Size bir “yazı adamı” profili çizeyim sevgili okur. Adı şimdilik gizli kalsın. Bu yazı adamının altmış yılı aşan bir yazı hayatı var. Vikipedia’ya göre bu süre içinde on dokuz deneme, yedi tiyatro oyunu, on roman, on şiir kitabı yayınlamış. Üç roman çevirisi bulunuyor. Ayrıca dünya şiirinden de epey bir şairin şiirini çevirmiş. Şimdi bu yazı adamını nasıl niteleyebiliriz? Denemeci, romancı, şair, çevirmen?
Bu türsel çeşitlilik, değişik türlerde eser üretme genişliği kafa karıştırıcı olmalı ki, kendisiyle bir söyleşi yapan bugünlerin önemli bir eleştirmeninin sorusuna yol açmış. Bölünmüş, farklı veçhelerle okurun karşısına çıkmasına atıf yapılarak yukarıdakilerden hangisi olduğu sorulmuş merakla. Yazı adamının yanıtı manidardır: “Edebiyat türlerinden yalnızca birini değil birkaçını deneyen her ozanın, yazarın başına gelir bu… Bu yazın türlerinin her biri bir “tavır” gösterir, yazarın seçtiği bir ele alıştır. Sanıyorum, türe göre tavır alış, zorunlu olarak değişik yapıları gerektirse de, sanatçının çağına bakış açısından gene de bir bütünlük, bir tutarlılık vardır orada. Kısacası, ben bu değişik türleri denerken bölündüğüm kanısında değilim.” Söyleşinin ilerleyen kısımlarında eser verdiği türlerde ne yaptığını, neden yaptığını, nasıl yaptığını serimler. Kendi eserleri üzerine yorumlar, açımlamalar geliştirir. Kendi içinde tutarlıdır söyledikleri.
Şiir ve türler arasındaki çatışma
Ama söz konusu şairler olduğunda, şiirin ötesinde yazdığı/yaptığı her şey biraz dışarda kalır hep. Şairin, bir biçimde düzyazıya gönül indirmesi, nasıl desem, sanki biraz düşüş yahut ”heveskârlık” gibi görünür, algılanır. Oktay Rifat’ın resimleri, tiyatro oyunları ve romanları, Attila İlhan’ın senaryoları, romanları ve denemeleri yayınlanır yayınlanmasına da, nedense türün Türkçedeki tarihinin dışında tutulur genellikle. Tam tersi durum Salah Birsel için de geçerlidir. Onun o çok parlak denemeciliği şairliğini öldürür mesela. Örnekleri çoktur, çoğul alanlarda üretim yapan şairlerin başına gelen bu durumun.
Oysa Umberto Eco’ya kulak versek belki bu bakış açısını değiştirmemize yararlı olacaktır şu sözü: “Metin örnek okurunu üretmek amacıyla tasarımlanmış bir aygıttır.” Yazınsal tür, doğası gereği bazı akışkan, geçirgen olmayan sınırlara sahip olmalıdır ki, onu bir biçimde tanımlayabilelim. Diğerlerinden ayırabilelim. Türün kendi iç gereksinimlerini, türün tarihindeki değişimleri gözlemek, bilmek ve onlara yönelik yeni yaklaşımlar geliştirmek yazınsal strateji ve taktikler oluşturmayı zorunlu kılar. Dahası sanatçının kendi olgunlaşması, gelişmesi veya yaşadığı, ürettiği zamanın diğer basınçları, toplumsal ve sanatsal değişimlerle yüzleşmesi de söz konusudur. Görüldüğü gibi çetrefil konulardır bunlar. Basitleştirilemez.
Melih Cevdet Anday’ın şiir yolculuğu
Uzun süren yazınsal üretimi sırasında M. C. Anday’a bakış sık sık değişmiştir. Sanatçının farklı türlerde süreğen edebi üretimi ve özellikle şiirinde geçirdiği önemli değişimler de bu bakışlara yeteri kadar malzeme vermiştir, elhak. Ne var ki Anday’ın kalıtı birçok yönden günümüzde de hala derinlemesine kavranamamış, birçok yönü karanlıkta, belirsizlikte kalmıştır. Buraya kadar yazdıklarım, sadece bir işaret fişeği fırlatmak, bir uyarı yapmaktan ibaret. Zira yazının bundan sonrası Anday’ın şiir serüvenine odaklanacak.
Anday’ın şiir serüveni üç düğüm noktasından oluşur. Genel kanı, kaba ve geniş değerlendirme bu yöndedir. Garip dönemi, Toplumcu Dönemi, Felsefi Şiir Dönemi diye adlandırıldığı da olur bunların.
Garip’in kolaycı ironisi ve şiirin modern ve modern öncesi tüm alet ve edavatının (dize, imge, ritm, simge, vezin, uyak, tahkiye, vb. vb) ilga edilmesiyle başlayan ilk yolculuk çok uzun sürmez. Toplasanız, yedi yıl civarındadır. Etkili ve popüler olmuştur ama hızla tükenir bu olanak. Duvara çarpar. Anday Garip’ten ilk ayrılandır. Onu Oktay Rifat izler. Orhan Veli’nin değişim hamlesi ise tekinsiz bir biçimde Azrail tarafından kesilmiştir.
Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane, Yanyana kitaplarıyla başlayıp süren ikinci dönemde Anday’ın poetik öznesi, ironisi devam ederek sosyal ve politik alana doğru keskin bir hamle yapar. Özellikle Yanyana otoritenin radarına yakalanır. Kitap toplatılır, şair yargılanır, sonrasında beraat eder. Bin dokuz yüz ellilerin ortalarına gelmişizdir. Tam da bu sırada Türkçe şiirde yeni bir alan açılır. Parlak, yakıcı, sarsıcı bir göktaşı gibi ikinci yeni sahaya inmiştir. Zemin sarsılmıştır. Bu yeni olgu Anday’ın kuşağındaki neredeyse tüm şairlerin şiirlerine bir daha bakmasını gerektirmiştir. Zira ikinci yeni, tartışmalarla, savrulmalarla ama en çok da ortaya konan eserlerle dönemi forse etmiştir.
Şiirinde dönüşüm ve kırılma noktaları
Bu dönemde Oktay Rifat’ın akim kalan hamlesine (Perçemli Sokak) karşın Anday durup vakayı izler. Tenhada kendi hazırlığını yapar. Ve bin dokuz yüz altmış iki de kendini yeniden icat etme yolunda ilk eserini verir: Kolları Bağlı Odysseus… Eleştiriler sökün eder. Olumsuz değerlendirmeler de. Ama Anday inatçı, çalışkan ve sabırlıdır. Girdiği alanın imkânlarını sezmiştir. Ömrünün sonuna kadar yazacağı, yürüyeceği yolu bulmuştur, Kendisine ait kılacağı bu alanı geliştirmeye, derinleştirmeye adanır. Yaklaşık otuz beş yıla varan bu uğraşın sonunda kendine özgü bir topografya oluşturur. Krallığını kurduğu bu alan onu iyice ayrıştırır. Tekil kılar. Göçebe Denizin Üzerinde, Teknenin Ölümü, Ölümsüzlük Ardında Gılgamış, Tanıdık Dünya, Güneşte, Yağmurun Altında adlarını taşıyan kitapları bu Anday ülkesinde yapılan keşifler, alttan alta birbirine bağlanan bir örgü, alametifarika halini alır.
Oktay Rifat’ın neoklasik tatlar taşıyan lirik modernliğine karşı Anday, -bence elbet- biraz İtalyan Hermetik şairlerine benzeyen yahut onları çağrıştıran yeni bir dilsel alan yaratır. Dil ile düşünce arasında, doğa ile görüntü arasında, zaman ile an arasında eş duyuma yaklaşan ve bir sarkaç hareketi gerçekleştiren bir şiirsel aygıt kurar. Anti-lirik görünen ama yine bence sarkacın öte ucunu temsil eden negatif-lirik’e varır. Duygu dışarda kalır. Anday’ın şiiri giderek saymacalaşır. Yer yer opaklaşır. Şair, özneyi duygudan dışarı alır ama durumun içinde tutar. Duygu kelimelerden değil durumdan, algının o anki saptayıcı görünümünden, dilin geriliminden çıkacaktır artık. Özne, duygu dışında kalınca okur da metin ile baş başa kalır, bırakılır. Mesafe oluşur. Dilin içinde işaretleri, yönlendirmeleri, göndermeleri azaltılan, örtülen, kapatılmış bu alanda okur artık “anlamı” kendi kurmak zorundadır.
Bu okur zorlayıcı tavır öyle hemen kabul edilmez elbette. Teknenin Ölümü’ne kadar, eleştiriler, göz ardı etmeler, zayıf değerlendirmeler sürer. Teknenin Ölümü’nün olgunluğu, Anday’ın kurduğu topografyayı belirgin kılar. Kolları Bağlı Odysseus ’tan Teknenin Ölümü’ne kadar uzayan on beş yıllık süreç Anday’ın farklılaşmasının, yeni bir bakış ve algı değişikliği önerisinin somutlanmasını sağlamıştır çünkü. Dahası altmışların sonunda yeni bir şair kuşağı gelmiş, yetmişlerin ortasına doğru da ikinci yeni şairleri de farklı yollara girmişlerdir çoktan. İkinci yeni dışında kalan olgun şairler de kendi dönüşümlerini gerçekleştirmişlerdir. Kısaca yetmiş öncesi kuşaklarda bir oturmuşluk, bir sulh durumu oluşmuştur. Ta ki, seksenlerde yeni bir dalga gelene kadar.
Anday’ın açtığı ve olgunlaştırdığı bu yeni dilsel alanı genişletmesi seksenlerde sürer (Ölümsüzlük Ardında Gılgamış) ve doksanların ikinci yarısında tamamlanır.
Anday’ın şiirinde düşünce ve dil
Altmış yılı aşan şiir üretiminin kabaca son otuz beş yılı Anday’ın duyguyu yalıtma, lirik şairaneyi dışarıda tutarak, durum’un ve imgenin bağdaştırılması ve dilin düşünceyle birlikte çalışmasının yarattığı okuru yabancılaştırma etrafında döner.
Anlamın, metnin okuru tarafından yeniden üretilmesini zorunlu kılan bu çetin çaba, sabır, uğraştır ki Anday’ın şiirinin “felsefi şiir” diye anılmasına yol açar. Okura “tüketeceği şairane bir nesne” vermekten uzak bu tutumun Anday’ın şiirinin “düşünce şiiri” olarak tanımlanmasına da neden olur. Elbette tartışılabilir savlar bunlar. Ama tartışılmayacak bir yön var ki, burada da yine Umberto Eco’yu yardıma çağırabiliriz: “Bazı çağdaş eleştiri kuramları, bir metnin yegane okumasının yanlış okuma olduğunu, bir metnin yegane varoluşunun, ortaya çıkardığı tepkiler zincirince belirlendiğini ve Todorov’un hınzırca belirttiği gibi, bir metnin, yazarın sözcükleri okurların ise anlamı getirdikleri bir piknikten ibaret olduklarını kesinliyorlar.”
Öte yandan Anday, ileri yaşlarında, kendi şiirinin dönemselleştirilmesine, kategorize edilmesine itiraz eder. Onun için şiir yaşamı aslında temelde, derin yapıda bütünleşiktir. Her şey sanki birbirine bağlanmaktadır: “Bunca yıldır şiir yazarım, dönüp dönüp geldiğim yerin, insanın doğadaki yabancılığı sorunu olduğunu anladım. Bunu dille insan arasındaki içinden çıkılmaz didişme, hatta savaşım olduğunu da söyleyebilirim. Yabancılaştıran dil’dir.”
Eleştirmenler, araştırmacılar, denemeciler, akademisyenler ve elbette diğer şairler Anday şiirinde farklı anlamsal ve dilsel katmanlar, teknik uygulamalar, felsefi açılımlar bulurlar, kaçınılmaz olarak daha da bulacaklardır. Her okuma bir yorumdur sonuçta.
Ama kesin olan bir şey varsa, Türkçe şiirde, Anday’ın okunulmadan geçilemeyecek bir şair olduğudur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 13 Mart 2025’te yayımlanmıştır.