama yapmıştır.
Ukrayna tahılının sevk edilmesini önlemek için Ukrayna’nın Tuna’ya yakın limanlarına karşı dron saldırıları gerçekleştirmiştir.
Bu saldırılar sırasında Rusya’ya ait olduğu açıklanan bir dronun parçalarının Romanya topraklarına düşmesi ertesinde bölgede tansiyon yükselmiştir.
Bu olay üzerine ABD, Romanya’ya ilave F16 uçakları göndermeyi kararlaştırmış, NATO ise Romanya’yla dayanışma içinde olunduğu yolunda açıklama yapmıştır.
Türkiye’nin dikkat etmesi gereken iki yeni durum
Enerji ve gıda krizleri, Karadeniz güvenliğine de yansımaları olacak yönde Türkiye’nin karşısına irdelenmesi gerekli iki yeni durum da çıkarmıştır:
1-Geçmişte rafa kaldırılan, ancak enerji kriziyle birlikte yeniden canlandırılan Bulgaristan-Yunanistan arasında petrol boru hattının kurulmasına ve
2- Türk Boğazlarına alternatif oluşturacağı öne sürülen, Karadeniz’i Ege ve Akdeniz’e irtibatlayacak “Denizden Denize” (Sea2Sea) projesinin uygulanmasına dönük Yunanistan-Bulgaristan arasında varılan bağlantılılık anlaşması.
Yunanistan-Bulgaristan arasındaki altyapı bağlantılılık anlaşmasının gelecekte Karadeniz-Ege-Akdeniz erişim ve ulaşımını doğrudan etkilemeye aday bir proje olduğunu, bu projenin AB tarafından gündeme getirilen Baltıklardan Karadeniz ve Adriyatik’e ulaşımı öngören “3 Deniz Girişimi (3SI)’nin tamamlayıcı ve kritik bir bileşenini oluşturacağını mercek altında tutmak zorunludur.
Karadeniz’in geleceği için
Rusya-Ukrayna savaşının görünür gelecekte süreceği, Rusya’nın Azak Denizi’ni bir iç denize dönüştürdüğü, Karadeniz’deki kıyı şeridini %25 genişlettiği, işgâl ertesinde Kırım’a yoğun şekilde askerî tahkimat yaptığı, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı taarruzlarında Karadeniz filosu başta olmak üzere Rus donanma unsurlarını hava ve deniz araçlarıyla hedef aldığı, bölgesel güvenliğin her geçen gün derin yaralar almasına bağlı olarak NATO savunma önlemlerinin Türkiye’nin de destekleriyle sıkılaştırıldığı bir dönemde Karadeniz güvenliğine ilişkin olarak geleceğe dönük bir yaklaşım ışığında çıkarılabilecek sonuçları topluca şu şekilde özetlemek mümkündür:
– Varlık mücadelesi veren Ukrayna’ya Batılı ülkelerin maddî ve askerî desteğinin kısa-orta vadede sürmesi beklenmelidir.
Rusya’nın devam eden saldırgan eylemlerine karşı Ukrayna’nın Rusya’ya yapacağı taarruzlar, doğal olarak Karadeniz’i de kapsayacak ve bu durum deniz güvenliğinin daha da bozulmasına yol açacaktır.
Türkiye, her iki savaşan tarafla diyaloğunu korumaya çalışırken Karadeniz’deki gerçekliği görmezden gelemez. Bu durumda Türkiye, Karadeniz güvenliği bağlamında ulusal güvenliğini takviye etmeye yönelik adımlarını aralıksız sürdürmelidir.
– Ukrayna’daki savaşın bir yıpratma savaşına dönüştüğü ve iki taraf açısından da mutlak bir zaferle sonuçlanmayabileceği gerçeğiyle de yüzleşilmelidir.
Son günlerde Batı dünyası dâhil Rusya-Ukrayna savaşına son vermek üzere bir Barış Planı üzerinde çalışılması gerektiği yolundaki söylem ve analizlerde görülen artış değerlendirmeye alınacak diğer bir olgudur.
Savaşın, Ukrayna’nın ayrı ve bağımsız bir ulus-devlet olarak varlığını güvence altına alacak koşullarda son bulması Türkiye’nin ulusal çıkarlarının gereğidir.
Bu bağlamda, Türkiye bir barış zemini bulmaya dönük olarak Rusya’yla diyaloğu koparmadan bölgesel ve küresel ölçekte meydana çıkan barış girişimlerinin içinde yer almalı ve bunları desteklemelidir.
Türkiye’nin tek başına barış koşullarını oluşturamayacağı yakın geçmişte taraflar arasında Türkiye’de gerçekleşmesine ön ayak olduğu sonuçsuz kalan temaslardan anlaşılmalıdır.
Dolayısıyla, çoklu çerçevelerde yürütülen barışa dönük girişimlerin içinde yer alarak kendi gücü oranında katkı sağlamaya yönelmelidir.
– Mevcut koşullarda Karadeniz’de bölgesel sahiplik anlayışı ağır yara almıştır.
Geçmişte bu anlayışın ortaya çıkmasında öncü rol oynayan Türkiye’nin, koşullar sanki değişmemiş gibi hareket etmesi, bunun üzerine kurulu bir yolda ilerleyebileceğinin düşünülmesi ham hayal olarak kalmaya mahkûmdur.
Bölgedeki dengeler değişmiştir; dolayısıyla tırmanmaya yol açmayan yeni bir gelecek üzerinde çalışılmalıdır.
Bu çerçevede, NATO üyesi oldukları cihetle Romanya ve Bulgaristan’la özellikle deniz güvenliğini daha sağlamlaştırmak üzere savunmada, özellikle, insansız hava yetenekleri dahil, su altı/üstü deniz araçları tedariki ve modernizasyonunda üçlü işbirliğini önceleyecek bir diplomasi kulvarını daha da canlandırmalıdır.
– Her hâl ve kârda, her türlü senaryoda, Montrö rejimini esnekleştirmeye veya değiştirmeye dönük hamlelere karşı önlem almalı ve Montrö düzeninin korunmasında, bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de sağlam ve ilkeli duruşunu sürdürmelidir.
Bunun aksine görüş veya öneride bulunan herhangi bir ülkeye(lere) karşı Montrö Sözleşmesinin uluslararası hukukun ayrılmaz ve değiştirilemez bir parçası olduğunun altını çizmeye devam etmelidir.
– Karadeniz’de kötüleşmiş koşullarda, kendi egemen iradesiyle katıldığı ve desteklediği İttifak yükümlüklerini göz ardı etmeden, ulusal güvenlik çıkarlarını bölge ülkeleri ve üyesi bulunduğu NATO ülkeleriyle örtüştürebildiği ölçüde savaşan iki komşusu arasında, tabiatıyla varlık mücadelesi veren Ukrayna’yı kollamak suretiyle, Rusya’yla olan diyaloğunu hem bir komşu hem İttifak üyesi bir ülke olarak sürdürecek yönde davranmalıdır.
Türkiye dışlanıyor mu?
– Rusya’nın revizyonist ve saldırgan tutumu bölgeyi ve ötesini sıkıştırmaya devam etmektedir.
Bu ortam, fırsatlar kadar, hatta belki daha da önem arz eden çıkarlar-değerler bütününün öncelenmesini zorlayan tercih ve seçimlerin yapılacağı bir zemini simgelemektedir.
Savaştan tehdit algılayan ve zarar gören ülkelerin, kendi aralarında Türkiye’yi dışarıda bırakmaya dönük iddialı projelerini hayata geçirmeye yönelmeleri kuvvetle muhtemeldir.
Örneğin, hemen yanı başımızdaki iki komşu ülke olan Bulgaristan ve Yunanistan son bir yıl içinde açıkladıkları iki önemli projeyi hayata geçirmeyi kararlaştırmıştır. Bu ve benzer projeler içinde yer almak Türkiye’nin uzun erimli çıkarları arasında kabul edilmeli ve buna göre bir yol çizilmelidir.
– Söz konusu bölgesel projeler aracılığıyla orta-uzun vadede Karadeniz-Ege-Akdeniz hattının bütünleşmesi ivme kazanabilir.
Esasen bu üç bölgenin tek tek tecrit edilmiş kapsamda ele alınması yerine coğrafî bir bütünlük içinde siyasî, iktisadî ve güvenlik alanları itibarıyla değerlendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Montrö rejimi saklı kalmak kaydıyla, Türkiye’nin meşru hak ve çıkarları bulunan bütünleşmiş havzada coğrafyasının kendisine sağladığı avantaj ötesinde işbirliğine dayalı birliktelikler geliştirmesi zorunludur.
Bu geniş havza bugün dünya siyasetinin önde gelen küresel aktörleri arasında güç ve nüfuz mücadelesine çoktan sahne olmuştur.
Ukrayna’daki savaş dolayısıyla etkileri daha fazla açığa çıkan bölgedeki stratejik rekabetin, sadece ABD-AB-Rusya arasında değil, Çin’i de kapsayacak yönde ilerlediğinin dikkate alınması gereklidir.
Nitekim, Batıdan olumlu karşılık bulmasa da Çin, Rusya-Ukrayna savaşının sonlanması için Şubat 2023’de bir tutum kağıdını dünyaya ilan etmiştir.
Karadeniz’i, Ortadoğu coğrafyasına bağlayacak bir çerçeve oluşturmaya dönük iddialı girişimler içinde düşünüldüğünde bu ay Yeni Delhi’de düzenlenen G20 Zirvesi marjında Hindistan’ı Ortadoğu ve Batı dünyasıyla ulaşım-altyapı-enerji ağlarıyla bağlayacak Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik koridoru projesinin yakından izlenmesi önemlidir.
Bu proje kapsamında Türkiye’nin neden dışarıda bırakıldığı sorusunun, yapılan tercih ve izlenen dış politika bağlamında sorgulanması kaçınılmazdır.
– Son olarak, Rusya’nın Ukrayna’daki savaştan, elinde nükleer silah bulunduran, savaş sonrası dönemde konum ve yönünü belirlemeye çalışan tabanı zayıflamış bir ülke olarak çıkmasının Karadeniz güvenliği bakımından da değerlendirilmesi düşünülmelidir.
Bütünlüğünü koruyan, ancak güçten düşmüş bir Rusya’nın, geniş Karadeniz havzası dahil, Türkiye’nin hinterlandında Türkiye için yeni fırsatların doğmasına olanak tanıyacak bir olası durumu gözeterek geleceğe dönük hazırlık yapmak ihtiyatlılık gereğidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 27 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.